"Türkiye'nin ferahlaması ancak demokrasiyle mümkün"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge ekonomik krize ve önümüzdeki seçimlere yönelik yorumlarda bulundu, HDP ve Kürt kökenli vatandaşların seçimlerdeki kilit rolüne değindi.

Kalem tutan ve zincirlerini kıran ellerin olduğu pankartı tutan vatandaş

(20 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Özdeş Özbay: Merhabalar Ali bey, günaydın.

Ali Bilge: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal.

ÖÖ: Evet, bu hafta Ömer bey yok. Şimdilik tek başımayım.

AB: Nasıl geçti ilk yarım saat?

ÖÖ: Fena değil.

AB: Tek başına zordur.

ÖÖ: Evet, tabii.

AB: Şimdi istersen biraz siyasi ortamda göze batan konulara değinelim.

ÖÖ: Evet, evet.

AB: Türkiye seçim konuşuyor, ama bu seçim -hep altını çiziyoruz- olağan, yani demokraside yapılan bir seçim değil, otokrasi de yapılan bir seçim. Bunun çokça altı çizilmesi gerekiyor, otokrasiden demokrasiye geçmek için yapılması gereken bir seçim arifesindeyiz. Dolayısıyla sıradan bir seçim değil. Bir anlamda bu seçimi Türkiye'nin demokrasi tarihinde yaşanan 1946 seçimlerine benzetebiliriz. Ülkede 1923-46’ döneminde tek parti rejimi vardı. 21. yüzyılın tek parti dönemini de son sekiz yıl içerisinde yaşadık/yaşıyoruz. Muhalefetin, parlamenter sistemin bir anlamda ilga edildiği, önemsizleştiği, silikleştirildiği bir ortamdan geçtik/geçiyoruz. Dolayısıyla bu seçim, otokrasiden demokrasiye geçmeyi planlayacağımız bir seçim, güçlü parlamenter rejimi hedefleyen güçlü parlamentoyu oluşturmaya dönük bir seçim. Başkanlık rejimi olarak nitelendirilen, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen, dünyada da benzeri görülmeyen bu sisteme son vermek üzere yola çıkılan bir seçim. Klasik bir demokraside partilerin yarıştığı bir seçim olmanın ötesinde büyük bir anlamı var. Mevcut durumu analiz ederken buna dikkat edilmesi gerekiyor. Otokratik iktidar bunun farkında olduğu için “bu seçimlerde iktidarı kaybedersem ve rejim değişirse, iktidar sürem hukuka taşınırsa geleceğim nasıl olur” diye düşünüyor, son on yılda yaşattığı otokratik pratikleri göz önünde bulunduruyor, son düzlük diyebileceğimiz içinde bulunduğumuz dönemi buna göre planlamaya çalışıyor. Umarım seçimler gerçekleşir, umarım seçimler adil gerçekleşir ve umarım seçimleri kaybettiğinde de iktidarı bırakma centilmenliğini gösterir.

Otokratik rejimin sahipleri iktidarı kaybetme korkusu nedeniyle ülkenin kadim korkularına oynuyor ve aynı zamanda baskı uygulamaları artıyor. Her gün bir baskıyla karşılaşıyoruz; gazeteciler tutuklanıyor, parlamenterler, parti üyeleri polislere karşı karşıya geliyor, belediyelere baskınlar oluyor. İktidar her alanda, her gün çeşitli araçlarla hak arayan herkesin üzerine gitmeye çalışıyor.

Aynı zamanda içinde bulunduğumuz dönem paramiliter güçlerin varlığını ziyadesiyle hissettirdiği bir dönem oluyor. Bu örgütlere yenileri ekleniyor SADAT’lar, HÖH’ler, Osmanlı Ocakları’ndan sonra en son yeni bir yapılanma daha gördüm, Uluslararası Osmanlı Seferberlik Halk Harekâtı gibi bir teşkilatta varmış.

