Ali Bilge’nin gündeminde Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasının ardından oluşan gündem, NATO üyesi olan Türkiye’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali’nde yaşanan kriz ve sonrasında yapılan suç duyurusu, santral arazisinin iç ve dış güvenlik sorunu yaratacak şekilde kullanılma biçimi ve pazara girmeye hazırlanan yerli otomobil TOGG vardı.
Ömer Madra: Günaydın. Bugün gündemde ne var?
Ali Bilge: Çok yoğun bir gündem var. Öncelikle Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasına dair gelişmelere değinmek istiyorum. Fincancı, “Kimyasal silah kullanımıyla ilgili mesele bir bağımsız kurul tarafından araştırılsın” dedi. Kendisi de bu alanda çalışan bir tabip, bir bilim insanı. Ayrıca insan hakları ihlalleri üzerine çalışan bir adli tıp uzmanı. Açıklamalarında, “Kimyasal silah kanıtlama meselesine girmedim, böyle bir şey söylemedim” diyor ama bu iddianın araştırılması gerektiğini söylüyor. Bunun üzerine yaşanan gelişmelere tanık olduk. İktidar taraftarları ve muhalefetin bu konudaki tavrı belli. Fincancı’nın gözaltına alınması, tutuklanması ve tabip odaları ile ilgili yapılması düşünülen düzenlemeler önümüzdeki günlere de ışık tutacak mahiyette. Sansür düzenlemesi diye nitelendirdiğimiz sosyal medya düzenlemesi, medya ve sivil toplum üzerindeki baskıların nasıl gelişeceği hususunda bize ciddi bir işaret veriyor.
Uzun yıllar boyunca, soğuk savaş döneminde “Türkiye’de atom bombası var mı?” diye hep sorduk. Türkiye’de sayısız NATO üssü vardı, bu üslerin çoğu hâlâ bulunuyor. O dönemde bunlar hep reddediliyordu. “Türkiye’de nükleer başlıklı silah yok, atom bombası yok” deniyordu. Sonra resmî ağızlardan Türkiye’de bu tür silahların bulunduğu açıklandı.
Bu konuda tarihimiz de pek parlak değil. Sene 1981-1982 olmalı, hocamız Mete Tuncay’ın tek parti dönemini anlatan kitabı yeni çıkmıştı. Hiç unutmam, o kitabın Kürt ayaklanmaları ve isyanları bölümünde, İngiliz belgelerine dayanan bir dipnotunda Dersim isyanında gaz kullanıldığına dair iddialar vardı. Çok şaşırmıştım, bilmiyordum.
Sonraki yıllarda gördük ki bunu en iyi bilen insanlardan biri sayın Kılıçdaroğlu. Kendisi Dersimlidir. İhsan Sabri Çağlayangil Dersim harekatı sırasında harekât bölgesinin emniyet müdürüdür, Kılıçdaroğlu ile bu konuyu bizzat kendisi görüşmüştü. Çağlayangil de, Dersim harekatı sırasında orada bulunan önemli üç kişiden biriydi. Malatya Emniyet Müdürüydü, o harekâtı yürüten komutanla birlikte süreci çok yakından takip etmişti. Ayrıca Muhsin Batur’da Dersim’de gaz kullanımını anılarında yazdı. Çok sonraları Dersim isyanında yaşananların belgelerine ulaşıldı ve gaz kullanıldığı ortaya çıktı. Bugün artık bu bir hakikat, buna rağmen son meselenin bağımsız komisyonca araştırılması gerektiği ortada. Halepçe Katliamı var, 1988 yılında Saddam Hüseyin, ithal ettiği kimyasal silahlarla oradaki Kürtleri mahvetmişti.
Durum böyleyken, “Mecliste bir araştırma, soru önergesi vereceğim” diyen Sezgin Tanrıkulu’na ve konu araştırılsın diyen Canan Kaftancıoğlu’na kendi partileri üzerinden ciddi bir tepki adeta linç oldu. CHP içinde bir anda kıyamet koptu. Bu tür konular ve iddialar dünyanın her tarafında gündemde. Sivil toplum, doktorlar, bu konuda çalışan kuruluşlar ve parlamentolar değişik kanallardan kimyasal silah kullanımına yönelik iddiaları araştırma taleplerinde bulunabiliyor. Bundan doğal bir şey olamaz. Gazın kullanıldığı iddia edilen ülkelerde 6 aydır devam eden bir askerî harekât var.
