Sabancı Vakfı desteği ile bu yıl dördüncüsü yapılan ‘Müzede Sahne’ Sabancı Müzesi Gösteri Sanatları Günleri etkinliği, pandemi süreciyle yükselen endişe verici şiddet ve haksızlığı, müze bahçesinde buluşan tiyatrocuların yükselen sesi ile gündeme taşıyor. 5 Ağustos’taki sunumunda çarpıcı mesajların verildiği etkinliğe katılan sanatçılar, katkı ve düşüncelerini, Açık Radyo’yla paylaştı.
Sakıp Sabancı Müzesi’nin, Sabancı Vakfı katkılarıyla başlattığı ‘Müzede Sahne’ etkinliğinin dördüncüsü, 7 Ağustos’ta başladı. 15 Ağustos’a kadar yer alan etkinlik, Emre Koyuncuoğlu’nun sanat yönetmenliğinde, her yıl farklı bir tema üzerinden gösteri sanatları alanındaki çalışmalardan bir seçki sunuyor.
Müzede Sahne, bu yıl ‘Adı Sanı İsmi Cismi’ başlığı ve ‘Topyekûn Kadın’ temasıyla seyirci karşısına çıkıyor. Teması, özellikle koronavirüs salgını döneminde artarak şiddet gören, zorlanan, tehdit altında yaşayan ve hayatını kaybeden kadınlardan hareketle belirlenen programda, oyunların yanı sıra oyun okuması, performans, panel ve söyleşiler yer alıyor.
Müzede Sahne bu yıl, mesleki alanda özel tiyatroları temsilen tiyatro sektöründeki üretim ve uygulama süreçlerinin iyileştirilmesi ile profesyonelleşmesini hedefleyen Tiyatro Kooperatifi’ni destekliyor ve salgının ağır etkilerini yaşayan sahne sanatlarında dayanışmanın önemine dikkat çekiyor. Bu amaçla, geçen yıllara göre süresi uzatılan programda, böylece seyirciyle buluşan toplulukların sayısı da arttırılmış bulunuyor. Sağlık Bakanlığı’nın salgın önlemleri doğrultusunda sosyal mesafe kurallarına uyularak düzenlenecek etkinliğin biletleri ise, sınırlı sayıda satışa çıkmış durumda. Buna karşılık bazı oyunlar ise gösterimlere eş zamanlı çevrimiçinde de, biletle izlenebiliyor.
Bu kapsamda, etkinliğin kamuoyuna tanıtımı amacıyla Sabancı Müzesi’nde de 5 Ağustos Perşembe akşamı, bir basın daveti düzenlendi.Tiyatro dünyasının duayen kalemi ve hocası Dikmen Gürün ile, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı’nın da kültür ve sanat camiasını yalnız bırakmadığı etkinliğe Koyuncuoğlu’nun yanı sıra, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr.Nazan Ölçer ve Sabancı Vakfı Genel Müdürü Nevgül Bilsel Safkan da katılarak, önemli mesajlar verdi.
Biz de bu vesileyle, sizlerle, öncelikle özetle hem bu mesajları ve hem de etkinliğe sesini, bedenini, inancını katan sanatçılara yönelttiğimiz iki sorunun ortak cevabını paylaşmak istedik...
“Bu seneki konumuz, kadın... Başka nasıl , başka türlü olabilirdi ki?”
Dr. Nazan Ölçer (SSM Müdürü):
“Dördüncü senemizde müzemizdeki sahnemizi kapanan tiyatrolarımıza açıyoruz. Onlara destek veriyoruz, Tiyatro Kooperatifi ile işbirliği yapıyoruz ve onların hepsini, bir süre burada, arkalarında Boğaz manzarası, ya da mehtap olmaksızın, ya da yıldızlara bakarak seyredeceğiz. Bu büyük şansı verdiği için, gerçekten Sabancı Vakfı’na genel müdür şahsında ve ayrıca orada çalışanlar adına teşekkür ediyoruz. Ayrıca, Sabancı Müzesi’nin uzmanları da çok büyük bir fedakârlık yaptı ve zannederim, bir sergiye hazırlanırcasına tiyatroya bu sene zaman ayırdılar, projeleri gerçekleştirmek için seferber oldular. Hepsine teşekkür ediyorum. Bu seneki konumuz, kadın... Başka nasıl, başka türlü olabilirdi ki ? Her gün gazeteye baktığımızda, haberleri dinlediğimizde pek çok kadının, sayısı artık yüzleri aşmış durumda, cinayetler, haksızlıklar, aşağılanmalar ... Tüm bunları bir de tiyatro ile dinleyelim, acılarımızı iyileştirmeye, dindirmeye çalışalım... İyiliklerle geleceğe daha umutlu bakalım, daha güçlü kadınlarla, daha güçlü bir Türkiye olsun...”
