6 Eylül 2005Adnan Ekinci
Böyledir bazen, kardeşin duymaz el oğlu duyar... Siz yine de benim 'bazen' deyişimi 'genellikle' diye anlayın. Ve derin bir nefes alıp, meramımızı usul usul anlatmaya başlayalım.
Eloğlu dediğimiz, yani ABD'nin The Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin önceki günkü başyazısının başlığı 'Benim adım Orhan' olarak yer aldı. Yazıda, Türkiye'nin AB üyeliği için kritik bir aşamada bulunduğu bir sırada, yazar Orhan Pamuk hakkında üç yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın şaşkınlıkla karşılandığı belirtiliyordu.
Pamuk'un, geçtiğimiz aylarda İsviçre'nin Tagesanzeiger gazetesine verdiği demeçte sarf ettiği, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" sözleri yüzünden, TCK'nın 301/1 maddesi gereği hakkında dava açılmıştı. Ben aşağılandığımı düşünmüyorum
Diplomatlar özel sohbetlerde, davanın 'Türkiye'nin AB şansını zedelemek amacıyla açılan siyasi bir dava' olduğunu söylüyormuş. Ki ben buna inanmıyorum. Bu davanın, maaşını Hazine'den alan, bu kazancıyla ailesinin iaşesini sağlayan, çocuklarını okutan ve vatanını çok seven bir savcının devlete karşı duyduğu minnet duygularıyla açılmış olduğundan eminim.
Ben de Türküm, birileri 'Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü' dediği için, hiç kendimi aşağılanmış hissetmem. İddia doğru olsa bile aşağılanma duygusunu taşımam, ama utanırım. Eğer iddia gerçeği yansıtmıyorsa, onu da iddianın sahibi düşünsün, bana ne... Bunlar benim düşüncelerim.
Şişli Cumhuriyet Savcısı farklı düşünmüş olmalı ki, Orhan Pamuk'un sözlerinin biz Türkleri incittiği kanaatine vararak davayı açmış.
Gelin görün ki, Pamuk'un sözleri üzerine harekete geçen başka bir savcı daha var: İstanbul Cumhuriyet Savcısı Turgay Sayın. 'Eleştiri suç olmaz'
Turgay Sayın da konuyla ilgili epey araştırma yapmış ama Pamuk'un sözlerinde 'Türkleri aşağılar' bir taraf bulamadığı için, "Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" diyerek soruşturması için 'takipsizlik' kararı vermiş. Orhan Pamuk'u, 16 Aralık 2005 tarihinde Şişli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde sanık olarak göreceğiz. Tüm sanıklar gibi, duruşma sırasında ayakta dururken, sanırım o da ellerini koyacak yer bulmakta zorlanacaktır. Bir kere ben de sanık olmuştum. İki değil, sanki 100 elim vardı. 'Hazır ol' vaziyetinde dursan bir türlü, ellerini önünde kovuştursan bir türlü... Duruşma salonunda o kadar ciddi bir hava eser ki, gülesi gelir insanın.
Pazar günü Hasan Cemal de yazısını Orhan Pamuk'a ayırmıştı. Yazısında, 1997 yılında, yine bir sonbahar günü, Frankfurt'ta Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği'nin Yaşar Kemal'e verdiği 'Barış Ödülü' törenine katıldığı günü anlatıyordu. Tesadüf bu ya, Yaşar Kemal de o dönemde yabancı bir dergiye verdiği röportajdaki sözleri nedeniyle 1 yıl 8 ay hapse ve 5 yıl aynı konuda yazı yazmama cezasına çarptırılmış bulunuyor. Cemal, Tarihi Pauls Kilisesi'nde yapılan törende, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Almanya'nın en büyük ve en aykırı romancılarından biri olan Günter Grass'ın yaptığı konuşmadan söz ediyordu. Grass ki, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra iki Almanya'nın birleşmesine şiddetle karşı çıkan, aykırı bir adam... Edebiyatçıdır ne dese yeridir
Törene katılan Almanya'nın eski Cumhurbaşkanı Weizsaecker, Alman parlamentosu Bundestag'ın Başkanı Süssmuth ve bazı Hıristiyan Demokrat bakanlar, o günkü Almanya'nın politikasını yerden yere vuran kendi edebiyatçılarını alkışlıyorlar.
Hasan Cemal, pazar günkü yazısına şöyle devam ediyordu: "Çünkü o bir edebiyat devi. Almanya'nın en büyük romancıların-dan biri. Siyasal açıdan farklı, aykırı düşünebilirdi. Ama bu onun edebiyat alanındaki yerine gölge düşürmezdi.
Ertesi gün Sabah'taki köşeme, Yaşar Kemal için 'Türkiye seninle gurur duyuyor!' başlığını koyduktan sonra şöyle devam etmiştim: Günümüzde önemli olan sözle cezayı, yazıyla hapsi birbirinden özenle ayırmaktır. Düşünceyle demir parmaklık arasındaki utanç verici bağı koparabilmektir. Almanya bunu başardı. Belki de kitapların ve insanların yakıldığı bir cehennemi daha yarım yüzyıl önce yaşadığı için başarabildi. O yüzden şimdi, ülkelerinin birliğine laf edebilen yazarlarını bile saygıyla dinleyip ayakta alkışlayabiliyor Alman cumhurbaşkanları, meclis başkanları, devlet adamları... Ama bize bakın." Türkiye garip bir ülke ve tarih bizimle dalga geçiyor.
Aradan sekiz yıl geçmiş ama yine bir yazarımız, yani Orhan Pamuk, gelecek ay Almanya'da çok prestijli bir ödülü almaya gidecekken, düşüncelerinden dolayı hakkında altı aydan üç yıla kadar hapis istenen bir dava açılmış bulunuyor.
Hasan Cemal'in yazısının başlığı da 'Benim adım Orhan'dı. Ve yazısını okurken birden hatırladım, benim de adım 'Orhan'.
Nişanlıyken kız kaçırmak
Hukuk fakültesinde 'aile hukuku'nda bize sıkı sıkı öğretilen bir konuydu nişanlılık. Ne zaman başlar, ne zaman biter, kimlere nişanlı denir gibi bir sürü detay. Pratikte karşılaşacağımı sanmadığım bir sürü bilgiyi edinmiş olduk. Gerçekten de bunca yıldır hukukun içindeyim, nişanlılıkla ilgili ne bir sorunla karşılaştım, ne de meslektaşlarımdan birisinin bu konuyla ilgilendiğini gördüm. Bu nedenle, Hürriyet gazetesinde 'Nişanı bozmadan kız kaçırana tazminat' başlığını görünce şaşırmadığımı söyleyemem. Fakülteden bir arkadaşıma rastlamış gibi oldum.
Mustafa, Gülsüm'le nişanlıyken başka bir kızı kaçırmış. Bunun üzerine Gülsüm, eski nişanlısı hakkında maddi ve manevi tazminat davası açmış. Yargıtay, bu durumu terk edilen nişanlı genç kız açısından 'Fahiş zarar', 'Şahsiyet haklarına indirilmiş ağır darbe' ve 'Evlenme şansını azaltacak kötü bir girişim' diye nitelendirerek Gülsüm'ü haklı bulmuş. Keyifli bir konudur 'nişanlılık hukuku'... Yerim olsaydı, devam etmek isterdim. Başka sefere İnşallah.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=163369&tarih=06/09/2005