Bunların hepsi fevkalade korkutucu gelişmeler. Otokrasiden demokrasiye geçiş adımlarının atılacağı bu seçimin, iktidarın sürekli artan baskılarıyla ve paramiliter varlıklarla birlikte ele alınması gerekiyor, önümüzde çok çok zorlu bir sürecin olduğunu, daha da zor zamanların beklenebileceğini işaret etmek gerekiyor.

ÖÖ: Aslında dün, siz de takip etmişsinizdir, bence paramiliter meselesinden daha da tehlikeli olan bir gelişme yaşanmıştı; Somalili bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının restoranının açılışında tabela indirilirken -daha doğrusu beyaza boyanırken- Deva partili Milletvekili Mustafa Yeneroğlu'na bir polisin çok ağır sözleri vardı. Şöyle demiş BBC Türkçe haberinde; “senin gibi tiplerin ne olduğu belli. Ahlaksız sensin lan, adam gibi konuş, milletvekiliymiş” diyor. Bu sözler bir polisin bir milletvekiline söylediği sözler ve karşısında bu tarz davranışları polisler HDP milletvekillerine zaten yapıyor. Buna artık maalesef alıştık. Ama aslında bu milletvekili eski bir AKP'li; ona da söylenmiş olması, devletin polisinin meseleye nasıl baktığını gösteren bir durum artık.

AB: Evet, ana muhalefet liderinin iki kez linç edilmek istendiği ve linç edenin salıverildiği bir ülkede yaşıyoruz, çok uzunca bir süredir böyle maalesef… Muhalif partilere yapılan baskıların haddi hesabı yok. HDP'ye yapılanları, reva görülenleri saymak mümkün değil. HDP'nin elinde olan meşru seçimlerle kazandığı belediye başkanlıklarına el konulmakla başlandı, kayyumsuz kalan belediye sayısı üç-beş sanıyorum değil mi?

ÖÖ: Ben de sayıyı tam bilmiyorum ama…

"Kürtlerin oyları çok değerli"

AB: Meşru seçimlerde kazanılan belediye başkanlıklarının iktidarın eline nasıl geçirildiğinş gözlerimizin önünde tanık olduk. Şimdi yıllardır devam eden bu baskılar artarak devam ediyor. Neden bunlar artıyor? Çünkü iktidar tarafında, MHP'de, AKP'de büyük bir kan kaybı var. Bu kan kaybını baskıyla ve korkuyla durdurmaya çalışıyorlar. Kan kaybı nasıl durdurulur? Pıhtılaşmayı sağlayacak ilaçlar verilir, uygulamalar yapılır, kan kaybı o şekilde durdurulur. Toplumun korkularına oynamak ve iktidar baskısı ve şiddeti uygulamakla kan kaybı durdurulmak isteniyor.

Bunların yanında pıhtılaşmayı sağlayacak başka oyunlar da deneniyor; Kürt oyları üzerine denenen operasyonlar, oyunlar devreye sokulmak isteniyor. Bunlara “kukla” Kürt partileri diyebiliriz. Aslında Kürtler üzerine çok oyun oynanmıştır. Tarih boyunca Kürtlerin oyları ve Kürtler paylaşılmaz olmuştur. Cumhuriyet tarihinin büyük bir bölümünde Kürtlerin varlığı inkâr edilir ama oylarını paylaşmak için inanılmaz bir rekabet vardır. Bugün bakıyoruz ki, iktidar partisi yine, tekrar tekrar Kürt oylarını kazanmak üzere yeni denemelerde bulunuyor. Neden? Çünkü Kürtlerin oyları çok değerli. Kürtlerden gelecek oyların Türkiye'nin otokrasiden demokrasiye geçiş sürecinde anahtar oylar olduğu açıkça görülüyor. Geçmişte de böyle olmuştur, Kürt oylarını alan parti başarılı olmuştur.

