Sayın Serge Halimi, Irak’taki savaşta yapılan habercilik çok tartışmalı bir hal aldı. Birçok gazeteci askeri üniforma ile Amerikan ve İngiliz askerleriyle birlikte hareket ediyor ve sansürlü haberler geçiyor. CNN, El Cezire ve Abu Dabi televizyonları savaşı canlı olarak yayınlıyor. Uluslararası kamuoyu manipüle mi ediliyor? Bu eski bir hikayedir. Savaş hali yaşadığımız her zaman, yetkililerinin kamuoyunu kendi amaçları için manipüle ettiğini görüyoruz. Silah olarak da genelde işbirlikçi hale getirdikleri Amerika’nın önde gelen gazetecilerini kullanıyorlar. Amerika’da gazetecilerin bir olayda kullandıkları kaynaklarla ilgili olarak kısa süre önce bir araştırma yapıldı. Bu araştırmada, en sık başvurulan kaynakların resmi kaynaklar olduğu ortaya çıktı; kamu görevlileri, askerler gibi... Oysa biliyoruz ki, resmi kaynaklardan kendi doğruları dışındaki doğruları öğrenemezsiniz. Araştırmanın ayrıntılarına baktığımızda önde gelen Amerikan medyasının –ki bunlar ABC News, CBS News, NBC News, PBS- mülakat yaptığı ABD’de ve diğer yerlerdeki kamu görevlilerinin dörtte üçünün, Bush yönetiminin stratejisini ve bakış açısını desteklediğini görüyoruz. Burada daha baştan itibaren kocaman bir girdi ve çıktı söz konusu. Çünkü gazetecilerin söyledikleri geri planda kalıyor. Ve ABD olayında görüldüğü gibi, resmi görüşü savunmak, konuşurken de “bizim askerlerimiz” demek zorundalar. Peter Jennings’in (ABC televizyonu) birkaç gün önce yaptığı gibi, Amerikan askerlerinin başına gelenleri anlatırken, göz yaşlarını frenlerler... Avusturyalı yazar Karl Kraus’un Die Fackel’de* (1899-1936) dediği gibi , “Basının bize sunduğu oyun yaklaşık yüzyıldır devam ediyor. Sanki milyonlarca kirli elde süpürge var ve bunlar her zaman başkalarının kapılarının önünü süpürmek için hazırlar.” Nüfuzluların kontrol etmelerine yarayan dalkavuk gazeteciliği hergün büyüyor, hatta gözyaşı döküyor... Gerçek habercilik yapmak isteyenler de var ancak özgürce çalışamıyorlar. Hatta savaş sırasında öldürülen gazeteciler de oldu. Cepheden tarafsız yayıncılık nasıl yapılacak? İki hikaye var aslında: Biri ABD’li gazetecilerle ilgili, yani Amerikan medyası için yayın yapanlar ve Batı medyası. Bush yönetimi açısından, ABD medyasında verilen haberler önemlidir. Dünyanın geride kalan kesiminin ne düşündüğü onun için pek önemli değil.Serge Halimi kimdir?Fransız, akademisyen ve gazeteci-yazar. Eğitimini siyaset bilimi dalında Paris Politik Araştırmalar Enstitüsü ve Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde tamamladı. Halen bu üniversitelerde doçent olarak ders veriyor. Le Monde Diplomatique’nin Yayın Kurulu üyesi ve sürekli yazarlarından, ayrıca bir dizi dergide de Amerikan toplumu, medya, yakın tarih ve ekonomi politikaları konularında makaleler yazıyor. Edebiyatçılar Topluluğu Ödülü sahibi olan Halimi’nin eserleri şunlar: Düzenin Yeni Bekçileri, Amerikan Usulü Bir Başkan Yaratmak, İktidardaki Solun Başarısızlıkları.
