Gündelik Hayatın Sosyolojisi'nin ilk bölümünde Berna Uçarol, Ebru Soytemel konukları Dr. Diler Bulut ile yakın zamanda çıkan Linç, Toplum ve Devlet kitabını konuşuyorlar.
Berna Uçarol: 59. Yayın Dönemi'nin yeni programı Gündelik Hayatın Sosyolojisi'nden merhabalar sevgili Açık Radyo dinleyicileri. Bu programı Ebru Soytemel ve Yıldırım Şentürk ile yayına hazırlayıp sizlere sunmaya çalışırken, akademik ve akademi dışı üretilen sosyolojik bilginin gündelik hayattaki karşılığını, çeşitli konu ve konuklarla tartışacağız.
Şimdi canlı yayın stüdyomuzdaki konuğumuzu sizlere takdim etmek istiyorum. Sosyolog, bağımsız araştırmacı Dr. Diler Bulut. Bulut'un, Ocak -2024 tarihinde Linç, Toplum ve Devlet kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Hoş geldin sevgili Diler.
Diler Bulut: Merhabalar Berna, hoş bulduk.
Ebru Soytemel: Merhabalar, hoş geldin Diler.
D. B: Merhabalar, hoş bulduk Ebru.
B. U: Linç, Türkiye'nin tarihsel hafızasında kara lekeler, kapanmayan yaralar açmış bir olguya karşı geliyor. Dilersen linç literatürde nasıl tanımlanıyor? Toplumsal işlevi nedir? Giriş sorularıyla söyleşimize geçelim. Söz sende.
D. B: Teşekkür ederim Berna. Evet, linç Türkiye tarihinde birçok olumsuz toplumsal olayla birlikte anılıyor. Hafızalarımıza yer etmiş belirgin bazı olaylardan da bahsedebiliriz. Genel olarak “linci nasıl tanımlarız?” dersek en temel anlamıyla kolektif bir cezalandırma pratiği olarak tanımlayabiliriz linci.
Ne anlatmak istiyorum? Bir kitlenin suçlu olduğunu düşündüğü kişi ya da kişileri herhangi bir yasaya, yargılamaya ihtiyaç duymaksızın hemen o anda yargılayıp, hüküm vermesi ve kendi eliyle cezalandırması olarak tanımlayabiliriz. Hukuksuz bir şiddet eylemi linci tanımlayan en temel kriterlerden bir tanesi. Hukuk dışılık, yani hukukun dışına çıkma hali belirleyici bir unsur. Mevcut devletin, hangi devletin vatandaşıysam o devletin, yasasını kuralını hiçe sayıyorum ve diyorum ki “evet, sen şu anda hakkaniyetli bir yargılama yapmıyorsun ya da vaktinde yapmıyorsun ya da benim istediğim şekilde bir yargılama yapmıyorsun o zaman ben suçlu olduğunu düşündüğüm kişiyi kendi kurallarıma göre cezalandırırım, şiddet uygularım” diyor. Bu haliyle hukuksuz bir şiddet eylemi çünkü kitle eylemlerinin her biri bu şekilde olmayabiliyor.
Bir diğeri de lincin eşitsizlik yaratıyor olması. Ne kastediyorum burada? Arada çok belirgin bir güç dengesizliğinden bahsediyoruz. Yani çok kişiden az kişiye yönelmiş bir şiddet ve maruz kalanlar, mağdurlar maruz kaldıkları şiddeti durdurabilme kudretine sahip değiller. İşte linçte kalabalık tenhadaki teke saldırıyor, çok kişi daha az kişiye saldırıyor ve burada aslında belirgin bir eşitsiz şiddet görüyoruz. Buna eşlik eden bir mağduriyet halini de görüyoruz. Kitle bunu niye yapıyor? Aslında bir adalet sağlama iddiasını taşıyor. Önemli bir nokta, etik bir üstlenme yapıyor kitle; diyor ki “ben bu adaleti sağlayacağım, benim haklı gerekçelerim var bu eylemi göstermekte ve yaptığım şey yasa dışı olsa da bana göre meşru.”