Prof. Fincancı’nın söylediklerini net olarak ortaya koymak gerekiyor. “Ben bunu kanıtladım” demiyor, “Bu konu araştırılsın. Ben adli tıp uzmanıyım, görüntüler yeterli değil ama araştırılmaya muhtaç” diyor. Bizim tarihimizde böyle örnekler çok. Dediğim gibi “Atom bombası yok” dendi, sonra baktık ki atomun üstünde oturuyormuşuz.
Ö.M.: İncirlik’teki üsten bahsediyorsunuz değil mi?
A.B.: Evet. Değişik üslerde de bunların olduğu ortaya çıktı. Koruganların içinde Boğaz’da bile olduğunu öğrendik. NATO içindesiniz, Küba krizi var. Elbette tahmin ediliyordu , bilinen şeylerdi ama soğuk savaş döneminde hep reddedildi. Sonra anladık ki yapılan NATO inşaatlarının çoğu izolasyonları sağlamak üzereymiş.
Tarihimizde de Dersim’le ilişkili bir külliyat var. Gazı satan fabrikanın ismine kadar belgelerle konuşuluyor ama resmî tarih bunu ortaya koymuyor. Bunu en iyi bilecek kişi Kemal Kılıçdaroğlu. Çağlayangil, ona mağaraların önünde yerli ve yabancı yapım malzemelerin nasıl kullanıldığını bizzat anlatmıştır. Bildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu, bazı gazeteci arkadaşlarımızla o zaman konuşmuş ve yaptığı söyleşiyi aktarmıştı.
Ö.M.: İhsan Sabri Çağlayangil sonradan dışişleri bakanı oldu.
A.B.: İhsan Sabri Çağlayangil, Demokrat Parti döneminde Bursa Valisi oldu. Sonra Adalet Partisi’nin kuruluşunda yer aldı ve ardından dışişleri bakanlığı ve cumhurbaşkanlığı vekilliği de yaptı. 1980 askerî darbesine geldiğimizde cumhurbaşkanı vekiliydi.
Türkiye üretmeye başladığı uçak bombalarının ilk partisini teslim etti
Geçenlerde Türkiye’de uçak bombası üretimi başladı. MKE’nin (Makine ve Kimya Endüstrisi) Kırıkkale’deki roket ve patlayıcı fabrikasında üretilen ilk parti Hava Kuvvetleri’ne teslim edildi. Enteresan bir ifadeyle karşılaştım: “Enerjetik malzemeler üretim tesisleri.” Bu savaş sanayinde önemli bir şeymiş. Enerjetik malzemelerle dolumu yapılan uçak bombaları sayılı ülkede varmış. Türkiye’de üretilenlerin ilk kısmı teslim edilmiş ve kullanılmaya başlanmış.
Akkuyu’da suç duyurusu
Akkuyu Nükleer Santrali’ne ilişkin de geçen hafta dehşetengiz gelişmeler oldu. Bu santral için kurulan şirketin 7 kişilik yönetim kurulunun 6’sı Rus, 1 tanesi ise Türk. Şirketin ismi Akkuyu Nükleer A.Ş. galiba. Bir süre önce Ruslar yerli müteahhiti devreden çıkarıldı, yeni bir Rus şirketine/ müteahhite iş verdi. Ardından Erdoğan, Soçi’de Putin’le alelacele görüştü ve iş eski şirkete geri verildi. Bu şirket de kamuoyunda, “havuz müteahhitleri” olarak anılan şirketlerden.
Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin bize söylendiği kadarıyla, yüzde 51’i Rusların, yüzde 49’ü ise Türklerin. Ama şu anda Türkiye’ye ait olan o yüzde 49 meselesi de muallak. Yönetim kurulundaki tek Türk de Cuneyd Zapsu. Zapsu, AKP’nin kurucusu, kuruluşundan beri Erdoğan’ın özellikle uluslararası ilişkilerde her zaman yanında bulunan bir iş insanı. Büyük gıda zincirlerinin sahibiydi sanıyorum ama sattı. Varlıklı bir ailenin temsilcisi ve iş dünyasının önemli isimlerinden biri. Erdoğan’a çok yakın ve Akkuyu şirketinde yönetim kurulunda yer almasını da Erdoğan istedi. Önce bir kere istifa etti, tekrar döndü ama anlıyoruz ki işler iyi gitmiyordu. “Cuneyd Zapsu’nun istifası yine cebinde” şeklinde haberler dolaşmaya başlamıştı. Son gelişmelerden öğreniyoruz ki işler daha da sarpa sarmış. Zapsu, “Ben burada yönetim kurulu üyesiyim ama Ruslar bana hiçbir şey danışmadan/konuşmadan karar alıyor ve hiç bilgilendirilmiyorum, toplantılardan bile haberdar edilmiyorum, dolayısıyla bu durum Türk Ticaret Kanunu’na göre işlenen bir suçtur” diyerek Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş. Suç duyurusunun tamamı çok önemli ama en önemlisi şu: Akkuyu reaktörü 16 milyon metrekare alanında yer alıyor ancak en fazla 2 milyon metrekare reaktörlere yeterliymiş. Bu alanda bir de liman var, bu liman daha önce de kararnamelerle “Rusların her türlü ihtiyacını karşılamak üzere” kullanıma sunulmuştu. “Bir ticari liman ama askerî amaçlarla da kullanılabilir” deniyordu ve kamuoyunda tartışılmıştı. Çok önceleri “S400 ne olacak?” denildiğinde, ben espri mahiyetinde “Herhalde nükleer santrali korur” demiştim. Ama cidden nerede kullanılacak? Nerede muhafaza ediliyor, onu bile bilmiyoruz. Türkiye 2,5 milyar dolara S400 aldı, bunu nerede kullanacak?