Çünkü Amerika tarafında, televizyonda gördüğümüz gazetecilerin çoğu askeri birliklere entegre edilmiş. Gelişmeleri başka kelimelerle aktaramıyor, kendilerini koruyan askerlerin gözüyle görüyorlar. Çatışmaları görmek elbette çok spesifik bir durumdur. O zaman Irak’ta savaşan Amerikan askerleri ile aynı duygu ve kaderi paylaşırsınız. Örneğin ABC News televizyonuna baktığınızda -bu çok propagandacı ABD medyası arasında en az propagandacı olarak yansıtılıyor-, Amerikan askerleri arasına entegre edilen gazetecinin kendisi eski bir deniz piyadesidir. Tabii ki piyadelerin görüş ve bakış açısını paylaşacak. Aslında bu gibi insanları göndermeye gerek yok, bu kişiler resmi haberciliği yapmaya zaten baştan beri şartlanmışlar.
Yüzlerce gazeteciyi özel operasyonlar için eğitip askeri birliklere entegre etmek ne kadar doğru sizce?
Amerikan askerleri ile birlikte kalmak, sonu olmadığı sürece, yanlış değil. Olaya başka bir bakış açısından bakma imkânın olduğu sürece onlarla birlikte kalabilirsin. Amerikalı gazeteciler olayında ise tümü olmasa bile, büyük çoğunluğu olaya ordu gözüyle bakıyor. Üstelik haberlerinin Amerikan ordusu tarafından sansürlenmesini kabul ediyorlar. ABD medyası çok propagandacı. Nitekim bu defa orduya tamamen angaje olmuş ve onlar tarafından ‘eğitilmiş gazeteciler’ ile bunu yapıyorlar. Aslında Amerikan ordusunun bu haberleri sansürlemesine gerek yok. Çünkü Irak’ta yazılan bu tür haberlerden kaygılanmasına gerek kalmıyor. Elbette kamu görevlileri ve ordunun açıklamalarından derleyerek kuşkuyla bezenen bazı haberler yapılabilir. Gerçek şudur: Sen spesifik bir anda gördüğün ve yollayabileceğin görüntülerin esiri oluyorsun. Eminim ki, ABD ordusunun şu an sansürlediği çok ilginç görüntüler vardır.
Peki Alman, Fransız ve diğer ülke medyaları ne yapıyor? Yani eleştirel bir yayıncılık hiç olmayacak mı?
Bu tamamen hükümetlerimizin tutumuna bağlıdır. Hükümetlerimiz şu an savaşa eleştirel bakıyor. Böylece gazetecilerimiz de ihtilafa eleştirel bakma özgürlüğüne sahip. Ama neden bir Fransız gazeteci Kosova savaşında eleştirel olmadı? O dönem Chirac ve Jospin bu savaşı destekliyorlardı. Eleştiri ve mesafe yoktu. Ama şimdi bu savaşa ve ABD stratejisine mesafeli olabileceğimizi hissediyoruz. Çünkü yüksek yerlerde eleştirildi. Ama neyi nasıl vermemiz gerektiği konusunda hükümetlerin bize yeşil ışık yakmalarına gerek olmadığını düşünüyorum.
Irak savaşında gördüklerimiz çok ilginç değil. Görüntüler bize çok şey söylemiyor ve esas olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Amerikan ordusu tarafından filtreden geçiriliyor.
Kesintisiz yayın yapılıyor, ama aslında çok az şey söyleniyor. Üstelik cepheden gelen görüntüler yaşanan olaylardan ziyade, askerlerin nasıl yedikleri, içtikleri ve yaşadıklarını içeriyor. Bağdat görüntüleri de aynı şekilde Irak hükümeti tarafından elden geçirilmiş görüntüler olarak geliyor. Herkes kendi propagandasına hizmet eden görüntüler yolluyor. Aslında savaşı anlatan görüntülerle bir illüzyon yaşıyoruz.
Hem Irak’ta süren savaşın kendisi, hem de Irak’tan gelen haberler çokça tartışılacağa benziyor. Konunun uzmanı olarak, medyanın genel gidişatı için neler söyleyebilirsiniz?
