"Kamusal servet bireysel servete dönüştü"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, orman yangınlarının sebeplerini ortaya koyarken, bu durumun Türkiye’nin kamu harcamaları ile olan ilişkisine de değiniyor.

""
Ekonomi Politik: 28 Temmuz 2025
 

Ekonomi Politik: 28 Temmuz 2025

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

A.B.: Günaydın!

Ö.M.: Türkiye alev alev yanıyor, isterseniz ondan başlayalım. Sizin de bulunduğunuz yerde, Ankara’da Eymir Gölü ve çevresinde, Antalya’da da yangınlar vardı. Şu anda yedi ilde mi devam ediyor, onu tam bilemedik ama bakan üç ilde diyor.

Ö.Ö.: En son açıklama o yöndeydi.

Ö.M.: İsterseniz bununla başlayalım.

A.B.: Orman yangınlarıyla ilgili yapılan değerlendirmelere ve yayınlara, medyaya baktığınızda temel bir yanlış görüyorsunuz; Yangınlar; iklim kriziyle, iklim yıkımıyla ilişkilendirilmeden yapılıyor. Gezegenimizin bir gerçeği olan iklim krizi ile orman yangınları, afetleri arasındaki ilişki görmezden geliniyor. Bunu bilhassa vurgulamak istiyorum.

Türkiye’de Apaçık Radyo olarak bu alanda mücadele veren, yayın yapan yegane kuruluşuz. İktidarından muhalefetine ve genele baktığımızda, bir gerçeklik olan iklim felaketini hiçe sayan bir durumla karşı karşıyayız. Orman yangınlarını iklim kriziyle ilişkilendirmeden bakmak çok büyük bir yanılgıdır. Muhtemelen siz de belirtmişsinizdir.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Orman yangınları ile ilgili olarak 2025 yılı Cumhurbaşkanlığı Strateji Belgesi'ne baktım ve birkaç rakam vermek istiyorum; belgede 2018 - 2022 dönemi orman yangınları kümülatif olarak verilmiş. 2018 - 2022 sonuna kadar Türkiye’de 229 bin 190 hektarlık orman yanmış, üstüne 2023’ü ve 2024’ün de Ağustos sonuna kadar çıkan yangınlardaki kayıpları da ekleyince – 2024 Ağustos’undan bugüne olanlar dahil değil - 270 bin hektarlık bir orman alanının yandığını görüyoruz. 270 bin hektarlık orman alanı, 2 bin 700 km2 oluyor. Rodos adası, bin 400 km2 yani iki katı; Midilli bin 633 km2, Kıbrıs 9 bin 251 km2. 2018 - 2024 Ağustos sonu itibariyle iki tane Rodos adası kadar orman yakmışız.

Programlarda yıllardır söylediğim bir tarih ve tanım vardır; 2018 yılı tam teşekkülü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yılıdır yani otokrasiye tüm bağlaçlarıyla geçtiğimiz yıldır ve sonuç olarak otokrasiye geçtikten bu yana iki Rodos adası kadar ormanı yakmışız.

Yine tekrar ettiğim bir tanım daha vardır; ‘Lokomotif ülkenin vagonlarını yürütemiyor’ derim. Bir otokratik düzen olan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi lokomotifi ülkenin vagonlarını taşıyamıyor, yürütemiyor’ diye hep söylerim. Orman yangılarına baktığımızda da bu böyle...

Orman yangınlarında kaybettiğimiz alanlara ilişkin rakamlara ne kadar inanacağımız meçhuldür ama devletin belgesinde verilen rakamlar bunlar. Üçüncü bir ses, bir sivil toplum kuruluşu, yıllar boyunca ne kadar orman yandı hesaplamış mı ? Bilmiyorum. Eskiden Devlet Planlama Teşkilatı yayınlarına bakardık, şimdi ise bu belgeye, bir belgeye bakıyoruz.

