Ekonomi Politik'te Ali Bilge, hafta başı CHP İstanbul İl Binası'na kayyım atanmasını ve yaşananları sebepleriyle masaya yatırıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: İyi haftalar!
Ö.M.: Size de iyi haftalar. Bugünkü gündemimiz CHP herhalde tabii?
A.B.: Ana muhalefet partisine yönelik kuşatma uzunca bir süredir devam ediyor, kuşatma yargı kolluk yoluyla yapılıyor. İktidar baskısı dışında kendi içinden iç baskı da söz konusu. Gelişmelere genel muhalefet içindeki ilişkiler ve dengeler üzerinden de bakmak lazım.
Ülkede yaşadıklarımız eksik adalet ya da adaletsizlik değil, ağır adaletsizlik. Zulüm var, aşağılama var. Neden ağır adaletsizlik? Milyonlarca insanın oy verdiği partilere ve yerel yönetimlere kayyım atıyoruz. CHP; 2025 yerel seçimlerinde il genel meclis rakamlarına göre 17,5 milyon oy almış, 2,5 milyonun üzerinde DEM’in oyu var. Milyonlarca insanın iradesi aşağılanıyor, yok sayılıyor, seçmen iradesinin yok sayıldığı ağır adaletsizlik yaşıyoruz. Bu yıl ağır adaletsizliğin inanılmaz örnekleriyle karşı karşıya kaldık, dün geceden itibaren ana muhalefet partisinin İstanbul il binasının kolluk marifetiyle kuşatılması, insanların parti binasına girmesinin engellenmesi yaşanıyor.
Seçmen iradesi ile seçilen onlarca belediye başkanı ya tutuklu, ya görevden uzaklaştırılmış ya da kayyım atanmış durumda. Yüzlerce belediye bürokratı da hapishanelerde. Yıllardır Kürt seçmenin yoğun olduğu illerde belediyelere atanan kayyım uygulaması devam ediyor. Sözde barış sürecine rağmen kayyım atanmış belediyelere seçilmişlerin iadesi oldu mu? Örneğin Ahmet Türk atandı mı? Olmadı, kayyım uygulaması sona ermedi.
İçinde bulunduğumuz ağır adaletsizlik neyi davet eder, nereye uzanır? Ağır adaletsizlikten sonraki durak insanlığa karşı işlenmiş suçlar oluyor.
Ağır adaletsizlikte ne oluyor? İfade hürriyetiolmuyor, fiziksel hürriyet kısıtlanıyor, gösteriler, grevler yasaklanıyor. Bir dans gösterisi, bir konser üzerine koparılan fırtınalara bakar mısınız? Her şey baskı altında; ırk, beden, cinsiyet, akıl ve beden sağlığına zarar veren eylemler. Bunlar insanlık dışı yaklaşımlar.
Ana muhalefetin ve muhalefete oy veren seçmenin oylarına yapılanlar ağır adaletsizliktir, önceki programlarda da konuştuk; Yüksek Seçim Kurulu bir yargı kurumudur, Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarına itiraz müessesesi yok, başka ülkelerde edilebilir ama Anayasa böyle tarif etmiş. Siyasi partiler, Yüksek Seçim Kurulu’nun gözetiminde yapıyorlar kongrelerini, kurultaylarını. Dolayısıyla itiraz merci mahkemeler değil, ne asliye hukuk mahkemesi, ne de diğer mahkemeler. Kurultaya itirazlar, Yüksek Seçim Kurulu’ba, İlçe Seçim Kurulu’na yapılıyor. Söz konusu kurultaylar da kesinleşmiş, normal şartlarda bu davaların hiçbirinin olmaması gerekir. CHP’de kurultay olmuş, birileri seçilmiş, itirazlar yapılmış, karara bağlanmış, bundan sonra hiçbir mahkemenin salahiyeti yok.
İktidar, elinde bulundurduğu kollukla ve yargıyla ana muhalefetin ve muhalefetin etkinliğini, varlığını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Neden? Toplumsal desteği azalıyor, eriyen bir iktidar var. 2024 yerel seçimlerinde bunu gördük; yerel seçimlerden bugüne erime sürecinin devam ettiği çok açık görülüyor. İktidarın ekonomi dahil vatandaşla girdiği ilişki bunalımlı bir ilişki.
Normal bir günde olsak ekonomi gelişmelerini konuşurduk. Orta vadeli program açıklandı. Programı, enflasyonu, gelir dağılımını, asgari ücreti, yoksulluk sınırını, açlık sınırını konuşurduk ama parti binaları basılıyor.
