"Afet kültürünün eğitimle toplumun her kesimine enjekte edilmesi gerekiyor"

-
Aa
+
a
a
a

Altın Saatler'de, İstanbul'da yaşanan depremlerin ardından Prof. Dr. Okan Tüysüz ile bir araya geldik ve ardından Ülkümen Rodoplu ile yeni kitabı Kaos ve Kurtuluş üzerine konuştuk.

""


Gürhan Ertür: Apaçık Radyo'da Altın Saatler programındayız. Bugünkü programı Aziz Şasa, Buğra Çelik, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ, Nazan Cömert ve ben Gürhan Ertür ile birlikte sunuyoruz. Teknik masada ise Dila arkadaşımız sesimizi sizlere ulaştırıyor. Bugün iki konuğumuz var; Okan Tüysüz ve Ülkümen Rodoplu ile birlikteyiz. Okan Hocam merhabalar.

Okan Tüysüz: Merhabalar.

G.E.: Silivri depremi konusunda herkes size koşturdu ve televizyonlarda da görüşlerinizi açıkladınız, değerlendirmelerinizi bildirdiniz. Tabii biraz zaman geçmesi gerekiyordu üstünden ama ne oldu hocam? Biraz bilgi verebilir misiniz lütfen?

O.T.: Kuzey Anadolu Fayı'nın Marmara Denizi içerisinde bulunan ana kolu üzerinde büyük bir deprem beklentimizin olduğu hepimizin malumu, altı yıldır bunu konuşuyoruz ve zaman zaman da bu fay üzerinde bazı depremler oluyor. Örneğin, 2019 yılında Silivri'de 5.8 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti ve bunun üzerine de epeyce bir konuşuldu. Bunun benzeri 3 ya da 4 büyüklüğünde bazı depremler de oluyor, ancak bunlar seyrek oluyorlar. Özellikle Tekirdağ çukurluğundan başlayan, İzmit Körfezi'ne kadar uzanan Adalar ve Kumburgaz segmentleri dediğimiz parçalar üzerinde zaman zaman bu tür depremler oluyor. Fakat bu parçaların genellikle kilitli olduğunu yani stres biriktirdiğini biliyoruz. Bu uzun bir süredir devam eden bir çalışma. Yapılan yeraltı çalışmalarında, jeofizik çalışmalarında da bu parçaların büyük ölçüde stres biriktirdiği yönünde görüşler var.

Bu depremin bir ayı geçen sürede seyrek de olsa artçılarının sürebileceğini göz önüne almak lazım

Bugün yaşadığımız deprem, 3.9 veya 4'lük bir depremle başladı. İlk olarak bir televizyon kanalına bağlandığımda ben açıkçası pek bir şeyle konuşmak istemedim çünkü çok kritik bir bölgede böyle bir depremin arkasından ne geleceğini de çok net olarak bilemiyorsunuz. ‘3.9 veya 4 büyüklüğünde bir deprem ama dikkatli olmak gerekir, burada belki başka depremlerinde olması mümkündür’ şeklinde bir konuşma yaptım. Kısa bir süre sonra 6.2 büyüklüğünde ana şok meydana geldi. Ana şokun arkasından iki kere 5 büyüklüğünü bulan artçı depremler oldu. Sayısını saymadım ama sanıyorum 20'yi geçti. 4.4, 4.3, 3.6 gibi çok sayıda deprem meydana geldi.

İkinci deprem sığ bir deprem,10 km derinlikte. İlk olan için 16 ile 7 arası derinlikler verilmişti. İkinci ve ana deprem için ise 10 km derinlik verildi. Tabi bu da depremin çok şiddetle hissedilmesine yol açtı. Özellikle Avrupa yakasında, Marmara Denizi'ne yakın ilçelerde yani Çekmece'de, Silivri'de, Bakırköy'de, Yeşilköy'de ciddi anlamda hissedilmesi neden oldu. Ben Zekeriyaköy'de oturuyorum. Buna rağmen burada, evimizde ciddi anlamda bir sarsıntı hissettik. Kapılar, eşyalar bayağı bir ses yaptılar. Tabii bu artçılar devam ediyor ve sanıyorum en az üç gün sürer. Onun sonrasında da ne kadar sürecek konusunda net bir şeyler söylemek mümkün değil ama belki bir ayı bulan, belki bir ayı geçen sürede seyrek de olsa bunun artçılarının sürebileceğini göz önüne almak lazım.

Tabii bu konuda hemen yaşadığımız şey, ne AFAD'a, ne de Kandilli'ye erişemedik bir deprem sonrası klasiği olarak. Herkes tabii telefonlara sarıldığı için telefon sistemi de maalesef çalışmadı. Halbuki bunu defalarca dile getirdik, çok sayıda kurum ve kişi tarafından da dile getirildi. ‘Bir deprem olduğu zaman lütfen hemen telefonlara sarılmayalım, mesajlaşma yoluyla işimizi halledelim’ dendi ama bu da gerçekleşmedi maalesef. Tabii olayın bir de mutlu yönü var ki çok ciddi bir hasar söz konusu değil. Benim izlediğim kadarıyla Fatih'teki bir eski binada bir yıkım meydana gelmiş. Benzeri şekilde belki zayıf zemin üzerinde yer alan bazı yapılarda kırıklar çatlaklar olmuş olabilir, belki göçmeler olmuştur. Şunu da hemen söylemek lazım; eğer yapılarda herhangi bir taşıyıcı sistemde, kirişte, kolonda bir problem var ise, bir kırık çatlak görülüyor ise bunun mutlaka yetkili kişiler tarafından incelenmesi gerekir. AFAD ekipleri de zaten sahada.

G.E.: Çok normal hocam.

İstanbul büyük bir depreme gebedir, bunun ne zaman olacağı belli olmaz

O.T.: Sahadalar ve bu konuda incelemelerine devam ediyorlar. Onlara haber verilerek binanın incelettirilmesi sağlanmalı. Eğer binada herhangi bir hasar yok ise ben kendi adıma söyleyeyim, ben evimdeyim ve işlerime devam eder vaziyetteyim. Tabii herkesin neticede kendi seçeneğidir ama benim şahsen bundan sonra gelecek, kısa süre içerisinde gelecek bir büyük deprem beklentim yok ama Marmara içerisinde büyük bir deprem beklentisi hala geçerli. Bu bölge, 7'nin üzerindeki bir depreme gebedir. Bugün olan depremin artçıları, şu kadar kısa sürede olan deprem artçıları kısa bir bölgede yer alıyorlar. Bu da kırılan fayın çok uzun olmadığını gösteriyor. Zaten 6.2 büyüklüğündeki bir depremin kırdığı fayın da genellikle kısa olması yani 10 km veya biraz daha altında olması gerekir. Bu beklenti de artçılar tarafından doğrulanmış oluyor.