Oradan taşırsak, o zaman çok farklı linç biçimlerinden bahsedebiliriz. Tek bir formu yok lincin. Çok klasik tanımlamalara baktığımız zaman, Amerika’da siyahların hakları üzerine çalışan bir derneğin çok klasik olmuş, 1900'lü yılların başında yapmış olduğu bir tanımdan hareketle düşünürsek tanımda diyor ki bir öldürme eylemi olması lazım, en az üç kişi katılıyor olması lazım ve kitlenin adalet sağlama iddiasıyla bu işi yapıyor olması lazım. O zaman klasik en temel linç tanımına gelirsek bir fiziksel saldırı halini linç olarak tanımlayabiliriz. İşte kitle asarak, taşlayarak, döverek, vurarak, darp ederek birini öldürebilir, yaralayabilir. Bu lincin bir örneği, bir boyutu. Yaralanmanın yanında psikolojik olarak örselenme, travma deneyimi de olabilir. Bu da linçin bir boyutu olabilir. Bir de son zamanlarda çok sıklıkla karşılaşılan ve çok konuşulan bu sembolik şiddet dediğimiz şey, sanal linçler, sosyal medya üzerinden yapılan linç eylemleri sayılabilir. Çok boyutlu, çok çeşitli linçlerden bahsedebiliyoruz aslında. Ölümle sonuçlanabilir linçler, ölüm olmadan da çeşitli linç girişimleri de yine linçin içinde düşünebiliyoruz.
D. B: Çok çeşitli, geniş aralıkta düşünmeliyiz. Peki linç neye yarıyor? Yani niye insanlar linç ediyor? Yani bunun bir toplumsal işlevi, bir boyutu var mı diye baktığımızda aslında linç eden kitle diyor ki ben toplumun bütünlüğünü, büyük çoğunluğunu temsil ettiğim iddiasıyla bu şiddet uyguluyorum. O halde bir çoğunluk eylemi olarak düşünebiliriz linçi. Çoğunlukta kendi dışında kalan azınlığı belki yok etme, belki sınırlama, belki hizaya getirme, belki kontrol etme amacıyla bu eylemi yapıyor olabilir. Uç bir şiddet eylemi ama çok uzakta değil gündelik hayatın içinde. O bakımdan bir çoğunluk tepkisi kendi sınırlarını, kendi kimliğini, benliğini ortaya koymaya yönelik bir eylem. Kamusal da bir tarafı var aslında bu eylemin. Yani bir seyirciye ihtiyaç duyuyor, öyle ya da böyle. Ya sokakta ya sosyal medyada bir kitleye, izleyici kitlesine ihtiyaç duyuyor ve bir toplumsal onay istiyor.
Yani ben bunu çoğunluğun refahı için, kamu düzeni için yapıyorum. Sen de bana destek ol diye çağırıyor. Bir kimlik veren bir tarafı var, bir bizlik bilinci oluşturan tarafı var. Bir de aslında otorite tarafından onaylanmayı da getiren bir yönü olduğundan bahsedebiliriz genel olarak lincin.
B. U: Aslında kitabın bir doktora tez çalışması. Bu arada onu da belirtmiş olalım. Şimdi bu çalışmada sen 2000'li yıllara bakıyorsun. Lincin hem dünyada hem de Türkiye'deki tarihsel kökenlerine bakarken, sosyolojik araştırmalarda olduğu üzere mekân ve zaman sınırlaması dahilinde 2000'li yılları odağına alarak bugünlere kadar geliyorsun. Şimdi neden 2000'ler? Bu tarihi baz almanın bir özelliği var büyük bir ihtimalle.
