Kavanozdaki Yıldız’da programcılarımız depremin ardından teknolojik imkânların sivil toplum tarafından nasıl kullanıldığını konuşuyor.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)
İsmail Başöz: Merhabalar, Açık Radyo'dayız. Büyük bir acı içindeyiz gerçekten. Deprem bölgesinde yaşananlar herkesin malumu, herkesin acısını paylaşıyoruz ya da paylaşmaya çalışıyoruz. Hepimizin başı sağolsun, geçmiş olsun. Malum teknolojinin sosyal toplumsal etkileri programını yapıyoruz uzun yıllardır. Bu süreçte de teknolojik imkânların sivil toplum tarafından nasıl kullanıldığını konuşmaya başlayacağız. Herhalde önümüzdeki zamanlarda da bununla devam edeceğiz.
Öncelikle belirteyim, bu tür organizasyonlardan bir tanesi olan İhtiyaç Haritası grubuyla birlikte olacaktık. Sağ olsunlar. Kabul ettiler önce ama sonra gerçekten vakit bulamadıklarını, şu anda çok yoğun çalıştıklarını söyleyip belki önümüzdeki haftalar için bir araya gelebileceğimizi söylediler. Bunu neden söylüyorum: Çünkü aktif olarak çok fazla çalışıyor birçok insan. İhtiyaç haritası da bunlardan biri. Ve bugün diğer örneklerinden de bahsedeceğiz. Harita teknolojisi tabanlı çalışan birçok organizasyon var. Ben de yeni öğreniyorum. Ne demekmiş bu harita teknolojisi? Harita tabanlı çalışmalar. Biz bugün değişik örnekleri vereceğiz. Çünkü güvenilir bilgiye ulaşmak gerçekten çok zorlaştı. Bunu sağlamaya çalışan, sivil toplumdan birçok iyi niyetli, iyi çalışan insanlar olduğunu görmeye başladık. Tabii ki zaman doğrulayacak bu söylediklerimizi de bir yandan ama. Şu anda görüldüğü kadarıyla AHBAP, İhtiyaç Haritası gibi oluşumlar insanların güven noktaları olmaya başladılar. Ama bunun dışında da birçok, özellikle online organizasyonlar, bugün üzerine konuşmak istediğimiz online çalışan sivil girişimler oluşmaya başladı.
Bu programı biz yapmaya başladığımızdan beri mottomuz olan “teknoloji nötrdür, onu nasıl kullandığın önemlidir” söylemiyle devam edelim. Şu anda gerçekten sivil kuruluşlar, sivil bireyler, sivil oluşumlar bu konuda çok büyük çaba gösteriyorlar. Ve gerçekten umut verici bir durum oluşuyor. Sivil dayanışmanın, toplumsal dayanışmanın örneklerini çok iyi bir şekilde izliyoruz, hâlâ. Bununla beraber tabii ki yine teknolojik olarak önümüze çıka(rıla)n engeller var.
1999 depreminde Açık Radyo’nun aldığı pozisyon tartışılmaz çok çok önemliydi. Ben küçük anımı anlatayım. Kuzguncuk'ta üç dört arkadaş, iki tane bilgisayar, bir tane de faks makinesiyle Yalova, özellikle Değirmendere bölgesinden gelen ihtiyaç taleplerini sıralayıp, bugünkü gibi sosyal medya gibi imkânlar yokken, herkesin her yere her an ulaşabildiği bir halde değilken, sadece taleplerle malzemeleri eşleştirmek üzerine, zaman içerisinde umduğumuzdan büyük bir yardım şekline dönüşen bir organizasyona girmiştik. Gelen talepleri hem tanıdıklarımıza, tedarik edebilecek insanlara ama en çok da Açık Radyo’ya bildiriyorduk ve bizim gibi birçok insan bunu yapıyordu. Şu anda hâlâ program yapmaya devam eden sevgili Gürhan Ertür'ün de, onların arkadaşlarının da, Ayşe Çavdar’ın yine bugün Medyascope'ta anlattığı Osman Kavala’ların, Mücella Yapıcı’ların da birlikte kurdukları bu tür eşleştirme organizasyonlarının sesi Açık Radyo olmuştu. Şimdi o zamandan farklıyız. Yani Açık Radyo’nun bu tür bir eyleme girmesine çok mahal yok şu anda belki de. Çünkü sosyal medya sayesinde çok rahat birbirine ulaşabiliyor insanlar. Ama o zamanki teknoloji kullanımı içerisinde çok iyi bir yol olmuştu bizim için. Gelen talepleri iletiyorduk. Radyodan anons yapılıyordu. Ve insanlar bir şekilde ihtiyaçları eşleştirme konusunda yardımcı olabiliyorlardı. Şimdi sosyal medya ya da şu anki internet teknolojisi bu konuda çok büyük alan açıyor.
