Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, Hırvatistan'da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerine, Suriye'deki son duruma ve ABD'de yaklaşan ikinci Trump dönemi üzerine konuşuyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.İ.: Günaydın ikinize de.
Ö.M.: Katıksız bir kaos durumunun içine sürüklenmiş gibi görünüyoruz hem Türkiye’de, hem de dünyada. Ufuk Turu’nu nereden başlatalım?
A.İ.: Seçimler ile başlatalım gene de, Hırvatistan’da cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turu yapıldı ve Cumhurbaşkanı Zoran Milanović, ikinci kez seçildi ama açık ara ile seçildi. Oyların ikinci turda %74’ünü aldı ve bu zannediyorum ki Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılmasından beri cumhurbaşkanlığı seçiminde elde edilmiş en yüksek oy. Milanović, hatırlarsanız ondan bahsetmiştik daha önce, birinci turda neredeyse seçilecekti, %49’un biraz üzerinde oy almıştı. Şimdi karşısındaki rakibi Hırvatistan Demokratik Birliği’nin adayı, oylarını arttıramadı, birinci turdaki oylarının hemen hemen neredeyse aynısını aldı yani %20 aldı ve Milanović, Sosyal Demokrat Parti’nin desteği ile ikinci kere seçildi. Yeşiller’in birinci turdaki adayı Milanović’e oy verme çağrısı yapmıştı ama diğer taraftan da Hırvatistan’daki aşırı sağ partinin adayı da Milanović’e oy verme çağrısı yaptı çünkü Hristiyan Demokratik Birliği ki hükümette onlar var, parlamentoda son seçimleri, milletvekili seçimlerini onlar kazanmışlardı. Hristiyan Demokratik Birliği’nin başındaki başbakan Plenkoviç epeydir, 10 yıldan fazla süreden beri başbakanlığı sürdürüyor, çok ciddi yolsuzluk ithamlarıyla hükümet üyelerinin bazılarıyla giderek daha fazla karşılaşıyor. Bunlardan en önemlisi Kasım ayında ortaya çıkan bir yolsuzluk, Avrupa Finansal Araştırma Soruşturma Kurumu’nun ortaya çıkarttığı bir yolsuzluk. Sağlık Bakanı ve çevresindeki, yanılmıyorsam sekiz kişi Avrupa’dan gelen fonlar ile alınan ve hastanelere sağlık malzemelerinin faturalarını şişirip haksız kazanç elde etme suçlamasıyla bir soruşturma başlatmıştı Avrupa Yolsuzluk Araştırma savcısı. Biliyorsunuz, 2021’de Avrupa Birliği, kendi fonlarının kullanımındaki yolsuzluklarla ilgili ayrı bir soruşturma bürosu açtı ve bunun başında bir savcı var ve o savcının böyle bir soruşturma başlatmasının hemen ardından da Hırvatistan savcısı benzer bir soruşturma açarak Sağlık Bakanı’nı gözaltına almıştı. Başbakan hemen Sağlık Bakanı’nı görevden aldı fakat soruşturmanın üzerine gitmeye pek niyetleri yok gibi gözüküyor çünkü böylece Hırvatistan savcısı böyle alelacele kendisi soruşturmayı başlatarak Avrupa Birliği savcısının soruşturma yetkisini iptal etmiş oldu - ayrıca böyle bir gerginlik var. Bu da yeni bir taktik, Türkiye’de de bilinen bir taktik. Avrupa Birliği, yerli hukuk kurumlarının yanında veya üstünde yer alamayacağı iddiası, biliyorsunuz yerli ve milli olma iddiası çerçevesinde.
Hırvatistan’da Zoran Milanović’in seçilmesi ilginç çünkü bir taraftan sosyal demokrat bir figür, soldan gelen bir figür ama aynı zamanda da bir sol popülizm bile diyemeyeceğim bir sağ popülizm temalarını da işleyebilen bir cumhurbaşkanı. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına şiddetle karşı çıkmıştı ama daha sonra da Avrupa Birliği’nin Ukrayna’ya silah yardımı yapmasına da karşı çıktı, dolayısıyla kendisi bir Rusya taraftarı olarak muhalefet gösteriyor. Halbuki Milanović, kendisinin bir Rusya taraftarı değil, bir demokrasi taraftarı ve içişlerine karıştırmama taraftarı olduğunu söylüyor. Milanović’in pek yetkisi yok, Hırvatistan sistemi parlamenter sistem, başkanlık sistemi değil fakat Hırvatların gözünde bir taraftan Hırvatistan Demokratik Birliği’ne hükümeti kurma görevi verirken, seçmenler diğer taraftan da ona karşı en büyük karşı güç olarak, bir denge gücü olarak cumhurbaşkanına sarılıyorlar. Bütün bunları söylerken yalnız bir küçük şerh düşmek isterim çünkü katılım oranı yüksek değil: %44. Bu da biraz bu sistemde cumhurbaşkanı seçiminin hem o kadar önemli olmadığının göstergesi, hem de diğer taraftan özellikle kırsal kesimde ve gençler arasında seçime katılmanın düşük olduğunu, ilgilenilmediğini ve biraz da bir depolitizasyon yaşandığını da söyleyebilirim.
