Common Dreams / 11 Nisan 2005
ABD'nin İran'a saldırmak üzere hazırlandığı şu sıralarda kesin olan bir şey var: Bush yönetimi savaşa girme sebebi olarak asla petrolden söz etmeyecek. Amerika yine, Irak'ta olduğu gibi, saldırmasının temel sebebi olarak kitle imha silahlarını öne sürecek. Başkan Bush'un ilk kez 2003'te söylediği ve sık sık tekrarladığı cümle "[İran'ın] nükleer silah yapmasına göz yummayacağız" oluyor. Ama tıpkı Irak'ta olduğu gibi, yasadışı silahları bulamamaları, yönetimin kitle imha silahlarını işgal için en büyük mazeret olarak kullanmasını nasıl boşa çıkardıysa, İran'a yönelik bir saldırının da, potansiyel nükleer güç iddiasıyla haklı çıkarılma girişimi şüpheyle karşılanmalıdır. Daha da önemlisi, ABD için İran'ın stratejik önemiyle ilgili yapılacak her türlü ciddi değerlendirme, İran'ın küresel enerji denklemindeki rolüne odaklanmalıdır.
Daha fazla yazmadan bir şeyi açıklayayım: Bush yönetiminin İran'ın askeri gücünü imha etmek konusundaki bariz kararlılığının ardındaki tek sebebin petrol olduğunu iddia etmiyorum. Washington'da İran'ın nükleer programı hakkında gerçekten kaygı duyan birçok ulusal güvenlik çalışanı olduğu şüphesiz; tıpkı Irak'ın silah gücüyle ilgili samimi kaygı duyan uzmanlar olduğu gibi. Ama hiçbir savaş tek bir nedenle başlatılmaz ve aralarında petrolün de bulunduğu birçok konunun, yönetimin Irak'ı işgal etmesinde rol oynadığı kamusal kayıtlarda açıkça görülüyor. Aynı şekilde, şimdi de İran'a olası bir saldırıyla ilgili karar sürecinde, birçok unsurun –petrol dahil olmak üzere- rol oynadığını varsaymak makul bir yaklaşım olacak.
Yönetimin karar verme sürecinde petrol unsurunun tam olarak ne ağırlıkta rol oynadığı şu anda mutlak bir kesinlikle belirleyebileceğimiz bir şey değil; ama bu yönetimin çeşitli üst düzey görevlilerinin düşünceleri ve kariyerlerinde enerjinin oynadığı önemli rol göz önüne alındığında ve İran'ın müthiş kaynaklarına bakıldığında, petrol faktörünü dikkate almamak saçma olur. Yine de Irak'la ilişkiler kötüleştikçe Amerikan medyasının durumla ilgili haber ve analizlerinin, olayın yönünü bu konudan başarıyla uzaklaştıracağından emin olabilirsiniz (Irak işgalinden önceki günlerde yaptıkları gibi)
Bir uyarı daha: Amerika'nın, İran'la ilgili stratejik planlarında petrolün öneminden söz ederken, İran'ın ülkemizin gelecekteki enerji gereksinimini tatmin etmekteki potansiyel rolü gibi bariz bir sorudan çok daha derine inmek gerekir. İran, İran Körfezi'nin kuzeyinde stratejik bir konumda yer aldığı için, toplamda bilinen dünya petrol rezervlerinin yarıdan fazlasına sahip olan Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin petrol yataklarını tehdit eder bir durumda. İran ayrıca, her gün dünya petrol ihracatının %40'ının geçtiği Hürmüz Boğazı'nın tam çaprazında yer alıyor. İlaveten, İran Çin, Hindistan ve Japonya'ya petrol ve doğal gaz tedarik edenlerin başında geliyor ve bu da Tahran'ın dünya meseleleriyle ilgili hedef olması için ek bir sebep oluşturuyor. Hükümetin stratejik hesaplarına, İran'ın ABD'ye önemli miktarlarda petrol ihraç etme potansiyeli kadar, petrolün bu jeopolitik boyutu da hakim oluyor.
