9 Eylül 2006Ali Bayramoğlu
İç siyaset ilk bakışta sakin görünüyor. Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'na atanmasıyla ülkede sürmekte olan gerilimin havası şimdilik alındı.
Bu çerçevede cumhurbaşkanlığı meselesi de şimdilik gündemden düştü.
Bununla birlikte Türkiye'nin yakın bir gelecekte, Çankaya üzerinden askerin de taraf olacağı bir şekilde yeni bir 'tartışma ve kutuplaşma kuşağına girmesi ve saray içi çatışmaların yoğunlaşması kaçınılmaz.
Diğer taraftan Güneydoğu'daki çatışmaların kış aylarından önce dinmesi pek mümkün görünmüyor. Terör eylemlerinin siyasi yansımaları, kamuoyuna cenazelerle getirdiği duygusal yük ve acı siyasetin önemli eksenlerinden birisi olmayı sürdürecek...
Öte yandan tezkere, Lübnan'a asker gönderme meselesi derken, İran krizi de kapıdan içeri girmeyi bekliyor. Ve girdiği andan itibaren Türkiye'nin tüm enerjisi ve dikkatini çekebilecek bir gerginlik dönemi başlayacak gibi görünüyor...
Bunların yanında, hatta sıkça bunlara bağlı olarak kamuoyundan ya da toplum düzeyinden kimi zaman cılız kimi zaman keskin sesler yükseliyor.
Ve bu sesler önümüzdeki dönemde seçmen davranışlarından tutun kimi ideolojik söylemlerin meşruiyetine kadar hemen her unsuru etkileyebilecek güçte...
Bu seslerden birisi de çocukları şehit olan asker yakınlarından geldi ve gelmeye devam ediyor.
Sözünü ettiğimiz askerler, muvazzaf askerler değil, askeri görevini yapmakta olan sivil askerler... Erler, asteğmenler...
PKK'ye duyulan öfke yanında devlet politikalarına ve uygulamalarına yönelik eleştiri ve tepkiler de var.
Ve bu ilk kez oluyor...
Ana ve babalar şehit düşen çocuklarının ardından PKK'ye lanet yağdırmakla yetinmeyip, “devlete hakkımı helal etmeyeceğim”, “vatan sağolsun demeyeceğim...” türden açıklamalar yapıyor ve bunun arkasında duruyorlar...
Soruları son derece haklı...
Neden sadece 4 ay silah eğitimi görmüş bir sivil genç asteğmen Hakkari'nin en kritik karakoluna amir yapılır?
Hem o genç hem güvenlik tehlikeye girmez mi?
Şehit yakınları bu soruları soruyor...
Soruları son derece meşru...
Bir veri çalışması yapılsa son on yılda şehit olan askerlerden kaçının muazzaf, kaçının “sivil” olduğu ortaya çıksa, sanırım herkesin dudakları uçuklayacaktır...
O zaman şunları söylemekte sakınca olmaz:
Kürt sorununun mümkünse çözümünün, terörün sona ermesinin en büyük faydası yine sivillere olacaktır, zira en ağır bedeli onlar ödemektedir...
Bu bedel böyle ödendiğine, yani sivil halk bir cephanelik olmadığına göre demokratik bir sistemde askeri yapılanmanın, terörle mücadele politikasının sorgulanması son derece doğaldır...
Türk siyasal ve askeri sistemi bu tür konularda duyguların bile resmisini sever. Daha doğrusu duyguları tekel altında tutmak ister...
Şehadetin yüceliği, vatan sağolsun söylemi ve bunların ifade ettikleri milli ve resmi duygular dışında hiçbir duygunun kamuyuna yansımasını istenmez.
Nadire Mater'in hazırladığı Güneydoğu'da askerlik yapmış insanlarla söyleşileri içeren “Mehmet'in Kitabı” bu yüzden kovuşturmaya uğramamış mıydı?
Ama insanın duygusuna ve diline gem vurmak her zaman mümkün olmaz...
Sorgulama, hak aramaya dayanan oturan demokratik kültüre de böyle kapı açılır...
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ilk kez hep berabere bir erin cenazesine katıldılar...
Onlar da bu seslerin gücünü ve anlamını farkediyorlar anlaşılan...
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=09.09.2006&y=AliBayramoglu