Sahiden'de Tuğba Tekerek, uğradığı saldırı sonrası kaldırıldığı hastanede beyin ölümü gerçekleşen ekoloji ve kent mücadelelerini belgeleyen bağımsız aktivist, belgeselci ve gazeteci Hakan Tosun'u yakın arkadaşları doğa ve hak savunucusu Aslı Kahraman Eren ve gazeteci Eylül Deniz Yaşar ile konuşuyor.
Ömer Madra: Günaydın Tuğba, merhabalar.
Tuğba Tekerek: Günaydın Ömer Bey.
Özdeş Özbay: Günaydın.
T.T.: Günaydın Özdeş.
Ö.M.: Bugünkü Sahiden programında neler var anlatır mısın lütfen?
T.T.: Evet, bugünkü Sahiden programında çok acı bir şekilde kaybettiğimiz çok değerli bir insanı konuşacağız: Hakan Tosun. Kendisi gazeteci, belgeselci, aktivist ve ekolojist. Şu anda bizi radyoları başında dinleyen insanlar arasında da kendisinin pek çok tanıyanı da vardır diye tahmin ediyorum çünkü Hakan Tosun, Validebağ’dan Samandağ’a Türkiye'nin dört bir yanında, pek çok yerinde sahada bulunmuş ve insanlarla çok sıkı ilişkiler geliştirmiş bir kişi. Hakan Tosun’u 10 Ekim'de uğradığı bir saldırının ardından 14 Ekim'de kaybettik.
İki konuğumuz var; birincisi Aslı Kahraman Eren. Kendisi doğa ve hak savunucusu ve Hakan Tosun’u yıllardır biliyor. Hoşgeldiniz demek istiyorum kendisine.
Aslı Kahraman Eren: Hoşbuldum, çok teşekkür ediyorum.
Ö.M.: Hoşgeldiniz.
A.K.E.: Çok teşekkürler, hoşbulduk.
T.T.: Daha sonra gazeteci arkadaşımız Eylül Deniz Yaşar da bağlanacak, şu anda teknik bir problem yaşıyoruz ve kendisini yayına daha sonra alacağız.
Ben öncelikle Hakan'ı kendi sesinden bir dinletmek istiyorum size; Belgeselci Kazım Kızıl'ın Akbelen'de Hakan Tosun ile 2023 yılında yaptığı bir röportaj var. Kısaca 1 dakikalık, 1 dakika 30 saniyelik bir kayıt bu. Onu rica edelim Andrei'den, önce onu dinleyelim.
“Gökyüzünü görmek ilk defa kötü hissettirdi.” — 2 yıldır çadırlı nöbet şekilde süren Akbelen mücadelesine yakından tanıklık edenlerden biri de belgeselci, gazeteci Hakan Tosun idi. Sevgili Hakan ile ayaküstü konuştuk. #AkbeleneDokunmapic.twitter.com/RjmcxlZLS7
— Kazım Kızıl (@kazimkizil) August 7, 2023
T.T. : Evet, kaydı dinledik. Bu arada Eylül Hanım da bağlandı. Hoşgeldiniz Eylül Deniz Yaşar.
Eylül Deniz Yaşar: Günaydın, hoşbulduk.
Ö.M.: Merhaba, hoşgeldin.
E.D.Y.: Sağolun.
T.T.: İzninizle ben Aslı Kahraman'la başlamak istiyorum. Siz Hakan Tosun'u ne zaman, nasıl tanıdınız ve yıllar içinde nasıl bir Hakan Tosun gördünüz, bize biraz anlatabilir misiniz?
A.K.E.: Tabii ki. Merhabalar öncelikle herkese tekrar. Benim yaşam mücadelesine, ekoloji mücadelesine başlamam Karadeniz'deki HES'lerle birlikte oldu. Karadeniz'de HES'ler geldiğinde büyük bir felaketle karşı karşıya kaldık ve dolayısıyla ekoloji mücadelesine de başlamış olduk. Aslında Hakan sadece ekoloji alanında olmadığı için sürekli sahalarda da karşılaşıyorduk Hakan'la.