Cumhuriyet Halk Partisi üzerinden bakalım isterseniz; 1973, 1977, 1991 seçimleri en başarılı olduğu seçimlerdir. 1973 ve 1977, CHP'nin tarihindeki en büyük başarıyı gösterdiği seçimlerdir. Ve bu seçimlerde gösterilen başarının önemli unsurlarının başında Doğu ve Güneydoğu’da, yani Kürtlerin yaşadığı bölgeden CHP'ye akan oylar olduğunu görürüz. Aynı durum bir seçim ittifakı projesi olarak, 1991’de SHP ile gerçekleşti. Erdal (İnönü) beyin başında bulunduğu SHP ile HEP’lilerin bir araya gelmesinden oluşan bir ittifak gerçekleşti. Orada da başarı vardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi üzerinden mevzuya bakalım; 2002, 2007, 2011’de -ki 2011 en büyük başarıyı sağladığı seçimlerdir- AK Parti bölgeden aldığı oylarla bu başarıları elde etmiştir. Elde ettikleri başarılı seçim performanslarında Kürt oylarının büyük bir katkısı vardır. Tarih boyunca hem Kürt oyları paylaşılmak, elde edilmek istenir hem de Kürtler sürekli aldatılır. Aldatılma vurgusu öncelikle 1919-1924 pratiğinden kalkarak yapılıyor. Kürtlerin %85, %90’ı, Birinci Meclis’e destek vermiştir. Ve bu desteği vermelerine karşın Lozan sonrasında varlıkları bile inkâr edilmiştir.

ÖÖ: Tabii, o bahsettiğiniz ilk mecliste konuşmalarda “Kürdistan milletvekilleri” diye de geçiyor.

AB: Tabii tabii.

ÖÖ: Meclis zabıtlarında daha sonra bu kelime ortadan kalkıyor.

AB: Bunların örneklerini Açık Radyo’da sayısız kez verdim. Mustafa Kemal 1923 İzmit Konuşmasında Kürtlere “özerklik vereceğiz” diyor. İsmet İnönü (İsmet Paşa), Lozan'da görüşmelere “ben buraya…” -o zaman Türkiye kelimesi daha meclisin önüne konulmuş değil- “…Büyük Millet Meclisi adına geldim. Bu meclis, Kürtlerin ve Türklerin ortak meclisidir” diye söze başlıyor. Bunun sayısız örneklerini bulmak mümkün. Hatta Robert Olson isimli bir İsveçli araştırmacı yazar, Kürtlere özerklik veren yasa tasarısını ortaya koydu, itiraz eden olmadı. Ben de araştırdım bu konuyu; 9 Şubat 1922 tarihinde, Büyük Millet Meclisi'nde Kürtlere yerel özerklik veren kanun tasarısının konuşulduğu başka mecralarda da iddia edilir. Birinci Meclisin pek çok celse zabıtı gizliydi. 1980’lerde bunların bir kısmının yayınlanmasına karşın 9 Şubat 1922 celsesi yoktur. Sonuçta, Lozan'dan sonra Kürtler için büyük bir hüsran vardır. Artık onlar Türkleştirilmek zorundadırlar.

Birinci Meclis’te de değerlidir Kürtlerin oyları/varlığı. Çok stratejik bir yerde yaşamaktadırlar. Doğu ve Güneydoğu’da bir çatışma/çatlak olsa, batıda mücadelenin verilmesi pek mümkün olmadığı için Kürtlerle ittifak mutlak bir durumdur. 1946 sonrasına da, baktığınızda Demokrat Parti için kıymetlidir, Adalet Partisi için kıymetlidir. Neden kıymetli? Çünkü nüfusun çok önemli bir bölümünü oluşturuyorlar.

