Hüsnükabul'de Avrupa'da yükselen sığınmacı karşıtı politikaları konuşuyoruz.
Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba, Açık Radyo’dayız, 95.0. Ben Waseem Ahmad Siddiqui, bugün Ferhat Kentel yok aramızda.
Özdeş Özbay: Günaydın Waseem.
Ömer Madra: Günaydın Waseem, merhaba.
W. A. S: Merhabalar tekrar. Beş saat önce Amerika'da, ikinci bir tiyatro gerçekleşti, ikinci başkanlık tartışması Donald Trump ve Kamala Harris arasında. Göçmenlerle ilgili Donald Trump'ın her zaman yaptığı şahane yorumlar! Göçmenlerin, özel olarak da Haitili göçmenlerin kedi ve köpek yediklerini söyledi. Her duyduğumda kahkahalar atarak ağlamak istiyorum. Böyle trajik ve komik bir durum. En trafik olan da bugün burada bunu tekrar konuşmamız, tekrar yorum yapmamız gerekmesi. O yüzden bu konuyu yok sayarak başka meseleler hakkında konuşmaya çalışacağız.
Ö. M: Ben bir tek şey ilave edeyim izninle. Zeteo’nun YouTube kanalında, Mehdi Hasan bunu çok kuvvetle eleştiriyor, dalga geçiyor. Göçmenlerin kedileri yemesinden demokratların bebekleri öldürmesine…
“Daha tuhaf ve saçma hiçbir şey görmeniz mümkün değil” diye yorumlamış.
Ö. Ö: Bir o kadar tuhafı da Elon Musk ile Trump’ın çevrimiçi söyleşisiydi, orada da uçmuşlardı. Dünyanın en saçma sapan söylemi, Bill McKibben diyordu değil mi?
Waseem konuşmaya başlarken ikinci bir tiyatro dedi, ikinci olmasının sebebi bunun Amerikan başkanlık seçimlerinin ikinci münazarası. Fakat ilkinde Kamala Harris yoktu, Biden adaydı o dönem. Biden'la Trump arasındaydı fakat Biden bu tartışmadaki oldukça kötü performansının ardından adaylıktan çekildiğini açıklamıştı. Dolayısıyla ikinci münazarada Kamala Harris var.
W. A. S: Topyekun göçmenlere saldırıldı fakat aynı zamanda iklime, kadınlara, herkese saldırdılar. Bu saldırıları çok ciddiye almalıyız. Çünkü bunun sokaklara kadar, gündelik hayata kadar inen bir etkisi var. Bir yandan da kulağa çok tuhaf gelen bu yorumları yok saymak bir yöntem.
Ö. Ö: Bu arada Trump da yok saymış neredeyse bu görüşmeyi. ABC News’e bakıyorum, kendi sosyal medya hesabından çok iyi bir münazara geçirdim bence demiş. Ayrıca üçe bir tartıştım demiş. Sadece Kamala Harris değil, her zaman olduğu gibi tarafsız olarak orada bulunan ve münazarayı yöneten gazetecilere de Haris'in yanındaydılar demiş. Bunun sebebi de göçmenler meselesi asıl olarak. Çünkü özellikle o meselede; göçmenler kedileri yiyorlar deddiğinde bu haberin doğru olmadığını hatırlattı oradaki gazeteci. O yüzden benim konuşmalarıma müdahale edildi. Haris'e hiç etmediler demiş.
W. A. S: Neyse. Tarık Ali'nin Democracy Now'da, sizin de bahsettiğiniz, çok kapsamlı bir röportajı var. ABD ve İngiltere'nin İsrail’i silahlandırması, Pakistan protestoları, Bangladeş'deki son olaylar ve son olarak Macron'un sağı kucaklamasıyla ilgili çok kapsamlı bir röportaj bu.
Dün Tarık Ali bir mesajında seni de ilgilendirecek bazı konulardan bahsettim dedi. Dolayısıyla bu sabah erken saatlerde Democracy Now'daki bu röportajı dinledim. Tarık Ali'nin yayın sırasında. Juan González bir soru soruyor; “son zamanlarda Avrupa'nın genelinde aşırı sağ -özellikle de göçmen karşıtı- partiler İngiltere ve Fransa'da güç kazanıyor” diyor. “Merkez bile giderek daha fazla göçmen karşıtı, Afrika karşıtı, Arap karşıtı, Amerika Birleşik Devleti özelinde de Latin Amerika karşıtı hale geldi” diyor. “İşçi sınıfı ve orta sınıfın bazı kesimlerin bu göçmen karşıtı lobiye yenik düştüğü düşündüğünde; ilericilerin halk desteğini kazanma olasılığının ne düşünüyorsunuz?” diye soruyor Tarık Ali’ye.