Ö.M.: S400 bir roket sistemi değil mi?
A.B.: Füze koruma sistemi. Zapsu’nun suç duyurusundan anlaşılıyor ki Ruslar, Akkuyu Nükleer Santrali’ne bir radar sistemi kuruyor. Kimine göre bu bir radar üssü. AKP’nin kurucularından da olan Cuneyd Zapsu bu durumdan rahatsızlık duyuyor. “Türkiye’nin güvenlik meselesini tehdit eden bir olaydır” diyor. Üstelik bunu savcılığa verdiği dilekçede belirtiyor. Bunlar az buz olaylar değil.
Yıllar önce İncirlik’in tarihçesine ve nasıl kurulduğuna dair bir program yapmıştık. Konuyu araştırırken karşılaşmıştım, İncirlik üssünün kurulacağı toprakların kamulaştırılması meclisten onay çıkmadan yapılıyor. Topraklara üs kurulacak ama meclisten karar çıkmadan başlamışlar. Önce kamulaştırma sonra izin/onay olmuş. Meclis özellikle bu tür askerî konularda onay veren bir makamdır, tasarrufta bulunur.
Akkuyu’da böyle bir durum bile yok. İddiaya göre, nükleer santralin olduğu yere Türk bakanlık yetkilileri giremiyor. Geçmişte böyle örnekleri İncirlik ve diğer üslerdeki Amerikan subaylarının tutumlarıyla görürdük. Cuneyd Zapsu suç duyurusunda bunu da not ediyor: “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir radar sistemi kuruluyor. Beni izole ettiler, bu süreçler içerisinde bulunamadım” diyor. İçeriden çok çok yakın bir isim konuşuyor.
Bir de Ethem Sancak vardı, bu iki isim Erdoğan’a çok yakın isimlerdir, ikisinin de son dönemde Ruslarla olan ilişkilerde çok önemli bir pozisyonları vardı. Ethem Sancak da, Putin ve çevresiyle görüşmeler yapıyordu. Bir bunalım ya da sorun çıktığında bu iş insanlarının devreye girdiğine tanık oluyorduk.
Ö.M.: Bu bilgileri ayrıca CHP Milletvekili Mahir Ali Başarır da yakın zamanda mecliste dile getirdi.
A.B.: Bunların araştırılması için bir önerge verdi. Ne hikmetse muhalif medyada bile bu konu yüksek ses getirmedi. Birkaç programa konu oldu. Mahir Ali Başarır bütün belgeleri ve suç duyurularını meclisin önüne koyarak kürsüden konuştu. Önerge AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedildi.
Ö.M.: Mersin Akkuyu Santrali’nde radar sistemi kuruluyor mu?
A.B.: Evet, burada ayrıca yerli müteahhidin gidip gelme süresince iş durduğu için ve diğer aksaklıklardan dolayı 2 milyar dolar mali zarardan da söz ediliyor. Ruslar burada Türkiye Cumhuriyeti’ni hiç umursamıyorlar. Yıllardır söylüyorum, içimizdeki Rusya siyasi, iktisadi ve güvenlik alanında çok güçlü. Bu anlattıklarımı, Osmanlının son döneminde Rus yanlısı bir sadrazam ve dışişleri bakanı olan Mahmut Nedim Paşa bile yapmadı. Bir Rus şirketi, ülke meclisini umursamadan tüm bu süreçleri tayin edebiliyorsa, o ülkenin vay hâline!