Kimi meslektaşlarımız ya da bu konuda fikir yürüten kişiler, bu depremin İstanbul'un büyük depremi olduğu, oldu da bitti şeklinde görüşler de ifade ediyorlar. Bu benim kanaatimce doğru bir yaklaşım olmaz. İstanbul büyük bir depreme gebedir, bunun ne zaman olacağı belli olmaz. Tıpkı bugün yaşadığımız gibi bir anda büyük bir depremle karşılaşabiliriz ama bu söylediklerim bugün olan depremle bağlantılı değiller. O açıdan bir panik yaratmak gibi bir hedefim yok.

Bugünkü depremin İstanbul’da beklenen o büyük İstanbul depremini öne çekmesi ihtimali üzerinde konuşanlar da var. Şunu söyleyeyim; her deprem stres boşaltır. Zaten stres birikir ve depremle boşalır. Dolayısıyla bu deprem belli bir miktar oluştuğu bölgedeki stresin boşalmasına yol açmıştır. Fakat şunu da söylemek lazım; depremlerdeki stres boşalımı ya da enerji boşalımı her bir derece arasında 31,5 misli artar yani 6 büyüklüğündeki bu depremin 32 tane olması durumunda 7 büyüklüğündeki bir depremin enerjisini boşaltması mümkün olurdu. Bir diğer deyişle, bu deprem olası 7 büyüklüğündeki bir depremin 32'de 1'i kadar bir stres boşaltmıştır.

G.E.: Evet, hocam siz biraz önce bu artçı depremlerden yüksek büyüklük beklemediğinizi belirttiniz. Buralarda bir sınır olmadığını biliyorum ama ne dolaylarda gerçekleşebileceği konusunda da düşüncenizi açıklar mısınız lütfen?

O.T.: Genellikle artçı depremler ana şokun bir altına kadar çıkabilir yani 6.2 ise 5.2’ye kadar çıkabilir. Baktığınız zaman iki tane 5’lik artçı var. Bunun bir kısmı AFAD ve diğer rastathaneler tarafından farklı açıklandı. Kimi 4.9, kimi 4.8 dedi. EMSC yani Avrupa Sistemoloji Birliği ve Alman Sistemoloji Enstitüsü bunları 5'in de biraz üzerinde açıkladılar yani 5.3, 5.5 gibi açıkladılar. Dolayısıyla bence artçıları olmuştur, büyük artçıları olmuştur ama devam eden süreçte 4'ün üzerinde, 5'in altında artçıların olması olağandır.

G.E.: Evet, önümüzdeki dönemde de özellikle yapılarında problem olduğunu düşünenlerin dikkatli olması gerektiğini belirttiniz. Bunun altını bir kez daha çizmekte fayda var.

O.T.: Evet, eğer binada hasar varsa ortaya çıkacak artçılar bu hasarın artmasına neden olabilirler. Hasar görmemiş bir binada artçıların yeni hasar yaratması pek olağan bir durum değil ama önceden hasar görmüş yapılar bu sarsıntılarla daha fazla hasara uğrayabilirler. Bu bakımdan da demin belirttiğimiz gibi, eğer binada özellikle kolon ve kiriş bölgelerinde kırılmalar, çatlamalar varsa, duvarlarda ‘x’ şeklinde çatlaklar varsa o zaman bu yapıların AFAD yetkilileri tarafından incelenmesi ve hasar durumunun belirlenmesi, binaya girilebilir raporunun verilmesini beklemekte yarar var, o rapor alınana kadar binalara girmemek lazım. Ama binalarda bir şey yoksa benim kanaatim, kendi adıma ben böyle bir binaya girer yaşarım.

G.E.: Ve şu anda da yaşıyorsunuz.

O.T.: Evet, yaşıyorum, şu anda yaşıyorum.

G.E.: Ülkümen Bey, sizin bir sorunuz var sanıyorum.

Ülkümen Rodoplu: Evet, elbette. Okan Hocam, merhabalar, kolaylıklar diliyorum ve geçmiş olsun. Ben de İzmir'den sesleniyorum size. İzmir'de biz de hissettik ve o andan itibaren de ben de yakından takip ediyorum. Sizi, birkaç kanala bağlandığınızda da dinledim. Bu depremden ve artçıların ardından İstanbul'da trafik yoğunluğu %80'lere kadar çıktı. Televizyon kameralarına yansıyan görüntülerde insanlarda telaş, panik havası var. İlk sorum şu; bunu nasıl yorumluyorsunuz? Deprem bekleyen bir kent ama aslında büyük bir afet tanımına da uymuyor bu yaşanan. Sonuçta bir doğa olayını izliyoruz hep birlikte ve kaderin cilvesine bakın ki 23 Nisan'da bu doğa olayını çocuklarımıza nasıl anlatalım derken çocuklarımız da bu bayram günü biz büyüklerin paniğini telaşını İzliyor. Nasıl yorumluyorsunuz? Bu kadar çok konuşmamıza rağmen, bir deprem ülkesi olmamıza rağmen telefonların kilitlenmesi, trafiğin felç olması ile çocukların bizim kaygımızı, endişemizi takip etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Afet eğitimdir

O.T.: Evet, çok sık söylenen bir şey var. Kentsel dönüşüm depremin çaresidir, kentsel dönüşüm yaparsak depremden kurtulacağız. Bu elbette ki kentsel dönüşümün doğru yapılması kaydıyla olabilir ve tabii ki afetle mücadeledeki önemi tartışılmaz. Afetle mücadele sadece daha iyi beton, daha iyi demirle olmuyor. Afetle mücadele, bir afet kültürünün toplumda yayılmasıyla ortaya çıkıyor. Baktığımız zaman, Japonya'da, Kaliforniya'da, Tayvan'da ve diğer ülkelerde, örneğin Şili’de afet kültürü, afet esnasında ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmek, afet kültürünün daha ana kucağından itibaren ömrü boyunca insanın öğreneceği şeylerin bir araya getirilmesi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bir karamsarlıkla biz afetle genelde mücadele etmiyoruz. Benim yapacağım ne var ki? Ev zaten yapamam, ev çok pahalı, evi yenilemek mümkün değil, dolayısıyla afete yönelik hiçbir şey yapamam diyoruz. Bu sadece depremle değil; bu, selle de, kuraklıkla da, yangınla da alakalı bir tavır. Dolayısıyla bizim bir defa ilkokuldan, hatta anaokulundan başlamak üzere afet esnasında nasıl davranacağımızı mutlaka toplum olarak çok iyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu da ancak ve ancak eğitimle mümkün.