D. B: Evet, 2000'li yılları odağa almamın temel sebebi aslında bu konuyu çalışmaya başlarken, ilgi duyduğum andan itibaren yazılıp çizilenlerde, kamuoyundaki tartışmalarda hep böyle 2000'li yıllarla birlikte lincte bir artış olduğu varsayımına rastladım. Ardından gördüm ki akademik ya da akademi dışı üretimler hep bu alandan ve bu tarih itibariyle ortaya çıkmış. Evet gerçekten bu varsayımda bir gerçeklik payı var mı? 2000'li yıllarda ne oldu da linç bu kadar arttı sorusundan hareketle girdim aslında. Bu zamanı odağa almamın sebebi bu. Eğer böyle ayırıcı bir artış, belirgin bir durum varsa bunun sebebi ne olabilir diye sorgulama ihtiyacı duydum. Evet 2000'li yıllar Türkiye'si kendi içinde dönem dönem farklılıklar barındırsa da daha çok neoliberal iktidar anlayışının hâkim olduğu yıllar. İlk zamanları belki daha az şiddetli sonrasında daha şiddetli ve güvenlik politikalarının hâkim olduğu bir dönemden bahsedebiliriz. Aynı zamanda bu yıllarda bir kitle tepkisi olarak linç de artıyor diyebiliriz. Buna bakarken aslında biraz geniş alabilirsem, 2000'li yıllar öncesiyle kıyaslayarak bakarsam, ki ben biraz çalışmamda da buna bakmaya çalıştım, belli yönler var.
Farklı yönler de var, ortak yönler de var. Ortak yönlere baktığımızda aslında genel olarak linçlerin 2000'li yıllar öncesi ve sonrasında daha çok Türk olmayanlara yönelen, etnik farklılaşmayı esas alan ve daha Türk olmayanlara yönelen bir şiddet eylemi olduğunu gördüm. Kim olabilir bunlar? İşte Romanlar olabilir, Kürtler olabilir, Ermeniler, Rumlar olabilir, Aleviler olabilir ya da bunun dışında mesela cinsiyet kimliği, cinsel yönlülüğün farklı olan kişiler olabilir ya da muhalif sol kesimden kişiler olabilir.
Son zamanlarda mesela Suriyelileri ya da sığınmacıları, göçmenleri de yine bu çerçevede değerlendirebiliriz. Böyle bir bakış açısından lince maruz kalan grupları 2000'ler sonrasında da benzer şekilde ilerlediğini söyleyebiliriz. Genellikle azınlık gruplarının lince daha çok maruz kaldığından bahsedebiliriz. Ancak 2000'li yılların özelliği aslında şiddetin şeklinin değişmesinde. 80 darbesinin mirası aslında tüm ülke satına askeri darbe sonrası yayılmış şiddetken, 90’larda şiddetin biraz daha belli bir bölgeye çekildiği şiddetin dozu artsa da ülkenin bir kısmının bu şiddetten çok da haberdar olmadığı bir dönemden bahsedebiliriz.
Ama 2000’ler daha böyle karşılaşmanın olduğu, olağanüstü hâl yönetimlerinin olduğu, kitlesel hareketlerin yaygınlıkta olduğu yıllar. Bir de aynı zamanda tüm dünyada ve Türkiye'de 11 Eylül ile artan bir terör söylemi ile 2000’ler güvenlikçi politikaların arttığı bir döneme de denk geliyor. Bu aynı zamanda sivil yaşamda, gündelik hayatta, kitle eylemlerinde de şiddetin dozajının arttığını gösteriyor.
Linç de aslında bu bağlamda bir yere oturuyor diye düşündüm ve biraz bunu araştırmaya çalıştım. Bunu da lincin taraflarıyla yapmaya gayret ettim.
E. S: Diler, biraz araştırma sürecinden bahsedecek olursan, araştırmanı yaparken nasıl bir yöntemi izledin? Bir de senin araştırmanın diğer akademik linç araştırmalarından farkı ne? Yani sen daha önceki akademik araştırmalarda bakılmamış hangi noktalara odaklandın?
D. B: Yöntemden bahsedeyim aslında az önce Berna ile konuştuğumuz yerden de devam etmiş olacağız. Bu temel 2000'li yıllarla birlikte linç artıyor sorusu biraz bu sahaya bakmamı gerektirdi. Ben iki tane temel yöntem kullandığımdan bahsedebilirim. 2000'li yıllardan bugüne kadar taşıdığım diyeyim. Bir ilki nicel bir yöntem daha gazete taramasıyla linçlerin ne sıklıkla gerçekleştiğine bakmaya çalıştım. Çalışmanın ilk aşaması buydu. İkincisi de bu çalışmadan yani bu verilerden hareketli bir nitel çalışmayla aslında bitmiş dava dosyalarını inceleyerek, içerik analizi, belge analizi yaparak aslında belli temalar, alt temalar, kategoriler oluşturmaya gayret ettim. İlk olarak nicel çalışmadan bahsedecek olursam, 2000-2014 yılları arasındaki süreci taradım.
