Bir komplo teorisi: Derin devletin Erdoğan'a kumpası mı?

-
Aa
+
a
a
a

Beklenen erken seçimi, “Bana bir koca lâzım, o da bu gece lâzım” telaşıyla baskın seçime dönüştüren işaret, hamle, emir -ne derseniz deyin- her zaman olduğu gibi yine Devlet Bahçeli’den geldi. 

Kaynak: T24 (25 Nisan 2018)

Onlarca yıldır en kritik anlardaki müdahaleleriyle siyaseti dizayn eden Devlet Bey’in bu türden ataklarını sayıp dökmeye gerek yok, çok yazıldı. 2002’de kendisinin de ortağı olduğu Ecevit hükümetini sona erdiren erken seçim çıkışını, 7 Haziran seçimleri sonrasında hiçbir koalisyonda olmayacağını ilan ederek AKP’ye yol vermesini, Ekim 2016’da “fiili duruma hukukî boyut kazandırmak gerek” diyerek başkanlık sistemini acilen Meclis’e sunma çağrısını, ardından Cumhur İttifakı hamlesini, son olarak da, Erdoğan ve AKP’nin zinhar erken seçim yok demelerine karşılık Ağustos’ta erken seçimi ortaya atmasını hatırlamak yeter.

Söyleyene bakma söyletene bak

Devlet Bahçeli nobran kişiliği, yetersiz formasyonu, şoven milliyetçiliği, dünyayı ve çağı anlamaktaki körlüğü, iç ve dış siyasete sadece savaş, kan, çatışma, şiddet merceğinden bakmasıyla, bir ülkenin gününü ve geleceğini belirleyebilecek, kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir lider değil. Hele de Tayyip Erdoğan gibi birini burnundan sürükleyebilecek biri hiç değil. Gücünü nereden alıyor peki?

Hükümetler, iktidarlar, devlet kurumları, siyasetçiler, başbakanlar, cumhurbaşkanları geçip giderken varlığını koruyan düşmez kalkmaz derin devletten…

Biliyorum; bu derin devlet konusu netamelidir. Kimler bunlar, falan diye sorulduğunda cevabı kolay değildir. Bu yüzden iddialı konuşamam. Ama, bunca yıldır toplumu ve siyaseti izleyen gözleyen, çeşitli çevrelere kulağı delik biri olarak şu kadarını söyleyebilirim: Eskilerin “hikmet-i devlet” dedikleri, Batılıların yaygın olarak Fransızcasını benimseyip “Raison d’état” diye adlandırdığı zihniyettir. O “hikmet”in, o “aklın” temsilcileri değişse de hikmet veya zihniyet devam eder.

Türkiye gibi Osmanlı’dan ceberrut devlet geleneğini devralmış ülkelerde, ulus-devletin kuruluşu sürecinde devlet aklı; tekçi, milliyetçi, asimilasyonist, militarist kodlara sahip çıkar. Devletin beka’sı adına bu kodların bekçiliğini yapar. İşler sarpa sardığında, yönetenler yönetemez olduğunda, büyük ekonomik-toplumsal kriz dönemlerinde devreye girer. İktidarları yönlendirir, güder, olmadı askerî ya da sivil darbelerle müdahale eder.

Derin akıl tutucudur, statükocudur. Temel kodlara aykırı kökten değişimci gelişmeleri engellemekle görevlidir.  Türkiye’de solun, işçi-emekçi hareketinin yükselişine set çeken 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini, AKP’nin iktidara gelişini engellemeye yönelik çeşitli provokasyonları, darbe teşebbüslerini, Kürt halkına yönelen kıyımları, Dersim’i, Ermeni tehcirini, 6-7 Eylül’ü, Kıbrıs meselesini, daha nicelerini hatırlayalım…

Derin devleti yekpare bir bütünlük olarak düşünmemek gerekir. Kendi içinde de ideolojik kanatlar, farklı görüşler, gözlerini farklı mihraklara, farklı yönlere dikmiş olanları barındırır. Bunların arasında zaman zaman çatışmalar da çıkabilir. Emrindeki kontrgerilla (gladyo) türü yapılar, provokatörler, silahlı çeteler dışında bir de yasal siyasete katılıp siyaseti biçimlendiren temsilcileri, sözcüleri vardır.  Devlet Bahçeli’nin, misyon sahibi, yani organik olarak veya zihniyet uyuşması nedeniyle onlardan biri olduğunu düşünüyorum .

Erdoğan’ın teslim alınış süreci

2002’de iktidara gelen Erdoğan ve partisinin 2007’ye hatta 2010’lara kadar       reformcu çizgide olduğunu siyasî karşıtlarının çoğu da kabul eder. Batı’nın (özellikle ABD’nin) bugün tümüyle çökmüş ılımlı İslam projesinin ürünü olmakla birlikte, bu projenin Türk derin devletinin kerhen de olsa onayını almış olduğu unutulmamalı.