Bakın, eğitim deyince ben lise tahsilim süresince jeoloji dersleri okudum. O zaman belki yeterince çok bir şey anlamamış olabilirim ama en azından üzerinde yaşadığımız dünyanın dinamik bir yapısı olduğunu, bu dinamik yapıda zaman zaman afetlerin insanlara zarar verebildiğini ve bu zarardan kurtulmak için de bu afetlerin neden ve nasıl olduğunu, olası etkilerinin ne olduğunu öğrenmeye başlamıştık. Bugün bu dersler artık yok. Coğrafya dersleri giderek azaltıldı, hatta lise son sınıflarda ve ikinci sınıflarda seçmeli hale getirildi. Dolayısıyla derslerimizde afeti önceleyen bir eğitim sistemine geçmemizi maalesef bunca yıldır beceremedik. Bunu yıllardır konuşuyoruz.

Ben şöyle bir son örnek vermek isterim; Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2023 yılı depremlerinden sonra, 6 Şubat depremlerinden sonra - daha öncesinde de yanılmıyorsam 10-12 defa var - araştırma komisyonu kurdu ve bu araştırma komisyonu bin sayfanın üzerinde bir rapor yayınladı. Yayınladığı raporun arkasında da çok sayıda öneri var. Ancak ne 2020'deki Elazığ ve İzmir depreminden sonra, ne de 2023 depreminden sonraki raporlarda ileri sürülen bu önerilerin neredeyse hiçbirini yerine getirmedik ve bunların içerisinde önemli konulardan bir tanesi eğitimdir, afet eğitimdir. Bugün AFAD olsun, belediyelerin AFED Koordinasyon Merkezleri olsun eğitimler veriyorlar ama bu eğitimlere katılmak, bunları tatbikatlarla güçlendirmek maalesef toplumumuzda yeterince yer bulamadı diye düşünüyorum. Sorduğunuz soruların cevabı sanıyorum, afet kültürünün eğitimle toplumun her kesimine enjekte edilmesidir.

G.E.: Evet, hocam. Muzaffer'in bir sorusu var herhalde.

Muzaffer Tunçağ: Sorum Ülkümen Rodoplu'ya olacak çünkü birazdan da konuşacağız ama Kaos ve Kurtuluş adlı son afetlerle ilgili kitabında bu konuda kendisi ne yazdı onu merak ediyorum.

G.E.: Evet, o zaman önce Nazan'a söz vereyim.

Nazan Cömert: Toplumun bilinçlendirilmesi ve eğitime, daha doğrusu bu bilgiyi de bir anlamda uygulamaya yönelik şekilde kullanması gerektiğini Okan Hocam çok iyi ifade etti. Konuşmaya başlarken, hocam AFAD'a ulaşılamadığına dair de vurgu yaptı. AFAD'ın veya daha genel bir ifadeyle resmi kurumların bu bilgilendirme, bu panik halinde bilgilendirme ile ilgili yeterli olduklarını düşünüyor musunuz? Ülkümen Bey'in ifade ettiği gibi, bu paniğin azaltılması yönünde neler yapılabilirdi? En büyük panik kaynaklarından bir tanesi de bilginin çok olması ama işe yarayan bir bilginin de afet anında insanlarda olmaması. Yakınlarına ulaşma, olayın büyüklüğü, yapılanlarla ilgili ne söyleyebilirsiniz?

O.T.: Soru bana mıydı?

G.E.: Evet, size hocam.

O.T.: Gerek bilim insanları olarak bizim ve gerek vatandaşlar olarak bu konudaki resmi bilgi kaynağı kurum AFAD. Herhangi bir deprem olduğu zaman AFAD'ın web sayfasına bakıyoruz. Elbette ki biz uluslararası camiayla da yakın ilişkilerimiz olduğu için Yunanistan'ın, Fransa'nın, Almanya'nın, Romanya'nın web sayfasına da bakıyoruz yani yakın ne kadar ülke var ise bakıyoruz. Bir diğer yandan ABD’ninkine de bakıyoruz ve bunlara erişebiliyoruz. Ama Türkiye'de bir deprem olduğu zaman maalesef herkes telefonlara hücum ettiği için, internet hattına hücum ettiği için bu hatlar çalışmıyor. Bunların mutlaka iyileşebilir bir hale gelmesi lazım.

Bakın, bütün dünya artık 5G sistemine geçti. Biz hala 4.5G gibi bir sistemin içerisindeyiz. Benzeri şekilde diğer bilgileri de aslında bu kurumların, gerek AFAD'ın, gerekse belediyeler bünyesinde yakın zamanda kurulmuş olan afet koordinasyon müdürlüklerinin sayfalarında bunları uzun uzun anlatıyorlar. Yani AFAD'da depreme nasıl hazırlanalım, afete nasıl hazırlanalım diye çok sayıda kaynak var. Benzeri şekilde Kandilli Rasathanesi'nin var, üniversitelerin var, jeoloji ve jeofizik bölümlerinin var. Bugün hepimizin elinde artık cep telefonu var, hepimizin elinde bilgiye çok kolaylıkla ulaşabilecek kanallar var. Yeter ki bunları isteyelim, bunları önemseyelim ve bunlara bir şekilde ulaşmaya çalışalım. Dolayısıyla demin belirttiğim gibi, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin araştırma raporlarında bu konulara baksanız bile kişilerin yapacağı işlerden belediyelerin yapacağı işlere, yerel yönetimlerin yapacağı işlerden merkezi hükümetin yapacağı işlere, hangi kanun düzenlemelerinin çıkartılması gerektiğine, kişilerin tek tek ne yapması gerektiğine kadar çok sayıda madde var. Yeter ki bunları biraz merak edip dikkatle okuyalım. Bunları yapmadığımız müddetçe her deprem sonrasında panik olarak, bu panik içerisinde ne yaptığını bilmez bir biçimde sokaklara çıkıyoruz. Biz depreme oldukça uzak bir noktadayız, İstanbul'un kuzeyine yakınıyız. Bizim komşularımız dahi benim kapımın önünde toplandılar, ‘Ne oluyor, ne yapalım, eve girelim mi, çıkalım mı?’ diye. Çeşitli yerlerden, tanıdıklarımızdan, medyadan hep bu sorular geliyor. Ne yapalım? Çünkü bilgiye ulaşmak bu anda son derece önemli ama en ihtiyaç olduğu zaman da ulaşamıyorsunuz ancak aradan bir saat, iki saat geçtikten sonra bir şeylere ulaşabiliyorsunuz. Bu bile bizim için daha yeterli olmuyor maalesef.