Ö.M.: Ben de bir ufak ilavede bulunayım izninle; yolsuzluktan bahsedince çeşitli ülkelerdeki, Euronews’ın bir haberi vardı yanılmıyorsam, yeni yılın ilk gününde çıkmıştı, Uluslararası Şeffaf Örgütü’nün 2023 için yaptığı endeksinde Türkiye’nin de yolsuzluk algısı endeksinde bir yılda 14 sıra birden gerileyerek 115. olduğu yani yolsuzluk meselelerinin de yükseldiği, yolsuzluk algı endeksi puanları ciddi ölçüde düşüş gösteren dünyadaki 12 ülke arasında yer aldığı haberi vardı.
A.İ.: Maalesef algı öyle de bunun karşılığı olarak yolsuzlukla mücadele konusunda ise hemen hemen hiçbir şey olduğu yok gördüğüm kadarıyla.
Ö.M.: Evet yok, aynen öyle.
A.İ.: Algı bir tarafıyla öyle ama o algı da seçmenlerin tavrında büyük değişiklikler getirmiyor maalesef.
Ö.Ö.: Niye ki? En son CHP belediyesinin ihaleye fesat karıştırmasından dolayı yolsuzlukla mücadele ediyorlar.
A.İ.: Tabii, doğru! CHP belediyesi olunca yolsuzluk ile mücadele ediyorlar!
Ö.M.: Onu atlamışız!
A.İ.: Tabii esas yolsuzlukların en önemli yönü ortaya çıktığı gibi Hırvatistan’da da özel sektör ile kamu sektörünün iç içe geçmesinin yarattığı yolsuzluk. Hırvatistan’da bu sağlık bakanlığı yolsuzluğu vesilesiyle Türkiye’deki ‘Yenidoğan çetesi’ne benzer ama ölümle sonuçlanmayan bir yapının olduğu ortaya çıktı. Kamu sektöründe çalışan doktorlar özel sektörde muayenehaneleri olduğu için kamu sektörüne gelen hastaları özel sektöre yönlendirip orada çok ciddi ücretler talep ediyorlarmış. Kamu sektörüne gidip de mecburen özel sektör muayenehanesine yollanan kişiler tarafından ifade edildiğine göre bu, bayağı ciddi bir huzursuzluk kaynağıymış. Bu konuda herhangi bir soruşturma, araştırma yapılmıyor halbuki çok bariz biçimde kullanılan bir yöntem olduğu söyleniyor.
Türkiye’nin dahil olduğu bir gerginlikten, çatışmadan bahsetmemiz lazım çünkü Suriye’de geçtiğimiz son iki-üç günde çatışmalar neredeyse sadece Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’yla Suriye Demokratik Güçleri arasında olduğu gibi fiziki çatışmalardan daha ziyade Türkiye tarafında hava saldırısı, topçu saldırısıyla Kobane kentinin güneyindeki bölgelerin bombalanması ön plana çıkıyor. Bunu şu sebeple söylüyorum, Suriye’de geçtiğimiz iki - üç günde yapılan, ortaya çıkan çatışmaların tablosuna, haritasına baktığımızda, bir bombardıman var. Yani Türkiye tarafından yapılmayan bombardımanlardan bir tane daha bombardıman var Türkiye dışından gelen ve o da İsrail’in Beka Vadisi’ndeki Matrak Köyü’nü bombalaması. Lübnan ve Suriye sınırının olduğu bölgede bir köyü bombaladı İsrail uçakları ama onun dışında başka yerde çatışma yok; çatışmaların hepsi Türkiye’nin hava saldırısıyla, İHA ve savaş uçaklarıyla Kobani’nin güneyine yapılan saldırılar - Şirin, Tişrin çevresi ve tabii ki ölümler de oralarda yoğunlaşmış durumda. Bunu şundan belirtiyorum; şu anda Suriye’de istikrar ve barış görüşmeleri yapılırken aslında bu görüşmeleri tehdit eden, tehdit altına alan gelişmelerin en önemlisi Suriye Demokratik Güçleri ile Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu arasında devam ediyor.