AKP iktidarının vatandaşla iktisadi-mali ilişkisi tümden sorunlu. Bu ilişki nasıl yaşanıyor? Vergi almakta yaşanıyor. ÖTV, KDV üzerinden, tüketim üzerinden alınan vergi ile bir ilişki var. Bir de açlık sınırının altında maaş veren, asgari ücret veren, bir iktidar-vatandaş ilişkisine şahit oluyoruz. Gelir dağılımı, sosyal devlet, refahın adil dağılımı, iktisadi ve sosyal hakların genişlemesi gibi bir ilişki devlet ile vatandaş arasında yok. Bu ve benzeri nedenlerle oylarınız eriyor, çoğunluğu kaybediyorsunuz. 23 yıldır iktidardasınız; yorulmuş, tükenmiş durumdasınız, vatandaşın güveni de azalmaya devam ediyor. 23 yılın kirli sepeti de çok dolu.
Bu nedenle siyasi ömrünüzle ve biyolojik ömrünüzü eşitlemek istiyorsunuz. Bakın; Putin, 83 yaşına kadar eşitledi. Bugün Türkiye’de rejim bir otokrasi ve otokraside sahip olduğumuz en önemli husus, seçimlerin şu ya da bu şekilde yapılıyor olmasıdır. Baskı rejimine rağmen seçimlerin yapılıyor olması demokrasiye geçmek için bir umut kapsıdır.Seçimlerin iradesine ipotek konuluyor ise o zaman otokrasinizin adı değişir, rejim başka bir otokratik desene bürünüyor demektir, ağır adaletsizlik kurumsallaşıyor demektir.
2019’dan itibaren muhalefetin seçimleri dikkatli izlemesi sayesinde daha doğru, umut veren sonuçlar alınabildi, demokrasi kapısı ile eşik arasına bir ayak konulabildi. Günümüzde bu aralık genişliyor. 2019 İstanbul yerel seçimlerini hatırlayalım; iki kez seçim oldu. İttifaklar ile bu sürecin aşılması gerektiğini hep söyledik, sonuçta ilerleme oldu, son seçimlerde kent uzlaşısıyla önemli kazanımlar elde edildi. Bugün doğru dürüst bir genel seçim olsa çoğunluğun iktidarı değiştireceği anlaşılıyor.
Yerel seçim başarıları aynı zamanda bir psikolojik eşiği aşmamızı da sağladı; korku duvarını aştık, ses duvarı gibi yükseltilen korku duvarı da aşıldı, sonuçta iktidar partisi üstünde bir çoğunluk elde edildi. Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin değişmesi umudunu da çoğalttı.
Ancak tüm bunlar iktidarın ana muhalefeti her alanda kuşatmasına neden oldu, ağır adaletsizlik uygulamaları başladı. Ana muhalefet partisini ‘majestelerinin muhalefeti’ haline getirmek, daha sessiz bir muhalefet haline getirmek için kuşatma hızlandı. Azerbaycan’da olduğu gibi, Rusya’da yaşadığımız gibi...
Tüm bu gelişmelere iktidarın süresini uzatmak için istenen tedbirler paketi içerisinde bakmak doğru olur. Bu paket, Meclis’te Anayasa değişiklikleri içinde genel muhalefetin ve ana muhalefetin bölünmesini gerekli kılmaktadır. Açılan davalar, iç karışıklıklar, Kılıçdaroğlu’nun itirazları, Gürsel Tekin’in aldığı tutum bunu göstermektedir. Partileri kapatmadan, partileri kapatmaktan beter eden uygulamalar daha çok tercih ediliyor.
Daha önce Refah ve Fazilet Partileri ve pek çok Kürt siyasetçinin yer aldığı partiler kapatılmıştı, AKP için de kapatılma davası açılmıştı. Genel kamuoyu, partilerin kapatılmasına karşı demokratça pozisyonunu almıştı. AKP kapatılmamıştı, AKP geniş kamuoyu ve siyasal destek alarak bu süreci atlatmıştı. Bugün AKP, muhalefet partilerini kapatmaktan ziyade, yargı ve kolluk ile engellemeyi tercih ediyor. HDP ve DEM’e yapılanlar ana muhalefet CHP’ye tatbik ediliyor. Ağır adaletsizlik örneklerinin en önemlisi bugün İstanbul’da yaşanıyor.
