Lirik şiirin öncüleri sayılan Midilli’den Sappho ve hemşerisi Alkaios ile Sığacık,İzmir’den Anakreon’u tanıtıyoruz.
Sappho, Alkaios, Anakreon ve diğer çağdaş şairler arkaik dönemin şairleri olarak tanınır. Bu şairlerin günümüze ulaşan dizeleri toplu olarak Erman Gören tarafından derlenip, Türkçe çevirileri, 2018’de Arkaik Yunan Şiir Antolojisi adıyla okurlarımıza sunulmuştu.
Burada ki ‘arkaik’ ifadesi, MÖ 800’lerde başlayıp, MÖ 500’lere kadar Batı Anadolu’da gelişen kültürleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bu dönemde, Kuzey’den gelen akınlar neticesinde Anadolu’ya binlerce yıldır hakim olan devlet düzeni yıkılmış, halklar Ege sahillerine gelerek, doğal limanlarda ticaretle gelişen yerleşimler kurmaya başlamıştı.
Batı Anadolu’da Lidya Krallığı güçlenip zenginleşirken, Anadolu ticareti karayolundan deniz yoluna kayarak Ege bölgesinin de gelişmesine imkan vermişti. Ticaretle zenginleşen soylu aileleri şehirleşen yerleşimlerin yönetiminde söz sahibi olmuş, yüz yıllar sürecek kentler ve aileler arası rekabet dönemi başlamıştı.
Bu gelişmeler edebiyat ve sanatta da değişikliklere neden oldu. Anadolu’da düzeninin yıkılmasıyla, devletlerin simgesi çivi yazısı da yok oldu, yazılı kayıtlar sona erdi. Fonetik Fenike harflerinden esinlenerek oluşturulan yöresel alfabeler eş zamanlı olarak ortaya çıktı.
Frigya, Lidya, İonya, Karya’da ufak tefek farklılıklarla kullanılan alfabeler sayesinde, binlerce yıllık sazlı sözlü hikayeler yerel lehçelerde tekrar kayıt altına alınmaya başlandı. Anadolu’da kullanılan Frigce, Lidyaca, Luvice, Hititçe dillerine ilaveten yazının kolaylaşması ve yaygınlaşması sayesinde Çanakkale ve yakın adalarda Aeol, İzmir yöresi ve civarında ki adalarda İon, Muğla yöresinde Karya lehçelerinde yazılan eserler günümüze kadar ulaştı.
Bu dönemde, kralların yerini tiranlar; devlet okullarında yetişen memurların, yazıcıların, koroların yerini ise zengin soylu ailelerin himayesinde yetişen bilginler, yazarlar, ozanlar, şairler aldı. Kayalara, taşlara, kilden tabletlere kazınan, sazlı, sözlü anlatılan, hikayeler, ilahiler, destanlar, kanunlar, kahramanlıkların yerini şairlerin kişisel duygu ve düşüncelerini, yerel ve güncel kaygılarını, kendi seçkin çevreleri ile paylaştığı eserler aldı.
Nehir boylarına, kervan yollarına kurulan başşehirler, devasa zigguratlar, piramitler ve tapınaklar, liman şehirlerine, aristokratların saraylarına, kişisel eğitim, gösteri, temaşa ve eğlence mekanlarına dönüştü. Sappho, Alkaios ve Anakreon ve çağdaş şairler böyle bir bu dönemde yaşadılar.
Gelişmelere uygun olarak toplumsal konular yerine kişisel konular işleyen şiirler söylemeye başladılar. Sappho’nun ve diğerlerinin kimliği ve eserleri hakkındaki bilgiler, diğer yazarların onlar hakkında yazdığı tanıtım, eleştiri ve eserlerinden aldıkları alıntılar sayesinde günümüze kadar ulaştı.
MS 300’lerde yazıldığı düşünülen bir papirüsünden edindiğimiz bilgilere göre, Sappho, Lesbos adasının başkenti Mytilene’de doğmuştu. Babasının adı Skamandros’tu. Skamandros adı, Çanakkale'deki İda Dağı’ndan çıkıp Troya'nın yanından denize dökülen Kara Menderes Nehri'nin eski adını çağrıştırmaktadır. Belli ki Sappho’nun kökleri de Anadolu’ya dayanmaktadır. Üç erkek kardeşi vardı. Kimileri onu davranışlarında kurallara uymamakla suçladı. Esmer ve minyon yüzlü idi.