Ben Kadıköy'deyim, doğma büyüme Kadıköylüyüm. Biliyorsunuz, Kadıköy, eylemlerin, tüm hak temelli mücadelelerin bir araya gelenlerin sesini duyurduğu İstanbul'un birkaç ilçesinden, en önde gelenlerinden biridir. Hakan da mutlaka Kadıköy'deki eylemlerde olurdu ve bu dikkatimi çekerdi. Tam bir gazeteciydi ama sadece gazeteci olmadığının çok farkındaydım çünkü mutlaka başına bir sıkıntı gelirdi her eylemden sonra, onu gözlemlerdim.
Hakan'la tabii ki de ekoloji mücadelesiyle tanışmamız Karadeniz'deki HES’leri anlatmakla oldu yani Kadıköy'de bir gün bir eylem sonrası - ama bu bir işçi emekçi eylemiydi -.Karadeniz'de olanları Hakan'a anlatmakla oldu ve bu yaklaşık da 16 – 17 sene önceydi. Tabii ki büyük bir felaketin eşeğindeydik ve bizim kamuoyu oluşturmamız gerekiyordu.
Akabinde Hakan'la daha çok arkadaş boyutuna giden, yoldaş boyutuna giden, bizi daha çok birlikte mücadele etmeye sevk eden alan Validebağ Korusu oldu. Validebağ Korusu'na da yakın oturduğum için çok sık orada konuştuk, mücadele ettik. Birçok şafak operasyonlarında Hakan yanımızdaydı. Hakan ile yaşadığımız o kadar çok anı var ki sadece Validebağ, Kadıköy ve İstanbul'la asla sınırlandırılamaz. Hakan Türkiye'nin sesiydi.
Birlikte yaklaşık 12 şehrin yollarına düştük. Biliyorsunuz, Hakan Tokatlıdır. Ben de baba tarafından Amasyalıyım. İki yıl önce siz de hatırlarsınız ki Amasya Çambükü’'nden bir çığlık geldi ve bu çığlığa karşı Hakan'ı aradım, ilk aradığım kişi Hakan'dı yani şu mücadelenin içinde sığınabileceğim, gerçekten yüreğimdeki feryadı anlayabilecek ve dahi fiilen de destek olabilecek bir yoldaşım, bir kardeşim olduğunu gayet iyi bilen bir insanım.
Ben Amasya Çambukü için Hakan'ı aradığımda Hakan o gün bir programı olduğunu söylemişti çünkü bir organizasyonumuz vardı. Biz İstanbul'dan bir otobüs yaşam savunucusu Amasya'ya gidecektik. O ters kelepçeyle gözaltına alınan o Çambükü Köyü’nün bamya tarlalarının o güzel şalvarlı kadınlarını selamlayacaktık. ‘Hakan sen gelmeden olmaz, sensiz olmaz’ dediğimde ‘Öyle önemli bir organizasyonum vardı ki Aslı, kapat onu hemen iptal edeyim’ dedi ve bizimle Amasya'ya geldi.
Amasya gibi Hatay'da, Antakya'da, Samandağ'da depremin ilk haftaları yine birlikteydik Hakan’la. Gittiğimiz şehirler, düştüğümüz yollar, verdiğimiz mücadele...
Bu arada bir de bir İkizdere boyutum var. Ben aynı zamanda da İkizdereliyim, 35 yıllık İkizdere geliniyim ben. Memleketine aşık bir yaşım var ve Hakan oraya geldiği zaman şunu demişti, ‘Hani bir bir cennet kelimesi vardır ya doğayla bütünleşen, gerçekten cennet deriz.
Ama ciddi anlamda cennet burası Aslı’ yani ‘tamamıyla cennet bir köşe’ dedi.
Biliyorsunuz, İşkencedere Vadisi'nde de, İkizdere'de de büyük bir katliam oldu ve orada çok uzun süre kaldı Hakan yani Hakan'ın İkizdere'de çok emeği vardır; halkın, İkizdere'nin sesi olmuştur çünkü orada bizim yaklaşık 1 -1,5 sene nöbetlerimiz devam etmişti. Bol TOMA'lı, bol jandarmalı, bol şiddet gördüğümüz, gözaltıların olduğu; tüm dünyanın duyduğu bir direniş alanıydı İkizdere.
