Merhaba kâinat!
Tefrikacılarınız koltuklarını kısa bir süre için Açık Site’nin çocuklarına devrettiler, ama koridorda çaktırmadan başkalarının koltuklarına oturarak, kısa bir tatil yazısı kaleme almadan da edemediler:
Fransa’da yabancıların dışarı atılmasını, Avrupa Birliği’nden çıkılmasını, medeniyetin yeniden ırkçı esaslara göre tarif edilmesini isteyen birinin milyonlarca oy alarak Cumhurbaşkanı adayı olması, Avrupa’da sarsıntı yaratmış durumda. Tatil rehavetinden çıkanlar “hayır!” diyorlar utanç içinde. “Bizi faşistler temsil edemez.” Türkiye medyası da duruma derhal vaziyet ederek, her zaman olduğu gibi, memleketimiz için önemli dersler çıkarıp görevini bihakkın yapmış: Paniğin kısa sürdüğünü, sistemi koruyacak tüm önlemlerin alındığını, sorunun halledildiğini söylüyorlar. (meselâ bkz.: Hürriyet ve Sabah’ın manşetleri.) Türk medyasının Fransa’daki depremden kurturlma senaryosu şu: İki turlu sistem rejimi kurtarıyor, ikinci turda ırkçı Le Pen’e “gerekli ders” veriliyor, demokrasi bloku oluşuyor. Oysa, Türkiye’de iki turlu sistem olmadığı için, İstanbul ve Ankara gibi en Batılı şehirler”imiz, “laik rejime karşı olduğu için kapatılan partilerin eline geçti” (Hürriyet)
Bu kusursuz senaryonun bir minik eksiği tefrikacılarınızın tatil mahmuru gözlerinden kaçmadı yalnızca: Irkçı Le Pen’in ırkçı olmayan Başbakan Jospin’den 200 bin daha fazla oy (4 milyon 805 bin 307!) aldığı gözönüne alınırsa, bu yabancı – ve tabii Türk – düşmanı, Yahudi düşmanı, milliyetçi, ırkçı, ve Avrupa karşıtı, şiddet ve baskı yanlısı kişiyi seçen 5 milyon beyaz Fransız seçmenini ne yapacağız? Bu insanların hemen önümüzdeki Fransa genel seçimlerinde Parlamento’ya doluşturması pek muhtemel olan korkunç sayıdaki ırkçı parti milletvekilini mümtaz medyamız nereye koyacak acaba? Neyse, onu da o zaman düşünür, ona da bir çözüm getirirler artık. Herşeyin bir sırası var.
Müjde, muamma çözüldü! Cumhurbaşkanı’nın, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’nun, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Radyo ve Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği’nin (RATEM), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, Türkiye Bilişim Vakfı’nın, Türkiye Bilişim Derneği’nin, İnternet Kurulu’nun, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV), belli başlı bütün internet sitelerinin, pek çok hukukçunun, pek çok yazarın, Türkiye Cumhuriyet tarihinde ender görülen ölçüde sayısız hukuk-ve yasa- dışılık örnekleri taşıdığını belirttiği yeni Radyo Televizyon yasası hakkında, belli başlı Türk medyasının neden tek kelime etmediği konusundaki muamma bugün, 23 Nisan bayramında çözüldü. Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni, “kolektif sahtekârlığın, soytarılık düzeninin devamını istemediği, bu sahtekârlık düzeninin bahanesi ve gerekçesi olmamak istediği” için “susma hakkı”nı kullandıklarını açıkladı.
“Biz bu yüzden artık susuyoruz” diyen genel yayın yönetmeni, “biz” zamirini kimin adına kullandığını açıklamadı, ama bütün Meclis’i ve bütün toplum’u “kanunların bu kadar yozlaştırılmasını, hiçe sayılmasını içine sindir”mekle suçladığını açıkladı. Genel yayın yönetmeni ve yazar, bu durumda artık söylenecek söz kalmamış olduğu için “susma hakkı”nı kullandığını da açıklamasına ekledi. “Susma hakkı”, tefrikacılarınızın bilebildiği kadarıyla, itham edilen, yani bir suçlama altında yargılanan “zanlı”lara ait bir haktır. (Örneğin, Susurluk davası sanıklarından bazıları “susma hakları”nı kullanmışlardı.) Oysa, burada ne görüyoruz? Şunu: Türkiye’nin en seçkin ve büyük medya organlarından birinin baş yöneticisi, bir yandan bütün toplum’u itham ediyor, bir yandan da o toplumun dışında kalan bir “biz” adına savunma yani susma hakkını kullandığını söylüyor... Bugüne kadar her nedense bu toplumun birer bireyi olduklarını sanan garip tefrikacılarınız da, kolektif sahtekârlığın ve ve soytarılık düzeninin bir parçası olarak, okuduklarını anlamamaya devam ediyorlar tabii... Açıyorlar 1984’ü, okuyorlar ve onu da anlamayınca, ne yapsınlar, kusma haklarını kullanıyorlar.
Devamı yarın...