25 Aralık 2007Radikal Gazetesi
'Scientology' erbabının Türkler üstünde çalışmaya karar verdiği haberi üstüne yazarken, şu şimdi geleceğim konuya geçmeyi kurmuştum. Dün (pazar günü), sözleşmiş gibi, bizim Radikal 'erke dönergeci'nin gecikmesini hatırlatan haberi üstüne, buraya geçmek vacip oldu. 'Scientology' için, bilimin bu derece belirleyici olduğu bu çağda, dinin, bilimin kendisine değil ama 'vülgarize' tanınma biçimine benzeme girişimlerinden biri olduğu değerlendirmesinde bulunmuştum. Böyle bir özet bizim Türkiye'ye çok iyi uyar, çünkü burada düşüncenin kendisi sekülerleşmeden, özgür ve eleştirel düşünceye geçilmeden, 'sekülarizm' yeni bir 'amentü' haline getirilmiştir. Kendini seküler kesimde görenlerin çoğunluğu, bir ezberin yerine yenisini koymakla yetinmiştir. 'Bilim' diye bildikleri aslında eşit derecede metafizik bir 'pozitivizm'dir. 'Scientology', şimdiki gibi kullanılmış ve özgül bir anlam kazanmış olmasa, tam da bu dünya görüşünün adı olabilirdi. Türkiye'nin en ciddi, en büyük sorunu, bugün de budur. Neresidir unuttum, hani bir yere 'Atatürk'ün profili'ni andıran bir gölge düşüyormuş. Daha geçen gün, orada askeri tören yapıldığına dair bir haber okuyorduk gazetelerde. Bu olay bir mucize! Seküler Ata'mızla haklarında hâlâ tam bir karar veremediğimiz birtakım tanrısal güçlerin aslında bir arada hareket ettiklerinin bir kanıtı. Onun için de orada (tabii 'seküler') bir tören yapmak şart! Bütün bu 'sekülarizm' ideolojisinde ordunun oynadığı rolü ve tuttuğu yeri biliyoruz. Vaktiyle konuşmacı olarak katıldığım (Adenauer Vakfı düzenlemişti) bir 'Atatürkçülük' panelinde, dinleyiciler arasından bir emekli subayın 'Ana rahminden doğmamış çocuğun beynine Atatürkçülüğü kazıyacağız' diye haykırışını, dinleyici çoğunluğunun da bunu bir korkunçluk olarak değil, sevimli ve övülesi bir yaşlılık heyecanı, taşkınlığı olarak sevgiyle algıladığını hatırlarım. Sekülarizmin, bir dogmanın yerine bir başkasının getirilmesi biçimini almasında en büyük pay ve sorumluluk Silahlı Kuvvetler'in üstünde olmuştur. 'Erke dönergeci'nin bir yıl önceki tanıtma programında da emekli subaylar, generaller, genelkurmay başkanları bir gövde gösterisi yapmışlardı. Onların 'bilim' anlayışları, herhangi bir bilim adamının tasavvuruna sığdıramadığı böyle bir teknoloji anlayışıyla uyumsuzluk çekmiyor demek ki. 27 Mayıs'ın ünlü 'Devrim' otomobili de bu zihniyetin az farklı bir ürünüydü. Sonradan da, 'meğer benzin koymayı unutmuşlar' gibi birtakım açıklamalarla bunu geçiştirmeye, mazur göstermeye çalışanlar oldu. Geçenlerde 'emekli subayların istenmeyen demeçleri' diye özetlenebilecek bir olay daha yaşadık. Genelkurmay, işleyen bir kurum olarak, böyle demeçlerin veya 'dönergeç' gibi iddiaların sorumluluğunu paylaşmak istemiyor. O zaman Etyen Mahcupyan'ın da çok yerinde olarak belirttiği gibi, 'Konuşursan seni cemevine sokmam' uyarısı, derin mi derin bir 'cemaat' kültürünün bir yansımasıydı aynı zamanda. Bu, ister istemez, politik bir konu. Türkiye'de politika denen şeyi Silahlı Kuvvetler kadar şekillendirmiş başka bir varlık yoktur. Özellikle de 12 Eylül'den beri, yani 27 yıldır, altında onların imzası olmayan bir uygulama bu ülkede mümkün değil. Yaşadığımız ve yaşayacağımız hayatla ilgili en önemli, en belirleyici kararları verme yetkisini kendilerine teslim ettiğimiz generaller, sıra sıra oturmuş, 'hiçi var yapma' teknolojisinin tanıtımını izliyorlar.