Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Türkiye'de 1 Eylül'de kutlanan Dünya Barış Günü'nü merkeze alarak dünyadaki ve memleketteki sorunları, olması gerekenleri mercek altına alıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Olağanüstü yoğunlukta günler ve haftalar, hatta saatler devam ediyor. Saatler boyunca değişik ve kimisi çok hüzünlü, kimisi de dehşet verici haberler de veriyoruz, onun için biraz geciktik, sizden de özür dileyerek hemen girebiliriz. Bu hafta neler yorumlayacağız?
A.B.: Savaş her yerde; Türkiye’nin kuzeyinde, güneyinde savaşlar, Gazze’de soykırım devam ediyor. Bugün 1 Eylül; Türkiye’nin kabul ettiği Dünya Barış Günü - Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği gün 21 Eylül.

Türkiye’de 1 Eylül’de Dünya Barış Günü kutlanılıyor. Neden farklı? Neden Türkiye’de 1 Eylül belirlenmiş? Biraz araştırma yaptım. Büyükelçi rahmetli Mahmut Dikerdem’in başkanı olduğu Barış Derneği, Nisan 1977’de kurulmuş ve derneğin ilk etkinliği de 1 Eylül 1977’de yapılıyor. Düzenlenen konferans 1975 yılında kabul edilen ‘Helsinki Nihai Senedi’ üzerine oluyor. Anlaşmayı Türkiye kamuoyu ile ilk tanıştıran Barış Derneği.
1977 1 Eylül’ünde yapılan toplantıdan sonra 1 Eylül tarihi, zımnen Barış Günü olarak, özellikle sol sosyalist kuruluşlar tarafından benimseniyor. 1 Eylül’ü kabul eden KKTC dışında başka ülke yok. Almanya’da da 1 Eylül’de bazı etkinlikler yapılıyor ama resmi olarak kabul edilmiyor.
Helsinki Konferansı’nda kabul edilen anlaşma, kapitalist ve sosyalist bloklar arasında yumuşamanın bir eseri olarak gerçekleşmişti. Daha sonraki yıllarda anlaşmanın yansımaları ülkelere yayıldı, barış dernekleri kurulmaya başlandı, barış çalışmaları aktive oldu. Türkiye’de de Barış Derneği’nin kurulması ile faaliyetler artmaya başladı. Barış çalışmaları tarihimiz içinde Barış Derneği’nin önemini belirtmekte fayda var. Barış Derneği, 12 Eylül sonrası kapatıldı, yöneticileri tutuklandı, dava yıllarca sürdü. Onlarca seçkin uzman, seçkin insan dört yıla yakın hapis yattı. 1991 yılına kadar da davalar sürdü.
Barış Derneği’nin faaliyetleri, örneğin Helsinki Nihai Senedi gibi önemli bir belgeyi Türkiye’ye tanıtması davaya esas teşkil etti. Dernek ve barış faaliyetleri, SSCB uzantısı olarak suçlandı, ipe sapa gelmez iddialarda bulunuldu, ülkenin yakından tanıdığı değerli simalar uzun yıllar hapishanede kaldılar.
Barış mücadelesi ile ilgili tarihine baktığımızda da ilk olarak 1950 yılında kurulan Barış Severler Derneği’ni görüyoruz. Adnan Cemgil ve Behice Boran önderliğinde kurulan dernek, Demokrat Parti iktidarının Kore’ye asker gönderilmesi üzerine yaptığı mücadeleyle tanınır ki yöneticileri hakkında 15 yıla kadar hapis istenmiştir, üç yıla yakın hapis yatmışlardır.
Ukrayna ile Rusya savaşıyor, Suriye’de iç savaşı gerilimi, İsrail’in Gazze soykırımı devam ediyor. Gazze dediğimiz yer 363 km2, bu kadar küçük dar bir alanda 2 milyon 300 bin kişi yaşıyor. Kıbrıs adası 9 bin 251 km2 ve kuzey-güneyinde 803 bin kişi yaşıyor, kilometrekareye 90 kişi düşüyor. Gazze’de kilometrekareye 6 bin 336 kişi düşüyor.