Tarık Ali cevabına Türkiye'yi de ekleyerek bunların “çok basit bir propaganda” olduğunu söylüyor ve genellikle orta sınıfın bu propaganda içinde olduğunu ekliyor. “İşimiz yok, yeterince paramız yok, dışarıdan gelen şu insanlara bakın” siyebilirsiniz Avrupa’da, ama Amerika Birleşik Devletleri'nde Amerikan yerlileri hariç herkes dışarıdan geldi. Siz sadece beyaz olmayan insanları istemiyorsunuz.”
Ö. M: “Her kriz zamanında gördüğümüz bir durum” diyor. Sosyal, siyasi ve ekonomik kriz zamanlarında çalışan sınıfın, emekçi sınıfın insanları ve orta sınıf kendini kaptırıyor bu basit bir propagandaya. Yeterince iş yok, istihdam yok elimizde. Yeterince paramız yok cebimizde.
“Bakın bütün bu insana, dışarıdan gelenlere” diyor. “Avrupa'daki insanlar için söyleyebilirsiniz bunu ama Amerika Birleşik Devletleri'nde her zaman belirttiğim gibi herkes dışarıdan geldi yerli Amerikalılar hariç; Bir zamanlar Kızılderili denenle hariç herkes zaten dışarıdan, Avrupa'dan ve başka yerlerden. Onun için niye bu mesele üzerinde bu kadar konuşuluyor?”
"Biliyorsunuz, asıl amaç farklı ten renklerine sahip, beyaz olmayan insanları dışarıda tutmak. Avrupa'da da durum böyle; eski sömürgelerindeki insanları dışarıda tutmaya çalıştılar," diyor. "İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir iş gücü sıkıntısı yaşandı ve eski kolonilerden insan getirmeye başladılar. Batı Hint Adaları'ndan siyah hemşireler ve hasta bakıcılar getirdiler, Britanya'daki ulusal sağlık hizmetlerinde çalıştırdılar. Çünkü iş gücüne ihtiyaç vardı ve fabrikaların çalışması gerekiyordu. Ancak bugün, bu popülasyonu hedef alan farklı bir dönüşüm yaşanıyor. En iğrenç tarafı da şu ki, ana akım politikacılar bu duruma karşı açık bir tavır almaktan aciz. Juan González'in de belirttiği gibi, birçok politikacı bu argümanları kabul edemiyor. Yeni İşçi Partisi hükümetindeki birçok politikacı, sinsice 'Evet, çok fazla göçmen var, bu bir sorun' diyor ve göç akınını durdurmaya çalışıyor," diye ekliyor Tarık Ali.
"Sonuç olarak, bu çabaların sonucu olarak, savaşlar ve yoksulluk nedeniyle ülkelerinden kaçan, mülteci olmak zorunda kalan insanlar, Avrupa'ya giriş yapmak istediklerinde engelleniyor. Son yıllarda Orta Doğu'dan gelen pek çok insan, hayatlarını ve ailelerini kurtarmak için mülteci olmaya çalışıyor, ancak bu süreçte Manş Denizi'nde boğulup ölüyorlar. Hiçbir vicdani sorumluluk taşımayan illegal çeteler, 'sizi içeri sokarım' diye bu çaresiz insanları kandırıyor. Gerçekten korkunç bir durum."
W. A. S: “Almanya'da, özellikle de eski Doğu Almanya'nda Thüringen eyaletinde yapılan son seçimlerinde aşırı sağcı bir parti, AFD, en yüksek oyu aldı” diyor, “ve bilirsiniz, hala oyları düşebilir ama büyük bir oy kazandılar. Bu durum Almanya'nın diğer bölgelerine de yayılıyor ve bu aşırı sağcı gruplardan bazıları neden Rusya ile bir savaşı destekliyoruz? Neden Ukrayna'yı destekliyoruz? Bu bizim ulusal çıkarımıza uygun değil” diyor: “Neden Amerikalılar takip ediyoruz?”
“Göçmenlik ve diğer pek çok konu aslında bu partiler tarafından birbirine bağlanıyor ve aşırı merkez hükümetler, merkez sol ve merkez sağ hiçbir şey yapmıyor. Aslında hiçbir şey yapmayarak bunu destekliyor” diye röportajını tamamlıyor.
Çok da yeni olmayan bir durum şu anki yaşadığımız. 5 Eylül'de Hollanda'nın aşırı sağ hükümetinde sığınmacı karşıtı bir uygulama gerçekleşti; bu BBC'den gelen bir haber. Hollanda hükümeti sığınma başvurusu reddedilen ve kaçak durumdaki yabancılara barınma ve beslenme olanağı sağlayan ulusal göçmenlik hizmetlerinin ödeneği yılbaşından itibaren kesme kararı aldı.