Haluk Levent: Evet, ben daha genel bir noktadan gelmek istiyorum meseleye. Bu bizim haftalarca konuştuğumuz konularla da çok ilgili bir mücadele alanı aslında. 1999 depreminde devlet yardım anlamında paralize oldu. O paralize olunca insanlar küçük ölçeklerde, sonra giderek bunlar birbiriyle de iletişim haline geçerek daha büyük ölçeklerde eşgüdüm sağladılar. Açık Radyo da işte bu iletişimin önemli santral noktalarından bir tanesiydi. Yani telefon santrali gibi çalışıyordu. Hem de programlarla değerlendirerek yol gösterici bir işlevi taşıyordu. Bir yurttaş insiyatifi ortaya çıktı. Bu aynı zamanda sivil toplumun Türkiye'de ilk kez hem kendi öz güveninin yükseldiği hem de toplumun aslında bu sivil toplum hareketlerinin bir parçası olduğunun farkına vardığı ve bunun hayat kurtaracak ölçüde işlevsel olduğunu gördüğü bir an oldu. Bu bence devletle yurttaş arasındaki ilişkinin dönüm noktalarından bir tanesiydi Türkiye'de. Dolayısıyla oradan başlayan süreç, Avrupa Birliği entegrasyon ihtimali de ortaya çıkınca iyice genişledi, hayat buldu. Ve bu bizi geziye getirdi. Çünkü Gezi’de ilk defa bu sefer bir başka dönüm noktası olarak bu sivil toplumun yani yurttaş bilincinin siyasi alanda da bir sözünün olabileceğini gösterdi. İşte devleti en fazla korkutan şey buydu. Orada devlet sivil topluma ve özellikle bu tür kampanyaların bizatihi kendisine örgütleyicilerine savaş ilan etti.
Sosyal medyayı falan çok konuşurken hep bahsettiğimiz bir şey vardı: Şimdi bu savaşın aynı zamanda yurttaşın kendisini de hedef aldığını ortadan kaldırmaya çalıştığını ve sürüleştirilmeye çalıştığını söylüyorduk. Ben bunu uzunca bir süredir “neoliberal saldırının üçüncü evresinin” başladığından bahsediyordum, yani kamunun kendisini doğrudan doğruyu hedefleyen bir saldırının başladığına. Dolayısıyla bunda da örtüştü. Yani bu Türkiye'de devletin yurttaş inisiyatifini sürekli bastırması, her şeyi merkezi olarak örgütlemeye çalışması, bu çerçevede âdem-i merkeziyetçi her türlü en ufak kırıntıyı ortadan kaldırması işte bugün duvara tosladı. Şimdi bence bu üçüncü uğrak noktası, Türkiye'de devletin bütün aygıtlarıyla beraber, bütün imkânlarıyla beraber bastırmak üzere harekete geçtiği sivil toplumu bastıramayacağı ortaya çıkmıştır. Artık Türkiye'de merkezî devlet, merkeziyetçilik ölümcül, habis bir zihniyet olarak iyice açığa çıkmıştır.
Bu açıdan da bu deprem deneyimimiz çok maliyetli inanılmaz büyük acılarla ve neredeyse bir “fail-state” görüntüsü yayacak ölçüde genişlemiş ve bunu gösterecek ölçüde örneklerle bizi karşı karşıya bırakmış olsa da ben, bu tarafından bir parça olumlu birşey ortaya çıktığını düşünüyorum açıkçası. Bu çerçevede de sosyal medyanın işlevinin çok olduğunu, çok iyi olduğunu ve bir tür ağ topluluğu olarak örgütlenip faaliyet gösterebilecek zemini teknolojik olarak oluşturduğunu ve bunun da gelecekteki toplum hayallerimiz için önemli bir deneyim birikimi oluşturduğunu söyleyeceğim.
