'Devrimci çözümlere de açık olmak gerekir'

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: New York Üniversitesi Binghamton kampüsü profesörlerinden James Petras’la beraberiz. Kendisi emperyalizm, küreselleşme ve direniş başlığı ile özetlenebilecek bir dizi konuda iki ayrı konferans için Türkiye’de. 10 Ocak Cumartesi saat 14:00-18:00’de Kadırga Kültür Merkezinde, 1 Ocak Pazar günü de Ankara’da saat 13:00-17:00 arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi amfisinde gerçekleştirilecek konferansları olacak. Profesör Petras’la dar bir zamanda çok büyük konuları konuşmak gibi bir durumdayız.  Dünya Sosyal Forumu’na odaklanalım.

Önümüzdeki günlerde Hindistan’ın Mumbai –eski adıyla Bombay-- kentinde yapılacak olan Dünya Sosyal Forumu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir alternatif küreselleşme hareketi olarak Porto Allegre’de başlamış olan bu hareketi nasıl değerlendiriyorsunuz?James Petras: Brezilyalı Topraksız Köylüler Hareketi çalışanlarından birinden aldığım bir haberde de doğrulandığı gibi, bazı eleştirilerim var. Brezilya’da, özellikle Brezilya’nın yeni başkanı Lula’nın partisi, ki artık İşçi Partisi bile sayılmaz, solcu iktidar sağa doğru kayıyor. Topraksız Köylüler Hareketi temsilcisi, bana yolladığı mesajda şunu anlatıyor: Lula hükümeti ve partisi ile beraber Mumbai’de yapılacak toplantının turizm endüstrisi açısından fevkalade iyi sonuçlar vereceğini, turizm ekonomisini destekleyeceği konusunda bir bilgi geldi. Dünya Sosyal Forumu hareketi genel olarak bazı çevrelerde böyle turizm ve ticaret açısından değerlendiriliyor. Bu da Dünya Sosyal Forumunun gitmekte olduğu yeni yön konusunda bize bir bilgi veriyor! Yani daha çok ABD’nin bile Brezilya’yı artık bir alternatif olarak, kabul edilebilir bir ortak olarak gördüğü bir dünyada Davos’un bir alternatifi olarak çıkmış olan hareket giderek eklektik bir hale gelmekte.

Daha eskiden, mesela Porto Allegre’de görüldüğü şekliyle devrimci soldan çeşitli alternatifler arayan, pek çok harekete karşı bir alternatif oluşturma yolundaki çabanın biraz sulandırılmakta olduğunu görmekteyiz. Çok parlak, pozitif bir değerlendirmenin olmadığını görüyoruz.

 

ÖM: Bu sözlerinizden yola çıkarak Dünya Sosyal Forumu hareketi konusunda karamsar bir değerlendirmeye sahip olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

 

JP: Daha çok eleştirel bir tavır alıyorum. Özellikle radikal grupların alternatif bir harekete katkıları ne kadar olacak? Mumbai’deki Dünya Sosyal Forumu toplantılarında DSF’ye de alternatif olan toplantılar düzenleyecek radikal gruplar var. Ben de her iki grup tarafından, yani hem radikaller hem de daha ortanın solu diyebileceğimiz ve Dünya Sosyal Forumu’nun çoğunluğu oluşturan liderler tarafından da çağrılıydım. Fakat her ikisine de değil, kişisel ve diğer bazı sebeplerden dolayı Türkiye’ye gelmeyi ve burada konferanslar vermeyi tercih ettim.

 

Sömürgeci tüm politikalara karşı durmak

 

Dünya Sosyal Forumu bir hareketi olarak umut olarak devam ediyor tabii, olanca hızıyla devam ediyor. Ama sulandırılma ve yumuşatılma ihtimalleri de ortaya çıktığı için, eleştirel bir tavır almak gerekir. Yani yeni eleştiriler getirmek, mesela Chavez, Castro gibi daha radikal liderlerin, Meksika’daki Chiapas gibi grupların fazla içine alınmadığı bir hareketin yeterince canlı bir tartışma getirmeyebileceğini söylemek gerekir.  Benim tavsiyem şu: Hem radikallerin kendi toplantılarına hem de Dünya Sosyal Forumu'nun genel toplantılarına beraberce katılmalı, ikisinde de bulunulmalı. Önemli olan, bu canlı tartışmada alternatiflerin aranması konusunda, seçeneklerin sadece ortanın solu çerçevesinden ibaret olmadığını, onun çok daha solundaki çözümlere, devrimci çözümlere de açık olunması gerektiğini ortaya koymak. Karşılıklı olarak enformasyon değişimi, tartışma yapılmalı.

 

ÖM: Dünya Sosyal Forumu’na katılmıyorsunuz o zaman?

 

JP: Ben Türkiye’deyim, katılmayacağım. Yalnız, Dünya Sosyal Forumu’na katılım çok önemli ama, onu sadece turistik ya da böyle "happening" gibi bir olaydan ibaret olmaktan çıkarıp, özellikle iki temel konuda platform haline getirmek çok önemli.

Bunlardan biri, Irak savaşına, Irak’ın işgali konusuna karşı çıkacak muhalefeti örgütlemek. Bunun dile getirilmesi çok önemli orada. İkincisi de İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarda meydana getirdiği bu yıkım politikalarına karşı durmak. Kolonyalist, yani sömürgeci diyebileceğimiz tüm politikalara da karşı durmak ve aynı zamanda da üçüncü dünya ülkelerindeki hareketleri destekleyip onları da örgütlemek konusu da fevkalade önemli.

Yani Dünya Sosyal Forumu’na katılmak, bu açılardan büyük önem taşıyor.