Sappho hakkında bilgi veren bir diğer kaynak ta Konstantiniye’de düzenlenen 30.000 maddelik Suda Sözlüğü’dür. Bu sözlüğün Sappho maddesine göre, annesi Lesbos adasının Eresus köyündendi. MÖ 600’lerde ünlendi, ticaret yapan zengin biriyle evlendi. Klesis adında bir kızı oldu. Üç yoldaşı ve arkadaşı vardı. Adı kötüye çıktı. Miletoslu, Kolophonlu, ve Salamisli öğrencileri vardı. Lir çalmaya yarayan plektrum’u buldu. Lirik şiirlerden oluşan dokuz kitap yazdı. Bu ve buna benzer eserler sayesinde Sappho’nun kimliği hakkında bilgiler günümüze ulaştı.
Ne yazık ki Sappho’nun 9 ciltlik, 10,000 dizeden günümüze sadece bir tam şiiri ve ancak yüzlerce bölük pörçük dize kalmıştır. Bizanslı tarihçi Tzetzes, kitaplarının 4. Haçlı Seferi sırasında yok edildiğinden bahsetmektedir. Bugün kütüphanelerimizde Suda’nın el yazma sözlüğü yoksa da en azından Sappho’nun bir büstü, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır.
Halikarnassoslu Dionysios’un Edebi Kompozisyon Üzerine adlı eserinde de Sappho’nun bir kız okulunun yöneticisi olduğu, Aphrodite’nin öğretilerini benimsediği, yumuşak sessizlere önem verip, dizelerinde aynı ses ve heceleri kullanarak ses uyumunu sağladığından bahsedilir.
Sappho’nun tam olarak tek şiiri bu eser sayesinde günümüze ulaşmıştır. Aşk tanrıçası olarak bilinen Aphrodite’ye hitaben yazılan bu 28 dizelik şiir, yedi dörtlükten oluşur. ‘Sappho Dörtlüğü’ olarak anılan bu dörtlükler, 11 heceli üç dizeyi takip eden, beş heceli bir dizeden oluşur. Dizelerde uzun ve kısa heceler belirli kurallara göre sıralanarak vezin ölçüsü oluşturulmuştur. Sappho’nun kullandığı kimi vezinlere, binlerce yıllık Sanskritçe Rg Veda’da da rastlanması bu geleneğin çok eskilere dayandığının kanıtıdır.
Aristoksenos’a göre Sappho, şiirlerini lir eşliğinde mikso-lidya makamında söylemektedir. Bu makam da Anadolu’ya has Lydia, Phrygia, Doria makamlarından gelmektedir. Bunlar, sonradan eklenen Aeol, İon makamları ile birlikte günümüzde de kullanılan yedi makamın temellerini oluşturmaktadır.
Sappho’nun şiirlerinde tanrıların adlarına ve davranışlarına da yer verilmektedir. Bunlar Homeros’un, Hesiodos’un tanrıları ile aynı niteliktedir ve şiirlerinde sık sık kullanılmaktadır. Bunun en güzel örneğini, Sappho’nun tek tam şiirinin, Ekrem Albayrak’ın çevirisinde görmek mümkündür;
Tahtı görkemli, ölümsüz Aphrodite
oyunbaz kızı Zeus'un, hanımım,
ezme yüreğimi yalvarırım
acı verip kaygılarla.
Gel yine eskisi gibi
duyunca sesimi uzaktan
koşup arabanı hemen
altın evinden babanın,
tez uçuşlu güzelim serçeler
pırpır edip kanatçıklarını
getirirdi seni tez elden
göklerden kara toprağa
ve sen, ölümsüz tanrıça
gülümseyip ölümsüz yüzünle
sorardın: ne oldu yine,
neden çağırdın beni?
Niçin tutuştuğunu deli gönlümün:
"kimi getireyim bu kez aşkına,
kimdir ey Sappho
seni böyle dertlere salan?
Kaçıp gitse de şimdi, tez düşer
peşine, getirir elceğiziyle
geri çevirdiği armağanı, bir gün
olur elbet, gönlü yoksa sende."
Gel, şimdi bana yeniden
kurtar beni zulmünden kaygının
söndür yanıp tutuşan gönlümü
kavgaya katıl benim safımda.
Sappho, bu şiirde Zeus’un kızı Aphrodite’nin oyunbaz olması, gökten kuşlar tarafından çekilen araba ile kara toprağa inmesi, Zeus’ün altın sarayı ve baba olarak anılması, tanrıçanın ölümsüzlüğü ve insanların çağrılarına kulak vermesinden bahsederken Hesiodos’un tanrılarından söz etmektedir. Ancak, karşılıksız aşkı için Aphrodite’den yardım isterken, bunu Hesiodos’un eserinden mi öğrenip kullandığı, yoksa zaten toplum tarafından yaygın olarak bilinen efsanelere mi dayandığı belli değildir.