Öncelikle basın, çokuluslu şirketlerin kontrolü altında. Haber, bilgi, bu tekellerin elinde bulunuyor. Dolayısıyla hangi haberin yayınlanıp yayınlanmayacağını bu şirketler karar veriyor. Şirketler, bilginin ilgi çekiciliğine ve yarattığı heyecana bakıyor. Yani küresel düzeyde kitlelerde duygusal şoklar yaratacak bir özelliğe sahip olması önemli. Çünkü şok yaratan haber, tekelin reklam gelirini artırıyor. Dolayısıyla yayılan tüm bilgiler sisteme hizmet ediyor. Haber para ediyorsa değerlidir, etmiyorsa gereksizdir. Bugünkü medyada geçerli olan tek kural paradır. Serbest bir ekonomide “haber,” satmaya ve satılmaya yarar ancak; okuyucuya, söyleyene, işletmeye, kendini satmak, söylediğini satmak, söyleyenini satmak... Bunun için de basın tekelleri, bir merkezden gereksiz ve verilmesinde sakınca gördüğü haberleri eliyor, ya da hiç görmezden geliyor. Tıpkı şu an Irak’ta olduğu gibi.
Son yıllarda birçok ülkede basının tek elde toplanması ne gibi sakıncalar ortaya çıkarıyor?
Amerika’da bundan 25 yıl önce basının yarısı 50 farklı şirkettin elindeydi. Şimdi ise bu sayı 6’ya inmiş durumda. Yani şu anda Amerikan medyasının yarısı altı büyük şirketin elindedir. Yine Fransa’da kısa bir süre önce, bütün magazin ve bölgesel basının hemen hepsi Versan ve Hachette adındaki iki şirketin tekeline geçti. Bu iki şirket, aynı zamanda Fransa’nın en büyük silah üreticileri. Hachette, Fransa’daki yayın evlerinin yüzde 70’inden fazlasını elinde tutmaktadır. Sadece Fransa’da böyle değil, İtalya’daki durum daha da komiktir. Berlusconi, İtalya’nın en zengin adamı, 3 televizyon kanalının sahibi ve ülkenin başbakanı. Böylesi bir güç doğal olarak, hükümetler üzerinde baskı sağlıyor. Bakınız, deforme edilmiş, ‘iyi’ olarak sunulan haber aynı zamanda o sistemi yönetenlerin yerini pekiştirmekte. Haberi ekonomik ürün olarak değerlendiren mantık çıkar mantığıdır. Bu çıkar mantığı, verilerin adamakıllı şekilde değerlendirilmesini engeller.
Nitekim, bugün artık birçok gazetenin başında meslekten gelen gazeteciler değil de, şirket yöneticileri bulunuyor...
Doğru, birçok ülkede basının başında bulunanların hiçbirinin gazetecilikle ilgisi yok. İşin böyle olması gazetecilerin görevlerini, çalışma sahalarını ciddi biçimde sınırladı. Çünkü yönetici gerçeklerin kitlelere ulaşmasından çok, reklam verecek şirketler için çekici olmasına bakar. Şirket yöneticisi; “bu haber iyi sattırır, şu haber iyi sattırmaz” şeklinde değerlendirir. Tabii bu Amerika’da, Fransa ve batı ülkelerinde uluslararası haberlerin gazetelerde azalmasını, haberlerin sansürünü ortaya çıkardı. Çünkü uluslararası haberler herkesi ilgilendirmiyor ve üstelik bu haberler çok pahalı. Bunun yerine ise üçüncü sayfa dediğimiz, bulvar haberlerine ağırlık verildi. Bu tür haberler çok az bir parayla alınıp, merak uyandıracak şekilde hazırlanıp büyük sayıda bir hedef kitleyi etki alanına almaktadır.