Fethiye Erbil: Ve ben de Haluk'un bıraktığı yerden alarak devam edeyim. Hepimizin uzun zamandır farkında olduğu ama bir şekilde toplumsal dönüşüm olarak sonucunu göremediğimiz bir gerçeklik var: Türkiye toplumuyla siyaset kurumu birbirini yansıtmıyor. Bu kurumunun içine sadece iktidar girmiyor. Muhalefet de giriyor. Bu ikisi arasında aynı depremdeki gibi örtüşmez bir kayma var. Türkiye toplumu bu kadar kutuplaşmış, bu kadar birbirini düşünmeyen, birbirine el uzatmayan, birbirine düşman kategorilerden, kamplardan oluşmuyor. Biz bunu çeşitli toplumsal hareketlerde gördük. Büyük felaketlerde görüyoruz. Biz bunu pazartesi sabahının erken saatlerinden itibaren de görmeye başladık. Nasıl gördük? Ben de bu haberi alırken seninle kayıttan önce konuştuğumuz gibi, bir şekilde sabah erken uyandım ve ilk yaptığım şey her zaman Twitter'a bakmak. Uyanınca kötü bir alışkanlık belki ama bu sefer gerçekten kötü bir haberle uyandım. Ve gün boyunca, ben sıradan bir vatandaş olarak ne yapabilirim diye oradan takip ettim ne olup bittiğini. Oradan edindiğim bilgi, saat 10.00’a kadar oradan edindiğim bilgi, belki de devletin yetkili kurullarının edindiği bilgiden daha fazlaydı, tablonun kötülüğünü tablonun korkunçluğunu karanlıklığını anlaması ve müdahale için hazırlık yapabilmesi adına…
Ben bunu kendi tecrübemi anlatmak için söylemiyorum, örneklendirmiyorum. İnsanlar doğrudan Twitter'ı, Instagram'ı ve bizim hiç bilmediğimiz ama zaman zaman programda sözünü ettiğimiz TikTok’u kullanmaya başladılar. Enkaz altından insanlar TikTok videoları attılar. İnsanların ilk aklıma gelen şey sevdiklerine belki bir SMS atmak. Bir de bunu Twitter'a yazmak. Ve bu şu ana kadar, şu saate kadar devam ediyor. İlk büyük mecra sosyal ağdır bence ve bu sosyal ağ üzerinden insanlar, hayatta olduklarını, nereye vinç gerektiğini, nerede ses olduğunu, nereye kıyafet gerektiğini, nereye ısınma gerektiğini yazıyorlar.
İ.B.: Çok acayip değil mi? Gerçekten enkaz altından, insanların enkaz altından yazmaları, nerede olduklarını yazmaları. Bir durup düşünelim. Bu çok acayip bir şey.
F.E.: Gerçekten yani hayatta kalma içgüdüsü ile bir karar vermen gerekiyor elindeki sınırlı kaynakla yüzde yirmi şarjın var ve “nereye yazsam beni bulurlar?” diyorsun. İzmir depreminde de çok işe yaradı. Son zamanlardaki depremlerde de işe yaradı. Oradan da gelen bir toplumsal hafızanın devamı. Ama bir yandan da başka uygulamaların da belki kamunun da sivil toplumun da halihazırda üretmiş ve insanlara alıştırmış olduğu başka uygulamaların da yokluğundan ve/veya varsa da onlara olan güvensizlikten de kaynaklanıyor. İnsanların en güvenebilecekleri yer yine bu toplumun başka üyeleri. Tanımadıkları başka insanlar.