“Kadına şiddet, pandemi döneminde yüzde 20 arttı”
Nevgül Bilsel Safkan (Sabancı Vakfı Genel Müdürü):
“Pandemi döneminde, şiddet olayları arttı. Biz, Sabancı Vakfı olarak 46 yıldır bireylerin haklardan eşit yararlandığı bir toplum vizyonu ile çalışıyoruz. Odağımızda kadınlar, gençler ve engelliler var. Tabii, kadınlar odak gruplarımız arasında olduğu için ve pandeminin de, özellikle kadın üzerindeki yıkıcı etkilerini yakından tanıdığımız, gözlemlediğimiz için, bu alanda çok daha fazla birikime, dataya sahibiz. Çok yakın zamanda, Türkiye’nin 30’a yakın sivil toplum kuruluşu, yerel ulusal ve uluslararası biçimde, iki uluslararası örgütün de dahil olduğu şekilde bir araya geldik. Açılış konuşmasını Güler (Sabancı) Hanım’ın yaptığı bir oturumda, kadın meselelerini daha derin dinledik ve konuştuk. Gördüğümüz tablo, oldukça vahim... Kadına şiddetin, pandemi döneminde yaklaşık yüzde 20 oranında arttığı söylendi. Biz, ‘Her 10 kadından 4’ü şiddet görüyor,’ diye kullanıyorduk istatistiği... Artık her 10 kadından beşine yakını şiddet görüyor diyoruz.
Dünyada da durum çok vahim...UNFB’nin çok güncel bir araştırması var. Evde, pandemi döneminde evde kalınan her üç ay, 15 milyon yeni şiddet vakası demek oluyor. Çok çarpıcı bir veri. Yaşanan şiddet vakalarını düşündüğümüzde, en büyük eksiklik, mekânizmalarda... Yani, şiddete ulaşmak için ‘Telefon hattı’, kadın sığınma merkezleri... Yetersiz olduğunu belki düşünebilirdik ama, bu dönemde yetersizlikleri çok, çok daha çarpıcı oldu. Bir diğer konu, kadınların yasal haklarının farkındalıklarının olmaması. Toplantımızda bu da gündeme getirildi.. Özellikle, teknolojiye erişimlerinin kısıtlı olması sebebi ile, mevcut yasal haklarını bilemiyorlar, dolayısıyla da talep edemiyorlar.
Sadece kadınlar değil, biraz da kız çocuklarına değinmek istiyorum: Çocukların yüzde 27’si, uzaktan eğitimden faydalanamadılar. Bunların yüzde 90’ını kız çocukları oluşturuyor. Okula dönüş ile birlikte, dönüş oranlarında düşüşler olmasını öngörüyoruz. Yine bir diğer çok önemli tehdit de, erken yaşta zorla evliliklerin oranında beklenen artışlar. Yapılan araştırmaya göre, 2020-2030 aralığında dünyada 13 milyon yeni erken yaşta zorla evlilik vakasının olması bekleniyor.”
“Sahnede olmak, kendi hikâyeni anlatmakla ilgili bir şey.”
