Ekonomi Politik'te Ali Bilge, dünyada devam eden savaşların sebeplerini ve sonuçlarını masaya yatırırken, dünyanın sigortası olarak düşünülen kurumların işlevsizliğine de irdeliyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Günaydın Ömer bey!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: Günaydın Özdeş, herkese merhaba, iyi yayınlar!
Ö.M.: Bir haftalık aradan sonra beraberiz. dünyada ve Türkiye’de neler olup bitiyor?
A.B.: Dünyadaki gelişmelere başlamadan önce değinmek istediğim bir konu var; Açık Radyo’da program yapmama vesile olan değerli bir insanı kaybettik, Hasan Ersel’den söz etmek istiyorum. Hasan Hoca ile yıllar öncesinden tanışırız. Hasan Bey’e bugün sarf edeceğimiz birkaç cümle yetmez, programlar yapmamız lazım. Hasan Ersel hem programcımız, hem de kurucularımızdan.
Yıllar öncesinde İstanbul’a geliş gidişlerimde Hasan Hoca ile buluşurduk, dünya ve Türkiye ahvali üzerine sohbet ederken bir gün bana dedi ki,“Bunları bizim radyoda da anlatır mısın?” Sonra sizinle temas ettik, 2000’lerin başlarıydı, konuk olarak İstanbul’a geldiğimde sizinle program yapıyorduk. O zaman yanınızda Şerif Erol vardı hatırladığım kadarıyla ve daha sonra 2003 başından itibaren düzenli program yapmaya başladık. Hasan Hocaya anlattıklarımı burada da anlatmaya başladım dünya ve Türkiye ekseninde.
Hasan hoca, gökkuşağı gibi bir insandı, ana omurgada iktisat olmasına karşın pek çok konuda derinlikli bilgi sahibi bir kişiydi, askeri konular da dahil olmak üzere, klasik müzik vb. pek çok alanda. Bir kutup yıldızıydı bizim jenerasyon için, onu tanıyanlar için çok kıymetli bir insanı kaybettik. Kendisinden defalarca söz etmek isterim, çok anılarımız birikmiş bir kişidir, birlikte aynı dönemde Açık Radyo’da program da yaptık. Hasan Hoca’ya saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Aynı zamanda galiba siz hatırlattınız, bugün Refah Gemisi Faciası’nın yıl dönümüymüş değil mi?
Ö.M.: Evet, Saatli Maarif Takvimi belirtiyor; ‘84 yıl önce bugün, 23 Haziran günü 1941’de İngiltere’nin vereceği uçak ve denizaltıları teslim almak üzere Mısır’a gitmekte olan seçkin denizci ve havacıların bulunduğu Refah Şilebi, Akdeniz’de meçhul bir denizaltı tarafından torpillenmiş ve 167 şehit verilmiştir’ diyor.
A.B.: Yıllar önce yine Hasan hoca ile Ankara’da bir sohbet ediyorduk, galiba derginin bürosunda, babasının Refah Şilebi Faciası’ndan kurtulan kişilerden olduğunu anlatmıştı. Çok dikkatimi çekti, etkilenmiştim. Benim de iktisat dışındaki alanlarımdan birisi amatörce yakın tarih çalışmaları ve dedim ki, “Hocam babanız yaşıyor mu?” “Evet,” dedi. Reşat Bey rahatsızdı, kendisi ile söyleşi yapmayı, anılarını kayda almayı teklif ettim. Hoca babasıyla görüştü ve kabul etmesi üzerine, aklımda kaldıysa beş-altı kez görüşme yaptık , yoruluyordu, bir sonraki tarihe erteliyorduk, söyleşiler tamamlandığında aslında Refah Faciası odakta olmak üzere Reşat Bey’in biyografisi de ortaya çıktı. Söyleşiler bittikten kısa bir süre sonra da Reşat Bey vefat etti. Refah Gemisi, Mısır’a gitmekte olan bir gemi değil, Süveyş Kanalı’ndan Ümit Burnu’nu dolaşarak İngiltere’ye hava pilotlarının eğitimine gidiyorlar. Hatırladığım Reşat Bey , İnönü-Churchill görüşmelerinin tercümanıydı, Adana görüşmelerinde orada bulunmuştu.
Ö.M.: II. Dünya Savaşı’nın göbeğinde yani?