Strateji belgesine göre; yangınların %37’si ihmal, %5’i kasıt, %14’ü doğal nedenler ve %44’ü ise tespit edilemiyormuş. Yani iklim etkisi yok! Meseleye zaten böyle yaklaştığınızda, doğru tahlil yapmayınca da sonuç alamayacağınız belli.. İklimle ilişkilendirmeden bakıyorsunuz, iklim krizi ilişkilendirmemekte kapitalizmle ilişkilendirmemek demek.

Türkiye’de neoliberal dönemde elektrik iletim hakları özelleştirildi. Şu anda 20 metre ötemden yüksek gerilim hattı geçiyor, bu hat Hacettepe ormanından ODTÜ ormanına doğru gidiyor.

Elektrik iletim hatları kamudayken bakımı farklıydı, bugünkü gibi değildi. Çocukluğumuzda izcilik yaptık, ormanlarda atlı orman bekçileri dolaşırdı, yangın kuleleri vardı, yangını herkes birbirine bildirilirdi. Orman köylüsü ormanına sahip çıkardı, baltalık işlerin dışında ormana sahip çıkardı çünkü çıkmazsan aç kalırsın.

Cumhurbaşkanlığı Strateji Belgesi’nde sayılan yangın sebepleri içinde yüksek gerilim hatlarından çıkan yangınlara ilişkin bir oran verilmiyor, nedenlerinden biri olarak bile sayılmıyor. Özelleştirilen elektrik iletim hatlarını alan şirketler hattın altını temizlemeye kaynak ayırmıyor. Yüksek gerilim hatlarının yangınlara ciddi katkıda bulunduğu biliniyor ama sebeplerden sayılmıyor.

Zaten Akdeniz iklim kuşağı mahvolmuş durumda, iklim krizi nedeniyle sıcaklıklar aşırı artmış durumda ancak strateji belgesinde orman yangınlarının nedenleri arasında sayılmıyor. İklim krizi ile ilişkilendirmeden bakılıyor.

Sonuçta kamusal servetin özel varlığa dönüştürme faaliyeti olan iletim hatları özelleştirmeleriyle yangına davetiye çıkarıyorsunuz, benzin bidonunu ormanın içine döşüyorsunuz, yüksek gerilim hatlarını ormandan geçiriyorsunuz ve hattın geçtiği yerlerde önlem almıyorsunuz.

Orman yangınlarıyla, afetlerle ilgili mücadele nasıl yapılıyor, ayrılan kaynaklar neler? Biraz da ona bakalım. Bu konuda da imdadımıza sevgili Nurhan Yentürk’ün Türkiye’nin Kamu Harcamaları kitabı yetişti. İki gün önce elimize geçmişti ve hemen baktım. Yentürk ve arkadaşları çalışmalarında, kamu kurumlarının çevre, koruma ve iklim değişimiyle ilgili toplam bütçelerine bakıyorlar. Aslında kitabın tümüne ilişkin bir yayın yapmalıyız Ömer bey. Bugünkü program için orman bütçelerine ilişkin rakamlar ve değerlendirmelere baktım, imdadımıza yetişti.

Ö.M.: Ben de şunu ekleyeyim; Nurhan Yentürk’ün 2006-2023 yıllarını ele alan Türkiye’nin Kamu Harcamaları ve şehir hastanelerinden deprem harcamalarına kadar kamu harcamalarının bir ayrıntılı analizi var. İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınlarından yeni yayınlandı, üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmamızın bayağı iyi olacağını düşünüyorum.

A.B.: Duracağız tabii, çalışma çok değerli Yentürk ve arkadaşlarına teşekkür edelim, uzun yıllardır bu çalışmaları sürdürüyorlar.

Orman Genel Müdürlüğü’nün gelirlerine bakmışlar, devlet rehberinde çok önemli bir genel müdürlük. Harcamalarını, döner sermaye üzerinden ve öz gelirleri üzerinden yapıyor. Ayrıca az da olsa Hazine katkısı bulunuyor. Orman Genel Müdürlüğü’ne orman işletmeleri de bağlı, işletmeler önemli gelir elde ediyor. Döner sermaye geliri dediğim, bu gelirler. Orman Genel Müdürlüğü’n ikinci büyük gelir elde ettiği öz gelirleri nereden geliyor biliyor musunuz? Ormanlardaki maden tahsislerinden alınan gelirler.

