haz. Şenol Erdoğan Beat Kuşağı Antolojisi çev. kolektif Sel Yayıncılık ve Altıkırkbeş Yayın, 2011, 432 s |
Son zamanlarda edebiyat dünyasıyla ilgili haberlerin en dikkat çekici olanları, bazı kitaplara açılan davalar oldu. Öncelikle Sel Yayıncılık’ın “CinSel Kitaplar” dizisinden dört kitap hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmıştı 2009 yılında. Müstehcenlikle ilgili görülen ve iki yıl süren bu dava sonucunda beraat kararı verilmişti. Daha yakın bir zaman önce de Chuck Plahniuk’un Ayrıntı Yayınlarından çıkan Ölüm Pornosu isimli romanının da, müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatılması için dava açıldı (bu süreçte de özellikle kitabın çevirmeninin ifadesi alınırken yaşananlar ön plana çıkmıştı). Aynı şey, yine Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan William S. Burroughs’un Cut-up üçlemesinin ilk kitabı olan Yumuşak Makine için de gerçekleşti. Yumuşak Makine’nin “halkın ar ve haya duygularını incittiği ve Türk Ceza Kanunu’nun 226. Maddesini ihlal ettiği” gerekçesiyle dava açıldı. Tüm bu gelişmelerin ardından Sel Yayıncılık ile Altıkırkbeş Yayın, ortak bir çalışmayla Beat Kuşağı Antolojisi’ni yayımladılar; Yumuşak Makine için açılan davanın aslında tüm Beat kuşağını hedef aldığı düşüncesiyle...
Fazla söze gerek yok... Antolojinin hemen başında yer alan metin, hem bütün bu süreci özetliyor hem de bu “ortak yapım”ın ne amaçla yayımlandığını açıklıyor:
“Tüm Devlet Erkânına Kıvançla Duyurulur:
9 Mayıs 2011 tarihinde bir grup kelimenin internet ortamında alan adı kullanımında yasaklanacağı bir duyuru ile deklare edildi. Bu harf öbeklerinden bazıları: Animal, Escort, Etek, Fire, Girl, Yasak, Hayvan, Frikik, Haydar, Gizli, Hatun, Hikaye, Baldız, Hot, İtiraf, Liseli, Nefes, Partner, Sarışın, Sıcak vb. idi. Bunların bir kısmının arama motorlarında porno klip içerikli site adresi aramalarında sıkça kullanılan kelimeler olduğu iddia edildi, bir kısmının ise nasıl bir mantıkla seçildiği ve sakıncalı bulunduğu ise anlaşılamadı. ‘Çocukları koruma’ yalanına sarılarak yasaklanan sözcüklerden birisi de ‘beat’ oldu. Beat sadece internette değil, somut bir alan olan yayın dünyasında da yasaklanmak isteniyor.
Bu kelimenin ilgili kurumların dikkatini çekmesi ise Sel Yayıncılık tarafından yayımlanmış, Amerikalı yazar William S. Burroughs’un Nova (Cut-up) üçlemesinin ilk kitabı olan Yumuşak Makine ile oldu. Çocukları muzır neşriyatlardan korumakla kendisini yükümlü addeden oluşum, çocuklar için yazılmamış olan bir kitabı yine çocukları kullanarak [yani kurumun doğasının gereği olan özelliğin tam tersini uygulayarak] söz konusu kitap hakkında ‘Türk halkının ar ve haya duygularını incittiği’ gerekçesiyle bir dava açtı; bu dava sürmekte, William S. Burroughs, yayıncısı ve çevirmeni ile birlikte duruşma gününü beklemekte.
Amerikan edebiyatının içinde güçlü bir damar olan Beat edebiyatını ülke okuru ile tanıştıran ve üstlendiği bu misyona günümüzde de devam eden bir yayınevi olarak Altıkırkbeş de bu durum karşısında hayli ‘incindi’ ve sanal-somut tüm zeminlerde Sel Yayıncılık’ın ve temsil ettikleri yazarın her anlamda yanında olduğunu duyurdu ve gösterdi.
Beat kuşağını yargılamaya kalkmak, diline kilit vurmaya çalışmak, her ne kadar saldırı –şimdilik– bir yazarın üzerine odaklansa da o akımın tamamını aynı –var olmayan– suçla itham etmekle eş anlama gelmektedir. Bu yüzden ilgili kurumun söz konusu kitaba açtığı dava sadece William Burroughs’un Yumuşak Makine’sine değil tüm Beat edebiyatına ve temsilcisi yazar-şairlere açılmış demektir.
Biz, Altıkırkbeş ve Sel Yayıncılık olarak bu dava sonrasında ülkemiz yayıncılığında unutulup gitmiş olan ‘dayanışma’ kültürüyle hareket ederek ortaklaşa bir yayımlamaya karar verdik. Bu öyle bir kitap olmalıydı ki belki de ülkemizde asla yayımlanmayacak ya da yayımlanamayacak olan ilgili kuşağın tüm şair ve yazarlarını bir araya getirmeliydi. Oldu da.
