Dünyanın önde gelen bilim ve güvenlik uzmanlarının insanın hayatta kalmasına yönelik tehlikeler hakkındaki yargısını temsil eden "Kıyamet Saati", bu yıl gece yarısına 100 saniye kalaya ayarlandı.
Sosyal ve ekolojik sistemlerin tatlı su stresine adaptasyonunu birlikte elen küresel bir araştırma, dün Nature Cammunications dergisinde yayımlandı. Buna göre, Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusu tatlı su stresine karşı ekolojik ve sosyal açıdan yüksek derecede kırılgan durumda. Türkiye’nin sınır komşusu bölgelerin dahil olduğu Orta Doğu’da ise tatlı su stresi ‘‘ağır’’ durumdayken sosyal uyumluluk becerisi düşük seyrediyor.
Araştırmada sosyal uyum becerileri, “sistemin sıkıntılara yanıt verme yeteneği” olarak tanımlanıyor ve yönetişim, ekonomik güç ve insani gelişmenin girdi göstergelerine dayalı olarak hesaplanıyor.
Araştırmada paylaşılan aşağıdaki ilk grafik, havzaların tatlı durumlarıyla sosyal uyum becerilerini yan yana gösteriyor.
Araştırmaya göre şiddetli tatlı su stresine sahip olmasına karşın sosyal uyumu düşük düzeyde olan 73 havza var. Bu havzalar Kuzey ve Doğu Afrika, Arap Yarımadası ve Batı, Orta ve Güney Asya'da yoğunlaşıyor; Kuzeydoğu Brezilya, Güney Afrika ve Kuzey Çin'de de hassas havzalar bulunuyor. (Grafik 1’de a haritası)
Bu havzalar yaklaşık 1,2 milyar insanı, küresel gıda mahsulü üretiminin yüzde 12'sini ve küresel GSYİH'nın yüzde 6'sını kapsıyor. Benzer şekilde şiddetli tatlı su stresi statüsüne olan 119’u orta; 49’u ise yüksek düzeyde sosyal adaptasyon becerisine sahip. Bu havzalar güneybatı ABD ve Meksika, Şili ve Arjantin, Arap Yarımadası, Hazar Denizi'ni çevreleyen bölgeler, batı Avustralya ve Kuzey Çin Ovası'nda yer alıyor.
Türkiye’de tatlı su stresinin güçlü olduğu bölgeler Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu’da yer alıyor. Bu bölgelerin sosyal uyum becerisi oldukça düşük görünüyor. Türkiye’nın batı ve kuzey kesimleri ise dah ayüksek sosyal adaptasyona sahip.
Önceki çalışmalar, sulak bölgeler daha sulak hale gelirken dünyanın kurak bölgelerinin daha da kurak hale geldiğini gösterse de, bu çalışma, dünyanın su stresi çeken bölgelerinin daha kurak hale geldiğini ve dünyanın stresli olmayan bölgelerinin tatlı su konusunda net bir genel eğilimi olmadığını ortaya koyuyor.
Araştırmanın ana amaçlarından biri sosyal ekolojik adaptasyon açısından dünyanın kırılgan noktalarını tespit etmek. En savunmasız havzalar, tatlı su stresi ve yeraltı suları kaybını birlikte yaşayan bölgeler.
Araştırma, tüm havzaların yüzde 14'ünü ve küresel kara alanının yüzde 11'ini temsil eden 168 havzayı hassas noktalar olarak belirliyor. Bu hassas 168 havzadan 78'i (tüm havzaların %6'sı) "çok yüksek" yani en şiddetli hassasiyet gösteren bölgeler olarak sınıflandırılıyor. Bu havzalar Arjantin, kuzeydoğu Brezilya, güneybatı Amerika, Meksika, Kuzey, Doğu ve Güney Afrika, Orta Doğu ve Arap Yarımadası, Kafkaslar, Batı Asya, kuzey Hindistan ve Pakistan, Güneydoğu Asya ve kuzey Çin'i kapsıyor.