Bunu söylerken, İran'ın gelecekteki enerji potansiyeliyle ilgili bir değerlendirme de yapayım. Oil and Gas Journal'ın (Petrol ve Gaz Dergisi) son yaptığı sayıma göre İran, dünya çapında kullanılmamış petrol yataklarına sahip ülkeler arasında, 125,8 milyar varille ikinci sırada. Bu kadar çok petrolle –dünyanın toplam petrollerinin yaklaşık onda biri- İran'ın küresel enerji denkleminde, ne olursa olsun, kilit bir rol oynayacağı kesin.
Ancak İran'ın durumunda önemli olan sadece miktar değil; gelecekteki üretim kapasitesi de aynı derecede önemli. Her ne kadar Suudi Arabistan'ın rezervleri daha fazla olsa da, şu anda azami sürdürülebilir orana yakın bir üretim yapıyor (günde yaklaşık 10 milyon varil). Muhtemelen gelecek 20 yılda üretimi çok fazla artmayacak; oysa ABD, Çin ve Hindistan'ın tüketiminin önemli oranda artmasıyla küresel talebin %50 yükselmesi bekleniyor. Diğer yandan İran ciddi bir büyüme potansiyeline sahip: şu an günde yaklaşık 4 milyon varil çıkarıyor ama üretimini yaklaşık 3 milyon varil daha arttırma kapasitesi olduğu düşünülüyor. Çok az ülkenin potansiyeli bu kadar yüksek, belki de hiçbir ülkeninki bu kadar yüksek değil, o yüzden İran'ın üretici olarak önemi önümüzdeki yıllarda mutlaka artacak, zaten bu şimdiden belli.
İran'ın elinde bol bol olan şey sadece petrol değil; bir de doğal gaz var.. Oil and Gas Journal'a göre, İran toplam dünya gaz rezervlerinin yaklaşık %16'sına, yani 26.6 trilyon metreküpüne sahip. (İran'dan daha fazla rezervi olan tek ülke 47,5 metreküple Rusya). Ve yaklaşık 170 metreküp gaz bir varil petrolün enerji hacmine sahip olduğuna göre İran'ın gaz rezervleri 155 milyar varil petrole eşit. Bunun anlamı, İran'ın tüm hidrokarbon rezervlerinin 280 milyar varil olduğudur - Suudi Arabistan'ın toplam rezervinin çok az gerisinde. İran bugün için gaz rezervlerinin çok azını üretiyor; yılda 76,5 milyar metre küp. Yani İran gelecekte çok daha fazla miktarlarda doğalgaz tedarik etme kapasitesine sahip az sayıda ülkeden biri.
Tüm bunlar, İran'ın gelecekte dünya enerji denkleminde çok önemli bir role sahip olacağı anlamını taşıyor. Doğal gaza olan küresel talebin, petrol dahil diğer tüm enerji kaynaklarına olan talepten daha hızlı arttığı düşünüldüğünde bu kesinlikle doğru. Halen dünyada gazdan çok petrol tüketiliyor olmasına rağmen, çok da uzak olmayan bir gelecekte, (belki de 2010'a kadar) petrol üretimi, dünya çapında sürdürülebilir en üst düzeyine çıkacağı ve bundan sonra da yavaş, ancak geri dönülmez bir biçimde düşmeye başlayacağı için, petrol temininin kısılması bekleniyor. Diğer yandan doğal gaz üretiminin daha on yıllarca en üst noktaya ulaşması pek olası değil. Bu nedenle petrolün daha kısıtlı olacağı zamanlarda, bu boşluğun büyük bölümünü doğal gazın doldurması bekleniyor. Ayrıca doğal gaz, özellikle kullanımında daha az karbon dioksit saldığı için, birçok uygulamada petrolden daha cazip. (Karbondioksit sera etkisine en fazla sebep olan gaz.)