G.E.: Okan Hocam, size çok teşekkür ederiz. Çok meşgul bir gündesiniz, o nedenle istediğiniz zaman programdan ayrılabilirsiniz. Verdiğiniz bilgiler için tekrar tekrar teşekkür ederiz size.

O. T: 23 Nisan bayramınızı da kutluyorum.

G. E: Evet programımızın açılışında söyleyecektik fakat gündem birden değiştiği için Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlayamadık. Bütün dinleyicilerimizin ve bizlerin bayramı kutlu olsun diyelim.

O. T: Tekrar geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Hoşçakalın.

G. E: Sağ olun Hocam. Çok, çok teşekkürler. Evet efendim, bugün aslında planımız uzman doktor Ülkümen Rodoplu ile bir program yapmaktı, çünkü Ülkümen Bey’in yeni bir kitabı var.

Ülkümen Bey’le ilgili çok kısa bir bilgi vermeye çalışacağım. 1987 yılında tıp fakültesinden mezun oldu. Acil tıp hekimi, aile hekimliği uzmanı, afet tıbbı uzmanı, Tınaztepe Üniversitesi ve Sigmund Freud Üniversitesi Öğretim Üyesi, Herkes İçin Acil Sağlık Derneği Başkanı, Dünya Sağlık Örgütü Eğitimcisi, Avrupa Acil Tıp Birliği Afet Tıbbı Dirençli Toplum Çalışma Grubu Başkanı. Son kitabı ise Kaos ve Kurtuluş. Şimdi hemen ilk soru için Muzaffer’e söz veriyorum. 

Muzaffer Tunçağ: Teşekkür ederim. Evet, böyle bir yandan çok önemli bir bayram yaşarken böyle heyecanlı anları da yaşamak bir çelişki oldu. Ülkümen Rodoplu karşımızda. Yeni kitabı üzerine konuşacağız. Şimdi, demin sorduğun soruyu yineleyeyim istersen.
Ülkümen Rodoplu, Okan Hocam’a “Bir kargaşa var, herkes sakin davranmadan dört bir tarafa koşturuyor, bir telaş var, bu da eğitimsizlikten mi geliyor?” diye sordu. O da hakikaten eğitimsizliği vurguladı. 

Kendisi, Ülkümen Rodoplu, bu konuda çok uzman. Türkiye’de de dünyada bu konuda çalışmış bir arkadaşımız. Kendisi ne düşünüyor? Ne yapılması lazımdı? Dinleyicilerimize ne önerir?

Ü. R: Evet, çok teşekkür ederim. Değerli Muzaffer Başkanım ve değerli Apaçık Radyo program yapımcıları, hakikaten çok heyecan verici bir gün oldu benim için. Günlerden beri bu anı bekliyordum, bu saati bekliyordum. İşte nereden yayına katılayım? Acaba elektrikler kesilir mi? Bir risk analizini yapıyordum. Evimin bu köşesi internet için daha iyi çekiyor ve hazırlanıyordum. Tabii bugün böyle bir deprem yaşayıncaya dek. 

Resmi açıklamalar gecikmemeli

Aslında kitapta tam da bunu anlatıyorum. İyi ki çok büyük bir deprem olmadı. Biz 30 Ekim 2020’de İzmir’de yaşadık; bu gerçekten afet tanımına girmeyen bir depremdi. Seferihisar kaynaklı bir depremdi. Ölenler oldu ama aslında afet tanımının içine bile girmemesine rağmen aynı görüntüler vardı: Trafik kilitlendi, hatlar kesildi, kimse birbirinden haber alamaz oldu. 
Ben de duyar duymaz dernek sayfasından, kendi kişisel Instagram sayfalarımdan ve WhatsApp gruplarından şöyle bir not gönderdim. Az önce onu Sayın Gürhan Ertür’e de WhatsApp’tan attım. Bunu neden yaptığımı az sonra söyleyeceğim. İstanbul’da olanlar için öncelikle geçmiş olsun. Kızım da İstanbul’da öğrenci, okuyor. Ona da gönderdim bunu. “Resmi açıklamaları takip edin. Binanızın dışında ve açık alanda kalın. Yanınızda varsa ilaçlarınız, bir günlük su ve kuru gıda olsun. Resmi açıklama dışında bilgilere itibar etmeyin. Aile bireyleri ile kalın. Trafiğe çıkmayın. Telefon araması yerine yazışarak mesajlaşın. Yakınlarınızı yazışmayla koruyun, kollayın ve haber alın.” 