Aklımızdaki soru, ülkenin nasıl bir geleceği olacağı? Nasıl bir gelecek bekliyor ülkeyi?’ ‘Faşosfer’ ortamından atmosfere geçiş nasıl sağlanır? Türkiye baharını nasıl yaşayacağız, yaşayabilecek miyiz?
Anti demokratik uygulamalar Gezi’den itibaren başladı, daha sonra 2014’te partili başkanlık sistemine geçildi, 2017 referandumu ile Anayasa değiştirildi, otokrasiye geçildi, 2018’de ise kurumlarıyla tam teşekküllü geçildi. Ne oldu daha sonra? İktidar kaybetmeye, erimeye başladı. Hatta Bahçeli, ‘Üç büyük şehir kaybedilir ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tartışmaya açılabilir’ demişti ama bu sözünün arkasında durmadı.
Süreç içinde ana muhalefet CHP, geçmişte yaptığı hatalarından sıyrılarak yol almaya başladı. CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki tavrı çok yanlıştı. Suriye tezkereleri, DEM’e kayyım atamalarındaki tavrı da çok eleştirildi. CHP, son yerel seçimlerde kazandığı zafere rağmen iktidar ile yumuşama siyasetine girdi, boyunun ölçüsünü aldıktan sonra artık tünelin ucunda kendisinin hedef olduğunu gördü ve buna uygun pozisyonunu aldı. Bugün kitlelerle buluşan bir ana muhalefet var.
Ancak ana muhalefetin Kürt siyaseti tarafından ve genel olarak tüm muhalif güçler tarafından desteklenmesi gerekiyor. Eğer ülkenin bir geleceği olacak ise otokrasiden çıkış gerçekleştirilecek ise en geniş muhalefetin bir arada olması gerekli. Yıllardan beri demokrasi cephesini gerekliliğinden söz ettiğimi bilirsiniz Ömer Bey; Gezi’den bu yana değişik formülasyonlarla ittifaklar manzumesiyle çıkış gerçekleşebilir dedim. Bugün de çıkışın ancak bu şekilde gerçekleşebileceğini, mümkün olacağını bilinmesi, görülmesi gerekiyor.
CHP geçmişte kapatıldı mı? Evet. 1980 darbesinden sonra CHP de diğer partilerle birlikte kapatıldı. 1992’de tekrar açıldı, o arada yerini dolduran başka partiler oldu.
1950-60 Demokrat Parti döneminde CHP kapatılmak istendi ancak o dönemde Anayasa Mahkemesi yoktu, yargıda parti kapatma düzenlemesi yoktu, Meclis üzerinden kapatmak istediler, Demokrat Parti uzun yıllar uğraştı. 1953’te CHP’nin mallarına el konuldu ama kapatılamadı.
Parti kapatmak ülke tarihinde alışılagelmiş bir olaydır ancak son dönemde parti kapatma yerine partileri boğma ve kuşatma politikası uygulanıyor, ağır adaletsizliği karşılığı olan uygulamalar yapılıyor. İktidar ortakları, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’ye yeni bir hayat vaat edemiyorlar, artık bu iplikten dokuma çıkmıyor. Dolayısıyla yaşanan tıkanma daha da sertleşmeyi ve ağır adaletsizliği beraberinde getiriyor.
Yaşadığımız pratikler otokratik rejimlerden çıkış, sert anti demokratik uygulamalardan çıkışın kitlelerin gücüyle olduğunu, meydanla ve sokakla olduğunu gösteriyor. Bu güce dayanmadan ve birleşik bir demokrasi cephesi isteyen tarafların oluşturduğu ittifaklar manzumesi olmadan çıkış olmuyor.
