İçinde zaman geçen şarkılar ve satır aralarındaki hikayeleriyle birlikteyiz.
Her şarkının bir çıkış öyküsü olduğundan ve bir şarkılık öykünün herkesin öyküsü olabileceğinden hareketle şarkıları merak eden, bir araya getiren bir köşe burası. Bir taraftan da sizin hikayelerinizi şarkı yazarlarıyla buluşturma gayreti içinde olacak bir kavşak. Bu açık davetimi hem siz ve anlatmak istediklerinize hem de şarkı yazarlarına sık sık tekrarlıyor olacağım.
‘Zaman’ deyince ilk akla gelenlerden, unutulmayan bir Jim Croce şarkısı ile başlayalım; Time in A Bottle!
Şarkının sözlerinin içinde, yapmak istediği o şeyi veya birlikte zaman geçirmek istediği kişiyi bulduğunda, zamanın hiçbir zaman yetmediğini düşünen biri var. Ve o kişi, o günleri, mutluluk anlarını sonsuza dek bir şişeye kapatmak istiyor. O şişenin içinde yapmak isteyip de yapamadığı hiçbir şey yok. Aksine, şişenin içinde isteklerinin nasıl karşılık bulduğuyla ilgili anıları var ve onları tutuyor, kutsuyor.
Jim Croce çok kısa süren hayatının son zamanlarında yazmıştı bu şarkıyı. Baba olacağını öğrendiği gece, o ilk şaşkınlık ve mutlulukla birlikte şarkı da gelmişti.
Yaşadığımız anlarla çağrışım yapan başka bir şarkı var sırada! Bu da Tom Waits’in 1984 yapımı Rain Dogs albümünden unutulmaz bir balad. “Time” / “Zaman”.
Bu şarkının nakaratla ayrılan bölümlerinde, Waits’in ustalıkla kurguladığı detaylarda ayrı bir sokak karakterini tanırız. Karakterlerin karşılaştığı çeşitli zorlukları anlatan küçük kısa filmler izleriz adeta ve tüm bu kısa filmlerin içinde, yine anlar vardır... Ve anlardaki hazine. Tom Waits’in albüm tanıtımında bu şarkı adına söylediği gibi, “Zaman değerli bir varlık.” “Time is a precious commodity”
Sahibine Şarkılar programının, özellikle bu içinden geçtiğimiz zorlu süreçte, ortak bir program güncesi oluşturmak gibi bir amacı da var. Geçen programdaki açık davetim, korona günleriyle birlikte, yeni “zamanın” akışı üzerineydi. Yeni “zamanlarımız” sizin yaşamınıza neler getirdi, neler değişiyor, neler dönüşüyor sorularıyla başlamıştı. Bu süreçten çıkmış değiliz ve belli ki soru uzun bir süre aynı kalacak. Biz acikradyo.com.tr’nin Sahibine Şarkılar program sayfasında sizlerden gelen yaşantılar, anlatıları, sizin de izniniz dahilinde #şarkılaramektuplar başlığında yayınlamak istiyoruz. Bunu bir dilek olarak alın lütfen, yazdıklarınızın şarkı yazarı dostlarımla ya da şimdi aklımıza gelmeyen başka biçimlerde bir şarkı, bir başka metin, ortaklaşa geliştirip altı ayın sonunda birlikte okuyacağımız, dinleyeceğimiz çalışmalar olması mümkün. Şimdinin dileği, umuyorum bu yayın döneminin son programında birlikte kutlayacağımız çalışmalar olurlar!