A.B.: Evet, Türkiye’nin savaşa girmesi teklif edildiği zamanlar... İsmet İnönü, İngiltere’ye, “Hava kuvvetlerimiz zayıf,” diyor ve bunun üzerine uçak ve pilotların eğitimi gündeme geliyor. Hasan Bey’in babası Reşat Bey, Türkiye’nin ilk pilotlarındandır. Hasan Bey’in savunma, silah ve uçakla ilgisi de babadan kalma bir husustur. Refah Gemisi’nden kurtulan kişilerden biridir Reşat Bey ve tesadüfen çıktıkları kıyının başka ülke olduğunu sanıyorlardı ama deniz onları Adana’daki Karataş’a sürüklemişti. Genç hava teğmenlerini İngiltere’ye götürecek olan kafilenin hava subaylarının komutanıydı Reşat Bey o dönemde. Refah Faciası yıl dönümü olması da ilginç oldu. Hasan Hoca’yı ve Reşat Bey’i konuşmak için daha uzun zamana ihtiyacımız var.
Tabii öyle bir gündeyiz ki, doğrusu nereden başlayacağımızı yine bilemiyorum, Yarın NATO zirvesi başlıyor; 30 Haziran’da, gelecek hafta bugün CHP’nin son kurultayının ‘mutlak butlan’ (geçersiz) olup olmadığına ilişkin açıklanacak mahkeme kararını konuşacağız. CHP’deki operasyonlar devam ediyor, genişliyor, İmamoğlu ve ekibinin tutukluluğu devam ediyor. 30 Haziran’da açıklanacak mahkeme kararı, olağanüstü rejimde ana muhalefet partisinin varlığını ve geleceğini etkileyecek cinsten bir karar... İşte böyle bir kritik dönemdeyiz.
Ülkenin rejimi, gazeteci Fatih Altaylı’yı da tutukladı, Altaylı’nın tutuklanması Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun bir göstergesidir, tutuklanma gerekçesi içinde bulunduğumuz hukukun bir ölçütüdür. Fatih Altaylı, uzun yıllar boyunca iktidarı desteklemiş bir medya grubunun başında bulunuyordu, medya grubu el değiştirdi, başkalarına satıldı, Altaylı da ayrıldı, sonrasında da Altaylı iktidarı eleştiren tutumuyla öne çıkmaya başladı.
Ö.M.: Evet, kendi YouTube kanalında popüler programlar yapıyordu.
A.B.: Evet, bugün Türkiye’de rejim, Fatih Altaylı’yı tutuklayabilecek bir aşamaya ulaşmış vaziyette, bu ölçütü görmek lazım.
Gazze’de soykırım devam ediyor, içeride devam eden barış-çözüm sürecine bugün girme imkanımız zaman olarak yok.
Dünya bir savaşın içinde, savaşan çatışan ülkeler İran, İsrail, ABD, Ukrayna, Rusya, Pakistan, Hindistan, Orta Doğu bölgesi ki Orta Doğu 500 milyonluk bir nüfus. Bu ülkelerin nüfuslarını topladığınızda, neredeyse dünyanın yarısı ediyor. Çin dışarıda ama Çin de Asya-Pasifik’e askeri yığınak yapıyor. Zaten devam eden gümrük savaşları var, dünya olarak savaş içindeyiz. Son savaşlarda dikkat çeken husus şu; artık nükleer varlıklar bombalanıyor, nükleer santral bombalamak sıradan bir şey oldu, savaş sıradan zaten, nükleer varlık bombalamaları sıradan.
Ö.Ö.: Sonra da ‘sızıntı yok’ deniyor.
A.B.: Evet.
Ö.Ö.: Hem yok ettiklerini söylüyorlar, hem de sızıntı olmadığını söylüyorlar.
A.B.: “Nükleer santraller bombalandıktan sonra dünya çok daha yi yaşanabilir hale geldi” deniyor. İnanılır gibi değil, aklımızı yiyoruz! Medvedev ve Putin, İran’ın nükleer zenginleştirme çalışmalarını desteklediklerini, bu çalışmaların nükleer silah içermediğini söyledikten bir gün sonra santraller bombalanıyor, tesisler hedef alınıyor.