Bu benim keşfim de değil, bunu ben keşfetmedim. Bu aslında çok standart, sabit; bütün dünyada herhangi bir afet sonrası, kriz sonrası bireylerin telefonlarına düşecek bir not. Az önce dedik ya hoca söyledi: Almanya’da, Fransa’da, Yunanistan’da da oraları takip ediyoruz. Evet, bütün dünyada bu çok net: ne yapılması gerektiği. Fakat ben AFAD açıklamalarını “takip edin” derken kendim de bir girdim, baktım acaba onlar ne yazdı diye. 23 Nisan kutlaması duruyordu. Yani depremin üzerinden bir saat geçmişti ve hâlâ 23 Nisan kutlaması… Sayın İçişleri Bakanımızın 23 Nisan ile ilgili açıklamaları vardı. Şunu düşünüyorum: “Acaba bugün AFAD’ta nöbette olan ekip bir deprem, sel ya da herhangi bir afet olduğunda nasıl davranacağını bilmiyor mu?” diye düşündüm bugün. 
Hani Kahramanmaraş depreminde de bununla ilgili çok deneyimim var. Sanırım ancak üzerinden biraz zaman geçince kurum kendini gözden geçirip daha liyakatlı davranır, üniversitelerle iş birliği yapar diye düşünüyordum. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki afetlerden sonra resmi açıklama zamanında gelmezse panik oluyor ve gerçek bir kaos yaşanıyor. Oysa telefonlara mesajla ulaşarak “Trafiğe çıkmayın, telefonları kullanmayın, panik yapmayın, hasarlı binanıza girmeyin, binayı görecek bir açık alana çıkın” şeklinde bir açıklama olsa insanların bu kurumlara olan güveni de artacak. Hani ben o kurumun başında olsam önceliğim olması gerek: “Ben nasıl, ne yaparsam güveni sağlarız?” Şimdi biz tekrar böyle bir güven kaybı yaşamak zorunda kaldık. Ama elimizde de onun yerine başka kurum yok; elimizde bu kurum var. 

Çok da iyi işler yaptığını görüyorum, izliyorum hem AFAD’ın hem Kızılay’ın. Kendilerini Kahramanmaraş depreminden sonra defalarca yenilediler, gözden geçirdiler. STK’larla ilişki kuruyorlar, gönüllülerle ilişki kuruyorlar, gönüllü dernekleriyle iş birliği yapıyorlar. Dünyadaki olan biteni takip ediyorlar. Ama işte İstanbul şu anda 18 milyon insan ve bütün Türkiye’nin gözü de orada, sokakta. Ve nasıl davranacağını bilmez bir durumda. Dolayısıyla bu durumda da dedikodu yayılıyor: “Daha büyüğü gelecek” diyen var, “Bitti” diyen var, “Tsunami de olabilir” diyen var. Kirli bilgi geliyor bu sefer. Özetle, resmi açıklamanın zamanında gelmesi çok kıymetli. 

Okan Hoca’nın anlattığı artçılarla ilgili açıklamanın, bundan sonra ne olur ve ne yapılmalı şeklindeki açıklamanın zamanında gelmesi çok önemli. Tabii biz ne yazık ki hep depremlerden sonra harekete geçiyoruz. Aslında insan beyni de böyle çalışıyor ne yazık ki: İnsan beyni kötüyü, olumsuzu, istemediğini sürekli gündemde tutmak istemiyor; onu biraz üstünü kapatıyor. Bu nedenle zaten sürekli eğitim yapılıyor bütün dünyada. Avrupa sürekli okul öncesinden başlamak üzere afet, hayatta kalma, ilk yardım, hayat bilgisi dersleri veriyor. Düşünsenize, ülkemizde her bayramda trafik kazası nedeniyle yüzlerce insanımız ölüyor, binlercesi yaralanıyor. Bu her bayramda tekrarlanıyor. Her bayramda alınan önlemlerin maliyeti o kadar yüksek ki trafik görevleri, trafik polisi sayısı artıyor, kontroller yoğunlaşıyor. Oraya harcanan emek, oraya harcanan masraf ne yazık ki ölümü, yaralanmayı ve sakat kalmayı azaltmıyor. Oysa okul eğitim programı bu konuda plan yapmak için tabii ki yeterli değil. Mutlaka bugünkü sistem içinde üniversite sınavlarında, seçme yerleştirme sınavları içinde de soru olmalı. Ne yazık ki bugün sistem bu sınava hazırlık şeklinde işliyor. O zaman bireyler ona göre hazırlanıyor. Yoksa Kızılay’ın, derneklerimizin, tabip odalarının, belediyelerin, yerel yönetimlerin, farklı sivil toplum kurumlarının verdiği eğitimler ne yazık ki hayatta kalmamıza, hayat kurtarmamıza yetmiyor. Bu trafik kazalarından sonra da böyle, depremden sonra da böyle, işte yangınlarda, otel yangınlarında görüyoruz. Çok basit bilgileri bilemediğimiz için hayatta kalamıyoruz ve çok değerli insanları kaybediyoruz. 

Yakın zamanda yine ilk yardım uygulanamadığı için, bir krizde nasıl davranacağınıza dair bilgi eksikliği nedeniyle, belki de ülkenin en değerli ses sanatçılarından biri olan Volkan Konak’ı kaybediyoruz. Adeta öldürüyoruz. Onun ölümüne biz neden oluyoruz. Bir tek kişi zamanında gelip de nasıl davranacağını, sahneden nasıl hareket edeceğini bilmediğini acı çekerek görüyoruz. Avrupa’nın bizden daha fakir, daha geri kalmış ülkelerinde inanın Volkan Konak gibi bir değeri; evet müdahale edildikten sonra elbette ölebilir, ama bu şekilde kaybetmezler. O nedenle başımızı artık kumdan çıkarmamız gerekiyor. Ne yazık ki her seferinde bir deprem yaşanması gerekiyor. Son cümlem, bu da umarım bir tatbikat gibi kalır. Buradan dersler çıkarırız. Trafiğin boş kalması gerektiğini iyice anlarız, öğreniriz. Telefonları meşgul etmememiz gerektiğini anlarız, öğreniriz. Deprem sarsıntı sırasında ne yapalım, nasıl hayatta kalalım? Sarsıntı geçtikten sonra evi nasıl terk edelim? Deprem çantası nedir, nasıl hazırlamalıyız? Umarım onları öğreniriz. Ben de Kaos ve Kurtuluş kitabında kendi yaşadığım toplu yaralanmanın olduğu olayları anlatarak Tercan-Erzincan kazasını (geçici görevle o hastanedeydim), Kahramanmaraş depremini, Marmara depremini, yaşadığım acil servisteki krizleri, günlük hayatta yaşanan irili ufaklı krizleri ve onların nasıl sonlandığını bazen hüzünlü hikayelerle, bazen de mutlu sonlarla anlatarak bir afet ve kriz yönetimi rehberi haline getirdim. İçinde ilk yardım da var, korunma da var. Aslında bugünü anlattım. Bugün yaşanan kaosu farklı senaryolarla anlattım ve nasıl kurtulacağımızı kendi bilgilerim değil, kendi önerilerim değil; dünyanın, çağdaş dünyanın kabul ettiği bilimsel doğrularla anlattım, yazmaya çalıştım.