MÖ 300’lerden kalma olduğu düşünülen bir çömlek üzerine kazınan dizelerde de Aphrodite’ye ‘Kıbrıslı’ diye seslenir. Sappho, Aphrodite’ye ‘Kıbrıslı’ derken, ‘gel bana Giritlerden’ derken belki de Tanrıça’nın Doğu’dan geldiğinin de, kökünün Fenike’de, Asur’da, Sümer’de olduğunun da farkındadır.
Şiirde bahsettiği elma kokuları, titreşen yapraklar, büyülü uykular, güller, atların otladığı çayırlar, çiçekler, esen yeller, altın kaplardan dökülen nektarlar şairin aşkını anlatmak için destanlardan alıp kullandığı gizemli terimler olarak yorumlanmaktadır. Bu küçücük çömlek parçası büyük şairimizin kendisi gitmese de ününün ve şiirlerinin Mısır’a kadar ulaştığını göstermektedir.
Sappho şiirlerinde aşktan söz ederken tanrılardan yararlandığı gibi, yine zamanın gözde destanlarından da yararlanmıştır. Fragman 16 olarak bilinen şiirinde arkadaşı Anaktoria'yaözleminden bahsederken Homeros’un Troya efsanesi devreye girer;
‘... herkesi güzellikte geçen Helen
terk edip soylular soylusu kocasını
yelken açtıydı Troya'ya; ne umrunda çocuğu
ne sevgili anne babası; aşk
yoldan çıkarmıştı onu ...’
....
... Anaktoria'yı hatırladım şimdi
artık burada olmayan ...
güzelim yürüyüşünü, ay gibi yüzünü
....
görmek isterdim onu çok.
Bu şiirinde Sappho, sevgili anne ve babasını, çocuğunu umursamadan aşkı uğruna soylu kocasını terk edip Troya’ya yelken açan güzel Helen’den övgü ile söz ederken belki de kendinden bahsetmektedir. Belli ki, Hesiodos’un tanrıları kadar Homeros’un İlyada’sını da biliyordu Sappho ve çevresindekiler.
44. Numara’lı şiirinde de İlyada destanının kahramanı Hektor ile Andromakhe’nin düğününden söz eder. Belki de zamanın bilginlerinden bunları öğrenirken, Helen’in yaptığı gibi, kendi yolundan gitmeyi aklına koymuş, toplumun bildiklerine kendi tutkularını da katarak söylemeyi tercih etmişti.
Diğer fragmanlardaki tek tük okunan dizelerde arkadaşlarından, uçuşan arzularından, içini titreten giysilerden, güzelden daha güzellerden, altın saçlı Helen’e benzeyenlerden, erden kızlardan, bekarlardan bahsederken kendisi ve ilgisi hakkında ipuçları vermektedir dinleyicilerine.
Alova’nın, Sappho çevirisinin önsözünde aktardığı gibi, ‘Sappho herşeyden önce bir aşk ve doğa şairiydi.’ Şiirlerinde kişisel duygular vardı. Din, aşk, doğa içe girmişti. Bütün şiirleri aşka ve Aphrodite’ye adanmıştı. Çevresinde Ada’nın, İonia’nın, Lidya’nın soylu kızları vardı.
Sappho’nun hayatıyla ilgili, Sicilya’ya sürgüne gittiği, bir kayıkçıya aşkı nedeniyle yamaçtan atlayarak hayatına son verdiği gibi teyit edilmeyen bilgiler de vardır. Sappho şiirlerinde Lidya’dan, İonya’dan, Kıbrıs’tan, Girit’ten bahsederken bir düşmandan ziyade, zamanın ortak kültür ve yaşantısından bahsediyor gibidir. Efsanelerden alıntılar yaparken, takılardan, giysilerden, çalgılardan bahsederken, hikayelerin ve adetlerin ne kadar yaygın olduğunu da göstermektedir.
Sappho şiirlerinin Batı da yüzlerce çevirisi yapılırken, yurdumuzda da ilgi yaratmıştır. Cevat Çapan’dan Azra Erhat-Cengiz Bektaş’a, Orhan Veli’den Samih Fırat'a, Alova’dan Erman Gören’e kadar kimisi aslına uygun, kimisi duygularını yansıtan çeviri denemeleri yapılmıştır.