Bugün eriyen bir iktidar var; geçmişte bu bölgenin oylarını ziyadesiyle alan iktidar, Roboski sonrası tüm kanlı olayların yaşanmasına neden olan performansı gösterdi. AKP iktidarlarında önce açılım, sonra çözüm süreci yaşandı. Bunlarda hüsranla sonuçlandı. Kürtlerin ikinci aldatılması bunların sonuçlanmamasıyla gerçekleşti. Büyük aldatılma Çözüm Süreci’nde oldu. Ben, Roboski'den sonra çözüm sürecinde samimi oldukları konusunda rezervliydim. Roboski’nin hesabı verilemeden çözüm sürecinin başarılı olacağı hususunda hiç ümidim yoktu. Ez cümle inkâr ve baskıya karşın sonuç itibariyle Kürt oyları son derece önemli ve paylaşılmazdır.

En son bunun örneğini nerede gördük arkadaşlar? İstanbul seçimlerinde. İkinci seçimlerdeki fark, HDP'nin Kürt kökenli ve HDP’ye destek veren kesimlerin oylarıyla gerçekleşti, o 800-900 bin fark.

"Kürtlerin oyları üzerinde pek çok terkip oyun/deneme sahneleniyor"

ÖÖ: Ama AKP'den de bu sefer ciddi bir oy kayması olduğu yönünde Konda’nın bir değerlendirmesi vardı, yani ikinci seçimlerde.

AB: AKP’nin çözülme süreci bugün başlamadı, epeydir var. Nitekim içinden iki tane parti çıktı. Bugün Altılı Masa dediğimiz masada üç tane muhafazakâr parti var.

ÖÖ: Hı hı.

AB: Özellikle muhafazakâr Kürt oylarında kayma önemli. AKP'den kopan muhafazakâr Kürtlerin oyları çoğunlukla HDP'ye gidiyor ve dolayısıyla Kürtlerin oyları üzerinde pek çok terkip oyun/deneme sahneleniyor. Öcalan iktidar tarafından Kürt oylarının devşirilmesi için önemli bir figür. Geçen seçimlerde Öcalan’dan gelen mektup meselesi oldu; İmralı ve Kandil açıklamalarıyla Kürt oyları yönlendirilmek istendi. HDP üzerinde çok çeşitli kukla değişkenler kullanılmak suretiyle oyların bölünmesi, iktidara yansımasının sağlanması üzerine bugünde çeşitli denemeler yapılıyor. Çünkü HDP kilit parti. HDP olmaksızın otokrasiden demokrasiye geçiş kolay değil, söz konusu bile değil.

Ayrıca bu seçimlerde muhalefet, anayasa değişikliğini mecliste yapabilecek kadar ezici bir çoğunluk sağlamak istiyorsa -ki o da 360 oya tekabül eder- meclisin beşte üçüne karşılık gelir. Bu, HDP’siz olamaz. Dolayısıyla denkleme -sürekli söylüyorum- HDP'nin yerleştirilmesi, dahil edilmesi gereklidir. Denkleme dahil edilmesinin formülleri üzerine çalışmak gerekir. Eğer vekil sayısında 360’ın altında kalınırsa ya da ezici bir şekilde seçimler kazanılmazsa, sürüncemede kalan bir rejim sorunu ve iktidar sorunuyla karşı karşıya kalırız. Şu anda erimekte olan, erimesi hızlanan bir iktidar var. Karşısında, aslında ana eksende CHP ve İYİ Parti - Türk ulusalcıları ve Türk milliyetçileri diyelim- bunların yanında AKP'nin içinden çıkmış, ama zamanında içinden çıkmamış, onun bedelini de bugün çok fazla kitleselleşme sıkıntısı yaşayarak ödeyen, AKP içinden iki parti var. Bir de duruş itibariyle, bunların hepsinden önce gelen siyasi İslam kökünden, Millî Görüş hareketinden gelen Saadet Partisi var. Demokrat Parti’yi bilmiyorum açıkçası, pek bir gücü yok. Sembolik olarak dahil edilmiş bir parti gibi.

