26 Rylül 2010
Mahalle baskısı üstüne birkaç yıl önce Binnaz Toprak’ın çalışması epeyi yankı uyandırmıştı. Toprak’a saldıranların çoğu muhafazakârların büyük devrimlere hazır olduğunu, Kemalist statükonunsa bu gelişimi baltalamak için binbir dereden su getirerek paranoya körüklediğini savlıyordu.
Kemalist statüko ve yandaşlarının kör inkarcılığının ayna yansıması, liberal acilcilerde de görülüyordu. Görülüyor hala. Muhafazakâr devrimcilerle kol kola demokrasi yolunda hızdan başı dönmüş liberallerin muştuladığı yeni dünyaya çok uzağız elbette. Geçenlerde patlak veren televizyon dizilerindeki ahlaksız cüretkarlık tartışmaları tam da zamanında yetişti.
Öncelikle Fatmagül’ün Suçu Ne? dizisindeki tecavüz enine boyuna didiklendi. Aile saatinde yayınlanmış olması muhafazakârları öfkelendirdi. Seyircinin özellikle o sahneye göstermiş olduğu yoğun merak kimilerince ahlakın çöküşü-kadının metalaştırılması gibi farklı başlıklar altında tartıldı.
“Kötü örnek olabilir”ciler ayağa kalktı. Bu toplumun fevkalade yaygın bir sorunu olan tecavüzün televizyonda “canlandırılması”, inkarcıların canını sıkıyor elbet. Onlar, kahraman erkeklerin yanpiri yürüyüşlerini, silahları ve raconlarıyla dünyayı düzene sokmaları karşısında itiraz yükseltmeyenler. Sıradan, normal şartlar altında başrollerde oynayacak eli yüzü düzgün oyuncuların, “iyi aile çocuklarının” toplu tecavüzü, elbette bu toplumun yüzleşmekten korkacağı bir gerçekliktir.
Ama doğal sansürcüleri çileden çıkaran, bir erkek kahramanlığı dizisinde, kötü taraftan iki erkeğin yatakta “yarı çıplak” görünmeleriydi. Böylesi korkunç bir “ahlaksızlık” karşısında en demokrat muhafazakâr kalemler bile şirazeden çıkmış kıyamet koparıyorlardı.
Bu sahneyi savunan karanlık şöhret Osman Sınav, “Firavun sarayı”nda bu tür çarpıklıkların, böylesi çürümüşlüklerin olduğunu, gerçekçilik adına gösterilmesi gerektiğini dile getirdi.
Ama bu sahnenin de aile saatinde çocuklara büyük zararı dokunacağını belirten çok kişi çıktı. Çocuklar, korkunç sert adamların durmadan birbirlerine işkence edip silahlarıyla konuşmasından değil de bir yatakta yanyana sulh içinde görünmelerinden yaralanacak, onlara kalırsa.
Ama benim konum sansürcü kafaların, inkar paydasında birleşip batılı ahlaksızlığın necip Türk ahlakını nasıl çürüttüğü üstüne savurdukları fetvalar değil. Beni kaygılandıran, geleneksel riyanın mahalli baskısı altında kalan solcu ve özgürlükçülerin bu baskı karşısında durabilecek gücü gösterememelerinde.
Sözgelimi seyrettiğim bir tartışma programında bir bey, ahlakın sukutundan dem vuruyordu, televizyon canavarının iğvasına uyarak. İstenmeyen, arzu edilmeyen, olumsuz hayat örneklerini sıralıyordu. Eşcinsellik de o listede saygın yerini aldı elbet. Şiddet, vahşet, tecavüz ve eşcinsellik. Hatta bu gidişle yakında pedofilinin, zoofilinin de yüzümüze karşı sergilenebileceği uyarısıyla.
Diğer konuşmacıların daha (iyimser adlandırmayla) donanımlı olduğunu bildiğim için nasılsa birinin kendisine bir cevap vereceğini umuyor ve aldanıyordum.
Hiç paylaşmadıkları halde, muhafazakâr Türk beyinin çizdiği sınır hattı içinde oynamayı kabul edip “Beyim sen ne dediğinin farkında mısın?” diyen çıkmadı.
Televizyonlarımıza Ali Kırca’nın sanatçı zarafetiyle yerleştirmiş olduğu berbat bir münazara kültürü hâlâ ciddi haber kanallarını kasıp kavuruyor. Hemen her münazaranın da sınırlarını muhafazakâr, kendinden emin delikanlı ruhlular belirliyor. Kimse karşısındakinin Müslümanlığını sorgulayamıyor, heteroseksüelliğini de.
Her tartışma programında doğru düzgün olanın sözü gümbürtüye getiriliyor. Muhafazakârlar, karşılarındaki seyircinin kendi taraflarında olduğundan o kadar emin davranıyorlar ki. Ya özgürlükçü solcular... Onlar da aynı inancı, üstelik misliyle paylaşıyor. O nedenle, seyirciye kendilerini kabul ettirebilmek için kimi yerlerde aman bir tatsızlık çıkmasın kaygısıyla susuyorlar. Seyirciyi nasılsa kaybetmiş olduklarının farkındalar. Daha da fazla nefret toplamak istemiyorlar.
Tophane’de galerileri basıp insanları içki içiyorlar diye tartaklayan vandallar da işte bu ürküye güveniyor. Muhafazakârlık, bu toprakların asal mayası olduğunu bir kez daha ilan ediyor. Halkın hassasiyetlerine karşı dikkatli olmanın şart olduğunu herkes kabul etmiş görünüyor.
Bütün milletin yiğit mümin erkekler olarak tescil edildiği bir dünya önerisi artık daha fütursuzca sırıtıyor suratımıza.
Hakikat ve özgürlük talepleri bir kez daha yeraltına itiliyor.
Ama en acısı, bu küstah, saldırgan, ev sahibi muhafazakâr dil karşısında hepimiz sinmiş duruyoruz. Bir kez daha vay Müslüman olmayanın, vay heteroseksüel olmayanın, vay erkek olmayanın haline!