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusununun da dahil olduğu havzaların 90'ı (tüm havzaların %7'si) ise "yüksek" hassasiyet bölgeleri olarak sınıflandırılıyor.
Türkiye’nin orta ve batı bölgelerinin de aralarında olduğu 232 havza (tüm havzaların %19'u) “geçiş” havzaları olarak niteleniyor ve bu havzalar, küresel kırılganlık dağılımında aşırı değerlere sahip değiller. .
Toplam 1,5 milyardan fazla insan, küresel gıda mahsulü üretiminin %17'si ve küresel GSYİH'nın %13'ü kırılgan havzalarında bulunuyor. Bu nüfusun 300 milyonu, küresel gıda mahsulü üretiminin %4'ü ve küresel GSYİH'nın %4'ü 78 “çok yüksek” kırılganlık havzasında yer alıyor.
Araştırmacılar ayrıca biyoçeşitlilik ve havza tatlı su durumu arasındaki ilişkiyle tutarlı olarak, en hassas havzaların taksonomik olarak daha az biyolojik çeşitliliğe sahip olduğunu bulduklarını belirtiyor. Biyoçeşitlilik seviyesindeki düşüş tatlı su stresi ve yeraltı sularının kaybıyla bağlantılı olabilir ancak bunun kesin şekilde söylenmesi için ek araştırmalara ihtiyaç var. Kırılgan bölgelerle ilgili bir diğer önemli not, uluslararası öneme sahip 157 sulak alanı kapsıyor olması ve bu hassas ortamlarda korunmalarına öncelik verilmesi gerekliliği.
Yerlatı sularının azalması kuraklık sıklığını artırıyor ve su tablalarındaki düşüş, köklerin su alımını sınırlayarak, yeraltı suyuna bağlı ekosistemlere zarar veriyor. Kara yüzeyi enerji dengesini bozarak ekosistemin kuraklığa karşı direncini azaltıyor. Ve sulamadan kaynaklanıyorsa daha geniş bir bölgeyi etkiliyor. Kırılgan bölgeler, sosyolojik olarak evsel, endüstriyel ya da tarımsal ihtiyaçlar için daha az su bulabiliyor. Suya erişimin tehlikeye girmesi ülke içinde sınıfsal ve ülkeler arasında ‘‘güvenlik’’ çatışmalarını tetikleyebiliyor.
2000 yılından bu yana belgelenen 700 su çatışmasının üçte ikisi (%68) bu analizde ya geçiş havzası ya da kırılgan havza olarak nitelenen bölgelerde yaşanmış.
Hasat’ın diğer haberleri
İklim krizi Akdeniz mercanlarını çöküşe sürüklüyor
Yeni bir araştırma, iklim kriziyle bağlantılı deniz ısı dalgalarının Akdeniz'deki mercan popülasyonlarını azalttığını ve bazı mercanların biyokütlelerinin %80 ila %90’ının kaybetmesine sebep olduğunu buldu.
İklim krizi dünya çapında deniz ekosistemlerini ciddi şekilde etkiliyor ve Akdeniz de bir istisna değil. Özellikle, iklim kriziyle bağlantılı deniz ısı dalgaları, bu havzanın tüm kıyı ekosistemlerinde toplu ölüm olaylarına neden oluyor ve en çok etkilenen türler arasında Akdeniz mercanları var.
Denizdeki ısı dalgalarının bu organizmalar üzerindeki ani etkisini analiz eden çalışmalara rağmen, mercanın uzun vadeli dayanıklılığına ilişkin bilgilerdeki eksikliği adresleyen yeni bir araştırma, sıcak hava dalgalarının mercanları çöküşe sürüklediğini buldu.