Kaos ve Kurtuluş

G. E: Evet, bu verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Bugünkü programımızı zaten sizin bu kitabınız ile ilgili gerçekleştirmek istemiştik. Fakat başta da söylediniz. Öyle bir tesadüf oldu ki hiç beklenmeyen bir depremle karşılaştık ve çok daha anlamlı hale geldi. Bu arada çok merak ediliyor, biliyorsunuz Silivri ve Bakırköy cezaevlerinde yakın arkadaşlarımız, dostlarımız var. Onlarla görüşmeler yapılmış ve hepsi sağ salim. durumdalar, saatleri yerinde. Özellikle Bakırköy'deki arkadaşlarımız sarsıntıdan biraz telaşlamışlar. En yakın onlar hissetmiş. Bunu da programımızda belirtelim istedim. Bugün programımıza ara vermeyeceğiz. Müzik parçamız olmayacak ve size sorularımızla devam etmek istiyoruz. Ülkümen Bey ben aslında programın başında size ilişkin çok daha geniş bilgi verecektim. Bir de ilk kitabınız var. O konuda da kısa bir bilgi paylaşabilir misiniz lütfen?

Ü. R: Evet, o da aslında üçüncü kitap demeliyim. Bir ilk yardım kitabı da çıkarmıştım. O bir takım çalışmasıydı. O zaman Türkiye Tıp Derneği başkanıydım. Her birimiz bir konu yazmıştık ve hikayelerle yazmıştık. O çok geniş, kapsamlı bir kitaptı. Böyle biraz da akademik dünyayı ilgilendiren bir ilk yardım kitabıydı. Arkasından, yakın kitap evinden resimli ilk yardım kitabı hazırladım. Güncel bilgilerle ve o kitabı da şu hale getirmek istedim. Oldu da öyle. İşte hiç ilk yardım bilmeyen bir kişi, diyelim ki evde bir yakını kalp krizi geçirirse, kitabı hemen açıp, o sayfayı bulup, madde madde neler yapabileceğini o anda okuyarak yapabilir ve hayat kurtarabilir. Ona odaklanmıştım, olabildiğince basitleştirerek. Güzel de oldu, yayıldı, epey de okuyanı oldu.

Şimdi üçüncü kitabım da Kaos ve Kurtuluş. Çoğunlukla afet kriz yönetimine yönelik oldu. Sadece tıp dünyası için değil, sadece depremle ilgili olarak değil. Aslında iş dünyasında da bu tür kaosların ve krizlerin olduğunu fark ederek yazdım. Her bölümün sonunda da aslında STK liderlerine, toplumdaki kanaat önderlerine, işverenlere, iş dünyasına kriz anında ne yapılır söylemeye çalıştım. 

Kriz nedir? Acil servise aynı anda 50 hasta gelmesidir. Benim 5 yatağım var, bize 50 hasta gelirse bizim için afettir o. Hepsini birden acil servisin içine alamam. Onlar için bir ayıklama yapmam lazım. Onları önem sırasına göre sıralamam lazım. Biz buna triyaj diyoruz. Aynı triyajın iş dünyasında, günlük hayatımızda olduğunu da yıllar içerisinde fark ediyorum. STK gönüllü yönetiminde de hani sayın sevgili Buğra Çelik'e bakarken aklıma geldi. Tabii Elvan Hocam da öyle gönüllülükle ilgili olarak yıllardır çalıştı, emek verdi. Gönüllülerle çalıştı. Gönüllü yönetiminde de krizler yaşıyoruz. Her birini önem sırasına göre koyuyoruz. Biz de kurtarabileceğimiz yaralıları arıyoruz. Kurtarabileceğimizi nasıl seçeriz? Elimde 5 yatak var, 50 yaralı var. Hangisini alayım ki içeride kaos olmasın, malzeme bitmesin, personelin gücü tükenmesin? İşte triyaj diyoruz biz buna. Aynı triyaj günlük hayatın her aşamasında var. 

Önem sırasına göre, önceliklendirmeye göre yaptığımızı fark ettim ve o bölümleri hikayelerle anlatırken bir Tercan kazası anlatıyorum. Tercan Erzincan'daki kaza sonrası şöyle bağlıyorum, büyük fotoğrafa bakın. Her bir sorunu tek tek çözemezsiniz. Büyük fotoğrafa bakarak, dinleyerek, sakin davranarak örnek olun ekibinize. Siz sakinseniz paniklemezseniz insanlar da sizin bu işi başarabileceğinizi görecek. İş dünyasında da bu çok önemli. Hele bugünlerde hemen her alanda çok önemli. Çünkü kaosun içinden geçiyoruz. Büyük fotoğrafa bakıp sakin olduğumuzda ufak ufak başlayın. Kurtarabileceklerinizden yani çözebileceğiniz sorunlardan başlayın. Çözdükçe zaten arkası gelir diye bağlıyorum. Böyle bir hani gri alanlar yaptım kitabın son bölümünde madde madde. Tabii çoklu yaralanma yönetimi. Ben Dünya Sağlık Örgütü'nde de eğitimciyim. Yakın zamanda da Kiev'de bu konuda bir eğitim verdik. Tam da böyle bombaların atıldığı, roketlerin düştüğü, kaldığım otelin 400 metre ötesine çok ciddi bir bombanın atıldığı bir süreçti. Tabii birçok Dünya Sağlık Örgütü'nün eğitimcisi bu alana gelmek istemedi. Ben de gidip görmek istedim savaş ortamını. Ne kadar kötü olabilir ki? Kahramanmaraş, İskenderun, Antakya depremleri işte bunlardan ne kadar kötü olabilir ki? Veya sizin de çok yakından takip ettiğiniz Marmara depremi. Bunlar ne kadar kötü olabilir ki, diye gidip gördüm. Bana çok iyi bir deneyim kazandırdı. Hem Dünya Sağlık Örgütü'nde beni çok prestijli bir yere koydu. Herkes çok takdir etti. Beni çok besleyen bir şey oldu. Ama bireysel olarak benim için de şununla karşılaştım, dirençli toplum. Hayran oldum işin açıkçası Ukraynalıların geliştirdiği dirence, sürekli siren sesleri, sürekli sığınaklara koşan insanlar, sığınaklarda saatlerce bekleyen insanlar, ona rağmen direnç geliştirip bununla baş edebilen, çocuklarına bunu çok güzel ve doğru olduğu gibi anlatabilen... 