Nükleer santraller bombalanmadan yine bir gün önce Erdoğan, İslam ülkeleri toplantısında, “Trump İstanbul’a gelecek, Türkiye ara bulucu olacak, bu iş çözülecek,” havasındaydı. Hiç öyle bir şey olmadı, üç nükleer santral ABD tarafından bombalandı. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı, “İsrail’e doğrudan askeri yardım sunmayı aklınızdan geçirmeyin,” demişti. Rus ve Çinli yetkililer, sert bir tutum almasına karşın, santraller bombalandı ki ABD’de Cumhuriyetçi grupta, hatta Beyaz Saray ekibi içerisinde de bu konuda görüş ayrılıkları olduğunu başkan yardımcısı, dışişleri bakanı, savunma bakanı açıklamalarından görebiliyoruz. Ayrıca Cumhuriyetçi senatörler içinde de “Savaşa direkt dahil olmayalım,” diyenler bulunuyor, “Cumhuriyetçi politikaya aykırı,” diyorlar.
Seçimlerde Trump’ın en önemli açıklaması neydi? “ABD dışarıyla ilgilenmeyecek,” diyordu. Dışarıyla ilgilenmemek üzere Amerikan halkından oy alan Trump, dışarıda nükleer santral bombalama ile uğraşıyor. Vahametin içerisindeyiz ve nükleer tesis bombalamak sıradan bir hal aldı. Bombalamalar sonucunda nasıl bir nükleer tehlike içindeyiz henüz bilmiyoruz, sonuçlarını gerçekten bilmiyoruz.
Bir tek dikkatimi çeken husus var onu belirteyim, Buşehr isimli bir nükleer santral var İran’da ve bu santral, Ruslarla birlikte inşa edildi, hatta hala da devam ediyor inşaat, Rus teknisyenler çalışıyor. Putin, birkaç gün önce İsrail Başbakanı Netanyahu ve Trump ile görüştüğünü, “Rus uzmanların güvenliğinin sağlanacağını, Buşehr’deki nükleer tesislerin bombalanmaması doğrultusunda hemfikir olduklarını, anlaştıklarını,” söylemişti. Bu ilginçti, dikkatimi çekti doğrusu, bombalanacak nükleer santraller belirlenmiş sanki..
İran saldırılarının gerekçesi üzerine de bir tartışma var; saldırıların amacının nükleer santrallerle sınırlı olması, İran’da Rejim değişikliğini içerip içermemesi gibi konuları kast ediyorum. Dünya nüfusunun yarısının yaşadığı ülkelerin yönetimleri birbirleriyle savaşıyor. Yaşadığımız düşük yoğunluklu bir dünya savaşı falan değil, ciddi bir savaş ve yarın da NATO zirvesi var.
Ö.Ö.: Nerede olacak?
A.B.: Avrupa’da sanırım Brüksel’de olacak, NATO zirvesi ile İsrail’in İran’a saldırısını yani olan bitenleri bağlamamız lazım. Neden bağlamamız lazım? NATO zirvelerini, NATO’yu sayısız konuşmuşuzdur ki Türkiye de bir NATO üyesi, son yıllarda NATO ile Türkiye arasında gelgitler yaşandı.
Ancak belirtmek istediğim şu: Aslında İsrail, NATO’nun gizli bir üyesi durumunda ve dolayısıyla bütün bu olan bitenleri NATO çerçevesinde oturtmak lazım. İsrail, 1948’de kuruldu, 1949’da da NATO kuruldu, 1952’de de Türkiye katıldı. İlk İsrail Cumhurbaşkanı Ben-Gurion, NATO’ya hemen katılmak istedi ama olmadı o devirde çünkü ABD ile ilişkileri bugünkü gibi değildi. ABD’nin İsrail’e desteği 1967’deki Arap-İsrail savaşından sonra başladı, ondan önce böyle bir ilişki, öyle ballı lokma tatlısı ilişkisi yoktu. İsrail, NATO ile olan ilişkisini sürdürdü ama daha sonra örtük bir şekilde ilişkinin yeniden kurulması Türkiye’nin onayıyla oldu. Mavi Marmara gemisinde yaşananlardan sonra gerçekleşti ki ondan önce de çok kuvvetli ilişkisi bulunuyordu İsrail ile Türkiye’nin - 90’larda Konya platosu, İsrail’in hava tatbikatlarını yaptığı bir yerdi, ‘kiraya verildi’ diyeyim.
Ö.M.: Evet, gayet iyi hatırladım şimdi siz söyleyince.
