Mahir Ünsal Eriş, hiç kuşkusuz, bir “kuşağın” sesini yansıtıyor kitaplarında... 1980 civarı doğmuş, büyükşehirlerden nispeten uzakta, Türkiye’nin daha çok sahil şeridindeki “küçük” şehirlerinde, ilçelerinde büyümüş olanlara çokça aşina gelecek metinler... Bandırma’nın, Erdek’in, Edincik’in ismi daha sık geçiyor olabilir ama mesela bence Gemlik’i de anlatıyor Mahir Ünsal Eriş. İlk hikâye kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...”de (2012), ikinci hikâye kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik”te (2013) öyleydi, yakın bir zaman önce yayımlanan romanı “Dünya Bu Kadar”da da öyle:
“O zamanlar sahilde mavi tenteli, bordo masa örtülü aile çay bahçeleri vardı. Yazın akşam çöktü mü, çoluk çocuk buralara dökülürdü. Aileler, gazeteden külahlarda getirdikleri çekirdekleri masaların bordo örtüleri üstüne yayar, külahları açıp çekirdek kabuklarını gazete kâğıdının üstünde küçük bir tepe yapana kadar oturup çekirdek çitlerlerdi. Ancak birer tane meşrubat içmesine izin verilen çocukların çekirdeğin tuzundan içleri kavrulursa birer de paşa çayı söylenirdi.
Sahil boyu atılan aheste voltaların sonu bu çay bahçelerinde biter, aileler denize yakın, bekâr kız ve oğlan grupları iç masalarda otururlardı.” Sahil boyu attığımız voltalar hep o çay bahçelerinde sona erdi gerçekten de; o güzergâh hiç değişmedi belki ama büyüdükçe, denize yakın “aileye mahsustur” masalarından iç masalara doğru kaydık. (Ve kirlendi dünya!)
Mahir Ünsal Eriş’in kitapları arasında böylesi başka benzerliklere de rastlamak olası... “Dünya Bu Kadar”, biraz da roman olması nedeniyle, daha farklı bir noktada duruyor gibi görünse de, aslında yapısını “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...” kitabındaki son hikâyeye, “Biraz Uzunca Bir Diyet Hikâyesi”ne benzetebiliriz. “Biraz Uzunca Bir Diyet Hikâyesi”nde farklı karakterlerin farklı yollardan gelerek bir şekilde Sakarya’da (Ankara’daki Sakarya’da) birleşen hikâyelerini okumuştuk: “Evine konduğu adamın sevgilisine de konuşu suçüstü edilen” Veysel, ayakkabı boyacısı Beşo, dilenciliği meslek belleyen Nesibe Teyze ve “yorgun, dalgın ve yalnız bir adam” olan Ayhan... Benzer şekilde “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...”ki “Mektup Yazacak Gün” hikâyesi ile “Olduğu Kadar Güzeldik”teki “İşe Çıkılacak Gün” hikâyesi de akıllara getirilebilir... İşte “Dünya Bu Kadar”da da yolları bir kayısı bahçesinde kesişen farklı karakterlerin hikâyelerini okuyoruz; ama önemli bir farkla, söz konusu kayısı bahçesi, yolları bir hayli çatallanmış bir bahçe!
Birbirine eklenmiş, diğer bir deyişle birinin bittiği yerden bir diğerinin başladığı “küçük küçük” hikâyelerden mürekkep bir roman olarak nitelendirebiliriz “Dünya Bu Kadar”ı. (Öykü yazarı olarak tanıştığımız Mahir Ünsal Eriş’in, –üstelik Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldıktan hemen sonra– bir romanla karşımıza çıkmış olması bir yana; romanın yapısındaki bu özellik, o “kadim” öykü-roman karşılaştırmasını yeniden gündeme getirecek gibi görünüyor.) Hikâyeler, karakterler arası geçişler o kadar yumuşak ki, romanın yapısını ancak sayfalarda biraz ilerledikçe tam anlamıyla fark edebiliyoruz.