Ben burada birkaç tane belki bilmiyorum sizin jenerasyonunuzun yeni yeni tanıştığı ama benim ve benden daha genç olan öğrencilerimin hayatının medyasının bir parçası olan profillerden bahsetmek istiyorum. Mesela burada AFAD'ın yapması gereken koordinasyonu, mesajları alıp ileten, insanların ihtiyaçlarıyla o ihtiyaçları karşılayabilecek kişileri buluşturma görevini üstlenen birkaç tane sosyal platform oldu, topluluk oldu diyebilirim. Beğenin beğenmeyin çalışmalarını ama gerçekten hayat kurtardılar burada. Bunlardan birisinin Ahbap Derneği olduğunu söylemekte fayda var. Sanatçı Haluk Levent'in önderliğinde, çok büyük profesyonel bir sivil toplum kuruluşuna da dönüştü, platformu da binlerce üye barındırıyor. Gerçekten helikopterler buldular, prefabrik evler buldular, bağışlar toplamaya devam ediyorlar. Ellerindeki teknik teknolojik imkânları en iyi kullanan, en iyi koordine eden ekiplerden bir tanesiydi. Bu birkaç senedir böyle. Belki 7-8 senedir böyle toplumsal felaketlerde, selde de böyleydi, yangında da. İlk müdahale eden sivil toplum örgütlü gruplarından birisi AHBAP.
F.E.: AHBAP da benim izlediğim, bu kadar yakından izlememiştim, bu kadar yakından tanık olmamıştım, gelen bütün büyük bağışları Twitter’da yayınlayarak kayda geçmiş oluyor aslında. Bu bir şey parçası.
F.E.: Tek tek yayınlıyorlar. Tek tek web sitesinde de faturalarını yayınlıyorlar.Bu da mesela çok çok önemli bir şey.
H.L.: Kamuda yok bu.
F.E.: Bu sefer biz başka bir şeyi de gördük. Bir YouTuber var. YouTube'da son zamanlarda siyasetçileri teker teker ağırladığı programından da bütün kuşakların aşina olduğu Oğuzhan Uğur, YouTuber diye biliniyor ama esasen bir medya kişisi kendisi. Sosyal medya kişisi.
F.E.: Babala TV'ydi değil mi?
F.E.: Kurucusu ve sahibi. Çeşitli böyle programları var. Çok takipçisi var. Pinç TV diye bir hesabı var. Babala TV diye hesabı var. Kalabalık bir ekibi var. Medya organizasyonunu yaptı. Bütün imkânlarını seferber ettiler. Elbette sosyal medya ünlüsü ve ana akım medyanın da ünlüsü, bizim de bildiğimiz ünlüleri de topladılar. Büyük bir koordinasyon merkezi açtılar. Devasa bir odayı, bir binayı düşünün.
Bilgisayar ve telefon başında, daha sabah, ilk sabahtan itibaren oturdular. Gelen tweetleri hem onlara gelen hem de akışa düşen tweetleri alıp o tweetlerden teyit ettiler. Orada verilen numaraları aradılar, mesaj attılar. Harita bilgisine girdiler, karşılaştırdılar. Bunu yaptıktan sonra da tırlarla yola çıkan insanlara devlet yetkililerine, AFAD yetkililerine bunu ulaştırıp, birleştirip bu ihtiyaçların çözülmesinde hâlâ bir fiili aktif görev yapıyorlar.
İ.B.: İlginç olan bunun için kurulmuş bir organizasyon değildi bu yanılmıyorsam.
F.E.: Hiç alakası yok. Tamamen bir medya kanalı, sosyal medya kanalı. Ama işte gençler, bu medya kanalını takip eden ve burada üretim yapan gençler bu memleketin halinden şikayetçi ve bu memleketin değişmesi, dönüşmesi için yayınlar yapıyorlar ve dinlemeye çalışıyorlar bütün politik çevreleri. Ortak problem, ortak dert memleket olunca herhalde ilk tepkileri de bunun çözümüne yönelik bir adım atmak oluyor. Ellerindeki malzemeyi buraya çok düzgün bir şekilde çevirdikleri görülüyor. Şimdilik en azından.