Diğer taraftan yeni kurulan hükümet Ahmet El Şara’nın başkanlığında askeri güçlerin, silahlı güçlerin Suriye’nin yeni oluşacak silahlı kuvvetlerine dahil edilmesi görüşmelerini aktif bir şekilde, hızlı bir şekilde devam ettiriyorlar. Bu konuda şimdilik sadece fiili olarak gerçekleşen görüşmeler var, bunun nasıl gerçekleştiğini, gerçekleşeceğini bilmiyoruz yani bu güçler dağıtılarak kişiler mi silahlı kuvvetler bünyesine alınacak yoksa bu güçler kendi içlerinde bir grup oluşturarak yani örneğin bir ekip, bir tugay, bir alay oluşturacak şeklinde mi olacak? Bunu bilmiyoruz. Bu önemli çünkü Suriye Demokratik Güçleri ile olan pazarlıklarda da, görüşmelerde de eğer Suriye Demokratik Güçleri, Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin içine dahil edilecekler ise ayrı üniteler olarak mı dahil edilecekler yoksa bireyler olarak mı dahil edilecekler? Bu konu tabii ki son derece önemli Suriye Demokratik Güçleri’nin pazarlıkları açısından.
Bir diğer yandan Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya, Finlandiya ve Danimarka, Suriye’ye uygulanan yaptırımların gözden geçirilmesini talep etti dün. Özellikle de bu hükümetin mali olarak desteklenmesi konusunda da ciddi öneri paketleri getirilmeye çalışılıyor ama şu aşamada şunu belirtmek lazım; Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Birliği Komisyonu’nun belli başlı ülkelerinin esas derdi, Suriye’nin yeniden istikrara kavuşmasından ziyade, ondan önce Suriye’deki cihatçı grubun, kişilerin Suriye dışına çıkarak kendi ülkelerine ve Avrupa Birliği ülkelerine gelmesinin nasıl engelleneceği konusu. Bu çok acıklı bir tavır Avrupa Birliği açısından, bunu belirtmek lazım, akılları fikirleri sadece buraya konsantre olmuş durumda.
Ö.M.: Evet, Avrupa Birliği’nin zaten alıştığımız bir varlık çalışma biçiminde - hatta harekâtı diyeyim - davranmasının çok dışında bir kaosun içine doğru sürüklendiği de söylenebilir.
A.İ.: Tabii, bir de seçimler var Almanya’da, Almanya’daki Dış İşleri Bakanı’nın Şubat seçimlerinden sonra - gerçi büyük ihtimalle seçimlerden sonra yani birkaç ay alacaktır yeni koalisyonun kurulması - artık o Yeşiller’den gelen dışişleri bakanının şimdiden pek bir etkisinin ve gücünün kalmadığını da görüyoruz aynı zamanda. Böyle bir kaosa gidiliyor. Evet, kaosun en simgesel figürü hangisidir sizce? Dünyada kaosu, her şeyi o bütün kaos etmenlerini vücudunda, kendisinde toplayan figür kimdir sizce?
Ö.M.: Donald Trump herhalde?
Ö.Ö.: Ben de Elon Musk diyeyim.
A.İ.: Elon Musk’tan daha çok Donald Trump. ABD’de başkan seçilince kendi kabinesini hazırlamaya başlar ama bu sefer ABD geleneklerinde olmayacak kadar hızlı ve yaygın biçimde Trump, kendi kabinesini oluşturdu. Trump’ın kabinesini oluşturan ekibin başında da Trump’ın oğlu var. Trump’ın oğlunun bu ekipte insanları dahil etmekteki ana kriteri, 2021’de Trump’ın yaptığı ayaklanma çağrısını destekleyip desteklemediği göstergesi. Bu ekibe bakıldığında şimdiki haliyle bunların bir kısmı belki senatoda onaylanmayacaktır ama niyeti göstermek açısından anlamlı. Kurumlar karşıtı bir koalisyon ile karşı karşıyayız – kurumlar, kurallar karşıtı bir koalisyon diyelim buna, kaos tam da bu değil mi Ömer?