Ve burada gördüğüm şey aslında, evet gerçekten 2000 yılların ortaları itibariyle, özellikle 2005'ten itibaren linç vakalarında çok belirgin, bariz bir artış var. İvme hep yukarıya doğru gidiyor. Ve 2014, 2013, 2010'lu yıllar bir hayli çok linç vakasının olduğu yıllar. Peki kimlerden kimlere yöneliyor? Aslında biraz gördük. Linç edenler genelde kendini vatandaş, halk, öfkeli kalabalık diye tanımlarken maruz kalanlar daha çok en başta politik olarak Kürtler olarak öne çıkıyor. Onun dışında işte taciz, tecavüz zanlısı ya da herhangi bir suça karışmış kişi olarak gözüküyor.
Burada en temel gördüğüm nokta aslında çalışmanın, bu nicel çalışmanın belirleyicisi olduğunu düşündüğüm nokta var. Genelde literatürde, Türkiye'de akademisinde linçler, politik boyutuyla çok ele alınıyor ama doğrudan politik saiklerle yapılmamış, gündelik hayattan, ortaya çıkan linçler çok ele alınmıyor. Ben bu tür linçlerin sayıca çok olduğunu gördüm. Yani toplam 351 vaka saymıştım ben bu 14 yıllık dönemde. Oransal olarak %50 %50 bir dağılım var. Politik olmayan yani gündelik hayatta bir kavga görünümünde ya da mesela bir sokak tacizi olarak öne çıkan linçler var. Sokakta ya da mahallede bir tacizcinin yaptığı bir harekete karşı linç eylemi ya da trafikte yaşanan ya da sağlık çalışanlarına yönelik yaşanan linçler var. Bunların da politik sebepleri olan, bize çok anlatılan tartışılan konuların yanında çok sayıda olduğunu gördüm. Orada da devam eden bir ivme, bir eğilim vardı. Biraz oraya da bakmak istedim. Peki bunu nasıl yapabilirim? Yani daha nasıl derinleştirebilirim bu çalışmayı diye düşündüm. Çünkü bu nicel çalışma bir şekilde yapılabilir ve ulaşılabilir oluyor ama bana kısıtlı bir veri imkânı verdi. Derinleşme imkanını da biraz bu nitel çalışmayla yapmaya çalıştım.
Onun için de kesinleşmiş, bitmiş, linç niteliği taşıyan, karakteri taşıyan beş tane dava dosyasının mahkeme tutanakları, evraklarını inceleyerek araştırmamı yaptım. Mağdurlar ve sanıklar olarak iki boyutta ele aldım bu çalışmayı. Aslında verileri kodlayarak, ikinci, üçüncü kez okumalar yaparak, sonrasında kategoriler ve temalara ulaşarak da linç edenler ve linçe maruz kalanların hangi gerekçelerle bu eylemi yaptıkları, kendilerini nasıl tanımladıkları, kiminle kendilerini yakın bulup hangi politik, siyasi, dini görüşü paylaştıkları ya da ortaklaştıkları gibi ya da mağdurlar açısından niye ben bu şiddete maruz kalıyorum, ben bunun gerekçesinin şu olduğunu düşünüyorum dedikleri gerekçelerini biraz kendi ağızlarından, dillerinden görme imkanı verecek en ulaşılabilir malzemenin aslında dava dosyalarının olduğunu düşünerek o dava dosyalarına ulaştım ve biraz bunları araştırmaya, incelemeye çalıştım. Yöntem olarak bu yolu, yöntemi izledim. Ve tabii ki bunu yaparken belli etik kaygıları da muhakkak ki gözettim.