Ben 10 yıl önce de gitmiştim. 10 yıl önce yediğim yemek, restoran, aynı yemek, aynı restoran yerinde ve fiyatı aynı. Dolayısıyla afetler ve dirençli toplum, benim özellikle çalışma alanlarım, Avrupa'da da bu konuda bir takımla birlikte çalışıyorum. Hakikaten çok büyük dersler çıkardım. Nasıl dirençli olunuyor? Öğrenerek. bilgiye ulaşarak, doğru bilgiyi paylaşarak, hiçbir bilgiyi saklamadan olan biten her şeyi olduğu gibi değerlendirip çocuklara da öyle anlatarak olduğunu düşünüyorum. Bizim en önemli farkımız bu. Biz çocuklara korkmayı öğretiyoruz. sarsıntı başladığında Allah'ım kurtar bizi cümlelerini sarf ettiğimiz için onları öğretiyoruz. Oysa ne Japonya, ne Şili, ne işte Amerika Birleşik Devletleri, Kaliforniya, oradaki yaşayan insanlar bizden daha dirençli, daha duyarlı, daha eğitimli, daha zeki değil. Sadece bir sistem dahilinde onunla yaşamayı öğreniyor ve bunların kendi zenginlikleri olduğunu kabul ediyorlar. Bilirsiniz, Japonya'da deprem hazırlık günü deprem tatbikat günü, en güzel kıyafetlerini giydikleri, okula en yeni ayakkabılarıyla gittikleri gün. Çünkü o günü doğayla baş edebilme günü olarak kabul ediyorlar. Biz o kadar akıllıyız ki, biz bilime ve akıla inanırsak doğayla baş edebiliriz, doğa bizi alt edemez deyip çocuklarını, gelecek nesilleri doğayla barışık hale getiriyorlar.

Elvan Cantekin: Pardon, esasında ben biraz önce bu ilk yardım eğitimlerden bahsederken o soruyu sormak için işaret ettim ama biraz geçti. Fakat gene de sorayım, Türkiye'deki bireysel hazırlık anlamında düşündüğümüzde esasında ilk yardım eğitimleri de çok önemli bir parçası bu işin, bireysel hazırlığın yöntem ve yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? Onu soracaktım.

Türkiye'de ilk yardım eğitimleri

Ü. R: Ben konuyu biraz uzatıyorum. Çağrışımlarım hızlı. Aklıma yeni yeni çok, o kadar çok şey paylaşmak istiyorum ki sizlerle. O nedenle daha önce konuşabilirim. Hayır, çok yerinde oldu. Teşekkür ederim Erdoğan Hocam. Şu anda Türkiye'de ilk yardım konusunda ne yazık ki sıfır noktasındayız. Yani hakikaten sıfır noktasındayız. Kitapta da değindim. Çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Bunu da yazdım. İskenderun Devlet Hastanesi 4. gün. Bir diş hekimi kızını getiriyor. Sol omuzu parçalanmış, kırılmış. İşte hastane ilk günler yoğun olur diye getirmemiş. Ve hiç atellenmemiş. İlk yardım uygulanmamış. Olduğu gibi kucaklayıp getiriyor. Ve diş hekimi aslında bir sağlıkçı. Hani diş hekimleri lütfen üzerine alınmasın, eczacılar üzerine alınmasın. Hatta benim kendi doktor meslektaşlarım da üzerine alınmasın. Bizler dahi bilmiyoruz. Hani biz zannediyoruz ki her doktor ilk yardım biliyor. Hayır. Bunun eğitimini biz tıfak ütesinde almıyoruz ki. Hala da almıyorlar. El yordamıyla acil servis stajı içinde eğer hocalar ilgiliyse öğretiyor. İlk yardım böylesine küçük görülen, basite alınan ve sıfır noktasında dememizin tek sebebi şu, hayrete düşebilirsiniz ama Kızılay hala parayla veriyor bu eğitimi halka. Parayla veriyor, evet.

E. C: Sağlık Bakanlığı istiyor galiba değil mi?

Ü. R: Evet evet, yani belli sayıda çalışanınız olduğunda, örneğin 500 kişi varsa, bunun belirli bir oranı—diyelim ki 50 kişi—fabrikadan seçiliyor. Ve inanın Elvan Hocam, o seçilen 50 kişi bu işi genellikle angarya olarak görüyor. Hatta birçoğu o gün eğitime bile katılmıyor. Bütün mesele o sertifikada bitiyor. Ancak o sertifika da gerçekte hiçbir sorunu çözmüyor. O yüzden diyorum ki hâlâ sıfır noktasındayız.

Peki çözüm nedir? Okul öncesinden başlayarak, mezuniyete kadar ki bu Hollanda'da, Danimarka’da, birçok çağdaş ülkede ve Uzak Doğu’da da böyle, hayat bilgisi dersi gibi yapılandırılmış, ülkemizdeki kazalara, yangınlara, afetlere özgü hazırlanmış, düzenli ve sürdürülebilir bir müfredat programına ihtiyaç var. Bu program, dernek olarak bizim elimizde mevcut. Türkiye'de bu konuda çalışan yüzlerce bilim insanı da var. Gerçek bir iradeyle, inanın bir hafta içinde bu eğitime başlanabilir. Tüm eğitim setleri ve kaynaklar hazır.

Ve bu eğitim okullarda başladığı anda, Elvan Hocam, beraberinde birçok fayda da getirecek. Örneğin trafik kazaları ve ilk yardım: kırık, çıkık, ezilme, kanama gibi durumları öğrenen birey, hatalı sollama yapmaz, kurallara uyar; bu da kaza sayısını azaltır. Deprem sonrası ne yapacağımızı biliyorsak: Sarsıntı geçtiğinde evden çıkmak, hazır çantamızı almak, içindekileri tanımak, komşunun kırık bacağına müdahale etmek. Bu ilk 72 saatte hayat kurtarır. Ambulans gelene kadar yapılan basit bir müdahale bile hem bireyin sakat kalmasını önler hem de sağlık sisteminin yükünü hafifletir.

