11 Eylül 2006Radikal Gazetesi
Geçen hafta önce Özgür Gündem, ardından da Birgün gazetelerinde bir haber çıktı. Büyük basının ilgisini çekmeyen bu olay, kanımca gelip tıkandığımız noktayı tartışmak için uygun bir fırsat yaratıyor. Geçen ayın son günlerinden birinde Sivas'ta çıkan bir çatışmada iki arkadaşıyla birlikte hayatını kaybeden PKK'lı Selman Tunç 29 Ağustos'ta memleketi Ağrı'nın Diyadin ilçesinde toprağa verildi. Önce cenazede dini vecibeleri yerine getiren ve dua okuyan Merkez Camii imamı Abdullah Yılmaz hakkında ilçe Kaymakamlığı'nın talebi doğrulutusunda soruşturma açılır. Soruşturma kapsamında İlçe Müftüsü'nün de ifadesine başvurulur. Müftü'ye sorulan, evet tahmin ettiniz, "Teröristin cenazesine neden imam gönderdin?"dir. Ama elbette konu burada kapanmaz. Selman Tunç'un babası Abdullah Tunç, ağabeyi Orhan, amcaları ile dokuz kişi hakkında da soruşturma açılır. Haklarında soruşturma açılan 13 kişi geçen gün İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde sorgulandı. İfade vermek için Emniyet'e giden ilçe sakinlerine, "O teröristin cenazesine neden katıldınız? Neden o teröristi toprağa verdiniz?" sorularının sorulduğu iddia ediliyor. İfadesi alınanlardan Abdullah Kaya, Emniyet yetkililerine, "Örf, âdet ve geleneklerimiz bunu gerektirdiği için gittik. Bir komşumuz öldüğünde hepimiz cenazesine katılırız" demiş. Baba Tunç, Gündem'e uzun uzun anlatmış: "Artık cenazemize katılmak da suç oldu. Sizin çocuğunuz ölürse onu çöpe mi atarsınız? Biz bu ülkede böyle mi kardeşlik noktasında buluşacağız? Ben de her baba gibi bir acıyı yaşıyorum. 'Sen oğlunu neden gömdün?' diye bir soru olur mu Allah aşkına? 'Neden slogan attın, neden havaya ateş ettin, neden kafamı kırdın?' dese biri, anlarım, ama böyle şey olur mu? Asker cenazeleri de geliyor, her baba kendi evladını bir şekilde toprağa vermek zorunda kalıyor. Keşke mezarlığa hiç gitmesek, keşke çocuklarımız hiç ölmese." İHD Van Şubesi, bu soruşturmanın bir hak ihlali olduğu açıklamasında bulundu. Avukat Bahri Belen de şöyle söylüyor: "Cenaze törenleri herhangi bir toplantı, gösteri, propaganda yolu değildir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda bile cenaze törenleri gibi âdet, gelenek ve göreneklerle ilgili törenlerin izne tabi olmadığı yer almaktadır. Sadece yaşamını yitiren kişinin babası değil, yakınları ve tanıyan herkes bu törene katılabilir ve acılarını dile getirebilir. Yasadışı slogan atmak ayrı bir şeydir, cenazeye katılmak ayrı. Cenaze törenine katıldıkları için insanları sorgulamak ve haklarında soruşturma açmak hukuk dışıdır, ayıptır, utanmazlıktır. Bunu engelleyici hiçbir hukuk kuralı olamaz." Siyaset iki merkez Memleketimizde son yıllarda siyasetin yoğunluklu olarak mahkeme önleri ve cenazelerde söz aldığını görüyoruz. Buradan çıkarmamız gereken sonuç pek iç açıcı değil. Bir grup kurt yumruklu gözü dönmüş vatanperverin önce kendileri gibi düşünmeyen 'vatan hainlerini' birbirinden gülünç ve utanç verici gerekçelerle savcılığa şikayet ettiğini, savcıların bu suç bildirileri karşısında nedense boynu bükük kalıp dava açtığını, sonra bu grubun söz konusu 'vatan hainlerini' kendi bağlamış oldukları mahkeme kapılarında linç etmeye kalkıştığını görüyoruz. Buna alıştık üstelik. O grup, kendi siyasetini duyurabilmek, kendi gövde gösterisini gerçekleştirebilmek için seçiyor kurbanlarını. Mahkeme kapılarında olay çıkarıp ertesi gün gazetelerde kahraman pozuna duruyorlar. Onlar hukuka, hukuk devletine, adalete inandıkları için şikâyet etmiyor 'düşmanlarını'. Onları bütün milletin gözü önünde parçalamaya çalışırken görünmek istiyorlar. Onların cezasını vermenin mahkemelere bırakılmayacak kadar önemli ve ciddi bir iş olduğuna inanıyor her biri. Bir gösteri kapısı, bir tribün olarak kullanılan mahkemelerin yanı sıra çatışmalarda