Ö.Ö.: Eh o zaman rahat rahat kendilerini şey yapıyorlardır.

A.B.: En büyük geliri de buradan sağlıyor. Orman Genel Müdürlüğü, öz gelirleri en yüksek kurumlardan biri. Tilki ile tavuğu aynı kümese koymuşsun.Maden tahsislerinden alınan gelirlerin aktarılmasının sakat olması gibi Orman Genel Müdürlüğü’nün orman ürünleri satışlarını üstlenmesi de sakat!Ormanı koruma işi ile ormanı kesip gelir elde etme işini aynı kuruma veriyorsun! Orman Genel Müdürlüğü, işletmelerinde ve ormanlarda yapılan maden arazisi tahsisi nedeniyle aktarılan gelirlerden en büyük geliri elde ediyor. 2023’te orman ürünleri satışlarından 46 milyar TL elde etmiş. Hazine’den gelen katkılar düşük.

Sonuçta merkezi devlet Orman Genel Müdürlüğü’ne, ‘Hazineden sana fazla bir şey çalışmıyor. Ne kadar orman ürünü satarsan, harcamak için o kadar gelir elde edersin; ne kadar maden tahsisi yapılırsa o kadar gelirin yükselir’ diyor! Durum böyle, kedi ve ciğer vaziyetleri. Hepitopu zaten Hazine’den 2023’te 1 milyar TL geliyormuş.

Öz gelir denilen maden tahsislerinden ve kereste üretiminden gelir elde ediyorsun, madenler ve satış! Bu gelirlerle yangınlarla, afetlerle mücadele edeceksin; hem orman işletmecisi olacaksın, hem de maden tahsisatı geliri kullanacaksın! Orman yangınları ile mücadele böylesi çelişkiler yumağı olan bir kuruma emanet edilmiş durumda. Yentürk’ün kitabına göre, yangınlar için ayrılan kaynaklar da son derece düşük. Zaten pratikte görüyoruz. Yapılan yayınlara Orman Genel Müdürlüğü’nün ülke çapında 27 tane uçağı varmış, gece uçağı yok, gece helikopteri yok ama Cumhurbaşkanlığımızın bildiğim kadarıyla 21 tane jeti var.

Ö.Ö.: Personel sayısında da azalma olduğu söyleniyor.

A.B.: Tabii o da var, ayrıca personel eğitimsiz.

Ö.Ö.: Bir yazı çıkmış Halk TV’nin sitesinde; Orman Genel Müdürlüğü’nün 2019 yılındaki bütçesi 3 milyar iken o dönem % 4,48 bütçeden pay alıyormuş, şimdi ise %3’lere kadar düşmüş yani bu altı yıl içerisinde bütçe azaldığı gibi personel sayısı da 44 binden 42 bine inmiş.

A.B.: Evet sıra ona gelmişti, sen tamamladın. Tüm bu anlattıklarımı bir yerlere bağlayacağım, yine 2012 yılından beri söylüyorum; 2012 yılında Mahalli İdareler Yasası değişti yani Yerel Yönetimler Yasası. O dönemde ülkemizin münevverleri bu değişimin üzerinde durmadı, derinlemesine incelenmedi. Aydınımız, entelektüelimiz, merkezi devletten kopuş, yerellerin özerkliği gibi algıladı ancak değildi.

Bu yasa ile demografi bozuldu. Türkiye’deki köylü nüfus bir anda kağıt üzerinde kentlileştirildi. Bu değişim, ülkenin sosyoekonomik, sosyolojik ve sosyokültürel yapısını bozdu. Köy mahalle oldu, büyükşehir belediyelerine bağlandı, mahalle olan köylerde beş katlı binalar olmaya başladı! Arazi ile insan bağı değişti, köylünün orman ile ilişkisi, tarım ile ilişkisi değişti. Bu değişimin yaşadığımız iktisadi ve siyasal meselelere çok olumsuz katkısı oldu.