Ali Bulaç’ın yazısından öğrendim; Gazze’de 166 bin bina yerle bir olmuş, 276 bin bina da içine girilip yaşanabilecek bir durumda değilmiş. İnsanlar bina içi ve dışında 363 km2’lik bir alanda hayatlarını bir şekilde sürdürüyorken, iki yıldır bu alanlarda ortadan kalkmış durumda, barınabilecekleri bina veya alan yok. Bu kadar küçük bir alanda bombalanma olmasa bile 2 milyon 300 bin kişinin yaşamaya mahkum edilmesi bir insanlık dramıydı. Gazze’nin içinde bulunduğu durum böyle. Hiçbir hastane kalmamış; yiyecek, su yok, kıtlık ilan edilmiş; insanlar, çocuklar açlıktan ölüyor her saniye. Soykırıma dünyadan tepkiler var ama cılız kalıyor.
Geçen 50 yılın soykırımlarına biraz bakalım; Birleşmiş Milletler’in bu tür durumlarda devreye girdiğine, girme girişimlerine tanık oluyoruz ancak başlangıçta yapılan soykırımlar çok basit bir şekilde değerlendiriliyor, iç savaş gibi değerlendiriliyor, müdahale çok sonra, iş işten geçtikten sonra oluyor. Bosna’da böyle oldu, Bosna’ya da 10 binlerce insan öldürüldükten sonra müdahale gerçekleşti.
Soykırım sözleşmesi 1948’de kabul edildi ve yürürlüğe 1951’de girdi. Türkiye ve İsrail de bu sözleşmeye ilk imza koyan başlıca ülkeler. İsrail dünyanın patronu konumundaki ABD’nin omuz vermesiyle hiçbir uluslararası hukuk kurallarını, Birleşmiş Milletler uyarılarını dinlemeden soykırıma devam ediyor.
Son dönemde özellikle Avrupa kıtasındaki sesler yükseliyor, yükselen itiraz Avrupa Birliği hükümetlerini zorluyor. Hükümetler partilerin ayrılmasına, bakanların istifalarına tanık oluyoruz; mitingler oluyor, protestolar oluyor ama soykırım devam ediyor.
ABD’nin içini de içerecek şekilde tüm dünyanın İsrail’e bakışını değerlendiren bazı araştırmalar yapılıyor. Dünyanın İsrail’in yaptıklarını onaylamadığı çok net bir şekilde görülüyor. Gezegende yaşayan insanlar, İsrail’in uygulamalarını onaylamıyor ancak İsrail’e olumsuz bakış ABD dahil dünyanın tamamında her geçen gün artmasına karşın Birleşmiş Milletler’in ve uluslararası örgütlerin acz içinde kaldıklarına defalarca tanık oluyoruz.
Ö.M.: Ben de bir şey ilave edeyim izninizle Ali Bey; 1 Eylül Türkiye’de Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor ama aslında Dünya Barış Günü ya da Uluslararası Barış Günü denilen - sizin de belirttiğiniz gibi - her yıl 21 Eylül tarihinde kutlanıyor, uluslararası bir bayram. 1981’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun açılış günü olan gün, her Eylül’ün üçüncü Salı günü Uluslararası Barış Günü ilan edilmişti. Kaderin de bir garip tecellisi mi diyelim bilmiyorum ama bu Birleşmiş Milletler’in bu yılki Genel Kurul toplantısına ABD böyle bir yetkisi asla olmadığı halde Filistin’in temsilcilerinin hiçbirinin girmesine vize vermeyerek engelliyor. Daha önce de Yasir Arafat’ın engellenmesi Cenevre’de yapılmıştı ve şimdi de aynı durumla karşı karşıyayız. Bir de biz sabah bu küresel Sumud eylemi başlarken, Barselona’dan gemiler kalkarken oyuncu Liam Cunningham, Fatma adlı küçük bir çocuğun şarkısını dikkat çekti. Fatma, ölümünden sonra bu şarkının söylenmesini istiyor. Cunningham, “Ne tür bir dünyaya sürüklendik? Ne tür bir insanlık çukuruna düştük ki 5-6 yaşındaki bu güzel melekler kendi cenaze törenlerini düzenliyorlar. Bu bizi nereye götürüyor ve götürecek?” diye de soruyor.
