"İplerini toplumun elinde tuttuğu kuklaların kuklaları olabiliriz. Ama en azından algılayabilen, farkındalığı olan kuklalarız. Ve belki bu farkındalık, kurtuluşumuzun ilk adımıdır."Stanley Milgram
Özlem Özbek
“Savaş” kavramını, savaş gerçeğini tartışmaya başladığımızda karşımıza “şiddet”, “saldırganlık”, “insan psikolojisi” ve “sosyal psikoloji” gibi kavramlar çıkıyor. Şiddeti ve saldırganlığı antropolojik olarak inceleyen yaklaşımlar, bu kavramları, dışarıdan gelen etkilere karşı organizmanın kendini savunmak için tepki vermesinin doğal bir sonucu olarak görür. Böylece şiddet ve saldırganlık, insanın en nihayetinde bir hayvan olmasından kaynaklanan ve varoluşun yani yaşam savaşının vazgeçilmez unsurları olarak tanımlanır. Bu görüş çerçevesinde; avlanma, savunma ve hatta cinsellik sahip olduğumuz varoluşsal içgüdülerdir. Fakat diğer hayvanlardan farklı özelliklere sahip olan “insan türü” ele alındığında şiddetin çok farklı ve hatta doğal yaşam döngüsünün amacını bir hayli aşan kullanımları olduğu görülür.
Philip Zimbardo, Amerikan Psikologlar Birliği başkanı | Meşhur cezaevi deneyi
İnsan türünde şiddetin psikolojisi incelendiğinde iki taraflı bir yaklaşımın gerekliliği göze çarpar. İlki, kişinin genetik özellikleri yani doğuştan, atalarından getirdiği özellikler; diğeri ise aile ve toplumun, doğuştan sahip olunan bu kişilik üzerindeki etkileridir. Sosyal psikoloji “şiddet”i, elde edilen sonuçlar açısından bir hayli çarpıcı olan çeşitli deneylerle bugüne kadar bir çok kez incelemiştir. Bu deneylerin en önemlilerinden biri 1971 yılında Stanford Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Philip Zimbardo tarafından yapılan deneydir. Deney, fakültenin hapishane görünümü verilen bodrumunda, 18 deneğin “gardiyanlar” ve “mahkumlar” olarak ikiye bölünmeleri ile başlar. Kısa bir süre sonra gardiyanların kendilerine verilen rolleri gerçekten benimsedikleri ve mahkumlara yetkilerini aşan bir şiddet ve baskı uygulamaya başladıkları gözlemlenir; böylece 14 gün sürmesi |
planlanan deney, başka araştırmacıların itirazları üzerine durdurulur.
Deney, bireylerin davranışları üzerinde dahil olunan grubun yani toplum baskısının etkisini ve üst bir merciden otorite alan insanların psikolojilerindeki değişimi ortaya koymuştur. Yani şiddet kullanma yetkisi yukarıdan alındığında yetkili ile yetkilinin uyguladığı baskı veya şiddete maruz kalan kişi arasında vicdani ve insani bağ ortadan kalkar. Vicdani bağ yerine görevin gerektirdiği dogmatik yani sorgulanamaz sorumluluk bağı geçer.
Bunun sonucunda da kişi tek başına karar vermesi gerekirse vicdani sebeplerle asla uygulamayacağı şiddet eylemini, yukarıdan gelen bir emirle sorgulamadan uygular ve hatta bu emri görevinin gerektirdiği sorumluluk ilkesine de dayanarak sonuna kadar savunur.
Sorgulamadan itaat
Bir diğer deney ise Milgram deneyleridir.Denekler hafıza ile ilgili bir deney yapılacağı söylenerek toplanır. Deneklere, bu deneyin, kişilerin öğrenme yeteneklerini sınamak için yapıldığı söylenir. Denekler karşılarındaki kişilere art arda sıralanmış kelime listesini okur, bu kişiler ise daha sonra bu kelimeleri hatırlayıp tekrar etmeye çalışırlar. Deneklerin, karşıdaki kişi hata yaptığı takdirde 15 volttan 300 volta kadar giderek artan şiddette elektrik akımı verme yetkileri vardır.