University fo Barcelona liderliğinde yürütülen araştırma, 2003 yılında yaşanan bir sıcak hava dalgasından sonra mercanların iyileşip iyileşmediğini anlamak için uzun vadeli verileri analiz ediyor.
Fransa’nın Korsika adasındaki Scandola'nın korunan deniz bölgesinde farklı mercan popülasyonları yoğunluk, boyut yapısı ve biyokütle verilerine bakan araştırmacılar mercan popülasyonlarının 2003’teki sıcak hava dalgasından bu yana iyileşmekten öte çökme eğiliminde olduğunu buldular. Fonsiyonel açıdan, bu popülasyonların 2018’den itibaren neslinin tükendiği düşünülüyor.
Araştırmacılardan Daniel Gómez, "Kırmızı gorgonya popülasyonlarında ortalama yüzde 80'lik ve incelenen kırmızı mercan popülasyonunda yüzde 93'e varan ortalama biyokütle kaybı gözlemledik" diyor.
Araştırmacılar iklim krizinin bu etkileri hızlandırdığını ve denizler için mercan kaybının ormanlardaki ağaç kaybına eşit olduğunu hatırlatıyor.
Kimyasal kirlilik gezegenin güvenli sayılan sınırlarını aştı
"1950'den beri kimyasal üretiminde 50 kat artış oldu. Bunun 2050 yılına kadar tekrar üç katına çıkması bekleniyor. " Sözler Stockholm Üniversitesi, Stockholm Dayanıklılık Merkezi'nden Patricia Villarubia-Gómez’e ait. Kimyasal kirlilik açısından gezegenin güvenli sayılan sınırlarının aşıldığını söyleyen yeni ve türünün ilk örneği olan bir araştırmanın ortak yazarı Villarubia-Gómez’in ekibi 2000 ile 2015 yılları arasında tek başına plastik üretiminin yüzde 79 arttığını söylüyor.
Sentetik kimyasalların yeryüzü sisteminin kararlılığı üzerindeki etkisini ilk kez değerlendiren araştırma için 14 bilim insanı, insanlığın plastikler de dahil olmak üzere çevresel kirleticilerle ilgili gezegenin sınırını aştığı sonucuna varıyor.
Dünya çapında 350 bin farklı türde üretilmiş kimyasal madde bulunduğu tahmin ediliyor. Bunların içinde plastikler, böcek zehirleri, endüstriyel kimyasallar, tüketici ürünlerindeki kimyasallar, antibiyotikler ve diğer ilaçlar var. Bunların hepsi, dünya sistemi üzerinde büyük ölçüde bilinmeyen etkileri olan insan faaliyetleri tarafından yaratılan tamamen yeni varlıklar. Bu yeni varlıkların hacimlerinin önemli bir bölümü her yıl doğaya giriyor.
Göteborg Üniversitesi'nden araitırmanın ortak yazarı Bethanie Carney Almroth, "Bu kirleticilerin doğaya giriş hızı, hükümetlerin, bırakın olası sorunları kontrol etme kapasitesini, küresel ve bölgesel riskleri değerlendirme kapasitesini bile çok aşıyor" diyor.
Antarktika’da nanoplastikler keşfedildi
Grönland ve Antarktika'daki buz çekirdeklerini inceleyen uluslararası bir bilim insanı ekibi, burada lastik parçacıkları da dahil olmak üzere çeşitli türlerde nanoplastikler buldu. Nanoplastikler toksik etkilere neden olabileceğinden, araştırmacılar uzak ve bozulmamış alanların beklenenden daha fazla nanoparçacık kirliliği içerebileceğini ele alıyor.
Kutup bölgeleri, Dünya üzerindeki bozulmamış ve insan etkilerinin nispeten dokunulmamış son alanlarından bazıları olarak kabul ediliyor. Yine de, hem Kuzey hem de Güney kutup buzu, önemli miktarda nanoplastik içeriyor. Nanoplastikler organizmalarda toksik etkilere neden olabiliyor ancak ölçülmesi zor olduğundan, nanoplastik kirliliğinin dünya çapındaki boyutu şimdiye kadar belirsizliğini koruyordu.