Hiç böyle bir niyetleri yokken ellerindeki internet erişim gücünü birdenbire buraya dönüştürebildiler. Belki bizim kendi daha sol camiamızın sivil toplum pratiğinden farklı olarak, ikisi de birbirinden iyidir kötüdür diye söylemiyorum bunu, tespit için söylüyorum hem ahbap hem de bu Babala TV etrafındaki insanlar biraz daha iktidarla ve devlet organlarını elinde tutan kişilerle mesafeli de olsa iletişim kurabilen kişiler. Yani arayıp Adıyaman Vali Yardımcısı'na ulaşıp oradaki yolun açılması için böyle bir talep var dediğinde o vali yardımcısı o telefonu açıyor. Neden açtığını tahmin edebiliriz belki. Arkasındaki insan gücünün yani etkisinin olumsuz olabileceğini tahmin ediyor olabilir belki. Sadece politik sebeplerle de olabilir. Bilmiyorum. Ama iletişim kurabilen kişiler. Bu köprüyü kurabilen kişiler. Aradaki köprüyü kurma açısından.
Bir de şunu paylaşmak isterim: Özgenur Korlu, bizim daha önceki yayınlarımızda misafirimiz olmuştu. Eğitim reformu girişiminden. Onun sosyal medya hesabından gördüm. Siz de takip edebilirsiniz. O da bir veri analisti ve politika analisti olarak profesyonel olarak çalışıyor.
Veri analizi yapan IT sektöründe çalışan insanların yaptıklarından haberdar etti beni. Tek tek ona girip baktım. Mesela ilk günden itibaren bir Discord kanalı üzerinden toplanan on bini aşkın gönüllü yazılımcı varmış. İnanabiliyor musunuz? On bini aşkın gönüllü yazılımcı. Bunların arasında hukukçular vesaire de varmış, medyacılar da varmış. Ve birkaç günde ihtiyaç tabanlı uygulamalar geliştirmişler. Bazılarını belki duymuştur dinleyicilerimiz birkaç gün içinde. Bazılarını ilk defa duyuyorsunuzdur. Bir kere bakın.
Size bundan sonrası için bir fikir versin. Mesela “tanıdığım enkaz altında” diye işaretleyebileceğiniz, bilgilerini girebileceğiniz bir yer. Gıdaya ihtiyacım var, ısınmaya ihtiyacım var. İş makinası yardımı sağla. Ya da iş makinasına ihtiyacım var bilgisi.
Afet Haritası diye deprem diye uygulamalar geliştirdiler. Harita tabanlı uygulamalar. Burada da Twitter'dan akan o bilgileri, verileri toplayıp gerçek zamanlı verileri saati, konumu, kişisiyle, telefon numarasıyla beraber Google Maps'i eşleştirmişler. Ve onları pinlemişler harita üzerine. Ve bunu da böyle yapıp bir kenara da bırakmıyorlar. Sahada çalışan AKUT'a, AFAD'a kim varsa, aktif çalışan arama kurtarma işinde çalışan ekiplere aktarıyorlar. Tabii elinde imkân olsa çok daha hızlı gider insanlar. Gerçekten de onun oradan gelen ihbarlara gidip o sesi duyup o canlı nefesi duyup o enkazın altından insan kurtarıldığına dair mesajlar alıyorlar. Bu da bence bize birkaç şeyi birden gösteriyor. Şunu söyleyeyim ve bırakayım. Yani elimizde çok yetişmiş bir insan gücü var. Yazılım alanında da. Ve biz afetlere teknoloji temelli olarak çözümler bulabiliriz, önlemler alabiliriz. Ama buradaki parça parça olan bu gönüllü yapılan çalışmalar aslında bir sürü şeyin varlığının yanı sıra bir şeyin yokluğunu gösteriyor. Devletin sivil arama kurtarma çalışmalarında ve bu işin koordinasyonundaki teknolojinin rolünün yokluğunu gösteriyor. Ki olsa belki bunlara gerek kalmayacaktı.