Hakan’ı kelimelere sığdıramayız, Hakan'ı kelimelere sığdırmanın mümkün olmayacağını ben dün anladım. Dün Hakan'la vedalaştım. Hakan'ı Cemevi'ne getirdiler. Adli Tıp’tan sonra ailesiyle birlikte Cemevine geldi Hakan. Annesi Hakan'la vedalaşmaya girdi, tabuta koyulmadan önce vedalaşmaya girdi odaya. Buz gibi bir odaya girdik ama Hakan'ın yüzünün ifadesiyle her şey anlamını kazandı. İki tel bukle saçları bonesinden yüzüne inmiş, tüm dünyanın yükünü omuzlamış ve son belgeselinin son resmi, yüz ifadesi…
Bugün Hakan'ı uğurlayacağız, onunla helalleştim ama kendi adıma değil; ülke adına.
Yedi iklim bu ülkenin, toprağının ve tüm canlıların hakkı için mücadele eden sadece gazeteci olmayan ve aynı zamanında bir yaşam savunucusu olan Hakan'dan helallik aldım tüm canlılar adına.
Hakan, hayvan hakları savunucusu aynı zamanda biliyor musunuz? Mutlaka takip ediyorsunuzdur; Beşiktaş'ta nöbetler başladığı zaman, ‘Hadi Hakan Beşiktaş'ta nöbetler başladı, gidelim’ dediğimde Hakan hiç ikiletmeden, ‘Tamam Aslı, sen geç ben de geliyorum’ deyip çekimlerini yapıp Beşiktaş nöbetinin, bir ay o nöbetin sesi olmuştu.
Dediğim gibi, Hakan birçok mücadele alanından özellikle ekoloji mücadelesine olan düşkünlüğünü biraz önce sevgili Kazım'ın Hakan ile yapmış olduğu röportajda da gördüğümüz ve duyduğumuz üzere şunu söylüyor Hakan, ‘Ya biz daha iyi bir yere gidecek miyiz? Biz niye bulunduğumuz cenneti korumuyoruz?’ Meali budur, biz bunu çok konuşuyorduk.
Aslında neden biz bulunduğumuz cenneti cehenneme çevirip başka bir cennete gideceğimize inanıyorduk, bu konulara da giriyorduk. Ben inançlı bir insan olarak diyordum ki, ‘Hakan inşallah bu dünyada cenneti görmedik, öbür tarafta görürüz’ dediğim zaman gülümsüyordu bana, ‘Sözüm sana değil’ diyordu. ‘Sen bu dünyayı da cenneti çevirmeye çalışan inançlı bir yaşam savunucususun, hak mücadelesindesin ama maalesef senin gibi olamayan insanlara da sesimizi duyurmamız lazım Aslı’ diyordu. Yani bu konuda da hassastı.
Vallahi Hakan'la anlatılacak çok şey var, sizin sormak istedikleriniz varsa ben sorularınızı alayım.
T.T.: Aslı Hanım, siz Hakan’ın aktivist yani doğayla ilişki kuran tarafını anlattınız. Hakan diyormuş ya, ‘Bunu insanlara anlatmamız lazım’ diye, dolayısıyla bir gazeteci yanı da var. Eylül Hanım, siz şu an sessizdesiniz. Sizden gazeteci yanını dinleyebilir miyiz acaba? Çeşit çeşit gazeteci var ama Hakan nasıl bir gazeteciydi?
E.D.Y.: Öncelikle Aslı’nın bu anlatımları gerçekten beni çok etkiledi, ağzına sağlık Aslı diyerek başlamak istiyorum.
Bence Hakan o dinlediğimiz ses kaydında da söylüyor ya ‘tam bir gazetecilik değil’ diye ama aslında tam da bir gazetecilik refleksiydi aslında Hakan'ınkisi. Hakan pek çok gazetecinin örnek aldığı reflekslere sahipti.
Benim Hakan'la tanışmam Gezi sonrası diyebileceğim bir dönemde, yine Aslı'nın işaret ettiği hak mücadeleleri çerçevesinde başladı. Biz hastane önünde Aslı ve bütün dostlarıyla beklerken Özcan Yaman abimiz de yanımızdaydı. Konuşuyorduk biz Hakan'la nerelerdeydik sahiden diye çünkü Özcan abi bana, ‘Metin'i hatırlatıyor sizin bu duygunuz’ dedi çünkü o Metin Göktepe'yle aynı dönem o gazetecilik yapan gelenekten gelen bir abimiz. Burada Özcan abinin arşivinden Hakan'ın 10 Ekim'de Ankara Gar Katliamında yaralı almadan giden ambulansları çektiği videoyu konuştuk ve geçen gün o videoyu Özcan Abi arşivden çıkardı, izledik. Biz Hakan'la 10 Ekim'de de yan yanaydık o kaos içerisinde, Ankara'da ve orada hayatta kalıp o katliam sonrasını belgeleyen sayılı insandan biriydi Hakan.