Şimdi, altı milyon oy alan, %15’lere kadar uzanmış bir oy potansiyeli olan, çoğunlukla Kürt dünyasının desteklediği, muhafazakâr Kürtlerin, milliyetçi Kürtlerin, sosyalist Kürtlerin, liberal Kürtlerin, sol-sosyalist- liberal Türklerin desteklediği bir HDP var. Ve bu parti son derece önemli, kilit açar bir pozisyonda. HDP kilit açar bir parti pozisyonunda.Denklemin içine koymadığınız vakit, otokrasiden demokrasiye geçiş senaryosunu yazmakta zorlanıyorsunuz. Uzun yıllardan beri Açık Radyo programlarında bu hususun çok çok üzerinde duran bir kişiyim; önce ittifak, artı ittifakın içerisinde HDP'nin montajı.

Erdoğan için HDP eşittir terörizm, sonra bütün muhalefet eşittir terörizm. Bu ülkede muhalif olan herkes terörist. Herkes terörist olarak ilan ediliyor. Ama artık bunun sonlarına yaklaşıyoruz. Bu nedenle bugün Türkiye'de mevcut masayı oluşturan, ittifak kurmayı hedefleyen ittifakın demokrasi cephesine dönüşmesini düşünen herkesin, HDP'nin ittifaka dahil edilebileceği formülleri nasıl yazabiliriz, o denklemi nasıl yazabiliriz, o parametreyi nasıl oluşturabiliriz, HDP’yi denkleme nasıl koyabiliriz diye kafa yorması gerekiyor. Önümüzdeki dönemde bundan önemli bir şey yok…

ÖÖ: Siz şey demiştiniz ya, “bütün muhalefet terörist, terör örgütü olarak algılanıyor” diye; dün takip ettiniz mi bilmiyorum, Süleyman Soylu'nun çok ilginç bir açıklaması vardı. Dört-beş cümle içerisinde, Kılıçdaroğlu'nun terörle mücadele yasasını değiştireceği söylemine karşı bir açıklama yaparken meseleyi önce ‘hepimizi LGBT yapacaklarmış’a bağladı, daha sonra da HDP'ye bağladı. Hayatımda gördüğüm en ilginç… Kısaca ona yer vereyim, çok ilginç çünkü.

AB: Tabii, benim de dikkatimi çekti. İyi ki hatırladın…

ÖÖ: Arka arkaya, aralarında boşluk bırakmadan bu cümleleri okuyorum, bilgi olsun diye, dinleyiciye söylemiş olayım; demiş ki İçişleri Bakanı, “Kılıçdaroğlu geçen hafta terörle mücadele yasasını değiştireceklerini açıkladı. Devletin teröre karşı elini kolunu bağlamak istiyor. Eski günlere geri dönmek istiyor. Açık açık büyükelçilere gidip onlardan talimat alanlar -hangi talimatları aldı diye kimse düşünmesin, bu talimatları aldılar- bizi cinsiyetsizleştirip LGBT yapacaklarmış. Sen çok istiyorsan kendi yakınlarından başla. Sen bu milletin ahlakıyla neden uğraşıyorsun? Kılıçdaroğlu sana istikamet vereyim, illa yürüyeceksen evlatlarını terör örgütü PKK'dan almak isteyen, HDP il binası önünde bekleyen Diyarbakır annelerinin yanında yürü.” Yani nereden nereye…

AB: Böyle bir açıklama karşısında gerçekten fazla konuşmak istemiyorsun. İnsan ister istemez soğukkanlılığını kaybediyor...

ÖÖ: Bu hafta da Onur Haftası, onu da hatırlatmış olalım. Yani bir yandan “hepimizi LGBT yapacaklarmış” demesi de, geçerken oraya da vurmuş.