A.B.: Çevik Bir, Genelkurmay 2. Başkanıydı ve kendisi bu ilişkinin mimarlarındandır. Zaten ABD’deki Musevi lobisinin en önemli nişanı iki kişiye verildi; biri Orgeneral Çevik Bir, diğeri de Erdoğan’dır. Yani Türkiye - İsrail ilişkileri çok iyi durumdaydı. Mavi Marmara’dan sonra ilişkiler bozuldu ama daha sonra yine düzeldi, sonraki yıllarda NATO’nun toplantılarına, etkinliklerine, tatbikatlarına, seminerlere katılmasının onayını 2012 yılında Türkiye verdi ve verdiği için de Brüksel’de İsrail’in NATO Büyükelçisi var.
Tüm savaşların, olan bitenlerin içine NATO’yu katmadan bakamazsınız. İsrail, örtük bir şekilde NATO üyesidir. Şimdi detaylarına girmeyeceğim ama NATO’nun bütün etkinliklerine katılıyorlar, hatta Baltık kıyılarında birlikte tatbikat yapılıp hareket edildi. 2012 yılında Türkiye’nin onay vermesi karşılığında Türkiye’ye Patroit füzeleri Kürecik Suriye sınırına yerleştirildi. Türkiye’nin hava savunma sistemi yoktu, sonra bu nedenle alabora olduk, S400’ler alındı. Bunları, bu trafiği uluslararası raporlardan ve istatistiklerden rahmetli Hasan Ersel yakinen takip ederdi, uluslararası savunma istatistiklerini, pek çok hususu ona sorar, danışırdık. Bugün olsaydı kendisinden çok yararlanacağımız muhakkaktı, aydınlatırdı, çok iyi takip eden sivil bir kişiydi.
İsrail’in NATO’ya örtük ilhakı Türkiye’nin onayıyla oldu. Biliyorsunuz, NATO’da bir üye onay vermez ise karar alınamaz yani Birleşmiş Milletler gibi değil. NATO, bu nedenle daha demokratik bir yapıdır (!) ama onay vermeyeni bir şekilde ikna ederler! NATO’nun askeri tatbikatlarına katılmaya başladı İsrail, daha sonta yapılan Abraham anlaşmaları da bu doğrultuda gerçekleşti.
Önce NATO’nun Akdeniz diyaloğu başladı, o çerçevede İsrail’in bu şekilde katılımı, işbirliği gerçekleşti. Kağıt üzerinde üye değilsiniz ama işbirliği üyelik gibi. 1987’de ABD Başkanı Reagan bu işbirliğini hararetle desteklemişti. Reagan, “İsrail başımızın tacıdır Orta Doğu’da ve NATO’nun da içindedir” dedi ama Araplarla olan diyaloğu etkilemesin diye bu ilişki örtük bir şekilde oldu. İran saldırılarına hatta Gazze’ye bu bağlamın içinde oturtarak bakmakta fayda var.
Yarın NATO zirvesine Trump da katılacak, küçük bir toplantı olacağı belirtiliyor. NATO, kendi üyeleri tarafından da eleştiriyor, tartışılıyor. Birkaç gün önce İtalya Dışişleri Bakanı, “NATO’nun işlevi kalmadı,” dedi. Soğuk savaşın bitiminden sonraki sürece baktığımızda aslında NATO demek ABD demektir.
O yüzden de Trump, “En fazla parayı ben veriyorum, siz de katılacaksınız, eller cebe girsin, GSMH’nin %5’i kadar savunma harcamaları yapılacak,” diyor. Bunları da arttırdılar yani Almanya bir yıl içerisinde %130’luk harcamalar yaptı, %2,5-3’ü bulmuş galiba.
Ö.M.: İzninizle bir şey söylemek istiyorum; Birleşmiş Milletler işlevi konusunda da çok ciddi tereddütler var uzun zamandan beri. Mesela ABD’nin üç nükleer tesise birden saldırısının ardından Birleşmiş Milletler’in yaptığı ilk açıklamada Genel Sekreter António Guterres derin endişe duyduğunu söyledi. Halbuki diğer Avrupalılar öyle derin bir endişe filan duyduklarını söylemediler.
A.B.: Türkiye de kınamadı hocam.
Ö.M.: Evet.
Ö.Ö.: İran saldırısına mı?