H.L.: Aslına devletin varlığını şurada gördük. Yani o 1999 depreminde bu sivil inisiyatif gelişmeye başlayınca birkaç gün sonra, yani kendine geldiğinde, devlet işin nereye gidebileceğini tespit ettiğinden hemen kendisi el koydu diyelim. Ve sivil toplumu engellemeye çalıştı. Yani onu da böyle kendi içerisinde soğurarak benim dediğim yerde, benim dediğim standartta, benim dediğim bir şeyi yapacaksın demeye başladı. O zaman şimdiki iktidar yoktu üstelik yani. Yoktu tabii ama bu devletin bizatihi var oluşu şekli aslında. Devlet refleksi. Sivil toplumun kontrol edilmesi, onun devlete eklemlenebiliyorsa mantıklı ve makul bir sivil toplum olması... Değilse bir düşmanlaştırma. Önce farkındaysan, ilk defa söz aldığımda bahsettiğim Avrupa Birliği sürecinde de o sivil toplumu kontrol etme, onu soğurma diyeyim. Yani kendi organı gibi görmeye başladı değil mi? Onu başaramayınca bu defa hemen kendi kontrolündeki ikiz sivil toplum örgütleri kurmaya başladı. O haliyle yürümedi zaten. Ondan sonra da düşmanlaştırmaya başladı ve çeşitli vesilelerle giderek yavaş yavaş bu yurttaş inisiyatifini hayatından, hayatımızdan kaldırmaya çaba harcadı.
Bu bununla beraber de işte o anayasa değişikliğiyle birlikte süper hatta hiper merkezi bir örgütlenme oluştu. Şimdi hiper merkezi olunca işte az önce bahsettiniz, ikinizin de bahsettiği devletin bu tür bir şok karşısında atıl kalması zaten bu yapının doğası gereği yani. Ne oluyor? İşte çeşitli şeylerde gördük. Gökhan Zan’ın videolarında bir tanesi de vardı. Böyle bir dizi vinç yüklü tır var. Hatay'ın girişinde. Ama hepsi bekliyor. Niye bekliyorsunuz demiş. AFAD'ın emir vermesini bekliyoruz demişler. Yani en mikro seviyedeki bir kararın da en merkezi seviyeden gelmesi bekleniyor. Şimdi şunu da biliyoruz tabii, yani o profillere baktığımız zaman AFAD'ın yöneticilerinin bu tür bir kararı verebilecek ehliyette olmadıkları ve o imkâna sahip olmadıkları da belli. Dolayısıyla iş, sırf bu şoklarda alınması gereken kararların ötesinde bütün hayatımızı yönlendiren kararları 300-500 kişinin almasına geliyor. Dolayısıyla onlar da biyonik insan olmadıkları için Türkiye gibi büyük bir coğrafyada bu tür bir şeyi süreci kaldırabilecek yapıları yok. O yüzden aksıyor mesele.
İ.B.: Yani, bu tür bir örgütlenme periferin karar verme yetisini de yiyip bitirmiş. Öyle gözüküyor. (Refleks göstermesi gereken uzuvlar merkezin, beynin talimatını bekliyor. Parmakları ateşin içinde olmasına rağmen eli çekmek yerine yukarıdan gelecek talimata kadar hareket etmiyor, edemiyor.)
H.L.: Öyle tabi.
F.E.: Ama bir yandan da bu kadar yetişmiş gücün varken senin, bu kadar yetkin insanların varken, bu kadar organizasyonu bilen başka organizasyon biçimlerinde, özel sektörde, sivil toplumda çalışan insanların varken onların tecrübesini alıp kullanmamak, bunun pratiğini yaptırmamak, neden?
İ.B.: Sivil toplum örgütlenmesinde ya da insanların örgütlenmesinde, şu anda teknolojik olarak çok büyük altyapıları var ve insanlar buna meyyaller ve yapıyorlar. Çok umut verici. Bana da iyi geliyor. Sevgili dostumuz Tan Morgül’ün de bir yazısında belirttiği gibi “donduk sarılarak ısınacağız” lafını da burada kullanmak istedim. Gerçekten sarılmanın yolu olarak da şu anda internet iletişimi çok büyük önem taşıyor. Programın başında söylediğim lafla bitirelim. “Teknoloji nötrdür ve bizim onu nasıl kullandığımızla ilgilidir her şey” ve şu anda dayanışma ağlarını organize etmek için bizim elimizdeki en önemli malzemelerden biri olarak görünüyor. Evet, önümüzdeki günlerde de… Herhalde aylar boyunca sürecek bir sıkıntı içerisindeyiz. Önümüzdeki günlerde de olabildiğince daha çok paylaşımlar yapmaya devam edeceğiz.