A.B.: Siz, Filistin ve Yaser Arafat deyince aklıma geldi, geçen gün bir almanağa bakarken dikkatimi çekti; 1996 yılında Filistin meclisi, Filistin Kurtuluş Örgütü tüzüğündeki İsrail ile savaşmayı öngören maddeyi tüzüğünden çıkarmış ve silahlı mücadeleden vazgeçmiş. Şimdi neredeyiz? İnişli çıkışlı yerlerden soykırıma geldik? İzak Rabin, Şimon Peres ve Yasir Arafat'a Nobel Ödülü verilmişti değil mi?
Ö.M.: Evet.
A.B.: Kendi program tarihimiz içinde hem Lübnan’da, hem de Filistin’de sayısız İsrail katliamlarına tanık olduk. Birkaç yılda bir kullanılmaması gereken bombalar ile yapılan saldırılar sonucunda binlerce insan öldürüldü. Yakın tarih boyunca saysız katliamlara ve özellikle son iki yılda Gazze’de yapılan soykırıma karşı Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukuk örgütleri yetersiz, çaresiz kaldı.
Dünyanın siyasi dengesi içinde bu katliamları durdurabilecek ülkeler İsrail’in yaptıklarını destekliyor. ABD, İsrail’in yaptığı soykırımda suç ortağı, teşvikçisi ve en büyük destekçisikonumunda. ABD’nin öngörüsü ve açtığı yol üzerinden ilerleniyor. Avrupa Birliği ülkelerinin durumu malum, ABD’nin kuyruğuna takılmış vaziyetteler. Rusya, Ukrayna ile savaşıyor; bu savaşın gerçek sonuçlarını, kayıplarını da bilmiyoruz.
Türkiye’de uzun yıllardır PKK-TSK arasında devam eden düşük yoğunluklu savaşın sona erdiği, silahların sustuğu bir dönemi – yeniden - yaşıyoruz. Böyle dönemlere ilişkin geliştirilen bir kavram var: Negatif barışdönemi.
İlk olarak bu kavramı Martin Luther King kullanıyor, barış dönemine geçiş süreçlerini ‘negatif barış dönemi/pozitif barış dönemi’ olarak adlandırılıyor. Negatif barış dönemi; silahların susması, gerginliğin, korkunun azaldığı dönem oluyor. Bu kavramı daha sonra geliştiren İsveçli bir barış teorisyeni var, Türkiye kökenli Vamık Volkan gibi çatışmalı alanlar, gruplar üzerine çalışan Johan Galtung isimli İsveçli bir sosyolog geçen sene vefat etti.
Türkiye’de olan bitene bu kavramların üzerinden baktığımızda, pozitif barışa henüz geçilmediğini görüyoruz, çatışma ve savaşınyokluğu negatif barış dönemi ancak eşitleme ve adaletin sağlanması, hakların verilmesi, sorunun esas çözümü pozitif barış döneminde oluyor.Kürt meselesinde negatif barış dönemini pek çok kez yaşadık ancak pozitif barışa bir türlü geçemedik.
Meclis’te kurulan komisyonun çalışmalarına baktığımızda da bunu görüyoruz; süreç pozitif barış dönemine evrilmiş değil. 1 Ekim’de de Meclis açılacak,komisyon çalışmalarının önümüzdeki yıla da sarkacağı söyleniyor. Evet, gerilim yok, çatışma yok, ölüm haberleri gelmiyor ama Suriye Demokratik Güçleri ile gerilim yaşıyoruz. Türkiye’nin gerilimi komşu ile Suriye’de yaşayan Kürtlerle.