“Kimyasal silahlar konusunda önerge vereceğim” diyen CHP’li Kaftancıoğlu ve Sezgin Tanrıkulu’na karşı muazzam bir tepki gerçekleşti, neredeyse linç edileceklerdi. Ama CHP neyse bu konuda önerge verme kabiliyetini gösterdi. Ama bu önerge de iktidarın milletvekilleri tarafından reddedildi. Bu konu çok ciddi, iç ve dış ilişkiler açısından çok önemli. Nükleer santralin olduğu topraklarda radar sistemi kurulması enine boyuna konuşulması gereken bir konu.
Ö.M.: Bu konuda bir önerge henüz verilmedi, değil mi?
A.B.: Önerge verildi, reddedildi. Milletvekili Başarır, bunu meclis gündemine getirdi ve önerge AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedildi.
Ö.M.: Bir gerekçe gösterildi mi?
A.B.: Şu ana kadar hükümetten bir açıklama yok. Genelkurmay’dan da, Milli Savunma Bakanlığı’ndan da… Güvenlik bürokrasisinden ses yok. Bu sık karşılaştığımız bir durum değil.
Türkiye’nin yerli otomobili muazzam bir pil atığına sebep olacak
Bir başka gündemimiz de TOGG (Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu) yani yerli otomobil meselesi. Bu mevzuyu iktisadi tarafıyla ele almıştık. Günümüzde Dünya bir resesyon, iktisadi durgunluk yaşıyor. Arzlar azalıyor ve bu durgunluk dönemlerinde bir de yüksek enflasyon var. Küresel otomobil pazarına biz, dünya resesyondayken katılıyoruz. Elektrikli olacağı söyleniyor aracın. Ne kadar akla yatkın bir yatırım bu? Büyük bir kısmı da iç pazarda satılacak. Büyük sorunları bugünden görebiliyoruz. Bu arabanın ne kadarının yerli olduğu bile muğlak. Çünkü İtalyanlara iç tasarım, Çinlilere dış tasarım yaptırılmış. Dünyada bir çip krizi yaşanıyor. Kalkınma planlarına baktım, proje için “sektörleri harekete geçirecek” deniyor. “TOGG ile Türkiye otomobil piyasasında yıllık 175 bine ulaşacağız, 2030’a kadar 1 milyon üretilecek” deniyor. 175 bin hedefi yerli piyasada satılacak 2 otomobilden 1’i TOGG olacak demektir. Rakamlara göre böyle. Bu durum iç pazardaki diğer dinamikleri nasıl etkileyecek?
Bir diğer önemli olay da aracın hangi ekonomik segmentte olacağı. Lüks mü olacak, orta gelire göre mi? Bu bilgiler de muğlak. En önemlisi ise aracın fiyatı. Ama bunu Erdoğan bile açıklayamadı. Çünkü içinde bulunduğumuz ortamda Türkiye’de fiyatlama yapmak çok zor. Erdoğan da, “Fiyatlamayı Şubat’a bıraktık” diyor. İlk başta 40 bin euro olacağı söyleniyordu. Geliri azalmış, orta gelirden aşağı kesime inmiş toplumsal kesimler nasıl satın alacak, nasıl mümkün olacak? Ciddi soru işaretleri var.
Ö.M.: Bu otomobil elektrikli mi olacak yoksa mazot ya da petrol mü kullanacak?
A.B.: Pilli yani elektrikli olacak. Ama bu piller de bir sorun. Pil tesislerinin kurulacağını Erdoğan açıkladı. Çinlilerle birlikte Gemlik’te bir pil tesisi, ayrıca çok sayıda şarj istasyonu kurulacak. Buradan, üretimden ve istasyonlardan muazzam bir pil atığı çıkacağını belirtmek isterim. TOGG’un ortaklığından ayrılan iş insanı İnan Kıraç, “Ben bu çalışmaya Erdoğan istedi diye katıldım. Batarya/pil çok ağır, 3,5 tonu buluyor. Bunların üç saatte bir, her 300 kilometrede şarj edilmesi gerekiyor. Şarj etmek en az 1 saat sürecek. Şarj istasyonlarının altyapısı hazır değil. Bu pilleri nasıl üreteceğiz?” diyor.
Kendisini selamlayarak analım, İshak Alaton vefatından önce “Bu projeyi heba etmiş oluruz. Türkiye birkaç milyar doları çöpe atar” demişti. Yerli otomobil de, Kanal İstanbul projesi gibi gösterime çıkan ama nasıl gelişeceği bilinmeyen bir proje. Bugünden geleceğe baktığımızda çok endişe verici bir durum arz ettiğini söyleyebiliriz.