Ankara'da başlayan bir tanışıklık ama Aslı’nın da dediği gibi, bizim daha sonra pek çok hak mücadelesinde gazeteci olarak kamerayla aynı safta yer aldığımız, birlikte protestoculara dönük müdahale olduğunda da yan yana, o çekerken gaz dediğimiz bir meslektaşımız.
Bizden önce çoğu yere giden, haberleriyle bize haber konusu çıkaran ve bunun bence en yakını da, en somut örneği de Akbelen idi birkaç yıl önce.
Akbelen'de çok büyük bir yaşam nöbeti başlıyordu ve ben buradan o zaman bir uluslararası basın ajansına gene haber yapıyordum ve bunu gündemleştirelim diyordum. Hemen ilk Hakan'ı arıyorum çünkü biliyorum ki o orada, Hakan bize yolu tarif ediyordu, Hakan bize orada kimle konuşulur, hangi arkadaşlar burada bilgi sahibi, oradaki yerli halk olsun, köylü kadınlarımız olsun, ablalar olsun anlatıyordu. Rekabet duygusu olmayan bir gazeteciydi, yeter ki haber olsun diyerek sadece kendisi duyurmuyordu. O dönem ajans transferi yapıyordum ve Hakan'ın o yardımı sayesinde biz beş dilde bir haber yayınladık. Dünyanın dört bir yanında yayınlanan bu haber, gene Hakan'ın emeği, onun o bağlantıları kurup bize yardım etmesiyle oldu. Aynı şey pek çok uluslararası medya için geçerli yani Hakan sadece kendi kamerasından buradaki kamuoyuna değil, kendisine ulaşan her meslektaşına numara veren, kendisi orada değilse oradakilerle irtibat kurduran birisiydi ve bence Hakan'ın yaptığı gazetecilik, hiçbir iletişim fakültesinde bir ders olarak okutulmayan, hatta bugün medya ve iletişimde, bir yüksek lisansta ve hatta Oxford'da bile Hakan'ın yaptığı gazeteciliğin öğretebileceğine inanmıyorum çünkü çok içten, içinden gören birisiydi. Hakan'ın o video eylem boyutu da vardır ki bizim ilk kesişmemiz de Ankara Özgür Haber Platformu dönemi yani tam Gezi sonrası, o 2013-2014'lü yıllar.
Ankara'da Seyri Sokak video eylem koşullarımız vardı bizim. İzmir'de gene Kazım Kızıl’ın içinde olduğu Kamera Sokak vardı. Buradan biz aslında o yurttaş gazeteciliği ve eylem içerisinde öznenin yanında çeken kamera yani bu klasik medyanın dışında duran bir kamera anlayışıydı Hakan'ınkisi. Bir müdahale sırasında siz polisin yanında durup ya da emniyetin yanında durup da bir görüntü çekebilirsiniz, medya bunu yapıyor ama Hakan'ın yaptığı şey farklıydı. Hakan, TOMA'dan su sıkılırken, TOMA'nın su sıktığı tarafta direnen insanlarla beraber durup o suyu yemenin ne demek olduğunu kamerayla belgeliyordu ve kamerası o suyu yiyerek eylem içerisinde videoya eylemin bir öznesi kılandı. Gene ses kaydında diyor ya, ‘Ben bu ülke için bir şey yapmak istedim ve bunu da kamerayla yaptım.’ Adeta kamerayı o direnen özneyle özdeşleştiren bir gazetecilikti yaptığı ve ben bunu hiç de azımsanacak bir gazetecilik olduğuna inanmadım.
Gazetecilik yapmanın hele de 21. yüzyılın sosyal medya ortamı ve değişen mecralarında, dinamik mecralarından - Türkiye için de bence bunun başlangıcı Gezidir - sonraki pek çok penguen medyasına karşı yepyeni, yeni olan bir şey temsil ediyordu Hakan.
Şunu söyleyeyim; kaybımız çok büyük. Video eylem teorisini pratikleştiren, bize teorik anlamda değil, aynı zamanda pratik anlamda çok büyük bir miras bıraktı Hakan. Çok büyük külliyat, belgeseller bıraktı yani bir belgesel yönetmeni, bir video eylemci, bir gazeteci, bir aktivistti Hakan. Sahi Hakan hangisiydi?