5500’e yakın savcı ve hâkimin yeri değiştirildi

AB: Şimdi, 2015’te seçim arası ve sonrası yaşadıklarımız ortada. Daha sonra darbe girişimi, OHAL, sonra rejim değişikliği referandumu, iktidar partisinin dokunulmazlıklar konusunu gündeme getirmesi ve muhalefetin -bilhassa CHP’nin- buna destek vermesi ile otokrasinin ivmesi arttı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının hedefi öncelikle HDP’ydi. Otokrasiye muazzam bir alan açan, imkân veren bugünkü muhalefetin dokunulmazlıkların kaldırılmasını desteklemesidir. Bugün muhalif olan bu altı partinin neredeyse tamamı dokunulmazlıkların kaldırılması projesinde iktidara destek verdiler. Bu değişiklik rejim değişikliğiyle sonuçlandı. Bedelini, nelere mal olduğunu görebiliyoruz.

Hedef Demirtaş’dı, HDP'ydi. En büyük yarayı bu parti aldı ama ona rağmen oylarını korudu ve devam ediyor. Üstelik HDP’nin kapatılmasının gündemde olduğu günlerde HDP ve Kürt oyları üzerine oyunlar devam ediyor. HDP’nin kapatılıp kapatılmayacağı bugün mü, yarın mı, ne zaman açıklanacak? AYM deki davanın netleşememesi bile Kürt oyları üzerindeki oyunun bir parçası haline geldi. HDP'nin kapatılıp kapatılmaması Kürt oyları üzerindeki hesaplarla iç içe geçmiş durumda. Ülkede bağımsız bir yargı olmadığı için bu mevzuda gözümüz aslında Anayasa Mahkemesi'nde değil, Sarayda. Çünkü yargının bağımsız olmadığı ülkemizde “Yaz Kararnamesi” ile 5500’e yakın savcı ve hâkimin yeri değiştirildi. Bu değişiklik, seçim kanununda yapılan son değişiklikleri hatırlattı. Biliyorsunuz, eskiden seçim kurulları en tecrübeli hâkim başkanlığında toplanırdı. Bu yasa değiştirildi ve iktidar kendi hâkimlerine seçim kurullarında yer almasını sağlayacak bir düzenleme yaptı. İşte bu kararname de o düzenlemenin bir parçası.

ÖÖ: Bu konuda birçok hâkimin doktor raporu aldığı üzerine ilginç iddialar da atılmıştı ortaya. Yani ortalığın karışacağını düşünerek atanmak istemedikleri, yer almak istemedikleri, çekince gösterdiklerine dair. Bilmiyorum ne kadar doğrudur ama böyle haberler çıktı.

AB: Onu bilmiyorum, rapor alınca atama olmayacağı hususunu. Bu düzenleme Adalet Bakanlığı'nın, Hakimler ve Yüksek Savcılar Kurulu'nun -ki içinde Adalet Bakanı müsteşarı da var- aslında sarayın yaptığı bir düzenleme. Rapora falan baktıklarını zannetmiyorum. S Sonuçta bu atamalara da iktidarı elde tutma - bırakmama üzerine sergilenecek büyük senaryonun, oyunun parçası olarak bakmak gerekiyor.

Çok zorlu bir dönemdeyiz; önce seçimlerin düzgün bir şekilde olması, seçimlerin sonucuna katlanan bir iktidar performansının sağlanması gerek ki, bu ancak ezici bir galibiyetle olabilir. İstanbul seçimlerini hep göz önünde bulunduralım; yüz elli bin farktan dokuz yüz, sekiz yüz bin farka çıkmıştı. Genel seçimlerde de bu anlamda büyük bir fark olursa iç ve dış dengeler çok etkilenir ve bugünkü iktidar, iktidarı muhalefete bırakma durumuyla karşı karşıya kalabilir. Aksi takdirde zorlu bir dönem Türkiye'yi bekler. Eğer ezici bir çoğunluk sağlanmak, mecliste anayasayı değiştirecek beşte üç çoğunluk sağlanmak isteniyorsa, ittifak denkleminin içine Halkların Demokratik Partisi'nin yerleştirilmesi gereklidir. Tüm entelektüel ve siyasi enerjinin de bunun üzerine sarf edilmesi gerekiyor, çıkış için bu gerekiyor.