ölenlerin cenaze törenleri de giderek ürkütücü bir görüntü kazandı. Ölen askerlerin ve gerillaların cenazelerinde on binleri aşan kalabalıkların nümayişi sıradan hale geldi. Daha gizli yürütüldüğünü anladığımız öteki savaşın cenazeleri de kalktı geçtiğimiz hafta. İsmailağa Camii'nde cemaat üyelerinden Mustafa Erdal tarafından bıçaklanan Nakşibendi tarikatının İsmail Ağa kolunun önde gelen isimlerinden imam Bayram Ali Öztürk on bini aşkın kişi tarafından uğurlandı. Polis, geniş güvenlik önlemleri alırken cemaat mensubu 300 kişi de güvenliği sağlamak için çalıştı. Çoğunun kolunda üstünde 'görevli' yazılı bantlar vardı. Bazılarının kolunda, artık ne demekse, 'uzman çavuş' yazıyordu. Rahatsız olduğu için cenazeye katılamayan cemaat lideri mahmut Ustaosmanoğlu'nun amca oğlu Abdullah, fevkalade kriptik bir demeç veriyordu: "İyi bilsinler ki, bunlar her şeye boyun eğer demesinler. Kimsenin lehinde ve aleyhinde değiliz". Öte yandan cemaat tarafından oracıkta parçalanarak öldürülen Mustafa Erdal'ın cenazesi neredeyse gizlice, ikindi namazını beklemeden kaldırılıveriyordu. İmam, 'Hakkınızı helal ediyor musunuz?' sorusunu bile sormuyordu. Erdal'ı linç edenler hakkında bir soruşturma da açılmadığına göre kendisi tartışmasız olarak hukukun ve ölüm karşısında eşitlik ülküsünün kapsama alanı dışında bırakılıyordu. Birileri cezadan muaf kalacağını bilerek onun cezasını elleriyle veriyor, dini vecibelerin, âdet ve ananelerin dünyasından da def ediyordu. Oğlunun cenazesine katıldığı için sorguya çekilen babayı da önümüze koyduğumuzda yeniden bir cenaze protokolü çıkarmamız gerektiği konusunda, geçen hafta uyarılmış olduk. Düşmanın ölümü Tarihimizde milletçe gurur duyduğumuz, kendimizi en yücegönüllü hissetmemize yarayan olaylardan biri Çanakkale'de Anzakların mezarlığı ve Atatürk'ün, vatanını savunan Türklerle savaşan bu askerler için söyledikleridir. Avustralya'dan her yıl kafilelerle ziyarete gelen insanların hatırlattığı barış ve insanlık hepimize iyi gelmiyor mu? Oysa daha birkaç yıl önce Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir için atılan manşetleri hatırlıyor musunuz? 'Osman Yolcu', 'Çek Git Osman', kibarlarıydı. Baydemir'in öldürülen gerilla ailelerine taziye ziyaretinde bulunması herkesi çok incitmişti. Ama o gün Osman Efendi'nin işine son verenler, onu işe alanın kendileri olmadığını unutmuştu. O, Diyarbakır halkının büyük bölümünün seçmiş olduğu Belediye Başkanı'ydı sonuçta. Hevsel Bahçeleri'ni 11 gün boyunca muhasara altında tutan Emniyet güçleri ve 7. Kolordu'ya bağlı güvenlik görevlileri baro başkanı ve Baydemir'i Hevsel Bahçeleri'ne sokmamıştı. Hevsel Bahçeleri halkı İHD'ye başvurarak, sivillerin işlerine gidemediğinden, evlerinden çıkamadığından, bahçelerini ve ürünlerini sulayamadığından, günlük gıda ve temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından, semtte bulunan bütün çocukların aralıklarla devam eden silah sesleri yüzünden psikolojik travma yaşadığından şikâyet ediyordu. Suçluları diri ele geçirmek amacıyla ablukayı bu kadar uzun süreli ve geniş kapsamlı tuttuğunu iddia eden Emniyet, sonuçta iki kişiyi 'ölü ele geçirmişti'. Bunun ardından Baydemir, o yerleşimin halkını ziyaret ediyor, baş sağlığı diliyor diye hainin önde geleni olmuştu. Kimse onun orada yaşayan 8 bin kişiye görünüp, 'Ne yazık, size ulaşmaya gücüm yetmedi, şikâyetleriniz karşısında çaresiz kaldım. Ama acınızı paylaşıyorum' demek istemiş olabileceğini düşünmedi. O halkın seçmiş olduğu temsilcinin bu tavrı çok anlaşılmaz geldi kimilerine. Şunu iyice bir hazmetmek zorundayız. Ölümden öte ülke yok. Terörist de olsa, uğursuz da olsa, ölen oğullarının ardından acı çeken ana babasının sırtı sıvazlanır. Acının rütbesi yoktur. Şehit cenazesinde ağlayan ananın da PKK'lı cenazesinde ağlayan ananın da gözyaşı tuzludur.