Dünyada bu konuda yapılmış pek çok kar-zarar ve ekonomik fayda analizi var. İlk yardım bilen biri hem komşusuna hem topluma fayda sağlar. Deprem sonrası ilk yardımın önemini anlayan biri evindeki eşyaları da daha güvenli yerleştirir, yaşlı annesinin ayağının takılıp düşmesini engeller. Kırıklar, tedavisi zor konular. Yani bu eğitim zincirleme bir farkındalık yaratıyor.

Bu yüzden Türkiye’de şu anda en etkili çözüm, bu konuyla ilgili olarak okullarda yapılacak yapısal bir eğitimdir. Evet, mevcut sistemi eleştiriyorum, yanlış buluyorum. Ancak bu yanlış sistemin içinde bile, sınavlarda bu konulardan 1-2 soru sorulması; dershanelerin, etüt merkezlerinin de bu sürece dâhil olması şart.

G. E: Siz bir ara eğitim veriyordunuz galiba.

Ü. R: Evet hala devam ediyoruz. Biz acil komşum adı altında bir eğitim veriyoruz. Pandemide de uzaktan yaptık, düzenledik. Hatta şimdi onu iyice kısalttık, kolaylaştırdık. 16 saatlik kısmı böyle basit bazı konular video izleterek ve sınav yaparak geçiyoruz. Arkasından da uygulama için toplanıyoruz, buluşuyoruz. O uygulamayı da Türkiye'nin hemen her kentinde yapıyoruz. Göğüs masajı, CPR dediğiniz hava yolu tıkanıklığı açma, şimdi yeni yeni Sağlık Bakanlığı'nın da istediği doğrultuda dünyadaki güncel bilgileri de içine alacak şekilde otomatik eksternal defibrilatörle de tanıştırıyoruz kişileri. Önlerine bir otomatik eksternal defibrilatör koyup, bakın bu böyle çalışır diyoruz. Bir de yeni, belki ilk defa duyacaksınız, kanama durdurmada Turnike uygulaması tekrar gündeme geldi bütün dünyada. Çünkü Avrupa savaşlara ve olası terör saldırılarına hazırlanıyor. Dolayısıyla kanamada Bundan 10-15 yıl önce artık terk edilmiş, yani ilk yardım gönüllülerinin kullanması önerilmeyen, sadece profesyonel, yani Dr. Hemşire Paramedik'in kullanması uygun bulunan o Turnike uygulamasının da tekrar gelmesi nedeniyle biz de Türkiye'de kendi eğitimimizde Turnike uygulamayı nasıl bağlandığını, nasıl yapıldığını anlatıyoruz sıradan vatandaşa. Bazı okullarda da işte eğitici eğitimleri düzenleyerek devam ediyoruz. Ama tek başına bizim dernek olarak yetişebilmemiz olanaksız bütün Türkiye'de okullara birkaç yıl içerisinde hızla karar verip başlaması gerekir.

Acil durum organizasyonu

Nazan Cömert: Benim sorum da acil durum. Müdahalenin etkinliği ile alakalı bir soru sormak istiyorum. Siz özellikle acil medikal servislerinin organizasyondaki eksiklikler hakkında ne söyleyebilirsiniz? Bu sebeple soruyorum soruyu. Personelin etkin kullanılması için bazen acil müdahalesi ekipleri sahaya geldiklerinde oradaki organizasyonu tam olarak oluşturamıyorlar. Örnek olarak mesela sedye ile taşıma konusu. Ve hep dışarıdan bir desteğe ihtiyaçları var. Örneğin, eskiden bu kadın erkek veya fiziksel güç dikkate alarak bir organizasyon yapılıyordu. Şimdi o da yapılmıyor sanıyorum. Yani sahaya geldiklerinde kaza zedenin veya hastanın taşınması sırasında otonom olmanın ötesinde başkalarından destek almak durumunda kalıyorlar. Bu konudaki eksiklikler neler? Bir de diğer medikal servis dışındaki diğer acil müdahale bilimlerinin ilk yardım eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Çünkü ilk yardım eğitimi alıyorlar. Bunu da düzenli aralıklarla sanıyorum yeniliyorlar. Fakat müdahale konusunda böyle tıp doktorlarla veya işte sağlık personeliyle diğer müdahale ekipleri arasında organizasyon açısından bir takım sıkıntılar da olabiliyor. Ya da cesaret edemiyorlar diyelim. Yani aldığı eğitimi Kullanma noktasında bu ekipler bazen çekingen davranabiliyorlar. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Ü. R: Bizim içimizde bile tartışmadığımız bir konuyu, halının altına süpürdüğümüz bir konuyu açığa çıkarttınız. Ben Kahramanmaraş depremiyle ilgili olarak Kaos ve Kurtuluş kitabımın içinde bütün çıplaklığıyla yazdım gördüğümü. Kurtarılabilecek, bakın çok ciddi ve içten söylüyorum. Ülkemi çok seviyorum. Daha iyi olması gerektiğini düşündüğüm için bunu gördüğümü söylemek zorunda hissediyorum. Ben bunu saklayamam. O kadar çok masraf, emek gitti ki fakat kurtarılabilecek insanları kurtaramadık. Aa, ne demek? Evet, o kara yoluyla giden ambulanslar ilk üç gün ne yazık ki, ne yazık ki bizim yeşil kod verdiğimiz ayakta günlerce müdahale etmesek bile ölmeyecek hastaları taşıdı. Hastaneden hastaneye taşıdı. Yetmedi, bazen ceset taşıdı. Yetmedi bazen zaten öleceği çok belli olan, yolda ne yaparsak yapalım kurtaramayacağımız insanları taşıdı. O kadar masrafa rağmen kurtarılabilecek kişileri kaçırdı sistem. Neden oldu peki bu? Eğitimleri mi yeterliydi? Hayır. Dünyada belki de en iyi eğitim bizde ama takbikat yapmıyoruz. senaryolarla birlikte bir araya gelip kurumlar arası beraber çalışıp uygulama saha tatbikatı yapmıyoruz. Önemli bir başka eksiğimiz de bu.

G. E: Evet, çok teşekkür ederiz Ülküven Bey. Aslında soracağımız başka sorular da var kitaba ilişkin. Ama onları da bir başka programda ele alırız. Sağ olun, bu önemli günde bizimle birlikte olduğunuz bilgilerinizi paylaştığınız için.