Geçen haftada bahsetmiştik, dünyanın resmen tanımadığı ama diplomatik ilişkilerini geliştirdiği, geçmişi El Kaide’ye dayanan, Hey'et-i Tahrîrü'ş-Şâm uzantısı komutanlarının geçici yönetiminde olduğu, geçici anayasaya dayanarak yönetilen Suriye ile askeri anlaşmalar yapıyoruz. Silahlar henüz kabzasından çıkarılmış, masanın üstüne konulmuş değil.
Barış Derneği’nin ilk etkinliği, 1 Eylül 1977’de gerçekleştikten sonra Türkiye’de Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor. Bu vesileyle Mahmut Dikerdem Bey’in kitabını hatırladım; Barış Derneği savunması kitaplaştırılmıştı, onu buldum. Helsinki Senedi’ni savundukları ve Barış Derneği’ni kurdukları için SSCB uzantısı olma iddiasıyla yargılama ve savunmalar devam ederken, aynı tarihlerde 12 Eylül Askeri Cuntası’nın başı Kenan Evren, Sosyalist Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri Todor Jivkov’u ziyaret ediyor. İki lider barış için kabul edilen Helsinki Nihai Senedi üzerine kadeh kaldırıyorlar! Böylesi garipliklerin yaşandığı bir dünyada ve ülkedeyiz.
Evet, 1 Eylül bugün; ülkenin kadim Kürt sorununun çözümüne dönük yetersiz adımların atıldığını gözlemliyoruz, ülkemizin çok yakınında bulunan dünyanın en büyük soykırım kampında, Gazze’de insanların katledildiğine, kuzeyimizde II. Dünya Savaşı’ndan sonra dört yıldır süren, Avrupa’da yaşanan en büyük savaşa tanık oluyoruz.
Ö.M.: Ayrıca bu gazetecilerin öldürülmesi, yok edilmesi ve susturulması açısından bakıldığında yeryüzünün en korkunç olarak şimdiden tarihe geçmiş oluyor çünkü I. ve II. Dünya Savaşları da dahil olmak üzere, daha sonraki savaşların - Vietnam, Kore, Afganistan ve Irak - toplam öldürülen gazeteci sayısını şimdiden geçmiş durumda; bir kere bunu hatırlatmak gerekiyor. Bir de iyi hatırlattınız; Barış Derneği davası görülmemiş skandallarla örtülü bir şeydi, insanları barış dediği için, dernek kurduğu için yıllarca hapiste yatırdılar ve aralarında sizin de sözünü etiğiniz gibi tanınmış önemli gazeteciler, yazarlar ve diplomatlar da vardı ve biri de Niyazi Dalyancı idi. Kendisi bizim vefat eden sevgili programcı arkadaşlarımızdan biriydi, ona da bir gönderme yapalım buradan.
A.B.: Yargılamalar devam ederken İstanbul Barosu eski başkanlarından Orhan Apaydın vefat etmişti. 44 kişi yargılandı, büyük bir çoğunluğu bugün hayatta değiller, aralarında milletvekilleri de vardır. Türkiye tarihi açısından, barış mücadelesi açısından unutulmaması gereken bir davadır.
İçinde bulunduğumuz Gazze dramında olağanüstü çaresizlik yaşıyoruz, mücadeleler ve direnişler, tepkiler devam ediyor ama sınırları aşan ikiyüzlülük de hakim bir durumda. Türkiye iktidarının aldığı pozisyon buna örnektir.Türkiye-İsrail ilişkilerini tarihsel perspektif içinde zaman zaman değerlendirdik ancak bu tarih ikiyüzlülük tarihidir. Bunun vurgulanması gerekiyor. Tepki sunuyoruz, gerçek fotoğrafı göstermek için elimizden geleni yapıyoruz ancak dünyanın barıştan yana olan güçleri, savaştan yana olanları karşısında güçsüz durumda. Elbette bu durum barış mücadelesinin sürmeyeceği, devam etmeyeceği anlamına gelmiyor. Dünyanın büyük çoğunluğunun İsrail’e bakışı - galiba Nijerya gibi iki Afrika ülkesi %50’nin üzerinde İsrail’i destekliyor - olumsuz , soykırıma karşı vaziyet alınmış durumda.