Ö.M.: Aynen öyle yani hiçbir kural ve norm yok.
A.İ.: Evet, kurumlar ve kurallar karşıtı bir koalisyon iktidara gelmeye hazırlanıyor. Bunun ABD içindeki ana hedefi, federal devlet ve kurumları zayıflatmak, çökertmek. Bu federal devlet ile kurumları ve kurumlarındaki çalışanları derin devlet olarak tanımlıyorlar. Bunu tanımlayanların başında da istihbaratın başına getirilen Tulsi Gabbard var. Gabbard, istihbaratın başına gelecek ve ilginç bir kadın kendisi; Demokrat Parti’den seçilmiş eski Hawai milletvekili ve belli bir zamana kadar da Demokrat Parti içinde Bernie Sanders’ın destekçisi.
Ö.M.: Evet, işte hiçbir norm geçerli değil artık.
A.İ.: Evet, diğer taraftan Tulsi Gabbard gibi bir figürü getiriyor ki kendisi federal devlete düşmanlık ilan eden, bayrak açanların başında geliyor ve istihbaratın başına geçiyor! Bir de Marco Rubio var, o da dışişlerde şahinlerin başında yani gerçek bir cumhuriyetçi şahin.
Ö.M.: Sağlık bakanından da söz etmekte yarar var.
A.İ.: Sağlık bakanına gelmeden esas bir de kendi içinde çatışmalı figürler var ve bunlardan bir tanesi Elon Musk ki biraz evvel bahsettik. Musk, bir taraftan gümrük vergilerinin, ithalat vergilerinin kaldırılmasının Amerikan ekonomisine zarar vereceğini düşünen birisi çünkü kendi ticareti bunu gerektiriyor ama ticaret bakanlığına atanan kişi de Howard Lutnick. O da gümrük vergilerinin yükseltilmesinin olmazsa olmazına inanan bir radikal korumacı politika savunucusu. Bunların hepsi nasıl yan yana gelir, onu bilemiyoruz.
Ö.Ö.: Steve Bannon hakkında bilgiyi dün Açık Gazete’de verme fırsatını bulmuştuk; Elon Musk’ı ırkçı olmakla suçladı ve ‘ABD’yi yeniden muhteşem yapacağız’ hareketinden yani o Trump taraftarlarının hareketi MAGA hareketinden atmak için elinden geleni yapacağını söylemişti.
A.İ.: Evet, başka bir şey daha var; Elon Musk ve MAGA’dan diğer gelenlerin arasındaki çatışma potansiyeline en büyük örnek bu ama diğer taraftan çalışma bakanı olarak atanan Lori Chavez-DeRemer, sendikalara çok yakın bir isim ama bütçenin başına gelen Scott Bessent ise Wall Street yatırım fonunun başında, sıkı bütçe politikasının ana savunucu ve aynı zamanda yatırım fonu başkanı olarak. Zaten bir yatırım fonu başkanının bütçenin başına gelmesi başlı başına olay bence baktığımız zaman. Robert Kennedy’den bahsettin; o, Demokrat Parti’den gelen bir adam, onun da cumhuriyetçi seçmenlerle uyuşması, aşı karşıtlığı konusunda uyuşuyor ama kürtaj serbestliği konusunda uyuşması mümkün değil, kürtajın serbest bırakılmasını savunun bir sağlık bakanı.
Ö.M.: Her türlü aşının da kaldırılmasından da bahsediyor ki hakikaten inanılmaz sonuçlar çıkacak.
A.İ.: Bu hükümet zaten kendi içinde kaos yani dünyaya kaosu getirdiği gibi kendi içinde de kaos. Zaten zannediyorum bu yeni iktidar biçimi kaosu kendi içinde kaosla giderek artan bir biçimde kurumları zayıflatarak ve aynı zamanda başkanın o kaosu da kurumların zayıflatılmasının bir unsuru, başkanın iktidarının keyfiliğini güçlendirmek aynı zamanda. Bunu bilemeyiz ama zannediyorum ki bu kaos, stratejileri bilinçli olarak, insiyaki olarak gidilen yön kurumlarının zayıflatılması, kuralların ortadan kaldırılması ve güçlü konumda kalan kişinin, güçlü adamın, güçlü insanın, güçlü liderin elindeki keyfilik imkanlarını, keyfi iktidar imkanlarını arttırmak. Bunu biz kendi ülkemizden de biliyoruz.