Şimdi sözümüze bir ara verip sözü Aeol lehçesinde söylenen Afrodit’e Ağıt şiirine bırakalım;
Sappho’nun hemşerisi ve çağdaşı Alkaios da Midilli’de yaşadı. Şiirlerini yerel Aeol lehçesinde, vezinli, makamlı, çalgı eşliğinde okunmak üzere hazırladı. Sappho gibi soylu bir aileden gelmekteydi ve iktidar mücadelesini kaybetmişlerdi. Midilli’nin çalkantılı politik yapısı onun şiirini de etkilemişti. Tarzı daha farklı idi. Şiirlerinde bir taraftan politik eleştiriler, alaycı ifadeler yer alırken, destanlardan da yararlanmaktaydı.
Şiirlerinde tanrılardan, Zeus’tan bahsederken, diğer taraftan Troya’nın Helena’sından, İlion’dan, Perramos’tan, çocuklarından, düğünlerinden de bahseder tıpkı Sappho’nun yaptığı gibi.
Erman Gören’in çevirisini yaptığı 42. Fragman’da bu efsaneler yer alırken, 45. Fragman’da ortama uygun olarak yarı müstehcen anlatımı ile Thrakia’dan bahseder sanki oralarda yaşamış gibidir:
Hebros, ırmakların en güzeli, dökersin sen
Ainos’un yanından erguvani denize
Çağlayarak Thrakia diyarı boyunca ...
Pek çok bakire girer sularına
(yıkamak için) güzel baldırlarını
Yumuşacık elleriyle; büyülenirler
Sürerken sularını merhem niyetine.’
283. numaralı şiirinde Helena’nın kimsesiz çocuğunu ve kocasının güzel yatağını bırakıp Troya’lının gemisi ile gittiğinden bahsederken neredeyse Sappho ile aynı anlatımı kullanır.
‘cezbetti Argoslu Halena’nın göğsündeki
Kalbini, aklı başından gitti ev-sahibini-kandıran
Troialı bir yiğit yüzünden, takıldı peşine gitti
Deyadan onun gemisi ile,
Terk edip bırakarak evinde kimsesiz çocuğunu
Ve kocasının güzel-örtülü yatağını ...
Kalbini boyun eğmeye ikna etti
Dione’yle Zeus’un kızı ‘
Şiirlerindeki bu dizeler Troya efsanesinin bölgede ne kadar iyi bilindiğinin bir diğer kanıtıdır. Alkaios’un bunları aldığı eğitiminden mi öğrendiği yoksa dilden dile dolaşan masallardan mı dile getirdiği belli olamasa da efsanenin asırlarca hiç eskimeden anlatıldığı bellidir.
Ancak Alkaios’un başka konusu da, başka dinleyicileri de vardı. Sazlı sözlü ziyafetlerde söylerken iktidardakilerden yakınır, dertlerini unutturmak için meclistekilere tavsiyelerde bulunur. Onun derdi adasının kötü yöneticileridir, 129. Fragmanda şöyle der:
‘O küp-karınlı konuşmaz onların
yüreğine göre, miskince çiğner yeminlerini
ayakları altında yer bitirir
şehrimizi ...’
Eleştirisi sadece tiran Pittakos’a değildir, tanrıları da eleştirir yeri geldiğinde, 70. Fragmanda olduğu gibi;
‘ gevşetelim yürek-tüketen ayrılığı,
Kandaşlarımızla dövüşü, Olymposlulardan biri
Öfkelenmiş bize, götürüyor ahaliyi felakete,
Oysa veriyor Pittakos’a şerefi.’
Bir diğer derdi de ailesinin mallarına el koyup onu sürgüne gönderenlerdir;
‘Babamın ve babamın babasının mülkü
Yaşlandı birbirini fesat işleyen
Bu vatandaşlarla birlikte,
Bense gönderildim sürgüne.’
Gerçekten de Alkaios’un da üç kez sürgüne gönderildiği söylenmektedir.
Sappho ile Alkaios’un o kadar çok benzerlikleri vardır ki, bazı şiirlerin hangisi tarafında yazıldığı bile halen tartışılmaktadır. Erman Gören’in tanıtım yazısında dediğine göre Anakreon’un şiiri ise ikisinden de bütünüyle farklıdır.