"Klasik bir seçim değil, demokrasinin yarıştığı bir seçim olacak"

Bu hafta Amerika Birleşik Devletleri hazine bakan yardımcısı Türkiye'ye geliyormuş. Geçen hafta seyahatteydim, çok fazla bakamadım, dönünce biraz araştırma fırsatı buldum ama bu görüşmeler hakkında bilgi edinmek mümkün değil. Türkiye'de bu tür görüşmeler otoriter rejime göre gerçekleşebiliyor. Çünkü iletişimi Saray sağlıyor. ABD hazine bakan yardımcısı, Bakan Nebati ve Merkez Bankası başkanıyla görüşecekmiş. Türkiye uluslararası piyasalardan borçlanma maliyetlerinde yükselişin, CDS priminin 900’lere yaklaştığı günlerde bu görüşmeye daha fazla anlam yüklemiz normal. CDS primi 900’lere yaklaşmış durumda, sanırım 835. Bu oranlar ülkeyi bir batak ülke pozisyonuna getiriyor.

ÖÖ: Kaçtan itibaren böyle bir batak ülke konumuna gelmiş oluyor? Yani 900 ne anlama geliyor?

AB: 900’de zaten bittin demek. 835’ti sanırım cuma günü. Borçlarını yenileme kabiliyetinin, ödeme kabiliyetinin hiç olmadığı anlamına geliyor. Türkiye zaten çok yüksek maliyetlerden borçlanıyor ve bu borçlanma maliyetleri, Hazine ve Merkez Bankasını etkiliyor, üstleniyor. Devlet dışında bankalar ve özel şirketler de yüksek borçlu ve onların da yeni borçlara ihtiyacı var. Özel şirketler için katlanılabilir değil. Çok yüksek borçları var ve borçlarını ödeme kabiliyetleri azalmış durumda. Ayrıca özel sektör borçları bankacılık sistemi üzerinde ciddi risk oluşturuyor. Bunlara “yüzdürülen şirketler” deniliyor. Bankalar da çok yüksek maliyetlerle, özellikle dört büyük banka, sendikasyon dediğimiz yenilemeleri yüksek maliyetlerle yapıyor.

Cari açığın finansmanı için ve faizleri ödemek için, yenileme borçlanmaları yapılması için toplamda 240 milyar dolar civarında -bu yıl değil, gelecek bir yıl için- taze paraya ihtiyaç var. Bir yandan da işsizlik, açlık, enflasyon had safhada. Üstelik enflasyonla bir sorunu olmayan bir iktidar bulunuyor. Ekonomik sorunlar bütün toplumsal kesimleri rahatsız ediyor. İllüzyondaki AKP oyları üzerinde de tesirlerini gösteriyor ve çözülmeler yaşıyoruz. AKP çözülmesinin devşirilmesi, seçimlerde kuvvetli, mantıklı bir ittifak projesinin ortaya konmasıyla olabilecek. O yüzden bu seçim olağan bir seçim değil; demokrasisizlik içinde gerçekleşecek, otokrasiden demokrasiye geçmek için yapılan bir seçim. Klasik parti programlarının, vaatlerin yarıştığı bir seçim değil, demokrasinin yarıştığı bir seçim olacak. Bu bağlamda tabii ki bütün sektörler; ekonomiden yargıya, medyaya kadar yapılacak düzenlemeler, bir anayasa paketi çerçevesi içerisinde olacak. Türkiye'nin ferahlaması ancak demokrasiyle mümkün. Demokrasiye geçmek için de Kürt oyları ve HDP oyları anahtar bir pozisyonda.
ÖÖ: Peki çok teşekkürler Ali bey.

AB: Bu hafta da mevzulara bu kadar girebildik. Haftaya görüşmek üzere. Size kolay gelsin, hoşça kalın.

ÖÖ: Teşekkürler.