A.B.: Evet, açıklamada ‘kınama’ kelimesi yok.
Ö.Ö.: Biliyorsunuz, Almanya Başbakanı Merz,“İsrail pis işlerimizi yapıyor,” dedi.
Ö.M.: Bir tek derin endişe duyan da Birleşmiş Milletler’in kendisi ama onun dışında galiba Birleşmiş Milletler işlevi de sona ermek üzere diye düşünüyorum.
A.B.:Bugün dünyamızın en önemli örgütü Birleşmiş Milletler hükümsüzdür, yok hükmünde, Birleşmiş Milletler diye bir örgüt fiziken var ama yok çünkü uluslararası hukuk yok, hukuk olmaz ise dünyanın sigortası olarak düşünülen kurumlar hükümsüz oluyor. Ne var? İstediği yeri elini kollunu sallayarak bombalayan ülkeler var.
Biz aslında bugün, iki kutuplu dünyanın sahip olduğu dengeyi özlüyoruz. Ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz, daha doğrusu dünyaya tek başına kapitalizmin egemen olmasının sonuçlarını yaşıyoruz, felaketlerini görüyoruz, iklimde görüyoruz, savaşta görüyoruz.
Doğru bir sosyalist dünyanın ne kadar önemli olacağını görüyoruz. Arkaik Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının bedellerini ödüyoruz, ayakta kalan doğru bir sosyalist sistem olsaydı, elini kolunu sallayarak İran’a dalabilir miydi İsrail ve ABD?
Kapitalizmin rezil versiyonunun dünyaya egemen olmasının, sosyalist bir dünyanın olmamasının sonuçlarını yaşıyoruz.1917 devriminin devamını doğru bir şekilde getirememenin bedelini ödüyoruz.
Daha insan merkezli, küresel model olarak düşündüğümüz Avrupa Birliği de Merz ayarına gelmiş durumda. Avrupa Birliği, dünyaya sırtını dönmüş vaziyette, kimine pis işlerini yaptırıyor, kimine göçmen muhafızlığı yaptırıyor, yakaladığı refah seviyesi ile yaşamaya devam ediyor, zaman tünelinde kalmış bir kıta. Artık ‘başka bir dünyaya ihtiyaç’ bulunuyor, başka bir dünyayı mümkün kılmak gerekiyor.
Başka dünyaya neden ihtiyaç olduğunu Açık Radyo’ya bağlayacağım; 2003’te Brezilya’da düzenlenen Dünya Sosyal Formu’nu izlemeye gitmiştim, Porta Allegre’den yayın yaparak Açık Radyo programlarına başladım, oranın sloganı ‘Başka bir dünya mümkün’ idi, canlı yayınlarda Açık Radyo’da bu formu günlerce aktarmıştım, üstelik Türkiye’de oradan yapılan tek canlı yayın da oydu. Türkiye basını hiçbir zaman böyle şeyleri kavrayamadı.
Kapitalizmle yoğrulmuş sözde komünist Çin’in varlığı da yetmiyor, dünyanın yeni bir dengeye ihtiyacı var.
Ö.Ö.: Yoğrulmuş falan değil yani Çin artık dünyanın en büyük kapitalist ülkesi olma yolunda. Zaten ABD’nin de temel hedef alma sebebi bu. ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet eden ülke konumunda yani serbest ticareti Çin savunuyor.
A.B.: Rahmet Hasan Ersel ile yakın dostu ve kürsü arkadaşı sevgili Yılmaz Akyüz ile olan bir sohbetimizi hatırlıyorum, “Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla birlikte Çin’in artık sosyalist karakteri kalmadı,” dediklerini hatırlıyorum. Dünyanın böyle gitmesi mümkün değil, savaşan ülkelerin ortak özelliğini de ihmal etmemek lazım, ülkeler ya otokrasi ile ya da diktatörlükle yönetiliyorlar.
Ö.M.: Evet, António Guterres de açıkça net olarak söylemiş, kimse dinlemiyor belki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ni ama “Bunun bölge ve dünya açısından felaket sonuçları olacaktır,” demiş ve eklemiş, “Bu tehlikeli kargaşa sarmalından kaçınmak kritik derecede önemli. Askeri seçenek çözüm değil; tek yol diplomasi, tek yol barış.” Ama kim dinliyor?