Şimdi son yıllarda önemli ve ilginç gelişmeler oldu. Bu yeni gelişme de internetle başladı. Gazeteciler ve medya sadece ekonomik seyircileri değil, aynı zamanda ekonomik gelişmelerin birer parçası durumuna dönüştüler. Gazeteler eskiden gazetecilik yapıp haberlerini yazarlardı. Oysa internet ve borsa devrimi ile gazeteciler bu ekonomik gelişmelerin bizzat ana aktörleri oldular.
Peki bu nasıl oluştu? Daha doğrusu medya, gazeteci ve borsa ilişkisi nasıl işliyor?
İnternet aracılığıyla gazeteciler kendi düşüncelerini vererek, borsalara akımın dinamik gücü oldular. Kendi ‘yüksek değerlerini’ borsaya taşıdılar. Çoğu zaman birtakım gazetecilerin maaşı, borsa hakkında verdikleri haberlere ve bu haberler karşılığında elde edilen ekonomik başarıya bağlı. Bu da bize gösteriyor ki, daha önce borsa ile sadece bir haber bağı olan medya, borsanın başrol oyuncularından biri haline geldi. Fransa’da Hachette, Vivendi, superonline ve Medya fete gibi milyarlarca dolarlık sermayelere sahip büyük medya grupları, aynı zamanda büyük ekonomik güç olan borsanın da temel öğeleridirler. Eskiden bir gazete patronu sıradan bir gazete ya da küçük bir şirketin patronuydu. Oysa şimdi, ekonomik çarkın önemli bir dişlisi ve çokuluslu şirketlerin yöneticileri oldular. Mesela, General Elektrik dünyanın en büyük emperyalist şirketlerinden birisi ve bu şirket Amerika’da televizyon kanallarına, gazete satış ve dağıtım ağlarına sahip. Eski ile şimdiki arasındaki en büyük fark, medyanın büyük ve hareketli bir güç haline gelmesidir.
Peki okuyucu ne yapacak? Kime inanacak? Gerçek bilgiye nasıl ulaşacak?
Çok zor bir soru. Ancak şunu söyleyebilirim; çok dikkatli olmak gerekir, verilen bilgileri çok iyi izlemek ve şüpheyle bakmak lazım. Bence bizim görevimiz, gazetelerde çıkan haberlerdeki yanlışları mercek altına almaktan çok, gazetecinin işini yapma kapasitesinden şüphe etmenin duyarlılığını uyandırmaktır. Yani, verilen haber üzerinde şüpheyi uyandırmak... İnsanlara haber kaynaklarının güvenirliliğini sorgulamayı öğretmek gerekir. Bence, temel sorun insanlara olayların nasıl geliştiğini açıklayabilmektir. Bunun yolu da öncelikle, haber kaynaklarının incelenip haberin saptırıldığını ortaya çıkarmaktır. Bu mekanizmaya girdiğiniz andan itibaren ve kum tanesi kadar küçük de olsa bir gerçeklik payı saptadığınızda bu önemli bir başarıdır.
Bir örnek vermek istiyorum; Lagardere, Fransa’da büyük bir silah üreticisi ve Avrupa çapında bir radyo istasyonunun da sahibi. Silah üreten bir şirketin Avrupa genellinde yayın yapan bu radyosu, arada bir savaş ve silah karşıtı bir program düzenliyor. Bu söyleşiler ve programlar o kadar harika bir şekilde hazırlanıyor ki, silaha karşı olmanıza rağmen, size bu olanağı tanıyan silah tüccarını çok sevimli gösterebiliyor ve siz de onu dinliyorsunuz.
O zaman bu doğallaştırılmış ya da ‘hoş’ gösterilen bir sansür mü oluyor?