Ö.M.: Ben de bir şeyi özetlemeye çalışayım; sadece bir haber kanalından, Halk TV’deki başlıklara bakacak olursak durumun nasıl gelişmekte olduğunu görebiliriz. ‘İstanbul ablukasına karşı CHP’den yağmur altında demokrasi nöbeti’ deniyor. Öte yandan da aynı zamanda “Kayyım gerginliği tırmandırıyor, kim sokmayacakmış beni görelim!” diye bir açıklama yapmış anladığım kadarıyla. Öte yandan bir başka haberde de sivil polisler, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na girmeye çalışıyorlar yani bundan daha hukuksuz bir durum düşünülemez herhalde ama milletvekilleri engel olmuş. Böyle ilginç ayrıntıları olan bir haber var. CHP İstanbul İl Başkanlığı önünde vatandaşlar da “Polisin burada ne işi var?” diye sorular sormuşlar. Tabii ‘Önce abluka sonra okul açılışıyla İstanbul’da trafik kilitlendi’ diye görüntülü olarak kaos manzaraları yapılmış. Ayrıca mesela bir yaralama olayı da olmuş, bir gencin abluka nedeniyle yaralanmış ama abluka öyle ki ambulans bile girememiş anlaşılan. Sabah erken kalkıp haberleri takip etmeye çalıştığımızda ilk karşılaştığım, en çarpıcı olan şeylerden bir tanesi de sabahın erken saatlerinde İstanbul İl Başkanlığı’na kamyonlarla yeni barikatlar getirildiği. Hakikaten görüldüğü zaman inanmakta güçlük çekiliyor. Mesela gene aynı haber merkezinden CHP’li kadın milletvekili “Parti binamıza girmeye çalışırken darp edildik” diye bir açıklaması var. Böyle bir genel kaos durumundayız ama kalabalığın da yağmura ve gecenin geç saatlerine rağmen orada direnmekte oldukları ve tavrını muhafaza ettiği de görülüyor. Nasıl bir gelecek çizilecek? Onu da merakla bekliyoruz.
A.B.: Silah gücü iktidarların elinde, kolluk gücünü iktidar yönetiyor. Muhalif olanların sadece sesleri var, sloganları var, haykırışları var. Baskı rejimlerine, tek taraflı ve hukuksuz uygulamalara ancak kitlelerin gücüyle karşı konulabiliyor. Dünya örneklerinde bunu görüyoruz. Güney Kore’de üç buçuk ay meclisin önünde milyonlarca insan oturdu, pasif direniş yaptı, böyle örnekler bulunuyor.
İstanbul’da CHP il binasının önünde toplanmış insanlara kolluğun şiddet uygulamasının sonuçlarını göze alan bir iktidar var mı? Yoksa iktidarın siyasal savaşında, kuşatmanın içinde bir pazarlık da var mı? Çatışmaların iç kabininde bir pazarlık da dönüyor mu? İktidarın istekleri neler olabilir ? İktidarın en temel isteği ‘Yasalarda demokratik bazı düzenlemeler yapabilirim ama iktidarıma, başkanlığımın devamına izin vereceksin!’
Bu istek çok konuşuluyor zaten. Başkanlığın devamı ile kadim Kürt sorunu, barışı eşleştiriliyor.
2015’te Demirtaş’ın HDP’nin ‘Seni başkan yaptırmayacağız!’ hamlesi sonrasında çözüm süreci sona erdirilmişti. Öcalan, önceki gün bu hamlenin yanlış olduğunu tekrar dile getirdi, yanlış olduğunu ifade etti. Bugün de benzer bir durum yaşanıyor. Cumhurbaşkanının yeniden seçilmesine ilişkin düzenlemelere destek aranırken, barış süreci bu istekle eşleştiriliyor. 10 yıl önce ‘Başkan yaptırtmayacağız’ politikasını yanlış bulanlar bugün başkanlığın devamını sağlayacaklar mı?
Türkiye çok önemli bir eşikte bulunuyor. Çoğunluğunu kaybetmiş bir iktidar bulunuyor ancak güç onun elinde. Rejim de demokratik değil; iktidar, otokratik mekanizmayı, bu gücü kullanıyor. Bu gücü nereye kadar kullanacağı önemli, bugün ana muhalefetin imhasına çalışılıyor!
İktidar ortakları birbirlerine mecburcu oldukları kadar zaman zaman aralarında gedikler açıldığı da görülüyor. Peki, iktidar ortakları arasındaki muhtemel problemlere ne kadar güvenilir?
Bazı insanlarda ve kesimlerde Bahçeli güveni var; Bahçeli’den demokrasi ve barış bekleniyor, iktidara verdiği desteği kesmesi bekleniyor. Böyle bir beklentiye güvenilir mi, gerçekçi mi? Bahçeli’nin gel-gitlerine tanığız, Bahçeli parametresine güvenerek yürünmez. CHP’yi muhalefetin tüm desenleriyle desteklemesi gerekiyor. Demokrasi ittifakıyla çıkış olur, güven böyle oluşur, böyle yürünür.