Belli başlı ABD enerji şirketlerinin, İran'ın zengin petrol ve gaz rezervlerini geliştirmek için İran'la çalışmaya hevesli olacakları şüphesiz. Ne var ki şu anda, 1995 yılında Başkan Clinton tarafından imzalanan ve Mart 2004'te Başkan Bush tarafından yenilenen 12959 nolu kararname nedeniyle bunu yapmaları yasaklanmış durumda. Ayrıca ABD İran'la iş yapan yabancı şirketleri (1996 tarihli İran-Libya Ambargo Yasası uyarınca) cezalandırmakla tehdit etmiştir, ama bu birçok büyük şirketin İran rezervlerine ulaşma çabalarını engellememiştir. Yeni ekonomisini çalıştırmak için büyük oranda ilave petrol ve gaza ihtiyaç duyacak olan Çin Halk Cumhuriyeti İran'ı yakından izliyor. Enerji Bakanlığı verilerine göre 2003 yılı petrol ihracatının %14'ü İran'dan gelmiş ve gelecekte bu oranın daha fazla olması bekleniyor. Ayrıca Çin'in gelecekte likit doğal gaz ihtiyacının büyük bir bölümü için de İran'a güveneceği tahmin ediliyor. Ekim 2004'te İran, Çin'in büyük bir enerji şirketi olan Siponec'le, büyük gaz sahalarından birinde ortaklık yapılması ve daha sonra likit doğal gazın Çin'e nakledilmesine dair bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın tamamen gerçekleşmesi halinde, bu yatırım Çin'in sınır ötesi en büyük yatırımlarından biri olacak ve iki ülke arasında önemli bir stratejik bağı temsil edecek.
İran'dan gaz ve petrol almak konusunda Hindistan da hevesli. Ocak ayında Hindistan Gaz Ltd. (GAIL) İran Ulusal Gaz İhracat AŞ ile, Hindistan'a yılda 7,5 milyon ton gaz transferi konusunda 30 yıllık bir sözleşme yaptı. Yaklaşık 50 milyar dolar değerindeki bu anlaşma, İran gaz sahalarının geliştirilmesine Hindistan'ın da dahil olmasını gerektirecek. Daha da önemli bir nokta, Hindistan ve Pakistan yetkilileri İran'dan, Pakistan üzerinden Hindistan'a 3 milyar dolar değerinde bir doğal gaz boru hattı döşenmesiyle ilgili görüşme halindeler – iki ezeli düşman için çok önemli bir adım. Tamamlanması durumunda boru hattı her iki ülkeye de önemli oranda gaz sağlayacak ve Pakistan'a geçiş ücreti olarak yılda 200-300 milyon dolarlık bir gelir sağlayacak. Pakistan Başbakanı Şevket Aziz, Ocak ayında yaptığı açıklamada "Doğal gaz boru hattı hem İran, hem Hindistan ve hem de Pakistan için kazançlı bir anlaşmadır" dedi.
Boru hattının, 1947'den beri Kaşmir yüzünden üç kez savaşmış ve bu sorunlu bölgenin gelecekteki statüsü konusunda çıkmaza girmiş iki nükleer güç olan Hindistan ve Pakistan arasında bir uzlaşma olasılığı olarak bariz bir cazibesi olmasına rağmen, bu proje ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından geçenlerde Hindistan'a yaptığı gezi sırasında kınandı. 16 Mart'ta Hindistan Dışişleri Bakanı Natwar Singh ile Yeni Delhi'de yaptığı görüşmenin ardından, "İran ve Hindistan arasındaki doğal gaz boru hattı işbirliğiyle ilgili kaygılarımızı Hindistan hükümetine ilettik" dedi. Aslında yönetim İran'a ekonomik fayda sağlayacak her türlü projeye destek vermemeye niyetli olduğunu kanıtladı. Yine de Hindistan'ı boru hattıyla ilgili çalışmalara devam etmekten caydıramadı.
İran'la enerji bağlantıları konusunda Japonya da Washington'la ipleri kopardı. 2003 başlarında üç Japon şirketinden oluşan bir konsorsiyum, 1 milyar varil petrol rezervi olduğu tahmin edilen, İran Körfezi'ndeki Soroush-Nowruz bölgesi denizinde tesis yapımının %20 payını elde eti. Bir yıl sonra İran Offshore Oil Company, Soroush-Nowruz ve diğer deniz alanlarından doğal gaz çıkarılması için Japon JGC Şirketi'yle 1,26 milyar dolarlık bir kontrat imzaladı.