Emre Koyuncuoğlu:
“Ben, kadın hareketinin içine doğmuş bir insanım. Böyle söylemek istiyorum. Annem jenerasyonu, sizler, hepiniz, özellikle Dikmen Hoca, yani bizden bir önceki nesil, bize çok iyi el verdiler. Bu bilgiyi aynı şekilde biz de, bir sonraki jenerasyona taşımayı, bir güç birliği oluşturmayı bildik. Türkiye’deki kadın hareketinin, güçlü bir hareket olduğunu düşünüyorum. Kendi içinde iyi dayanıştığını düşünüyorum. Ama, bu nedenle de çok zorlandığını ve karşısında güçlü bir otoritenin olduğunu ve bununla ilgili de müthiş bir mücadele verdiğimizi düşünüyorum. Benim jenerasyonumda, yani bir 15-20 yıl kadar önce, kadın üzerine yazılan oyunlar çok azdı. Parmakla gösterilirdi. Tabii ki Türk tiyatrosu ve yazarlarından bahsediyorum; parmakla gösterilir ve üzerine çok heyecanla konuşulurdu. Şimdi, geriye dönüp baktığımızda alanın çok genişlediğini, bir sezonda 30’a yakın kadın oyununu konuşabileceğimizi görüyoruz. Bu, çok değerli... Dayanışma, aslında farkındalıkların da ortaya çıktığı bir şeydir. Bu dayanışmayı aslında toplumsal olarak bir farkındalığı da oluşturmak için bir olanak olarak görüyorum. Bence, festivalin başlığı da çok ironik... Çünkü yıllardır bir ad meselesi sürekli konuşulur...Aslında en köklü, sağlam ve aslında en orada olan şey kadındır, ama hep böyle sürekli, ismi, cismi, adı, sanı diye kendisi olmuyormuş gibi konuşulur. Oysa aslında tam tersi ve bu bir ironi artık. Biz buradayız, iş üretiyoruz ve devam edeceğiz, sahneye çıkacağız. Çünkü sahnede olmak, kendi hikâyeni anlatmakla ilgili bir şey. Kendi hikâyeni anlattıkça hikâye büyümeye ve değerlenmeye başlıyor.
Müzede Sahne’nin katılımcıları yanıtladı: “Bu projenin ürettiği kamusal alan, sizin için ne ifade ediyor? Katkı verdiğiniz yapının, geleceğe bıraktığı mesajı, siz nasıl tarif ediyorsunuz?”
Ece Dizdar : Bu projenin ürettiği kamusal alan benim için beraberce yeniden şekillenebilmek, kırılmamak esnemek. Koşullar ne olursa olsun, her yeni gün zihinlerimizi yeniden ve yeniden kodlayıp, kendimize ve birbirimize nefes alacak yeni ‘açık alanlar’ hediye etmek. Başla türlü bir şeyin varlığına inanmış kişilerle odanın başka bir köşesine geçip hadiseyi bir de o perspektiften izlemek gibi bu sahne.
Ayşe Yıldırım: Maharet, dar günde bir arada durmakta; ciğerimizi yakan olayların, ciğerimizi yakan bir hastalığın ortasında, kamu sağlığına da dikkat ederek bizi seyircimizle biraraya getiren güzel bir tiyatro festivalinin içindeyiz, umut dolduk, içimiz açıldı.
Eraslan Sağlam: Halkın ötekileştirmeyle, etnisiteyle, cinsiyetçilikle işi yoktur. İşi varmış gibi görünse de yoktur. Bu fikri istihdamın personeli ucuz politikalar ve politikacılardır. İnadına İnsan bu konuda meddahın görünmeyen sopasıyla dürterek gıdıklıyor.
Zeynep Günsür: Var olurken ne hissediyorum, çevremdeki dünyayı nasıl algılıyorum ve diğerine ne demek istiyorum sorularına cevap ararken oluşan projeler, hayata devam edebilmenin bir yolu aslında. Mesaj bırakmaktan ziyade yaşamın sevincine ve aşka ulaşma niyeti. Kalbin açılmasına olanak açma isteği. Başka bir dünyanın mümkün olabilme ihtimaline doğru bir yolculuk.
Can Utku: Kadrosunun dörtte üçe yakını kadın olan bir tiyatro olarak biz Tiyatro Öteki Hayatlar teması kadın olan bir festivalde yer almaktan çok mutluyuz. Ülkece kadının yaşama özgürlüğünün güvencelerini bile sorgular hale geldiğimiz bir dönemde bu türden etkinliklerin öneminin daha da arttığına inanıyoruz. Kendi oyunumuz "Karar"da kürtaj meselesini ele alıyoruz, ancak amacımız kürtajın doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olduğunu tartışmaya açmak değil. Biz bu oyunun çerçevesini kürtajı doğrudan ve yanlıştan, iyiden ve kötüden bağımsız olarak vazgeçilmez ve kaçınılmaz bir olgu olarak ele almayı tercih ettik ve bunu başlangıç noktası alarak günümüz İstanbul'unda yaşayan farklı toplumsal kesimlerden kadınların karar alma süreçlerinde ne dereceye kadar özgür olabildiklerini sorgulamaya çabalıyoruz.