B. U: Şöyle bir şey sormak istiyorum. Dava dosyalarından biraz bahsedebilir misin? Araştırmanda 5 tane vaka incelemesi yapıyorsun. Bu beş vakayı açabilir misin? Bir de sanırım doğru anladım. Lütfen yanlışsa düzelt. Sen aslında farklı olaraktan yani daha önceki akademik çalışmalarda, yapılmayan bir şey yapıyorsun. Taraflara bakıyorsun. Bu dava dosyaları yöntemsel olarak davalara bakma zemini hazırlamış oluyor tabii.
D. B: Evet çok doğru anladın ve çok da güzel özetledin. Teşekkür ederim. Evet dava dosyalarından hareketle aslında tarafların söylemlerine, beyanlarına, toplumsal konumlarına, gerekçelerine bakmaya çalıştım. Çünkü takdir edersiniz ki linç söz konusu olduğunda linç edenler, çok kolay ulaşılabilir taraflar, özneler değil. Bu gruplar yani çünkü şiddet oluyor bitiyor tarafların bir kısmı suçla suçlanıyor, yargılanıyor, ceza alma ihtimalleri var. Bir kısmı görünmüyor. Zaten lincin kendisinin anonim karakteri sebebiyle herkes yargılanmıyor, bir kısmı zaten ortaya çıkmıyor. O bakımdan çok kolay ulaşılabilir özneler değil zaten bu gruplar. O bakımdan da ben aslında dava dosyalarını inceleme yoluna gittim. Elimde sabit bir materyal olarak mahkeme kayıtları var ama bu belgeler yine de kişilerin kendi dünyalarını, duygularını, bakış açılarını, zihniyet yapılarını, politik anlayışlarını ortaya koyabilir diye düşündüm. Ele aldığım davaların ki beş dava ele aldım. Temel bir kriterlerim vardı.
Az önce de biraz bahsettim. Linç karakteri taşıyor olması lazım bu davaların. Az önce en başta tanımlarken saydığım o linç niteliğini muhakkak taşıyor olması gerekiyor. Zaman ve mekân kriterine uymaya çalıştım. Şunu kastediyorum.2000'li yıllardan sonra gerçekleşmiş linç davalarının tamamlanmış olanlarını seçtim. Niye özellikle tamamlanmış olmanın altını çiziyorum?
Çünkü bu insanlar yargılanıyor, onlara etiketleme riski var. Bir o haliyle kesinleşmiş bir dava olması önemli. Bir ikincisi kesinleşmiş davalarda aslında hem tarafların ne dediğini hem de kamunun ne dediğini de görme imkânımız var. O açıdan tamamlanmış davaları seçtim. Bölge olarak da çeşitli bölgelerde gerçekleşmiş linçlere ulaşmaya çalıştım. Ve farklı linç türlerini ele aldım. Ne diyorum burada? Ne kastediyorum? Mesela davaların bir tanesi İzmir'de yaşanmış ve ölümle sonuçlanmış bir linç. Diğerlerinde ölümlü bir vaka değil, linç girişimi düzeyinde kalmış ama yarattığı farklı tahribatlar var. Bir fark, önemli bir fark, az önce Ebru'nun sorduğu soruya da aslında belki buradan geçiş yapmış olabiliriz.
Az önce dedim ya bir politik linçler var, bir adi nitelikli, adi motivasyonlu linçler var. Ben davalardan birini çok zor ulaşsam da bu adi motivasyonlu linçlerden biri arasından seçip dahil etmeye çalıştım. Çünkü evrende çok sayıda temsil edilen bir durumu örneklem olarak kullanmamak çok uygun olmazdı. Onu da koydum Köpekli Adam davası dediğim davası İstanbul'da yaşanan bu tür bir linç davası.