Bu nedenle, Bush yönetimi görevlilerinin, küresel enerji denkleminde İran'ın rolünü değerlendirirken iki ana stratejik amaçları bulunuyor: İran petrol ve gaz yataklarını Amerikan şirketlerinin çıkarları için kullanma isteği ve küresel enerji pazarında Amerika'nın rakipleriyle İran'ın giderek artan bağları. ABD yasaları uyarınca, bu amaçlardan ilkine ancak Başkan'ın 12959 nolu kararnameyi yürürlükten kaldırmasından sonra ulaşılabilir. İran Amerika karşıtı mollaların kontrolünde olduğu ve potansiyel bomba üretimi uygulamalarıyla uranyum zenginleştirme çalışmalarından vazgeçmeyi reddettiği sürece bu pek mümkün değil. Aynı şekilde, İran enerji üretimi ve ihracatına Amerikalıların girmesi yasağı, Tahran'a diğer tüketici ülkelerle ilişki kurmaya çalışmaktan başka bir yol bırakmıyor. Bush yönetimine göre bu sevimsiz manzarayı değiştirmenin aleni ve hemen uygulanabilecek tek bir yolu var—İran'da "rejim değişikliğini" teşvik etmek ve şimdiki iktidarı ABD'nin stratejik çıkarlarına çok daha yakın bir iktidarla değiştirmek.
Bush yönetiminin İran'da resim değişikliğini teşvik ettiğine şüphe yok. Başkan'ın 2002 yılında yaptığı "Ulusa Sesleniş" konuşmasında İran'ı, Saddam'ın Irak'ı ve Kim Song İl'in Kuzey Kore'siyle birlikte "Şer Ekseni" ilan etmesi bunun şaşmaz bir göstergesi. Bush duygularını 2003 yılında, Tahran'da öğrencilerin hükümet karşıtı gösteriler yaptığı sırada bir kez daha açığa vurdu. "Bu, insanların daha özgür bir İran istediklerini dile getirmeye başladıklarını gösteriyor; bence olumlu bir gelişme" dedi. Beyaz Saray'ın konuyla ilgili tutumunun daha bariz bir göstergesi ise, Savunma Bakanlığı'nın şimdi Irak'ta üslenmiş olan İran Halkın Mücahitleri'ni tam olarak bertaraf edememesidir. Halkın Mücahitleri, İran'da terör eylemleri yapmış ve Dışişleri Bakanlığı'nın terörist örgütler listesine girmiş bir hükümet karşıtı milis grubudur. 2003 yılında Washington Post'un verdiği habere göre bazı üst düzey yöneticiler, Halkın Mücahitleri'ni, Afganistan'da Taliban'a karşı Kuzey İttifakı'nı kullandıkları gibi, İran'da kendilerine vekil etmek istiyorlar.
İran liderleri Bush yönetiminin ciddi tehdidi altında olduklarının son derece farkındalar ve böyle bir saldırıyı önlemek için gereken adımları attıklarına şüphe yok. Burada da hem Tahran hem de Washington'un hesaplarında ana unsur petrol. Olası bir Amerika saldırısını engellemek için İran, Hürmüz Boğazını kapatmak veya İran Körfezi'nde petrol nakliyesini engellemekle tehdit ediyor. İran İcra Konseyi Sekreteri Mohsen Rezai 1 Mart tarihinde yaptığı açıklamada, "İran'a yapılacak bir saldırı Suudi Arabistan, Kuveyt ve tek kelimeyle tüm Ortadoğu petrollerini tehlikeye atmakla aynı anlama gelir" dedi.
ABD Savunma Bakanlığı bu tür tehditleri çok ciddiye alıyor. Savunma İstihbarat Teşkilatı yöneticisi Oramiral Lowell E. Jacoby, 16 Şubat'ta Senato İstihbarat Komitesi'ne verdiği ifadede, "İran'ın, ağırlıklı olarak hava ve deniz güçlerini ve bazı kara güçlerini kullanacağı katmanlı bir stratejiyle, kısa sürede Hürmüz Boğazı'nı kapatabileceğini düşünüyoruz" dedi.