Aşırı sağcı özgürlük partisi Geert Wilders öncülüğünde kurulan koalisyon hükümetindeki partisi ulusal göçmenlerin hizmetleri ödeneğinin durdurulması konusunda anlaşma sağlamaya çalışıyor. Fakat ödenek yaklaşık 30 milyon euro ve Hollanda'da sığınma başvuruları tamamen reddedilen ve kaçak duruma düşen yabancılar için sokaklarda yaşayarak halka rahatsızlık vermemeleri için özel barınaklar bulunuyor şimdi.
Benim bu özel barınakları görme şansım olmadı. Araştırdım, çok merak ettim. Bu özel barınaklar neresinde kentin, denizinde mi, çeperinde mi? Nerede sallanıyor bu barınaklar? Ben bulamadım. Hollanda'da Amsterdam, Rotterdam, Utrecht, Eindhoven ve Groningen kentlerinde bulunan bu barınaklarda kaçak duruma düşen yabancılara yatak, yemek ve banyo olanağı sunuluyor. Hollandaki belediyeler endişeli bu konuda. Hollanda Belediyeler Birliği hükümetin aldığı bu karar nedeniyle kaçak yabancıların sokağa dökülmesinden endişe ediyor. Bu konuda nasıl bir yorum yapmak istersiniz? Sokağa dökülme ihtimalleri var mı?
Ö. M: Sokağa dökülecekler… Çok tuhaf. Artık tamamen sürrealist enternasyonalde yaşadığımızı düşünmeye başladım. Böyle düşünmemek elde değil.
Ö. Ö: Mültecilerin demokratik bir hak kullanarak sorunu sokaklarda protesto etmesini bir sorun olarak görüyor.
Ö. M: En büyük sorun olarak.
Ö. Ö: Meseleyi sorunlu da kılıyor.
W. A. S: Evet. Ben gülemiyorum. Böyle bir güçleri ya da cesaretleri olduğunu da düşünmüyorum ki temel haklarıyla kamusal alanda derdini dile getirebileceğin böyle bir alan, böyle bir yer var mı dünyada?
Ö. Ö: Evet, neredeyse hiçbir örneği yok zaten. Çünkü ilk elden hemen sınır dışı edileceklerini bildikleri için göçmenler genelde bu tarz eylemleri kendi platformlarıyla ya da kendi başlarına yapmıyorlar. Göçmen dayanışma ağalarının yaptığı büyük eylemlere katılıyorlar.
Yunanistan'da mesela sol çok kitlesel, göçmen dostu eylemler yapıyor ya da İspanya'da yine Sol’da, Barcelona kentinde çok büyük, yüz binlerin katıldığı göçmenler hoş geldiniz eylemleri yapılıyor. Şüphesiz bu kadar büyük kalabalıkların içerisine göçmenler de katılabiliyor. Zaten bu hareketler göçmenlerin örgütlenmesine de sağlıyor. Yunanistan'da Kerfa diye, böyle bir hareket vardı. Hatta o hareketin içerisinde de Pakistanlı işçiler çok kuvvetli bir liderlik yapıyorlar.
W. A. S: Kamusal alan oldukça önemli bir mesele ve şu an aklıma gelen bir kavram. Bu alan üzerine düşünmek ve burada ne tür özgürlüklerin, iletişim ve diyalog ağlarının mümkün olduğunu tartışmak gerekiyor. Kamusal alanın sunduğu imkanlar üzerinde durmak, sadece göçmenlerle değil, halk temelli tüm meselelerle ilgili olarak ne tür ilişkiler ve yakınlıklar oluşturulabileceğini sorgulatıyor. Bu, hak temelli bir sesin nasıl yaratılacağıyla ilgili devam eden bir soru işareti. Bildiğiniz gibi, Habermas'ın kamusal alan üzerine yaptığı çalışmaları bu bağlamda çokça eleştirildi. Ancak, Habermas o kadar ihtiyatlı ve 'beyaz' bir yorum yaptı ki, birçok kişi artık bu yaklaşıma geri dönmek istemiyor.
Ö. Ö: Evet, yıllardır üzerine çalıştığı her şeyi bir kalemde kendi açıklamalarıyla sildi.
W. A. S: Evet.
Ö. Ö: İletişim meselesine hayatını adayacaksın, sonra İsrail'i destekleyeceksin, ne ironik!
W. A. S: Kesinlikle. Habermas’ı geçelim. 4 Eylül’de yayımlanan İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, Güney Kıbrıs ve Lübnan güçleri, Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı olmuşlar. Bu haber beni oldukça şaşırttı. Raporda, Lübnan'dan Güney Kıbrıs'a ulaşmaya çalışan Suriyeli mültecilerin, savaş ve zulümden kaçmalarına rağmen, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Lübnan yetkilileri tarafından zorla ülkelerine geri gönderildiği iddia ediliyor. Ayrıca, Güney Kıbrıs sahil güvenliğinin, mültecileri Lübnan'a geri iterek zorla geri gönderilmelere zemin hazırladığı belirtilmiş. Avrupa Birliği de, insan hakları ihlallerinden sorumlu Lübnan Silahlı Kuvvetleri'ne para aktarmaya devam ediyor. Lübnan’ın böyle şeyler yapması beni gerçekten şaşırttı. Bu haberi okurken şok oldum.