Eser Selen: Her ne kadar da tiyatro ağırlıklı bir etkinlik olsa da sanatın, sosyal ve beşeri bilimlerin bir çok alanından katılımcıların varlığı, sanatın, diğer disiplin ve alanlarla olan çok yönlü ilintisini yansıtmaktadır. Sahne, kendi başına bir yer, bir mekân olarak yüklüdür, sadece tekli değil, tıpkı kadın hareketi, üretimi ve çalışmaları gibi, olağanca çoklu perspektiften bakılması gereklidir. Müzede Sahne'nin, sahnede kadını odağına alarak oluşturacağı koalisyonların olasılığıyla, içeriği ve biçimiyle görünürlüğün çok ötesine geçebilecek, kesişimsel, yaratıcı ve kapsayıcı söylem ve devinim üreteceğini düşünüyorum. Mesaj çok net: kadın, kadındır ve insandır.
Deniz Altun: İnsanoğlunun var olduğu günden beri gücün, güçlünün hakimiyetinin yıkıcılığı ile karşı karşıyadır. Buna karşın; güçlünün ayrıcalığı karşısında uygarlığın değerlerini kurmaya çalışanlar da tarih sahnesinde onların tam da karşısında yerlerini almışlardır. Şu geldiğimiz noktada ; yani her geçen gün daha çok kadının cinayete kurban gittiği, kadın ve çocuk tacizlerinin içimizi yaktığı şu günlerde bile daha eşit, daha insan , daha şefkatli bir dünyanın mümkün olduğu inancı bizlerde varsa, ki var... işte bu ezeli çatışmada , desteğini ‘’insan insanın kurdudur’’ diyenlerin değil, insan onurunu, eşitliğini savunanlara verip, onların yanında yer alanların; dahası olanaklarını daha uygar bir dünyayı kurmaya adayanların sayesindedir. Bu proje de bu açıdan benim için çok değerli. Dahası, bu türden dayanışmalar sürekli ve yaygın hale getirilmeli. Kadın temasıyla bizlere, ürünlerimize açılan bu kamusal alanın; daha uygar , özellikle kadın ve çocuklar için eşit ve insancıl bir hayat için , güçlü bir dayanışma alanı sağladığını düşünüyorum açıkçası. Pandemi koşullarında sanat ve kültür
buluşması olması da moral açısından önemli çok.
Kadınların hayattaki var olma savaşımının bir parçası, aslında yazdığım oyunun da mesajı. Bu dünyadan bir ‘Gül Dünya geçti ve vardı’… acımasızca yok edilse de… Vardı.. Gül Dünya, töre cinayetine kurban gitmeden önce bir gelinlik giyer ve bebeği ‘Umut’ kucağında, gelinlikli bir fotoğraf çektirir. Gazetede gördüğüm bu fotoğrafın mesajı da aynıydı .. Bu dünyadan bir Gül Dünya geçti… Bunu bana bırakılmış bir mesaj olarak algılamıştım o anda. Oysa suçlu aslında ne kardeşleri, ne de ailesiydi… Onları buna mecbur bırakan toplumsal cinsiyetçi bakış açısıydı.. Eril bakış açısı.. Dahası Eril şiddet.. Oysa dünyanın dişil enerjiye , ne kadar ihtiyacı var… Dünyanın; kadının yaşamı yeniden, yeniden yaratan o doğurgan sevincine çok ihtiyacı var...
Ölümü ve şiddeti sürekli dayatan eril enerjinin baskıladığı ilişki ve yaratım düzenine karşı;
kadının hayatı ve evreni sahiplenen şefkatli hüznüne çok ihtiyacı var…ve Dünya’nın tüm sertliklere hoyratlıklara karşı, kadının içinde hep yaşattığı o yemyeşil yeşil umuda çok ihtiyacı var...