Hakan aynı anda hepsiydi ve Hakan bazen hiç biriydi; Hakan tek başına özgün bir kişilikti.
Şuna çok şaşırdım; şimdi Aslı anlatıyor. Ben bu süreçte hiç tanımadığım pek çok insanla Hakan'ı beklerken tanıştım ve örneğin Aslı da onlardan biriydi. Bıraktığı izler ile bu kadar ortağı olan bir insanı bu hayatta çok az tanıyoruz.
Ne garipti ki İsmail Abi, Hakan için şunu dedi, “Çok derviş meşrepli bir insandı,” dedi. İşte gazeteciliği de böyleydi, aynı bir derviş gibi. Bir bakmışsınız Samandağ'da, bir bakmışsınız Kazdağları'nda; bakıyorum Hakan orada ve zaten yerleşmiş, çadırını kurmuş, kamerasını çoktan kurmuş, çoktan iç çekimlerini yapmış ve orada başkalarına yardıma hazır. Adeta ağaçlar gibi oraya kök salan ama bir nehir gibi de hemen başka bir yere akan biriydi Hakan.
Şairin sözüyle tamamlamak istiyorum; hani ‘bir insan yaşadığı yerin suyuna benzer, o yerin toprağına’ diyordu. Bir gazeteci olarak da bence Hakan biraz Munzur'un suyuna benziyordu.
O kadar akışkan, o kadar hızlı. Bir gün orada, bir gün burada.
Birkaç ay önce İstiklal'de karşılaştık, ‘En son İzmir'deydim, video çekiyordum, birkaç günlüğüne geldim’ dedi yani Hakan'ın o dinamikliğini, o gazeteci reflekslerini takip etmek çok zor ve bir o kadar da Akbelen'deki ağaca benziyordu. Gittiği yerde hemen kök salıp, o kadar doğal bir şekildeydi ki… Gazeteci biraz dışarıda durur çünkü, haberini yapar çıkar gider ya mesela, işte bize bu anlamda çok büyük bir ders verdi Hakan.
Köylü kadınlarla röportaj yapıp, onların yanında yerde oturup duran bir arkadaşımızdı. Onu her zaman bugünkü cenaze töreniyle birlikte biz de yaşatmaya ve anmaya devam edeceğiz diyeyim ve sözü sizlere bırakayım.
T.T.: Eylül Hanım, yıllar yıllar evvel İMC TV onunla genç bir belgeselci olarak bir röportaj yapmış ve Halan orada diyor ki, ‘Hafta sonunda gidiyorum, düğünde çekim yapıyorum ya da arkadaşlarımın kurumsal işleri oluyor, onlarla çekim yapıyorum, oradan para kazanıyorum. Hafta içi ise sevdiğim şeyleri yapıyorum, kendi çekmek istediğim belgeselleri çekiyorum’ diyor yani bu söylediğiniz şey muazzam bir şey, bunu çok kısıtlı imkanlarla yaptığını da kayda geçirmek lazım. Oradan oraya gitmek maliyet gerektiren, bütçe gerektiren bir şey ama bunu çok kısıtlı imkanlarla yaptığını, o doğa sevgisiyle bunu yaptığını da ben not etmek istiyorum.
E.D.Y.: Bence Hakan için bu anlamda son bir not söyleyebilirim; o kısıtlı imkanlar meselesi çok önemli medyada ve bu süreçte de bizim biraz yalnız hissettiğimiz bir an oldu. Belki Hakan'ı tanıyan çok iyi tanıyor ama Hakan çok kısıtlı imkanlarla gerçekten cebinde 100 lirasoyla haber yapan bir arkadaşımızdı ve Türkiye'de gazeteciliğin bu şartlarında biz şu soruyu Aslı ile hastanede çok sorduk; Hakan daha ünlü bir gazeteci olsaydı acaba buradaki kalabalık farklı olur muydu? Bu da bizim içimizde bir yara.
T.T.: Sorunun cevabını buldum Eylülcüğüm; olurdu. Değil mi Aslı?
A.K.E.: Evet, olurdu. Hakan çok önemliydi Tuğba Hanım, bunu işaret ettiğiniz de çok teşekkür ediyorum, çok önemli bir not.