Kaddafi veya Saddam’ın terörist olduğunu söylemek basittir. Bunun için fazla bir çaba harcamanıza gerek yok, zira sizden önce yüzlercesi aynı şeyleri tekrarlayıp durmuştur. Ama eğer “Kaddafi terörist değildir” derseniz, bunu kanıtlamak için büyük çabaya ve zamana ihtiyacınız olacak. İnsanların sizi bir deli olarak değerlendirmesi cabası. Ne kadar kısa haber, ne kadar kısa röportajlar yaparsanız, o kadar bu egemen ideoloji ile örtüşüyorsunuz. Burada gazeteciler kolay kolay kendileri üzerindeki bu hakim ideolojinin farkına varamıyorlar. Ve size diyecekler ki, kısa bir haber ya da program yapmak daha avantajlıdır. Ayrıca uzun röportaj veya haber yazdığınızda insanlar sizi ne dinleyecekler, ne de size fazla zaman ayıracaklardır. Ve kısa haber yapmanın profesyonellik olduğunu söyleyeceklerdir. Bütün bu davranışlar kendiliğinden hakim olan ideolojiye uyum sağlamayı getiriyor, ama gazeteci bunun farkında değil. Bütün bunlar sansürü doğallaştırıyor.
‘Düzenin Bekçileri’ adlı kitabınızda medyatik entelektüellerin yaratıldığını vurguluyorsunuz. Bilinçli mi yapılıyor bu?
Elbette ki! Sistem kendisine en yakın gazetecileri, entelektüelleri medyatize etti. Televizyonlar kendilerine en iyi şekilde hizmet eden entelektüellere, gazetecilere daha çok yer veriyor. Televizyonların dayattıkları daha çok sistem ideolojisinin istek ve beklentileri doğrultusundadır. Bunlar aslında gerçek entelektüeller değil, medyatik entelektüel dediğimiz insanlardır. Boş entelektüellerdir ve bilinçli insanların üzerinde hakimiyet kurmayı seven tiplerdir. Son yıllarda ayaküstü hızlı yemek -fast food- türü restaurantlar, kullanılıp atılan fotoğraf makineleri gibi, aynı şekilde mantar gibi biten ve o kadar da hızlı şekilde çöplüğe atılan entelektüeller, gazeteciler türemekte.Mesela, Bernard Henri Levi gibi entelektüeller her konuyu konuşmak için her zaman hazır ve nazırlar. Bu tür entelektüeller televizyonların ne istediğinin farkındalar ve ona göre konuşmasını biliyorlar. Doğal olarak da bu medya sisteminin bir parçası olmayı gönüllü olarak sürdürüyorlar. Bugün televizyonlarda herhangi bir söyleşi yapmak istediğinizde, sizlere hep aynı kişilerin isimleri verilecektir. Nitekim Irak savaşı üzerine yapılan tartışmalar için televizyonlara çıkarılan ‘uzmanlara’ bakalım... Bunlar rejime teşekkür borçlarını bildiren insanlardır.
Özgür ve tarafsız bir basın için ne yapmak gerekiyor?
Onları yok edebilme imkanlarımız yok, fakat onlara karşı savaşma olanaklarımız var. Muhalif basının egemen basınla mücadele etmesi için onun kadar büyük olması şart değildir. Bu mücadele, herhangi bir gazetecinin kendi karşıtı olan bir gazeteciye karşı mücadelesi değildir. Bu kavga bütün sosyal güçleri içine alan bir mücadeledir. Toplumun egemenler karşısındaki mücadelesidir. Egemen medya kadar güçlü olmadığımız için umutsuzluğa düşmeye hiç gerek yok. 1788’deki Fransız köylülerinin durumunu düşünelim; köylü sınıfının karşısında kale gibi duran krallık aristokrasisi ve monarşi sınıfı ve kilise vardı. Kendi kendimize ne yapmamız gerektiği konusunda soru sorduğumuzda, her şeyi bırakmamız mı gerekiyordu gibisinden bir cevapla karşılaşabiliriz. Eğer mücadele olmasaydı dört yıl sonra yani 1792’de cumhuriyet rejimi de kurulmazdı.
Yani mücadele edecek gücümüz var, diyorsunuz?