Ebru Nihan Celkan: Sanırım yaşadığımız dünyanın pozitif alternatifini önerebilecek, korku ve şüphenin yerine, neşe ve heyecanı koyabilecek, farklı şekillerde bir arada yaşayabileceğimiz ihtimalini güçlendirecek insanların oyunlarını izlemeye ve onları duymaya çok ihtiyacımız var. Kamusal alanın ortak paydaşı kadınların perspektifini öncelemesi açısından projeyi oldukça önemli görüyorum. Sadece katılımcıları ve paydaşları için değil takip edenler için de bizim tahayyülümüzün ötesinde imkanları barındırma potansiyeli var. Yönetme arzusu duyan, yazma cesaretini içinde bulan ancak temsilini kamusal alanda göremeyen insanlar için de önemli bir buluşma. Kadın yönetmenler, oyun yazarları, koreograflar bu coğrafyada vardı, şimdi de var ve olmaya da devam edecek. Bu süreklilik açısından da önemli bir buluşma olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda program akademisyenleri, aktivistleri ve sanatçıları da bir araya getiren bir içeriğe sahip. Yani sanatın kamusal alanını da bu anlamda geniş tutması önemli. Dileğim bu ve benzeri projelerin devamlılığını sağlarken farklı kamusal alanları dahil ederek etki alanını genişletmesi. Her seferinde de katılmcılarının kapsayıcılığını arttırması, renklendirmesi. Çok sesli, renkli, dilli birlikteliklere ihtiyacımız var.
Programda "Gösteri Sanatlarında Kadının Sahnedeki Temsili" başlıklı oturumda katılımcı olacağım. Bu oturumla umuyorum sadece geleceğe mesaj bırakıyor olmayacağız. Bugüne not düşmek ve geçmişi de bir anlamda bugünden tekrar düşünmek için iyi bir alan kurabileceğimizi umuyorum. Aslında çok basit olan soruları geçmişimize ve bugüne sormadan onları cevaplamadan müşterek bir gelecek hayali olabilir mi? "Kadınlar nerede?" sorusunu düne, şimdiye ve bugüne sormaya ihtiyacımız var. Çünkü varız. O varlığı imlemek anlamında benim için kıymetli bir düşünme alanı olacağını umuyorum. Tabi bir diğer soruda "Kim yok?" anlattığımız hikayelerde, tiyatro tarihimizde, sahne gerisinde, önünde, seyircilerimizin çeşitliliğinde... Kim yok? ve Neden? belki bu soruları hakkını vererek düşünmeye gönül koyarsak gelecekte soruların cevapları çeşitlenirken sorularımızda artar.
Ayşenil Şamlıoğlu: Üniversite yıllarında Ana Tanrıça Kültü, panteonların tanrıya dönüşmesi ve elbette dişil düzenin yerini eril düzene bırakması temel derdim olmuştu. Erkeğin erk tutkusunun savaşlara varıncaya kadar yarattığı her türlü kötülük hep ilgi alanımdı. Oyunculuk,yönetmenlik,yöneticilik yollarımda da bu derdim hiç değişmedi ve seçimlerimin omurgasını oluşturdu.İçinde yaşadığımız coğrafyanın bu ilgiyi hep alevli tuttuğu açık bir gerçek ve son yıllarda geldiğimiz nokta en doğal hak olan yaşam hakkı için mücadeledir.
Bu zamanlara ışık tutmak isteyen tüm arkadaşlarımla Sabancı Müzesi’ndeki kadının toplum,sahne,sanattaki varlığı üzerine kurgulanan etkinliğe moderatör olarak katılmaktan mutluluk duyuyorum.
Asuman Çakır: Özelde kadını ama genelde hepimizi kuşatan korkular, kaygılar dünyasında bir araya gelmenin değerini hissediyoruz. Beri taraftan akılcı bir kuşku zemininde tartışma ortamı yaratırken işlevsel olabilmesini temenni ediyoruz. Na yazık ki gelecek hayalinden ziyade “burada... şimdi... neyi, nasıl yapmalı...” gibi öncü, cesur ama yaşamsal, mücadeleci, sorular soran yapıtlar üretmeye çalışıyoruz.
