İnsanı coşturan o deli bahar havasının kendini iyiden iyiye duyurduğu bir hafta başı. Ayrıca, Açık Radyo’nun 25 yeni programla yayına geçtiği 15. Yayın döneminin de başı! Ama, insafsız ve gaddar tefrikacılarınız, sizi iki müthiş haberle bu kadar sevindirip coşturmanın yeterli olduğu (öhh-mm) düşüncesiyle, ilk “sıcak” haberi veriyorlar işte: Şu bahara girmeden önce geçirdiğimiz üç ay, yeryüzünde kayıtların tutulmaya başladığı 1860’tan bu yana görülmüş en sıcak Ocak, Şubat ve Mart olmuş. 132 yıllık bu rekorun, 4 yılda bir Pasifik’te boy gösteren El Niño adlı o iklim rahatsızlığı yokken kırılmış olması, daha da ürkünç anlamlar katabiliyor olaya. İş burada da bitmiyor maalesef: Ağaçların halkalarına bakılarak tutulan temsilî kayıtlara bakılırsa, neredeyse bin yılın en sıcak kışını geçirmiş olduğumuz anlaşılıyor! Britanya hükûmetine bağlı Hadley İklim Tahmin ve Araştırmaları Merkezi’nin bu “el yakan” raporunu sunan Bayan Margaret Beckett şöyle demiş: “Bir süredir, iklim değişikliğinin çocuklarımız ve torunlarımız üzerindeki olumsuz etkileri konusunda kaygılanmak zorunda olduğumuzu biliyorduk. Ama şimdi, bizzat kendimiz hakkında kaygılanmaya başlasak iyi olacak! Bazı etkileri artık değiştirmemiz mümkün olamayacak. Bu değişimler zaten şimdiden iklim sistemine kitlenmiş ve geri döndürülemez halde.” (BBC)
Yani, Küresel Isınma gelmiş, kapıya dayanmış durumda! Britanyalılar, meşhur Thames (Taymis) nehirlerini ve dolayısıyla da Londra’larını bu kavrulma ve taşma felâketlerinden nasıl kurtaracaklarını tartışa/planlaya dursunlar, biz Türkiye Cumhuriyeti’nin sakin ve telâşsız vatandaşları da ünü artık arş-ı âlâ’ya çıkmış Radyo ve Televizyon (RTÜK) yasasının Büyük Millet Meclisi’ndeki tuhaf serüvenini ürkek gözlerle izleyedurmaktayız. Cumhurbaşkanı hukuki açıdan iler tutar yerini bırakmayıp haklı olarak “paramparça ettiği” metni tekrar geri görüşülmek üzere geri çevirmişken; Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu medya sahiplerinin kamu ihalelerine katılmasını yasaklama konusunda hayati önem taşıyan öncü “içtihadı birleştirme kararı”nı çıkarmışken; radyo ve televizyon meslek haklarını temsil eden kuruluşlar ortak platform çağrısı ile kamu oyu önünde açık çağırıda bulunmuşken, basın haklarını korumak ve savunmakla ilgili tüm kuruluşlar eleştiri ve itirazlarını çarşaf çarşaf yayınlamışlarken, bilişim ve internetle ilgili neredeyse tüm kuruluş ve siteler ve sayısız internet kullanıcısı vatandaş, yana yakıla dertlerini dile getirmişlerken; baro başkanları ve pek çok hukukçu, Radyo Televizyon Üst Kurulu başkanı, birçok yazar ve çizer ve Avrupa Birliği Türkiye temsilcisi böyle bir yasanın “mümkün olamayacağını” ortaya koymuşlarken; Başbakanın böyle bir yasayı “içine sindirmediği” bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmışken, muhalefet partileri engelleme yapacaklarını söylerken... bir bakıyoruz, yasa gelmiş dayanmış bile işte yüce Meclis’in kapısına. TC Anayasası’na, TC’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, ulusal yasalara, genel hukuk ilkelerine, ceza hukuku ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, çoğulcu demokrasinin gereklerine, haksız rekabeti önleme kurallarına, bağımsız yargı ilkelerine, hukukun üstünlüğüne, ve aslında hayatın ta kendisine aykırı sayısız hüküm barındıran, tüm radyo ve televizyonları, artı tüm gazete ve dergileri, dahası tüm internet âlemini siyasetin merkezi kontrolü ve zapt-ü raptı altına almayı hedefleyen bu olağanüstü ilginçlikteki yasa taslağı olağanüstü ilginçlikte bir sürecin sonunda gelmiş kapıya dayanmış âniden. Bir bahar akşamı rastlıyormuşuz ona. Çarşamba akşamı. (“Radyo ve TV Yasası’nın kaderi TBMM’nin elinde”, Bizim Gazete, manşet haberi.)
Böylece, tefrikacılarınız, inanmayacaksınız ama kendilerinin de vekilleri olan milletvekillerine, Britanya hükümetinin iklim işlerinden de sorumlu Bayan Margaret Beckett’in sözlerini ithaf ediyorlar şu güzelim bahar gününde ve yankılıyorlar ki, çocuklar ve torunlardan geçtik hani, bizzat kendimiz hakkında kaygılanmaya başlasak iyi olacak...
Dönülmez akşamın ufkundayız galiba, ey okur ve galiba vakit çok geç.
Devamı yarın...