Baktığınız zaman bu olay çok da linç gibi gözükmüyor. Biraz inceleyip irdelemeniz gerekiyor. Altını kazıyıp baktığınız zaman bariz bir linç olayını orada da görüyoruz. Ben de biraz oradaki söylemler, oradaki gerekçelendirmeler neler? Diğer politik linçlerle bir bağlantısı, yakınlığı var mı? ona bakmaya çalıştım. Diğer kalan davalarda bir tanesi Manisa'da yaşanan, romanlara yönelik yaşanan bir linç. Bu lincin en belirleyici yönü, ciddi bir göç, yerinden edilme deneyimi yaratmış olmasıdır. Mala karşı suçlardan ve etkilenen grupların çocuk, genç vs. çok geniş bir kitle oluştuğundan bahsediyoruz. Bir tanesi yine Muğla'da yaşanan bir linç, politik bir linç o. Kürtlere yönelik bir linç grubundan sayılabilir. Yine İzmir'de yaşanan linç de yine politik bir linç. Bu şekilde dava dosyalarını seçmeye çalıştım.
D. B: Devam edecek olursam. Türkiye'de aslında linçe yönelik akademik ilginin olduğundan bahsedebiliriz. Ama daha çok özellikle yazılmış yüksek lisans ve doktora tezlerinin ağırlıklı olarak alan çalışması olduğundan ve daha çok sosyal medyaya odaklandığından bahsedebiliriz. Ya sosyal medya linçlerine yönelik bir ilgi var ya da linçlerin yazılı ve görsel basındaki temsillerine odaklanılıyor. Yani linçler medyada nasıl anlatılmış, nasıl yer verilmiş vesaire gibi. Bir de hukuk alanında yazılmış iki tez var. Akademi dışı ve akademik üretimlerin bir kısmı da kuramsal tartışmalardan oluşuyor. Bir tanesi milliyetçilik eksenli okumaların yapıldığı değerlendirmeler. Yani linç dediğimiz mesele çoğunluğun azınlığa yönelttiği bir şiddet, biz-onlar ayrımına dayanıyor. Bu perspektiften bakılırsa Türkiye tarihinin bir kısmının yine linçler bağlamında düşünürsek azınlık gruplarına yönelmiş bir şiddet olarak tanımlayan bir bakış açısı bu. Bir de linçleri neoliberalizmle ilişkili düşünen bir bakış açısı var. İkisinin de ortak noktası aslında politik linçlere odaklanıyor olması. Arada ortaklık kuruyor. Genelde muhatap grupların Kürtler olduğunu söylüyor.
Siyasal alanla yakın ilişkili, yani resmi söylem, hâkim ideolojiyle linç edenlerin bir yakınlığı, bir duygudaşlığı, ortak düşmana yönelmiş bir şiddeti gibi değerlendirildiğinden bahsedebiliriz. Bu çalışmalarda ağırlıklı olarak benim gördüğüm; belki benim yaptığım çalışmanın farkı budur diyebileceğim nokta; onların ağırlıklı olarak politik linçlere odaklanırken benim az önce de verdiğim örnekte bahsettiğim davada, Köpekli Adam davasına yer vermemdir. Bu davayla biraz daha politik saiklerle yapılmayan linçleri de gündeme almaya, bunlara bakmaya çalıştım. Ek olarak bunu da lincin taraflarıyla, onların söylemlerini kullanarak yapmaya çalıştım.
B. U: Evet son 4 dakikamıza girdik. O yüzden son bir soruyla aslında yavaş yavaş söyleşimizi sonlandıracağız. Argümanlarını başta sıralarken, lincin literatürde nasıl geçtiğinden bahsederken, son maddelerinden bir tanesi de sosyal medyada lincden de bahsettin. Ve özellikle sosyal medya kullanımı arttığından beri yaygınlaşarak, “linclenme” olgusu gündelik dile yerleşti. Araştırmandaki argümanlarınla toplumsal düzlemde daha da görünen linclenme olgusu arasında nasıl bir paralellik kuruyorsun?