Anakreon zamanında Anadolu’daki gelişmeler hızlanmış, Lesboslu insanların hayranlıkla baktığı Lidya Krallığı, Pers istilası sonucunda yıkılmış, başkenti Sardis MÖ 546’da düşmüş, Ege sahillerinde ki yerleşimler bundan derinden etkilenmişti. Lidya’nın desteği ile kalkınan sahil kentleri bağımsızlıkla Pers hakimiyeti arasında bocalamış, kimileri Atina ve Sparta’nın desteği ile baş kaldırmış, kimileri Perslerle anlaşıp ticaretlerine devam etmişti.
İşte Anakreon böyle bir dünya içinde doğdu. Kendisi İonia bölgesinde yer alan Teos’ta, Sığacık, İzmir’de doğmuştu. Teos’un sakinleri Pers tehlikesini sezip, tıpkı Phokaialılar gibi yurtlarını terk edip Thrakia’daki Abdera’ya yerleşmeye gitmişlerdi. Anakreon aşk ve meyhane temalarındaki ilk şiirlerini burada söylemeye başlar.
Dinleyicileri Symposion denilen meclislerdi. Zenginlerin sazlı sözlü eğlenmek için biraya geldikleri bu meclislere şairler, bilginler politikacılar katılır. Yakışıklı delikanlılar ve güzel kızlar hizmet eder. Dillere destan ziyafetler verilirdi. Symposion’lar üzerine uzun bir kitap yazan Athenaios’un dediğine göre, Kritias’ın deyimi ile Anakreon’un şiirleri de bu meclisleri ‘ateşlemekteydi’.
Anakreon 358 numaralı şiirini Sappho’ya yazmıştır;
‘Bir kez daha altın-perçemli Eros
Vurdu beni erguvani topuyla
Çağırır beni rengarenk-sandaletli nedimeyle
Birlikte oynamaya;
Çünkü o gelir oturulası
Lesbos’tan, onun köyünden,
Kabahat bulur o ak-pak saçıma
Bakakalır başka bir kıza’
Derken Sappho’nun ününün dilden dile yayılarak şimdiden çevredeki ülkelere ulaştığına tanıklık eder.
356 numaralı şiirinde ise ‘yudumlayalım Skythia’ içkisini derken, Anadolu’ya gelen İskit geleneklerinin bile kısa zaman içinde özümsendiğini anlatmaktadır adeta. Anakreon 395 numaralı şiirinde ise yaşlılıktan söz ederken, ağarmış saçlarından, yitirdiği gençliğinden, zamanı kalmadığından yakınır. Tartaros’un korkusundan, Hades’in korkunç kuyusundan bahsederken Hesiodos’tan alıntı yapmaktadır;
‘Şakaklarım ağarmış zaten
Başım da ak, artık kalmadı
Gençlik zerafeti bende,
Yaşlandı dişlerim,
Geriye çok zaman kalmadı
Tatlı yaşamdan,
Sık sık ağlıyorum
Tartaros korkusundan hıçkıra hıçkıra,
Zira korkunçtur Hades’in
Kuytusu, kahır doludur
Ona gider yollar, doğrudur zaten
Giden gelmez geriye.’
‘Giden gelmez geriye’ derken Karacaoğlan’dan Yusuf Ziya’ya asırlar sonra bile ilham kaynağı olmuştur adeta. 147. şiirinde ise gizemli bir dille Thrakyalı kısrağa seslenirken meclisindeki dinleyicilerinin beklentilerini dile getirmektedir adeta;
‘Ey Thrakialı kısrak,
Nedendir işkilli bakışın bana
Nedendir insafsızca kaçırman gözlerini,
Diyeyim sana o zaman,
Usulca vururum ben sana gemi,
Döndürürüm dizginlerle
Koşunun sonunda seni,
Oysa şimdi otlarsın çayırlarda
Oynarsın hafiften sıçrayarak’
Bu üç şairin anlattıkları, Ege sahillerindeki gelişmelere de ışık tutuğu gibi dağılan Anadolu kültürlerinin Ege’de gelişip, göçlerle Akadeniz’in, Marmara’nın, Karadeniz’in limanlarına, oralardan da günümüze kadar geldiğine tanıklık eder adeta.
Ben Haluk Mimaroğlu, sizlere de, Türkçe pek çok çevirisi yayınlanan bu şairlerin eserlerini tavsiye eder, haftaya Miletoslu felsefecilerde buluşmak üzere hoşçakalın derim.
Kadim Anadolu Eserlerinden Seçmeler programında adı geçen eserler:
- Arkaik Yunan Şiiri Antolojisi, Derleyen ve Çeviren: Erman Gören, Yapı Kredi Yanınları, 2018
- Sappho/Şiirler-Fragmanlar, Çeviren: Alova, İş Bankası Kültür Yayınları, 1996