Geçmişte bu tür krizlerde devreye bazı mekanizmalar girerdi. Hukuk mekanizmaları , Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi kurumlar beğenmediğimiz Türkiye’de devreye girerdi. Böyle dönemlerde işçi sınıfı hareketi tavır alırdı, sosyal sınıfların ve sendikaların demokrasiden yana tavırları vardı, devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasına yönelik direnişleri hatırlatmak isterim. Bugün hukuki kurumlar ve diğer kurumlar eksik, güçsüz. Gençlik hareketleri de o dönem gibi değil. Demokrasiye geçmek istiyorsak yapılması gereken muhalefetin birleşmesini sağlamaktır.
Bugün okullar açılıyor, 18 milyonu aşkın öğrenci, 1,5 milyona yakın öğretmen işe başlayacak. Eğitim sektörümüzün içinde bulunduğu bu durum belli, sağlık sektörü belli; içler acısı. Türkiye, bu otokratik sistem ile, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile, ‘sultanizm’ sistemi ile yürüyemiyor, yönetilemiyor. İktidar kuralsızlıklarla ülkeyi yönetiyor. Dava açılması doğru olmayan bir konuda 10 mahkeme dava açmıyor, 11. mahkeme dava açıyor. Üstelik karar merci Yüksek Seçim Kurulu. Çok büyük yanlışların içerisinden geçiyoruz, önümüzdeki günler gerçekten netameli. Türkiye’nin sigortası olan hukuki yapılar ortadan kaldırılınca, haklarınızı kendiniz korumaya çalışıyorsunuz, o da kitlelerin gücü oluyor.
Ö.M.: CHP’nin bu çeşitli kurullara, Meclis’teki toplantılara katılması nasıl olacak? Bir yandan İstanbul binası, il binası abluka altına alınmışken ve oraya bir ‘kayyım’ gönderilmesi söz konusu iken, direniş de varken konuşmalar nasıl yapılacak?
A.B.: Elbette komisyonu da etkileyecek. Komisyon zaten kaplumbağa hızında gidiyor; onu dinleyeceğim, bunu dinleyeceğim diyerek günler geçiyor. Ana muhalefet partisine görülen revaya karşı vaziyet almamak, dayanışmamak yanlışa ortak olmak demektir.
Bugün olması gereken muhalif partilerin CHP ile dayanışmaya girmesidir. Barikatların arkasında onların da olması gerekiyor. Bugün bana yapılan yarın sana yapılıyor. 1946’da Demokrat Parti tek parti yönetimine karşı kuruluyor, isyan ediyor, demokrasiyi kurumlarıyla istiyor, seçim kanunu dahil yasaların değişmesini istiyor. Bunun için hürriyet bildirisi ilan ediyorlar. 1947’deki kongresinde tüm kesimleri bir araya geliyorlar, Hürriyet Misakı adıyla isteklerini sıralıyorlar. Öncelikle İsmet İnönü’nün yürüttüğü ‘Cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması’nı talep ediyorlar, sonuçta gerçekleşiyor Anayasa’ya olan anti demokratik yasalar ayıklansın istiyorlar, bunlar da gerçekleşiyor. Muhalefetin Meclis içi ve Meclis dışı yapması gereken çalışmalarla otokrasiye karşı örgü gerçekleşebiliyor.
Pek çok şeye elveda dedik, elvedaların sonuna yaklaşmış bulunuyoruz. Ana muhalefet partisinin kapatılmayla, kuşatma ile karşı karşıya kalması, bölünmeye çalışılması, iç işlerine bu kadar müdahale edilmesinin sonuçlarının hiç parlak olmayacağı, karanlık olacağı muhakkak.
Ö.M.: Artık süreyi bitirdik ama şunu da ekleyeyim; İç İşleri Bakanı Yerlikaya’nın açıklaması sizin de söylediklerinizi büsbütün pekiştiriyor, ‘Mahkeme kararlarını yok saymak, halkı sokağa dökmeye çalışmak hukuka meydan okumaktır. Devlet gereğini yapacaktır’ demiş. CHP’ye bu şekilde seslenmiş. Merakla nasıl gelişmeler olacağını takip etmeye çalışacağız. Ali Bey çok teşekkürler.
A.B.:Kayıplara, kana ve gözyaşına sebebiyet vermeden bu durumdan sıyrılırız umarım.
Ö.M.: Aynen buna katılıyorum ben de. Hoşçakalın, çok teşekkürler.
A.B.: İyi günler, hoşçakalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.