A.B.:İsrail, NATO’ya gizli üye; arkasında NATO var ve NATO demek de ABD demek. Acayip askeri harcamalar yapılıyor; İsrail’in aylık harcaması 12 milyar dolarlara ulaşıyormuş. Savaş, ülkelerin halklarının refah payını azaltıyor.
Ö.Ö.: Bir de biliyorsunuz, geçtiğimiz aylarda ülkelerin GSYİH’larının %5’ini savunma için harcaması gerektiği konusunda bir karar aldı NATO. Buna bir tek İspanya karşı çıktı ve Norveç dahil hepsi kabul ettiler. İki yıl önce %2 bile tutturulamıyordu.
A.B.: Trump, “Yapmazsanız NATO’yu dağıtırım,” dedi. İkide bir Ukrayna’ya yapılan desteği de keseceğini de söylüyor. Yıllar önce, sanırım Irak savaşı zamanıydı ve ABD, Birleşmiş Milletler’deki payını - üye aidatını diyeyim - azalttığı için Ankara’daki Birleşmiş Milletler kütüphanesi kapanmıştı.
Ö.Ö.: Onlar da ilk oradan başlayarak tasarruf ediyorlar.
A.B.: Evet, tasarrufa öyle başladı!
Ö.M.: Hatırladım şimdi siz söyleyince.
A.B.: Deli bir şey yani! Kütüphaneden yararlanırdık ayrıca Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı raporları da orada açıklanırdı, toplantılar olurdu. Hasan Ersel ile aynı kürsüyü paylaşan Yılmaz Akyüz, o dönemde Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın baş ekonomistiydi, raporları hazırlayan ekibin başıydı. Yılmaz Hoca, bazı yıllar dünya ekonomisine ilişkin raporları kütüphanede yapılan toplantıda açıklardı. Bush da o zaman Birleşmiş Milletler’e, “Para vermezsem kapanırsın!” demişti, hatırlarsınız.
Ö.M.: Evet.
A.B.: Bugün de Trump, NATO’ya aynı şekilde davranıyor. Yıllar önce Amerikalı bir yetkili ile aramızda geçen bir diyalog şimdi aklıma geldi, “Bize yükleniyorsun ama sizin dindaşlarınızı, Müslümanları – Bosna’yı kastediyor - biz kurtardık,” demişti. Doğru, Napoli’den kalkan uçaklar Miloseviç’i bombalamasaydı soykırım devam ediyordu. Clinton zamanıydı ama köprülerin altından çok sular aktı.
Ö.M.: Evet, süreyi bitirdik ama çok büyük bir kaos var, çok iyi bir özet oldu, çok teşekkür ederiz Ali Bey.
Ö.Ö.: Bitirmeden; Ali Bey, Hasan Ersel’den bahsetmişti ve Didem göndermiş, 2004 yılında Hasan Ersel ile Ömer Madra’nın bir röportajı olmuş Açık Radyo’da ve az evvel bahsettiğiniz 1941’deki bu Refah Faciası’nın 53. yıldönümü dolayısıyla Hasan Ersel ile bir röportaj yapmış Ömer Bey. Onu da Apaçık Radyo’nun internet sitesinde şu anda okuyabilirsiniz.
A.B.: Çok güzel! Onun öyküsü de şöyle; Reşat Bey ile görüşmelerinin tarihini tam hatırlamıyorum ama sanki 90’lı yılların ortasıydı ve son görüşmeyi görüntülü kayıt ettim, daha sonra onu CD’ye aktarmıştık. Yıllar sonra sürpriz bir şekilde Hasan Hoca’ya göndermiştim, o da açınca önce, “Bu nedir acaba?” filan demiş, izlediğinde babasını karşısında görmüş ve beni aramıştı. Ömer Bey ile yaptığı programda Reşat Bey’in sesinin de olması lazım, olabilir. Hasan Hoca aramış, “Bu programı yapmamıza vesile oldun ve iyi bir anı-belge oldu,” demişti.
Ö.M.: Onu da anmak iyi geldi bana.
Ö.Ö.: Evet, sitemizden erişilip okunabilir.
A.B.: Onun bütünü bende, bir gün kitap haline getireceğiz.
Ö.M.: Peki, çok teşekkür ederiz.
A.B.: Kolay gelsin, hoşçakalın!
Ö.Ö.: Hoşçakalın!