D. B: Şöyle söyleyeyim ben bu çalışmayı yapmaya başladığımda, okumalarıma başladığımda aslında sosyal medya linçleri o kadar da popüler ve konuşulan bir linç grubu ya da türü değildi. Ama son zamanlarda neredeyse hayatımızın parçası. Yani herkes bir şekilde linçe uğrama riskiyle karşı karşıya. Ben de bunun üzerine biraz araştırma yapmıştım. Sosyal medyadaki linçler nasıl oluyor diye bir okuma yapmıştım. Aslı Tohumcu'nun Twitter'da maruz kaldığı bir linçten hareketle. Aslında mekanizmasının ben gündelik hayatta, sokakta yaşanan linçten çok farklı olmadığını düşünüyorum. Çünkü orada da kendini ifade etme aracı olarak insanlar kullanıyor. Şiddetle ifade etme ve bir bizi kurma, kendi cemaatini tanıtma ya da o cemaate dahil olmak için işte retweet etme, tweetleme ya da işte ne olduğunu bilmeden konuyu ya da kişiyi ona ölçüsüzce saldırma eğilimi ortaya çıkıyor. Bu sokaktaysa fiziksel bir şiddet biçiminde oluyor.
Sosyal medyadaysa bu şiddet sembolik oluyor. Sosyal medyada linçlerin bu kadar yaygınca yaşanıyor olmasının nedeni aslında bu mecranın herhalde daha kolay ulaşılabilir bir yer olması. Yani siz çok rahatlıkla birini sosyal medya üzerinden linç edebilirsiniz ya da siz de çok kolaylıkla sosyal medyada lince uğrayabilirsiniz. Tekrar ihtimali var yani çok kolay tekrar edebiliyorsunuz eyleminizi. Burada da yine şiddet uygulayanla maruz kalan arasında çok belirgin bir güç dengesizliği var yani bir kişi herhangi bir şey söylüyor ya da yapıyor arkasından binlerce, on binlerce kişi belki trol grupları da buna ekleniyor, linç ediyor.
Bu anonim karakter yani şiddet uygulayanın anonimliği çok belirleyici burada da. Evet belki bir takma adınız var vesaire ama rahatsınız. Sizi biri yakalamayabilir, size bir şey olmayabilir, başıma bir şey gelme ihtimali düşük diye düşünüyor insanlar. Sosyal medyadaki linçi biraz daha bitimsiz ve kolay yapılabilir kılan bir unsur da herhalde 24 saat yapabilme imkanınızın olması. Yani telefonunuz elinizde olduğu sürece, uyanık olduğunuz sürece bunu tekrar ediyorsunuz. Bir de çok sayıda seyirciye ulaşma imkânı sunuyor sosyal medya linçleri. Belki sokakta bu imkân yok. Ben bu yönün baskıyı arttıran unsur olduğunu da düşünüyorum.
O kadar çok seyirci, o kadar etkileşim alıyor ki kişi, belki buradan yıldızlaşabilir, başka bir şey olabilir. O etkileşim arttıkça aslında linç etme kapasitesinin de arttığını düşünebiliriz.
B. U: En başta belirttiğin aslında lincin seyirciye ihtiyacı var argümanıyla örtüşüyor, öyle mi?
D. B: Birileri sizin yaptığınızı likelasın, retweetlesin, paylaşsın istiyorsunuz. Sokaktaki linçte de yani birileri sizinle katılsın, slogan atsın, size eşlik etsin, gerekiyorsa vursun istiyorsunuz. Kim şiddete uğruyorsa, linç ediliyorsa, o kamusal alanın, burası belki sosyal medyayı da başka bir kamusal alan diye düşünürsek; o kamusal alan karakterini aslında şiddetle, yıkıcı bir biçimde, ifade özgürlüğünü sakatlayan, sansürleyen bir unsur haline getiriyorsunuz.
B. U: Peki, dakikalarımızın maalesef sonuna geldik. Çok hızlı akıyor programlar.
Ebru, bir şey söylemek ister misin?
E. S: Çok teşekkürler Diler geldiğin ve araştırma sonuçlarını bizimle paylaştığın için.
B.U: Bize katıldığın için ben de teşekkür ediyorum. Gündelik Hayatın Sosyolojisi’nden bugün bu ilk programdan size seslendik sevgili Açık Radyo dinleyicileri. Üçüncü programcımız Yıldırım Şentürk bugün aramızda değildi. Bundan sonraki programlarda bizimle birlikte olacak ve bir başka programda görüşene kadar hoşça kalın.
D. B: Hoşça kalın.