 

ÖM: Türkiye’de bulunmanıza etken olan özel sebepler nedir?

 

JP: Annemin Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkiye’de doğmuş bir Rum olmasının da etkisi var. Annemin Midilli’den geliyor olması, bu kültürle yoğrulmuş olması sebebiyle, böyle bir bağdan dolayı da gelmek istedim.

Buraya gelmemdeki ikinci önemli sebep, İstanbul. İstanbul’un tarihi ve çok önemli bir geçmişi var, hem kültürel hem de çeşitli bakımlardan canlı, hareketli olması sebebiyle burayı görmek ve biraz yaşamak istedim.

Üçüncü önemli sebep de sol hareketler konusunda bana inceleme fırsatı verecek bir gezi olması. Özellik NY Eyalet Üniversitesinde (Binghamton) doktora seviyesinde birçok Türk öğrencim oldu, bir kısmı çok parlak öğrencilerdi. Hem onları görmek, gelişmelerini takip etmek hem de genel olarak Türkiye’deki solun, sendikaların, organize solun neler yaptığını biraz daha araştırmak istedim, bu konu üzerine gitmenin iyi olacağını düşündüm. Çünkü benim Türkiye ile ilgili düşündüklerim şu: özellikle daha önceden yoğun olarak ele aldığım ülkelerde, Brezilya, Arjantin vb. ülkelerde yaşanan sorunlarla, yapısal gelişmelerle ile benzerlikler gösteren bir ülke Türkiye. Dolayısıyla, üç ayrı sebepten dolayı Sosyal Forum gibi bir olaya katılmak yerine, Türkiye’ye hem öğrenmek hem de fikir alışverişinde bulunmak üzere geldim.

 

ÖM: 1 Mart 2003 tarihinde TBMM’de Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarında konuşlandırılmasını öngören tezkerenin kabul edilmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

JP: Son derece önemli bir demokratik gelişme olarak.  Bu, birkaç bakımdan büyük önem taşıyordu: bir kere anti-kolonyalist, yani sömürgeci zihniyete karşı çıkan temel zihniyetin önemli bir göstergesiydi.  İkincisi, son derece zor ve cesurca alınmış bir karardı.

Öte yandan da alınması gereken, alınabilecek tek karardı, çünkü Türkiye nüfusunun kamuoyu araştırmalarında % 80-90’a kadar varan bir karşı çıkış oranı vardı.

 

ÖM: Tezkere oylamanın yapıldığı tarihlerde yapılan son kamuoyu yoklamalarında savaş karşıtlığının % 95’e kadar vardığı da görülüyordu.

 

"Wolfowitz'in TSK'ye çağrısı utanç vericiydi"

 

JP: Böylece bu, emperyal güçlere karşı büyük bir darbe oldu. Tabii asıl demokrasiye karşı büyük bir darbe oluşturan konuya gelince, o da ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in hemen bu kararın arkasından Türk Silahlı Kuvvetlerini göreve çağıran konuşmasıydı. Yani, "TSK ülkeyi demokrasi yoluna çekmek için kamuoyunu ikna etmeliydi; silahlı kuvvetler başka bir rol oynamalıydı” diyen eleştirisiydi. Demokrasiyi savunan bir adamın, bölgeye demokrasi getirmekten bahseden bir adamın, ABD ülkesinin üst düzey bir yetkilisinin bunu söylemesi utanç vericidir demokrasi ve herşey adına. ABD’nin anti-demokratik ve terörist bir politika izlemekte olduğunu da gösteren en önemli belirtilerden biriydi bu konuşma.

 

ÖM: TBMM’den çıkan bu karar ender görülen kararlardan biriydi, çünkü ABD nüfusu hariç tutulursa, Türkiye gibi dünyanın pek çok ülkesinde de büyük çoğunlukla, hatta ezici çoğunlukla herkes ABD müdahalesine karşıydı, kamuoyu yoklamaları böyle gösteriyordu ama hükûmetlerden böyle kararlar pek çıkmadı. Türkiye bu bakımdan önemli istisnalardan biri oldu.

 

JP: Evet. Burada özellikle Tony Blair’i ayırt etmek gerekir, onun iki yüzlü, riyakâr politikasının doruk noktasına çıktığı bir yerdi. Yalnız böyle bir karar aldırmakla kalmadı, aktif olarak bu savaşı, işgali destekledi. Tony Blair bir yana bırakılırsa, özelikle İtalya’da şimdiki Başbakan Berlusconi’nin mensup olduğu Forza İtalya öncülüğündeki koalisyon, adı "Bastır İtalya" diye de çevrilebilecek olan partinin öncülüğündeki iktidar koalisyonu zaten bazı yönleri itibariyle İtalyan faşist partisinin Mussolini’nin partisinin köklerine bağlı hâlâ.

Onun için, böyle savaşkan, faşizan, kaba kuvvet kullanmaya dayanan kararlar alınması hiç de şaşırtıcı değil. Aynı şekilde, İspanya’da Başbakan Jose Maria Aznar’ın sağcı bir partinin devamı olarak izlediği politika da öyle. Kökleri İspanya’nın iç savaş günlerindeki Franco’nun falanjist, faşizan partisine kadar dayanan bir partinin şimdi otoriter ve proemperyalist, yani emperyalizmden yana politikaları izlemesi şaşırtıcı değil, o politikaların bir uzantısı.

 

ÖM: Profesör Petras, teşekkür ederiz. Daha uzun konuşmak için maalesef vaktimiz kalmadı.

 

JP: Daha sonra oturup konuşuruz, biraz rakı biraz da meze ile bu işler çok daha iyi gider.

 

(9 Ocak 2004'te Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)