Onlarca yıldır insanlar öylesine örneklerle karşılaştılar ki, haber kaynaklarının aslında birer propaganda aracı olduğunu öğrendiler. Bu da insanların büyük medya gruplarına olan güvenini ve saygınlığını büyük ölçüde yitirdi. On yıl önce medya konusunda konferanslar verdiğimde, bu konuları inandırmakta büyük zorluklar çekmekteydim. Medya eleştirisi yapmak çok daha zordu. Çünkü insanların ve meslektekilerin büyük bir çoğunluğu bunu yadırgıyordu, kendini ifade edebilme ve basın özgürlüğünden söz ediyorlardı. Şimdi daha rahat bir şekilde, basın özgürlüğü ile özgürlüğün farklı şeyler olduğunu daha kolay ifade edebilirim. Çünkü insanlar oldukça fazla örneğe tanık oldular. Şu an Irak’ta sürmekte olan savaşta, Kosova savaşında, Afganistan savaşları sırasında verilen yalan bilgiler, öncesine oranla güvensizliği, halkın kendi kontrolünü arttırmasını güçlendirdi.
Le Monde Diplomatique bu kavganın en iyi örneklerinden mi oluyor?
Biz çok iyi çalışan bir gazeteyiz ve dünyanın her tarafında basılıyoruz. Zira müşteri sayımız durmadan yükselmektedir ve insanların bize olan ilgisi Le Monde gazetesine olan ilgiden daha fazla. Dünya çapında Le Monde Diplomatique yaklaşık bir milyon baskı yaparken Le Monde gazetesinin sadece dört yüz bin baskı yapmaktadır. Bu da gördüğünüz gibi toprak kapla demir kabın kavgasında zayıf olan toprak kabın nasıl kazandığını kanıtlamaktadır. Mesela, ‘Düzenin Bekçi Köpekleri’ kitabım 220 bin sattı. Oysa hiçbir televizyona davet edilmedim, sadece bir radyo yayınına katıldım ve bir de size konuşuyorum. Benim kitabım hayatlarını televizyonda kendi kitaplarını tanıtmakla geçiren yazarların kitaplarından daha etkili olmuştur. Şunu da iyi bilmeliyiz ki, suskunluk medyanın sistemin bir parçası olduğu ülkelerde büyük bir silah olabilir.
Son soru olarak, ABD’nin Irak’a açtığı savaş konusundaki düşünceleriniz nedir? ABD ne yapmak istiyor bölgede?
Amerika’da işler şu sıralarda pek iyi değil. Bazı yorumcuların deyişiyle, “ABD hegemonik bir düşüş içinde.” Ekonomisi belirsiz bir durumda. Dahası, gelecek on yılda Batı Avrupa ve Japonya/Doğu Asya’yı rekabette geçeceğinden emin olamıyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle Batı Avrupa ve Japonya’yı kendi siyasi önceliklerini izlemeleri yolunda ikna ettiği temel siyasi kozunu kaybetti. Elinde kalan tek şey son derece güçlü ordusu. ABD’nin olanaksız bir imparatorluk iddiaları bayır aşağı giden ve artık frenleri doğru dürüst işlemeyen bir arabanın hızlanmasına benziyor.
Dipnot: * Viyana’da Karl Kraus’un henüz 25 yaşındayken kurduğu ve ölümüne dek (1936) hemen hemen tek başına çıkardığı “Die Fackel” dergisi, o güne dek görülmemiş biçimde yazarları, soyluları, zengin burjuvayı, görevlilerin yolsuzluklarını, ama en önemlisi basının buna katkısını deşifre etmesiyle, basın tarihinde önemli bir yere sahip. Die Fackel özellikle 1911’den sonra, “İnsanlığın son günleri” başlıklı dizisinde devletin sansürüne rağmen I. Dünya Savaşı’ndaki gerçekleri yazmasıyla sarsıcı bir gündem oluşturdu.