Duygu Dalyanoğlu: K'nın Sesi kimilerinin, kadınların, kuirlerin, kızkardeşlerin; sadece "korona"nın, karantinanın değil kainatın, kavganın, kanunun, keşfin, kuşun, kanadın sesi... K'nın Sesi projesi yazarından, oyuncusuna, görsel tasarımcısından müzisyenin herkesin izole olduğu koşullarda hayal edildi ve üretildi. Fakat birbirimizden uzakta da olsak ses vermeye, ses olmaya, ses çıkarmaya devam etme inancımızla çıktık yola. Şimdi Müzede Sahne'de bu sesi seyircimizle beraber, aynı mekânı paylaşarak çoğaltmak bizim için çok anlamlı.
Ayşe Dıraz: Fiziksel mesafenin korunması gereken bir dönemde sosyal dayanışmayı kuvvetlendirmenin ne kadar önemli olduğunun bilincinde ve bunu gerçekleştirebilmek için lazım gelen sorumluluğu alan bir projenin yarattığı “kamusal alanın” da her bir katılımcı - ister sahne arkası, ister sahne üzeri ister de seyirci olsun - açısından bu bilinci üreteceğini düşünüyoruz. Birbirimizin sorumluluğunu almaya ve başkalarının hikayelerini sadece dinlemeye değil gerçekten “duymaya" dair bir bilinç. O yüzden de çok değerli.
Bizim oyunumuz Tırnak İçinde Hizmetçiler, aslında, barındırdıkları potansiyeli, içinde sıkıştıkları, daha doğrusu kendilerini sıkıştırdıkları, kısır döngüden dolayı gerçekleştiremeyen iki kadının kendilerine duydukları öfkeyi bir kaçış yolu olarak birbirlerine yöneltmelerini, yani insanın çok ‘insani’ ancak karanlık taraflarını ele alan, “klostrofobik” bir oyun. Normal koşullarda, gerek oyun düzenini, gerek seyirci yerleşimini özellikle bu durumun altını çizecek şekilde kurguladık. Ancak bu proje sayesinde seyirci ile ilk defa arkada, fonda Istanbul’un olduğu bir biçimde buluşuyoruz ve bu aslında büyük bir tezat oluşturuyor olacak. Oyunun başrolündeki iki kadın karakter, bazı açılardan birbirlerine ve hayata yaklaşımlarını gerekçelendirecek koşullar içinde bulunuyor olsalar da, bu koşulları gerçekten dönüştürebilecek bir sorumluluk üstlenerek kendileri ile yüzleşmektense, sürekli etraflarında eleştirecek bir şeyler buldukları ve birbirleriyle dayanışmaktansa yıkıcı öfkelerini birbirlerine yönelttikleri için daha da kapana kıstırıyorlar kendilerini. Belki fonda tüm güzelliği ve büyüsü ile Istanbul dururken bu iki kadının durumunun yarattığı tezat bize kendi mevcut durumumuz ve hayata bakışımıza da dair yeni bir şey söyleyebilir diye düşünüyoruz….
Tiyatro BeReZe: Tiyatro yapmak için şu zamana kadar bir boş alana, bir oyuncuya, bir de seyirciye ihtiyaç duyduk sadece. Bu koşulları -mesafeli de olsa- sağlayabildiğimiz sürece tiyatro yapacağız. Yaşadığımız bu zor şartlarda SSM'nin bu koşulları sağlaması hem bizim için hem seyirci için çok değerli.
Oyunumuz, kadının yarattığı ama 'erkek akıl'ın görmeyi çoğu zaman beceremediği 'mucizeler' üzerine kurulu. Bu anlamda, oyunumuzun Müzede Sahne'nin kadın temasına ve günümüzün kadın tartışmalarına bir söz söylediğini ve/veya anlamlı bir soru bıraktığını düşünüyoruz. Umarız oyunumuzun teması en kısa zamanda eskir.''
Selime Büyükgöze: Kadınların anlatıları kamusal alanda yer bulamadığından, hakikatleri de gizli saklı ve erişilmez hale geliyor. Müzede Sahne bu anlatılara öznelerinin dilinden yer verdiği gibi tartışmaya da açarak kamusallaşmasına ve bu sayede kadınların hakikatlerinin görünür kılınmasına katkı sağlıyor.