2003’te Porto Allegre’ye gittiğimizde temel slogan - tişörtlerimizde de bu slogan yazıyordu - ‘Başka bir dünya mümkün’ idi.Üstünden 22 yıl geçti, Irak savaşının arifesindeydik, Afganistan müdahaleleri oluyordu. Daha sonra ABD, Afganistan’dan çıktı, Taliban’a bıraktı, Irak’ta büyük bir iç savaş yaşandı ve sonra olanlar belli.
Başka bir dünyayı kurmaktan başka çaremiz yok, başka bir dünya kurulmadan olamaz. Bunun için yetersizliklerin nedenlerini net bir şekilde anlamak gerekiyor. II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan uluslararası yapılanmaların işlemediğini görüyoruz. İşlemeyen kurumlar ve kurallar sonucunda yaşanan tıkanıklık, iklim sorunlarına, soykırımlara, savaşlara neden oluyor. Kapitalizm aldığı biçim ile insanlığa zulüm etmeye devam ediyor. Dünya Barış Günü’müzde Gazze’deki trajik, dramatik durum içimizi ağlatıyor, gerçekten kahroluyoruz her gün, manzaralar gözümüzün önünden gitmiyor.
Geçen gün Tan Oral’ın çizgilerini gördüm; bir tarafta 30 Ağustos Zafer Günü kutluyorsun, öbür tarafta 1 Eylül Barış Günü diyorsun. İnsanlığın fotoğrafı böyle, Tan Oral ın çizgileri çok önemliydi.
Türkiye’nin siyasal gündemine gelirsek; bu hafta ve bu ay ana muhalefet açısından çok önemli. CHP, Eylül ayında davalarla, iddianamelerle, genelkurulun iptaline ilişkin davalarla uğraşacak. İstanbul Kongresi için de yapılan soruşturma ve iddianame hazırlığı söz konusu. Ekrem İmamoğlu ve diğer davalar, iddianamelerin sunulması bekleniyor.
Aynı zamanda CHP, programını revize ediyor; önemle takip edilmeli, bu konuda çalıştay ve sembolik bir kurultay yapacak. CHP’nin program değişiklilerini izlemeye çalışıyorum, yeni bir program deklare edecekler ama programın kabulü bu kurultayda olmayacak, sadece sunumu olacak, 4 Eylül’de açıklanacak, etkinliklerle dolu bir hafta düzenlemişler, takip edeceğiz.
CHP, ana muhalefet ve birinci parti konumunda. Parti, ne ölçüde, ne şekilde dünya ve Türkiye’nin gelişen şartlarına programını adapte ediyor, bu bağlamda programını yeniliyor. CHP’nin daha önceki programlarını elimin altına aldım, bakalım değişikler neler olacak? CHP, 1920, 1930, 1940’lı kontratlarının dışına ne kadar çıkabilecek ve kendini yenileyebilecek?
Ö.M.: Evet, ben de şunu ilave edeyim; Özgür Özel’den CHP mitingi için Sinop’ta teknelerin konvoy yaptığı haberi vardı. Dün Sinop’taydı, bir miting vardı ve Özgür Özel miting alanına balıkçı teknesiyle gidip, ‘AKP’nin zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan düzeni bitecek, sandık gelecek, sen gideceksin’ dediği haberleri vardı. Biraz takip etmeye çalıştık, canlı bir miting vardı orada da. Peki, çok teşekkür ederiz Ali Bey.
A.B.: İyi yayınlar size, hoşçakalın!
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
A.B.: Görüşmek üzere.