T.T.: Bugün cenazesi kalkacak galiba. Bir yandan gerçekten farklı bir kalabalık olurdu ama bir yandan da gerçekten gazeteciler ve dostları işin peşini bırakmıyor gibi görünüyor. Soruşturmada çok büyük garabetler var ve bunun peşi bırakılmayacak gibi görünüyor.
Bugünkü cenaze programı ile ilgili de belki birkaç şey söylemek istersiniz.
E.D.Y.: Bugün saat 13:00’te Nurtepe Metro Durağı’nın önünde buluşuyoruz. Hakan'ı tanıyan, tanımayan; yoldaşı veya arkadaşı olması önemli değil Hakan'ın veya gazeteci dostu olması da önemli değil; ülkenin neresinde yaşıyorsa o kişi, bilsin ki mutlaka Hakan o kişinin yaşadığı coğrafyaya da dokunmuştur. Bu sebepten Bugün Nurtepe'de metro çıkışında saat 13:00’te hep birlikte Hakan'ın katilleri kim diye soracağız, Hakan için adalet diyeceğiz, Hakan'a ne oldu diye sormaya devam edeceğiz.
Bu ülkede o kadar çok kayıp verdik ki ve biz Hakan'la en son oturup ağladığımız kişi bir sene önce katledilen Reşit Kibar'dı ve ben bir ay önce Hopa'da Reşit Kibar'ın duruşmasındaydım. Duruşmadan çıkıp Hakan'la bir telefon görüşmemiz oldu ve şöyle dedim, “Gerçekten u duruşma sabah 09:00'da başladı, saat 17:00'de bitti ama maalesef her şey bilerek ve isteyerek saklanılıyor. Her şey ortadayken gün yüzüne çıkılması istenmiyor.” Hakan’la bunları konuştuk ve ağlıyorduk.
Bugün bizler hep beraber ‘Hakan'ın katilleri nerede?’, ‘Hakan'ı neden katlettiniz?’, ‘Hakan'a ne oldu?’ sorularını soracağız. Orada olacağız, yürüyeceğiz. Çok kısa bir mesafe yürüyeceğimiz yol, Cemevi’ne gideceğiz. Son görevimizi yerine getireceğiz, ritüelimizi yerine getireceğiz çünkü onların inancında o ritüel çok önemli. Kardeşleri ve ailesi bu ritüele çok önem veren insanlar. Son görevimizi yaptıktan sonra hep birlikte gidip onu çok sevdiği toprağın kokusuna ve koynuna bırakacağız.
Hakan'ın mücadelesi bizimle, asla bitmeyecek.
Akbelen'de TOMA'nın önünde gözaltına alındığım gün bana şunu söylemişti Hakan, “Her bir şehirde ayrı bir acı ve ayrı bir isyan var. Hangi köye gitsem kadınlar var ve bu ülkenin feryadına bir gün devrimin kadınları yapacak,” demişti. Bunu hiç unutmuyorum. “Bu ülkede devrim olursa köylü kadınlar, emekçi kadınlar yumrukları havaya kaldıran kadınlar devrimi yapacak,” demişti. Çok doğru, çok doğru bir söz.
Ben Hakan'ın nezdinde ülkenin emekçi kadınlarına da selamımı buradan iletmek istiyorum. Edirne'den Kars'a, toprağını, yaşadığı coğrafyayı, deresini, suyunu, havasını en önemlisi çocuklarının sağlığını ve geleceğini korumak için toprak ve emek mücadelesi veren tüm kadınlara, bacılarıma Hakan'ın nezdinde sevgilerimi gönderiyorum çünkü Hakan'ın ruhu bizler topraklarımıza sahip çıkmaya devam ettiğimiz zaman ancak bu şekilde şad olacak. Yayın adına herkese çok teşekkür ediyorum.
T.T.: Biz teşekkür ederiz.
Ö.M.: Biz çok teşekkür ederiz.
Ö.Ö.: Biz çok teşekkür ederiz.
T.T.: Hakan'ın devri daim olsun, toprağı bol olsun diyerek bitiriyorum. Çok teşekkür ederiz yanımıza katıldığınız için, tanıklıklarınızı, duygularınızı anlattığınız için.
A.K.E.: Hoşçakalın, çok teşekkürler.
E.D.Y.: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.
T.T.: Hoşçakalın.