Ö.M.: Tam da bu doğrultuda ben son olarak şunu eklemek istiyorum; bir seçim kampanyası sırasında Donald Trump bir kadınlar grubuna, ‘Verin oyunuzu ve rahat edin, bu oy kullanacağınız son seçim olacak’ demişti. Şimdi de oğlunu Grönland’a göndermesinden anlaşılıyor ki oğlunu da kendi yerine, kendi iktidarına bırakacak.
A.İ.: Tabii, bir de uluslararası planda hiç bilmediğimiz, duymadığımız, görmediğimiz şeyler oluyor; bir NATO ülkesi başka bir NATO ülkesinin topraklarını eğer gönüllü olarak parayla satmaz ise askeri müdahaleyle ilhak edeceklerini söylüyor. Putin ne yaptı, farklı bir şey yapmadı ki.
Ö.M.: Evet, yapmadı.
A.İ.: Tabii herkes şunu söylüyor ve belki de doğrudur; Trump çok konuşur ama bunların hepsini yapmaz. Bunu bilmiyoruz, tabii ki kurumların ABD’de direnme imkanları Putin’e karşı Rusya içindeki direnme imkanlarıyla kıyas kabul etmez derecede yüksektir. Elbette bu kaos, kendi içindeki kaos Trump’ın iktidarını güçlendirmenin yanında iktidarını çetrefilli hale getirme ihtimali de var aynı zamanda çünkü kaos yönetmek de başlı başına bir düzen ve intizam ister ki Trump’ta böyle bir şey yok, etrafındakilerde de yok ama bu yeni kaos stratejisi üzerine Naomi Klein, ‘şok stratejisi’ diyordu yani şok stratejisinin ötesine geçtik ve şimdi kaos stratejisiyle karşı karşıyayız.
Ö.M.: Evet, çok ilginç. Biraz önce bahsediyorduk zaten, Özdeş de sözünü ediyordu, şok doktrininin geçerli olduğundan. Bir de olabilecek en büyük çelişki de iklim krizi Trump’ı Grönland ve Panama Kanalı’na el koymaya gönderiyor diye de ironinin ve kaosun dik âlâsını da Oliver Milman yazmıştı The Guardian gazetesinde.
A.İ.: Bir de şu var tabii; Trump, sadece kendisini savunanları ve kendisine yönelik soruşturmaları bastırmakla görevli olanları etrafında topluyor; adalet bakanı, eski Florida savcısı, Trump’ın avukatı şimdi adalet bakanı oldu. Trump’ın diğer avukatı Kash Patel, FBI’nin başına geldi ve kendisi hiç FBI ile alakası olmayan bir adam.
Ö.Ö.: Zaten Trump’ın bir önceki dönemiyle şimdiki dönemi arasında birkaç önemli farktan biri bu, bu sefer sadakate önem veriyor. İkincisi önemli bir konu vardı, The Guardian’da görmüştüm yanlış hatırlamıyorsam; bir harita paylaştı Trump görmüşsünüzdür, Kanada- ABD arasında Grönland, Panama derken, daha önce ilk dönemi izolasyonist politikaları savunuyordu. Şimdi ise bayağı yayılmacı politikalara doğru gidiyor.
A.İ.: Şöyle bir izolasyon; hem yayılmacı - ama o yayılırken onun etrafını kapatmak yani kendisine bir imparatorluk kurmak gibi diyelim, dış sınırlarını kapatarak orayı güvenli, büyük ABD, zaten ‘Great America’nın ikinci versiyonu da bu. ABD’nin bu haliyle, bu coğrafyasıyla değil; genişlemiş coğrafyasıyla, büyümüş haliyle ABD’yi tasarlamak.
Ö.Ö.:Independent Türkçe’de vardı; bunun sebebi de belki şu, Çin, 2024’te ticaret fazlasının 990 milyar doları aştığını açıklamış. Temel mesele buradan kaynaklanıyor zaten herhalde.
Ö.M.: Galiba süreyi de bitirmek üzereyiz.
A.İ.: Bunu epey konuşacağız ama bu kaos ortamı tabii ki küçük diktatörlerin de, küçük orta boy güçlerin de, orta boy ülkelerinin de başındaki otokratların önünü açan bir şey, bunu da kabul edelim.
Ö.M.: Öyle.
A.İ.: Onların da işini kolaylaştırıyor aynı zamanda.
Ö.M.: Aynen öyle. Peki, bitirdik galiba süreyi de, çok teşekkür ederiz Ahmet.
A.İ.: İyi günler.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.