Beat Kuşağı Antolojisi, bu muzır kuşağın yasaklanması gereken tüm yazar ve şairlerini bir araya toplayarak, ülkemiz çocuklarını muzır olan eserlerden korumak ve halkımızın ahlakının sınırlarını çizmek amacıyla kurulan T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na yardımcı olmak amacıyla hazırlandı ve yayımlandı!
Umarız işlerini kolaylaştırmışızdır!”
Kenneth Slawenski Üzüntü, Muz Kabuğu ve J.D. Salinger çev. Hülda Öklem Süloş Sel Yayıncılık, 2011, 398 s. |
Geçen yıl 27 Ocak tarihinde aramızdan ayrılan Jerome David Salinger’ın en bilinen yönü, bilinmezliğiydi. Toplumdan gün geçtikçe uzaklaşmış, izole bir hayat sürmüş olan yazarın, örneğin son eseri 1965 tarihini taşıyor; hatta son röportajını da yaklaşık otuz yıl önce vermişti Salinger. Dolayısıyla Üzüntü, Muz Kabuğu ve J.D. Salinger isimli bu biyografi kitabı, gerçekten de önemli bir çalışma. Şöyle bir tanıtım yapılmış kitapla ilgili: “Hakkında çok az şey bilinen, çok fazla merak edilen, kendini yalnızca yazıya, yazmaya açmış usta yazar Salinger’ın dünyasının perdeleri ilk defa gerçekten aralanıyor. Yaşamı boyunca gazetelerden, magazinden, insanlardan ve hatta sonunda okurlarından ve yazdıklarını yayınlamaktan dahi kaçınan Salinger’ın bu ilk kapsamlı yaşam öyküsüyle sadece yaşadıkları değil, yazdıklarının anlamı ve arkasındaki koşullar da anlaşılacak.”
Kitap, bir internet sitesine dayanıyor. Kenneth Slawenski, 2004 yılından beri Salinger’ın hayatına ve eserlerine adanmış olan internet sitesini yöneten kişi (www.deadcaulfields.com). Bir başka deyişle, yedi yıllık bir adanmışlığın, yoğunlaşmanın ve araştırmanın sonucunda ortaya çıkmış bu çalışma...
Dave Goldberg, Jeff Blomquist Evren Kullanma Kılavuzu çev. Cemal Yardımcı Metis Yayınları, 2011, 307 s. |
Evren Kullanma Kılavuzu, tam anlamıyla bir “popüler bilim kitabı.” Temelinde fiziğin olduğu birçok konunun –kara delikler, zaman paradoksları, kuvantum gibi zaman zaman sıkıcı, anlaşılması güç, günlük yaşamdan kopuk şeklinde tanımlanan birçok konunun– popüler kültür ve gündelik hayatla ilişkilerini de es geçmeden, yalın ve esprili bir dille, bol bol örnek ve çizimlerle, karikatürler eşliğinde ele alan Evren Kullanma Kılavuzu fiziğe bakışı değiştirecek özelliklere sahip. “Bir fizikçi hayatta epey yalnızlık çekebilir. Bir düşünün: Uçakta oturuyorsunuz ve yanınızdaki size ne iş yaptığınızı soruyor. Fizikçi olduğunuzu söylüyorsunuz. Buradan itibaren konuşma iki türlü devam edebilir. On defasından dokuzunda, yanınızdaki adamın veya kadının ağzından çıkan ilk söz ‘Fizik mi? Okulda o dersten nefret ederdim!’ gibi bir şey olur. Ondan sonra da seyahatin (veya davetin, asansör yolculuğunun, randevunun) kalanını fiziğin eski dostunuzda yaratmış olduğu anlaşılan travma için özürler dilemekle geçirirsiniz. Böyle rasgele sohbetler, özel olarak fen bilimleri ve matematik için saklı tutulan neredeyse coşkulu bir küçümsemeyi de açığa vurur. ‘Okumayı doğru düzgün bilmiyorum bile!’ dendiğini duymazsınız da, ‘Cebirden de hiç anlamam valla!’ cümlesi neredeyse övünür gibi söylenir. Peki ama niye? Fiziğin zor, hayattan kopuk ve sıkıcı olduğu doğrultusunda haksız bir şöhreti vardır. Zor mu? Belki. Hayattan kopuk mu? Asla. (...) Peki, sıkıcı mı? Bizim asıl itiraz ettiğimiz mesele tam da bu.”