Ö. M: Evet, senin de bahsettiğin gibi, Human Rights Watch’ın raporunda Güney Kıbrıs ve Lübnan güçlerinin, Suriyeli mültecilerin zorla geri gönderilmesinde suç ortağı oldukları belirtiliyor. Gerçekten tuhaf değil mi?
W. A. S: Evet, inanmakta zorlanıyoruz ama bu Lübnan’da gerçekleşiyor. Tuhaf olan şu ki, Avrupalı bağışçılar insan hakları yükümlülüklerine hizmet ettiklerini iddia ederken, Avrupa'nın sınır yönetimi için Lübnan güvenlik kurumlarına sağladığı fonlar devam ediyor. Aynı kurumlar, Suriyeli mültecileri kötü niyetli bir şekilde geri göndermeye ve toplu sınır dışı etmeye devam ediyor. Sınır dışı etme olayları, dünyanın her yerinde bir trende dönüşmüş durumda. Bu durum, entegrasyon ve uyum konusundaki daha geniş bir tartışmanın parçası. Belki bu konuyu, hukuki boyutlarıyla ilgili olarak haftaya Ferhat Kentel ile konuşuruz.
Ö. Ö: Waseem, Lübnan'dan bahsederken önemli bir şey var: Lübnan nüfusunun neredeyse dörtte biri göçmen. Bir milyondan fazla Filistinli yaşıyor orada ve Suriye'deki iç savaşın ardından çok sayıda Suriyeli mülteci geldi. Aslında Lübnan ve Suriye halkı aynı halk, dilleri ve kültürleri aynı. Buna rağmen, Suriyeli göçüyle birlikte Lübnan’da büyük bir tartışma başladı. Nüfusun bunu kaldıramadığını ve özellikle ekonomik krizle birlikte göçmenlere karşı tepkilerin arttığını hatırlıyorum. Her yerde, aynı halktan olsalar bile göçmenlere yönelik ciddi sorunlar yaşanıyor.
Ö. M: Ama bu ne yazık ki bir fark yaratmıyor.
Ö. Ö: Evet, ekonomik ve politik kriz dönemlerinde insanların öfkesi aşağıda olana yöneliyor her yerde.
Ö. M: Evet, Tarık Ali de zaten Democracy Now’daki söyleşisinde altını çizerek yer veriyordu buna da.
W. A. S: Evet, evet. Tarık Ali bundan da bahsetti.
Son bir duyuruyla kapatalım, 9 Eylül'den bir haber. Herhangi bir ana akım medyada rastlayamadım ama Uygur Haber kanalında var.
Uygur, 4 çocuk annesi Hafife İbrahim geri gönderme merkeze alındı. İstanbul Sefaköy ilçesinde yaşayan Uygur Türkü Müslüman Anne Hafife İbrahim, evine sabah saatlerinde yapılan baskında, 4 çocuğunun gözleri önünde hiçbir neden belirtilmeksizin gözaltına alındı.
Ö. Ö: Geri gönderme merkezine mi alındı dedin? Geri gönderme merkezinde herhangi bir gerekçeye ihtiyaçları olmuyor.
Ö. M: Süreç işliyor. Dört çocuğu ne olmuş peki?
W. A. S: Dört çocuğu şimdilik komşularıyla birlikte. Küçük çocuklar, fotoğraflarını gördüm. Küçük çocuklar, masum çocuklar, Narin gibi çocuk, Gina Mercimek gibi...Masum çocuklar.
Bütün bu haberlerden sonra küçük bir şey yazmıştım izninizle onu okumak istiyorum: Karamsar olamam. Çünkü şu an hayattayım. İnsan yaşamı konusunda karamsar olmak başka bir konudur. Ben şu an iyimser olmak zorundayım. Ben hayatta kalabileceğimize inanmak zorundayım. Hayatta kalmalıyız. Ama şunu da belirtmek isterim ki bu yeryüzündeki göçmen halleri ya da bu bütün yeryüzündeki haller, sadece göçmenin geleceğiyle ilgili değil, bu yeryüzündeki geleceğin ne kadar parlak ya da karanlık olacağıyla ilgilidir.
Kısa bir not düşmek istedim. Bugünkü programı bu şekilde kapatıyoruz. Herkese çok teşekkür ederim. Haftaya Çarşamba günü tekrar görüşmek dileğiyle.
Ö. M: Görüşmek üzere. Çok teşekkürler.
Ö. Ö: Görüşürüz.