Bu tür saldırıları planlamanın Pentagon görevlileri için temel öncelik olduğuna şüphe yok. Ocak ayında kıdemli araştırmacı gazeteci Seymour Hersh New Yorker dergisinde, Savunma Bakanlığı'nın İran'da gizli keşif operasyonları yürüttüğünü yazdı. Bu operasyonların amacının büyük olasılıkla, gelecekte hava ve füze saldırısıyla vurmak için İran'ın nükleer ve füze tesislerinin yerini saptamak olduğunu belirtti. Üst düzey askeri personelle yaptığı görüşmelerle ilgili, "Bana sürekli sonraki hedefin İran olduğu söylendi" diyordu. Hersh'in yazısından kısa bir süre sonra Washington Post, Pentagon'un, silah alanlarının yerlerini doğrulamak ve İran hava savunmasını test etmek için İran üstünde insansız keşif uçakları uçurduğunu ortaya çıkardı. Post'un haberine göre, "[Bu tür] hava casusluğu, eninde sonunda gerçekleşecek olan hava saldırısı için standart bir askeri hazırlıktır." Ayrıca tahminen perde arkasından ABD'nin desteğini alarak, İsrail'in İran silah tesislerine saldırı yapma olasılığıyla ilgili ABD ve İsrail arasında görüşmeler yapıldığına dair haberler dolaşıyor.
Aslında Washington'un, İran'ın kitle imha silahlarının ve balistik füzelerin peşinde olmasıyla ilgili kaygısının çoğu, İran'ın ABD'ye doğrudan saldıracağı korkusundan ziyade, Suudi Arabistan, Kuveyt, Irak ve diğer İran Körfezi petrol üreticileri ve İsrail'in güvenliğiyle ilgili korkularından kaynaklanıyor. Şubat ayında verdiği demeçte, "Bölgede komşularının ve Körfez'in güvenliğini tehdit edebilecek askeri kapasiteye sahip tek ülke İran" diyen Jacoby "İran'ın balistik füze stokunu genişletmesinin bölgedeki ülkeler için potansiyel bir tehdit oluşturduğunu söyledi. Amerikalı liderlerin tasfiye etmeye kararlı oldukları şey, işte bu bölgesel tehdit.
Bu bağlamda, planlanmakta olan İran'a saldırının temel itkisi, tıpkı ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi gibi, ABD'nin enerji tedarikçilerinin güvenliğiyle ilgili yaşadığı endişe. Beyaz Saray'ın Irak'la savaşa girmesinin nedenlerini en iyi ifade eden Başkan Yardımcısı Dick Cheney (Ağustos 2002'de Savaş Gazileri'ne hitap ederken) Irak tehdidini şöyle tarif etti: "Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarıyla ilgili tüm arzuları gerçekleşmiş olsaydı, sonuçları Ortadoğu ve ABD için korkunç olacaktı… Bu terör silahlarına bol miktarda sahip olan ve dünya petrol rezervlerinin %10'una sahip olan Saddam Hüseyin'in tüm Ortadoğu'yu hakimiyeti altına almak, dünya enerji stoklarının büyük bir bölümünün kontrolünü ele geçirmek ve Amerika'nın bölgedeki dostlarını doğrudan tehdit etmek istemesi beklenen bir durumdur." Elbette ki Bush'a yakın kişiler için bu kabul edilmesi imkânsız bir durum. Ve yapılması gereken tek şey, Saddam Hüseyin yerine "İranlı mollalar" ifadesini koymak. Böylece Bush yönetiminin savaş için ihtiyacı olan nedeni hazırlamış olursunuz.
Yani, halka İran'ın kitle imha silahlarından bahsetseler bile, yönetimin kilit adamlarının, İran'ın küresel enerji denklemindeki rolünü ve küresel petrol akışını önleme gücü gibi jeopolitik konuları düşündükleri kesin. Tıpkı Irak meselesinde olduğu gibi, Beyaz Saray bu tehdidi ilelebet ortadan kaldırmaya kararlı. Yani kısacası, yönetimin İran'la savaşmak için tek nedeni petrol olmasa da, savaş olasılığını yükselten bütün stratejik hesaplamalarda bu önemli bir unsur.
Çeviren: Özlem Dalkıran
* South Pars, İran ve Katar arasında paylaşılan, dünyanın en büyük doğal gaz alanı.
Michael T. Klare, Hampshire Üniversitesi'nde Barış ve Dünya Güvenlik Çalışmaları profesörü ve "Blood and Oil: The Dangers and Consequences of America's Growing Dependency on Imported Oil" ("Kan ve Petrol: Amerika'nın Giderek Büyüyen İthal Petrol Bağımlılığın Tehlikeleri ve Sonuçları") adlı kitabın yazarı.