Devlet aklı çoğu zaman savaşçı, kötücül ve melundur ama budala değildir. 2000’lerin başlarında dünya ve ülke koşullarının, artık seçkinci vesayetçi rejimi olduğu gibi sürdürmeye olanak tanımadığının, dipten gelen dalgaların yarattığı baskının farkındadır. Üstelik denenen çeşitli müdahaleler AKP’nin siyasî iktidarına engel olamamıştır. Ancak, on beş yıl sonra derin devlet refleksi açısından, her alanda çuvallamış, işleri yüzüne gözüne bulaştırmış, Türkiye’yi büyük bir ekonomik ve siyasî krizin eşiğine getirmiş, dış dünyada ve bölgede attığı her adımla ülkeyi felakete sürükleyen Erdoğan’ı taşımak artık zorlaşmıştır. Ilımlı İslam projesinin çöküşü, Batı dünyasının krizi, yeni dünya dengeleri arayışı da hesaba katıldığında, proje yatmış, ya da miadını doldurmuştur.

Erdoğan’ın 2011-2012 sonrasında, reformculuğunu yitirdiğini; iç ve dış koşulların değişmesine ve FETÖ tehdidine bağlı olarak kendisinin ve iktidarının beka’sı uğruna adım adım derin devlete teslim olduğunu görüyoruz. Bu teslimiyetin tescili, 7 Haziran seçimlerinin yarattığı şokuna ardından 2015 Temmuzunda çözüm masasının devrilmesidir. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Erdoğan içerde ve dışarda attığı her adımla Bahçeli’nin kucağına biraz daha düşmüştür.

Derin akıl Erdoğan’dan neden vazgeçer?

Madem ki komplo teorisi kuruyorum, şu soruyu sormalıyım: Bahçeli’nin erken seçim çıkışı, askerî darbe’nin olası görünmediği koşullarda Erdoğan’ı kendi kazdığı kuyuya (Başkanlık rejimi, vb.) düşürüp tasfiyesine yönelik olabilir mi? Bahçeli’yi idare ettiğini, ondan yararlandığını sanan Erdoğan iplerin gerçekte kimin elinde olduğunu farketmiş midir? Belki fark etmiştir ama batağa saplandığını kendisi de bildiği için eli mahkûmdur.

“Milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyen, inancı-ideolojisi gereği ümmetçi olması gereken Erdoğan şoven Sünnî Türk milliyetçisine dönüştüğüne, pek çok konuda devlet aklına teslim olduğuna göre, derinlerdeki akıl ( aslında halkın ve ülkenin aydınlık yarınlarına ipotek koyan akılsızlık) neden ondan kurtulmaya çalışsın sorusunu soracak olursanız, cevabı basit: Her şeyi ağzına yüzüne bulaştırdığı, “müesses nizam”ı bütün kurumlarıyla değiştirmede ve kendi iktidarını kurmada pervasızca ileri gitti, ülkeyi her alanda yıkımın eşiğine getirdiği, kendi beka’sını derin devletin bekçiliğini yaptığı devlet beka’sının önüne geçirdiği için…

Barış ve demokrasi güçleri için fırsat

Hem devlet aklını hem de ona teslim olmuş Erdoğan’ı alt etmek için önümüzde kolay kolay ele geçmeyecek bir fırsat var. Türkiye barış-demokrasi-emek güçleri bu defa başarabilecekler mi? Başarabilecek miyiz?

Çok güçlü görünen, kimilerini umutsuzluğa kaptıran iktidar hiç bu kadar güçsüz olmamıştı. Son günlerde muhalefetten gelen ummadıkları hamleler, beklemedikleri yakınlaşmalar, dirsek temasları, güçbirliği arayışları karşısında eteklerinin nasıl tutuştuğu, ne yılanlara sarılmaya çalıştıkları, nasıl çırpındıkları ve gerildikleri apaçık ortada.

Bu aşamada önümüze tek hedef olarak tek adam diktasını ne pahasına olursa olsun engellemeyi koyarsak; bunun için örgütsel, grupsal, bireysel, siyasal, ideolojik farklılıkları ve ayrılıkları aşıp tek hedefte birleşebilirsek başarırız.

Dün bazı gazetelerde çıkan bütün siyasal partilere ve güçlere seslenen, Demokrasi İçin Birlik, Yurttaş Girişimi, Diyalog Grubu imzalı ilanda belirtildiği gibi: Sadece siyasi değil hayati bir kararın eşiğindeyiz. Halk; huzur, barış, eşitlik, özgürlük, adalet istiyor. “Tek adam iktidarına son verecek güç sizde. Tarihi sorumluluk önünüzde…..Halk sizden güç birliği istiyor.”

Ne derin devlet ne de Erdoğan yenilmezdir. İş ki biz yeterince umutlu ve birlikli olalım.