Alpler’den Amazon’a: Altına hücumun yarattığı yıkım
Brezilya Amazon'u, altına hücumun yol açtığı yeni ve potansiyel olarak yıkıcı bir tehditin etkisinde.
Geçen yıl, Brezilya'dan İsviçre'ye tahmini 1,2 milyar dolar değerinde altın ihraç edildi ve bu da onu Kanada'dan sonra ülkenin altının en büyük ikinci ihracat pazarı haline getirdi. Resmi rakamlara göre bu altının yaklaşık beşte biri Amazon'dan geliyor.
Altına hücum Kayapo, Munduruku ve Yanomami gibi yerli kabileler üzerinde korkunç etkilere sebep oluyor. Artan kirlilik, ormansızlaşma ve şiddet suçlarında artışla bağlantılı.
2019 ve 2020 yılları arasında, yasadışı madenciler tarafından Amazon Havzasına yaklaşık 100 ton cıva döküldüğü tahmin ediliyor. Amazon halkının tükettiği suları ve balıkları kirleten madde, merkezi sinir sistemini etkilemekle birlikte böbrek ve karaciğere de ulaşabiliyor.
450 bilim insanından PR ve reklamcılık firmalarına açık mektup
450'den fazla bilim insanı, büyük reklamcılık ve halkla ilişkiler firmalarının yöneticilerini fosil yakıt müşterilerini bırakmaya ve iklim değişikliği konusunda dezenformasyonu yayma çabalarına aracı olmayı durdurmaya çağırdı.
Bilim insalarının mektubu, WPP, Edelman ve IPG gibi büyük küresel halkla ilişkiler ve reklamcılık firmalarının yöneticilerini ve Unilever, Amazon ve Microsoft gibi ‘‘iddialı’’ sürdürülebilirlik hedefleri paylaşan müşterilerinin CEO'larını işaret ediyor.
Bilim insanları, "İklim değişikliğinin gerçeklerini araştıran ve ileten bilim insanları olarak, büyük ve gereksiz bir zorlukla sürekli olarak karşı karşıya kalıyoruz: Verilerimizi ve iklim krizinin yarattığı riskleri gizlemeye veya önemsiz göstermeye çalışan fosil yakıt şirketlerinin reklam ve halkla ilişkiler çabalarının üstesinden gelmek.’’ diyor.
Söz bitmeden…
Dünyanın önde gelen bilim ve güvenlik uzmanlarının insanın hayatta kalmasına yönelik tehlikeler hakkındaki yargısını temsil eden "Kıyamet Saati", bu yıl gece yarısına 100 saniye kalaya ayarlandı.
Bulletin of the Atomic Scientists başkanı Rachel Bronson saatin ibrelerinin iki yıl önce bu konuma getirildiğini ve dünyanın bugün daha güvenli olmadığını açıkladı. Bronson:
"İnsanlık, şimdiye kadar gördüğü her şeyi gölgede bırakacak varoluşsal bir felaketten kaçınmak istiyorsa, hükümet liderleri dezenformasyona karşı mücadele etmek, bilime kulak vermek ve işbirliği yapmak için çok daha iyi bir iş çıkarmalı" dedi. .
"Saat, medeniyetin sonunu getiren kıyamete bugüne kadarki en yakın anda kalmaya devam ediyor çünkü dünya son derece tehlikeli bir anda sıkışıp kaldı.’’
Bülten 1945 yılında Albert Einstein, J. Robert Oppenheimer ve ilk nükleer silahları üreten Manhattan Projesi'nde çalışan diğer bilim insanları tarafından kuruldu.
Felakete karşı küresel kırılganlığı simgeleyen saat fikri 1947'de ortaya çıkmıştı. Saatin bu yıl 75’inci yılı.