Gerçekte ise elektrik akımı bu kişilere bağlı değildir, deney hakkında bilgisi olan kişilerden oluşan kontrol grubu denekler düğmelere bastıkça gerçekten akım veriliyormuş gibi rol yapmaktadırlar. Deney yapılırken deneğin yanında bir bilim adamı durur ve deneğe karşıdaki kişi her hata yaptığında butona basması gerektiğini, tehlikeli de olsa deneyin bunu gerektirdiğini telkin eder.
Yetkili kişiden emir alan denekler, deney öncesinde tehlikeli aşamada duracaklarını belirtmelerine rağmen, elektrik akımı vermede tehlike sınırını aşarlar ve hatta % 60’ı karşılarındaki kişinin çığlıklarına aldırmadan elektrik akımı vermeyi sonuna kadar sürdürür. Deney, insanların birçoğunun yetkililere körü körüne itaat ettiğini, kişinin kendine verilen görevi yapmak adına, sebep ve sonuçlarını düşünmeden, yukarıdan aldığı emri harfiyen yerine getirebildiğini ortaya çıkarmıştır.
Kan lekesi silinemez Savaşan askerlerin psikolojileri incelendiğinde, kısa bir süre sonra bu insanların birer ölüm makinesine dönüştükleri, öldürdükleri kişilerin ise, bu askerlerin gözünde, talimlerde kullanılan cansız hedeflerden bir farkı kalmadığı gözlemlenebilir. Zaten öldürülen kişi ile öldüren arasında savaş dışında hiçbir bağ yoktur, savaştığı için hiç tanımadığı, hiçbir kişisel hesabı olmadığı bir insanı öldürür asker. Savaş alanında insani duygular ve vicdani kaygılar ortadan kalkar; tek amaç üstün verdiği emre itaattir. | "Das Experiment" adlı filmden |
Orada bildiğimiz, öğrendiğimiz tüm medeni kurallar geçerliliğini yitirir; tek kural hayatta kalmak için öldürmektir.
Fakat her savaşın birbirinden farklı sebepleri olduğu göz önünde tutulursa, askerlerin psikolojileri de farklılaşır. Ülkesine saldıran düşman karşısında vatanını savunan asker için manevi değerler ve üst amaç, bir insanı öldürmenin yarattığı vicdani rahatsızlık duygusunu hafifletir, bu rahatsızlığın bilinçaltına itilip yok sayılmasını kolaylaştırır. Oysa ki, politik ve ekonomik amaçlarla bir ülkeye saldıran ordunun askerleri veya uluslararası ittifaklar sebebiyle başka bir ülkenin çıkarları için savaşan askerlerde bu hafifletici ilüzyon ortadan kalkar. Müdafaa değil de atak; savunma değil de saldırı söz konusu olduğunda aradaki masal perdesi düşer, savaşın vahşeti ve çirkinliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Mantık, vicdan, bilinç, akıl emir-komuta zincirine dolanır, düğümler savaş sonrası psikolojik sorunlar olarak toplumsal hayatın ayağına takılır.
Askerler onlarca insanı katledip evlerine, sıcak yuvalarına, sevdiklerine kavuşunca bomba seslerinden sağır olmuş kulakları açılmaya, bilinç altına hapsettikleri acılar, isyan çığlıkları birer birer gün ışığına çıkmaya başlar. Saçlar tekrar uzayabilir, yaralar kapanabilir, barut karası yıkanabilir ama öldürmenin acısı, yüreğe bulaşan kan lekeleri asla silinemez.
Philip Zimbardo'nun web sitesi
1971'deki Stanford cezaevi deneyi