Korona günlerinde iki ayı geride bıraktık. Değişen yaşam ve mekân düzenlemelerinin yansıra olan bir şey daha var. Zaman gözlerini bize dikti. Biz de bakışlarımızı içimize çevirdik. İçe çevirmeyi kendimizi dışarıya kapatma anlamında kullanmak istemiyorum. Tam tersi yaşamla kurduğumu tüm bağları inceler olduk ve bu duruş anında yaşadığımız farkındalıklar sayısız. Türkçede anlamak sözcüğünün içinde çekimser bir halde duran ‘an’ gibi; Anlamak, zamanın durduğu anda bir aralanma ile mümkün oldu sanki… İçimizde olup bitenler bunlarken ve iyi de gelirken, dünya ve dünyanın kendisinde olanlar anlayışımızın, kavrayışımızın ötesine geçiyor zaman zaman. Büyük resim, gelecek zamanlardaki insanlık versiyonumuz, kendini bir filmin fragmanı gibi gösteriyor ara ara! Bu fragmanları, bazen umut, bazen endişeyle izliyoruz. Aydınlık ve karanlık arasındaki muhtelif tonlar arasında gidip geliyoruz.
Tam da burada sözü SO Duo’ya bırakmak istiyorum. Sumru Ağıryürüyen ve Orçun Baştürk isimlerini Açık Radyo’da yaptıkları programlar ve sayısız güzel müzikal çalışmalarıyla çok yakından tanıyanlarınız var. Ve ne mutlu ki, ikilinin çok yeni çıkmış olan “Kırksabır” isimli EP’sinden bir parça bu programın içeriğine bir ışık gibi düştü. Çünkü tam da içinde dönüşmekte olduğumuz bu zamanda, karanlık arttıkça ışığa dönüşü anlatan, içine girip derin nefesler alabileceğimiz bir 3 dakika! “Işığa Dönüyoruz”
Sumru ve Orçun’a, şarkının fonunda ne var diye sorduğumda şunları söylediler; “Çok bunalma hali, asırlardır yaşananlar. Kurduğumuz, kölesi olduğumuz, içinde kendimizi bilemediğimiz bir sistemden. Daha geçtiğimiz yüzyıl iki dünya savaşı yaşadık. 21. Yy’ın daha iyi şeylere gebe olduğunu söylemek çok zor. Zaten iyi bir giriş yapmış sayılmayız. Ama ışığa dönmemiz, vicdanlı ve doğru bir yaşam kurmamız gerektiği kesin.”
Tüm olumsuzluklara, gerçekliğin acı tadına rağmen, şarkının duruşu, ışığa dönüşü, dışımızda olanlar ne olursa olsun, insanın özgür ve bir anlam yaratarak karşılık verme kapasitesini bence bu şarkı müzikal zarafetiyle birlikte gösteriyor bize.
Ve bu da bizi bir başka komşu şarkıya getiriyor. Bu şarkıda da her şeyde bir çatlak var ve ama işte ışık tam da o çatlaktan içeri sızıyor. Leonard Cohen’in en etkileyici şarkılarından biri bu.
Cohen, kendi deyimiyle şarkıların kodunu kırmak, orada bir şarkı olup olmadığını anlamak için aylarca, bazen yıllarca çalışan bir yazar. “Anthem” için ise 10 yıl geriye gidiyor. Defalarca kaydettiği ancak hep bir eksik hissiyle tamam diyemediği şarkı sonunda 1992 yapımı “The Future” albümüne giriyor. Nakarat bölümü ise çok daha eski, hatta pek çok işinin arka fonunda bu fikrin olduğunu ve birkaç şarkıda da bir anlamda geri dönüşümle kullandığını söyler.
“Sen hala çalabilen çanları çal!
Sunduğun her neyse mükemmel olmayabilir, bunu unut
Her şeyde bir çatlak var ve işte ışık böylece içeri sızar.”
Cohen’den “Anthem” dinliyoruz…
Şimdi sizi sıcacık bir şarkıyla bırakmak istiyorum. Çok fazla söze gerek yok.
Hal David’in sözlerini yazdığı, John Barry’nin bestesini yaptığı 1969 yapımı bir Bond filmi şarkısı bu. Louis Armstrong söyleyecek.