Leslie Irvine Biz ve Onlar: Hayvanlarla Bağımızı Anlamak çev. Serpil Çağlayan İletişim Yayınları, 2011, 262 s. |
Biz ve Onlar kitabının, aslında biraz gecikmeli yayımlandığını söyleyebiliriz... Bu çalışma, İletişim Yayınlarının “Hayvan Hakları Dizisi”nin üçüncü kitabı. Dizinin ilk kitabı, Tom Regan’ın Kafesler Boşalsın’ıydı; hayvan haklarını felsefe çerçevesinden değerlendiren, kolay anlaşılır bir dille kaleme alınmış olan Kafesler Boşalsın 2007 yılında çıkmıştı. Sonrasında hemen ertesi yıl, 2008’de, bu diziden Gary Francione’nin Hayvan Haklarına Giriş isimli kitabı yayımlandı; hayvan haklarını hukuk çerçevesinde ele alıyordu. Dolayısıyla “Hayvan Hakları Dizisi”nin üçüncü kitabının üç yıl gibi bir aradan sonra yayımlanmış olmasını bir gecikme olarak değerlendirebiliriz sanırım; çünkü gerçekten de kaynak açısından bir sıkıntı var bu konuyla ilgili olarak ve İletişim’ın “Hayvan Hakları Dizisi” de bu anlamda önemli bir yayın girişimi... Umarız bu dizi dahilinde yayımlanması planlanan kitapları daha sık aralıklarla okuma imkânı buluruz.
Leslie Irvine’in Biz ve Onlar isimli kitabıyla ilgili de kısaca şunu söyleyelim: Hayatlarımızı paylaştığımız hayvanlar, nasıl olup da bizim için yeryüzündeki yegâne hayvanlar haline geliyorlar sorusuna yanıt arayan bir çalışma bu kitap, bir başka bakış açısıyla da hayatlarımızı paylaştığımız hayvanların kişiliğimizi nasıl etkilediği inceleniyor.
haz. Leo Panitch, Colin Leys Kapitalizmde Sağlık çev. Umut Haskan Yordam Kitap, 2011, büyük boy, 352 s. • Deniz Sezgin Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık Ayrıntı Yayınları, 2011, 237 s. |
6 Temmuz’da bu sitede Mehmet Uhri’nin “Sağlığın Ticarileşmesi ve Türk Tabipler Birliği’nin Sorumluluğu” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Bu yazı şu cümlelerle başlıyordu: “Sağlığın ticarileşmesinin olumsuz sonuçları olacağı yönünde tartışma yürütülürken sağlık sektörü piyasalaşmayı tamamlayıp çoktan endüstrileşme yoluna girdi. Hekim örgütleri sağlığın temel insan hakkı olduğu savıyla piyasalaşma sürecine direnç gösterip sokağa dökülse de küresel neoliberal dalganın siyasi gücü ve medya desteği ile üretilen popülist baskılarla sağlıkta paradigmanın tümden değiştiğine şahit oluyoruz.” Tam da bu yazının üstüne, Mehmet Uhri’nin dikkat çektiği “neoliberal dalganın siyasi gücü ve medya desteği” konularında odaklanan iki kitap yayımlandı geçtiğimiz günlerde.
İngiltere’de 1964 yılından beri düzenli olarak yayımlanan Socialist Register, her yıl güncel bir konuyu işliyor; dünyaya soldan bakan yazar ve akademisyenlerin yazılarına yer veriyor. İngiltere’nin yanı sıra ABD, Kanada, Hindistan ve (seçkiler halinde) İtalya’da da yayımlanan dergi, 2007 yılından bu yana Türkiye’de de okurla buluşuyor. Socialist Register’ın 2010 sayısında da, “kapitalist sistemde sağlık” konusunu işlenmiş. “Bu sayıyı hazırlamaktaki amacımız,” diye yazmış Panitch ve Leys, “neoliberal çağda sağlık sisteminin ekonomik, toplumsal ve siyasi belirleyicilerine odaklanarak kapitalist sağlık sisteminin tarihsel materyalizm penceresinden tahliline katkıda bulunmak; sağlığı metalaştırmak isteyen sermaye güçleriyle, sağlığın kamu hizmeti haline gelmesi (ya da öyle kalması) ve hizmete erişimde yaşanan mevcut eşitsizliklerin azaltılması için uğraş veren halk güçleri arasındaki mücadele üzerinden sağlık hizmetleri alanına bakmaktı.”
Deniz Sezgin de çalışmasında, öncelikle toplumsal sağlık/hastalık söyleminin ana mecrasını “medya” olarak saptayarak, bu çerçevede medyada sağlığa ne şekilde yer verildiği ve “sağlık iletişimi” şeklinde tanımlanan perspektifin, yönetsel ve söylemsel oluşumu anlama ve açıklama işinde ne dereceye kadar güçlü bir kavramsal temel sunduğunu ortaya koymaya çalışmış. Sağlık iletişimiyle ilgili erişilebilen bütün literatürün tarandığının ve değerlendirildiğinin altını çizen Deniz Sezgin, Hürriyet gazetesi ve eklerinde bir yıllık süre içinde (2008) çıkan sağlık ve sağlıklı yaşam tarzı vaatlerin yer aldığı tüm haber, köşe yazısı ve spotları da niceliksel ve niteliksel içerik çözümlemesi yöntemiyle analiz etmiş. Sezgin’in de belirttiği gibi, “Medyanın geçen on yıl içinde sağlık/hastalık konularına ve bu konularla beraber düşünebileceğimiz kozmetize edilmiş sağlık konularına şimdiye kadar olmadığı kadar geniş yer ayırdığını” düşündüğümüzde, Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık, dikkat çekici bir çalışma olarak karşımızda duruyor hiç kuşkusuz.