Merkezden 300 km uzaklıktaki eski köy, yeni mahalle ve büyükşehirleri belirler hale geldi. Bu durum ormanın korunması, geliştirilmesi ile köylü arasındaki ilişkiyi kopardı. Zorla kentlileşen, kentleşemeyen yeni mahalleli köylüler yarattık, doğal ilişki koptu. Eskiden köy muhtarlık heyetleri vardı, orman yangınlarında bunlar yetkiliydi. Hatta orman köylüsünün yangınlarda muhtarın, heyetin görevleri vardı. Atlı orman bekçileri, tahtadan yapılmış kuleler iş görürdü. Köylü ekmeğini ormandan yediği için orman yangınına duyarlıydı ama köyü mahalle yaptınız, belediyelere bağladınız, bir süre sonra ormanlık arazi arsaya çevrildi, adam da oraya beş katlı bina yaptı.

Ö.Ö.: Yani müşterekleri mülkiyet ilişkisi içerisine aldınız.

A.B.: Aynen öyle, kapitalize ettiniz. 2012’de değişen Yerel Yönetimler Yasası’nın tahribatı dikkat edilmesi, bakılması gereken en önemli hususlardandır.Ekonomi Politik’te sürekli dikkat çektim Mahalli İdareler Yasası’nın tahribatlarına..!

Orman yangınlarını; iklim değişikliğiyle, neoliberal kapitalizm ve özelleştirmelerle,Mahalli İdareler Yasa değişikliğiyle, uygulanmakta olan otokratik rejimle de ilişkilendirmek durumundasınız. Tam teşekküllü otokratik rejim ile yönetilmeye geçtiğimiz 2018’den bu yana, yedi yılda yangınlarda iki Midilli kadar orman kaybettik ki buna son bir yıl dahil değil. Son yangınlarla da ne kadar kaybettiğimizi bilmiyoruz, 300 bin hektarı rahat bulur. Böyle bir kayıpla karşı karşıyasınız.

Ö.Ö.: Sadece İzmir’de 27 bin hektardı. Türkiye ortalamasının üç katı deniyor Seferihisar için.

A.B.: Otokraside geçen yıllarda iki buçuk Midilli adası kadar ormanın kül olduğu anlaşılıyor. Özelleştirme katliamlarıyla ormanları da katlettik, havzaları katlettik, su yataklarını katlettik. Bunlar kamunun elindeyken eleştirilirdi; şu eksik, bu eksik vs. denirdi ve bir şekilde korunurdu. Mahalli İdareler Yasası ile yanlış yaptık, iklim meselesini merkeze koyan bakış açısı üretilmedi. Vaziyet bu şekilde özetle ve konuyu yeniden ele almak isteyenlere tavsiyem, öncelikle yeni bir siyasa oluşturmak gerekiyor ancak oluştururken biraz önce değindiğim hususlar çerçevesinde bakmak, değerlendirmek lazım.

Ö.M.: Şunu da eklemek lazım herhalde; bir yandan doğu Akdeniz’de ya da Libya açıklarında vs. yeni petrol sondajları, doğalgaz sondajlarını müjdelemelerle devam ediyor - tamamen iklim meselesiyle taban tabana zıt amaçlı çalışmalar. Bir de Kanal İstanbul projesi gibi tamamen iklimi değil, bütün coğrafyayı da ortadan ikiye bölecek, berhava edecek projelerin desteklenmesi, hatta gizlenmekte bile olsa Cumhurbaşkanına onunla ilgili rapor verildiğini ortaya çıkaran yayınlar oldu. Böyle çok çelişkili bir durum var.

Ö.Ö.: Zeytinlik yasası... Bu koşullar altında 10 binlerce ağacın kesilip bir de kömür çıkarılacak olması... Adına ‘İklim Kanunu’ denilen bir kanun geçti ki tamamen karbon ticareti aslında.

A.B.: İzninizle başka bir konuya geçmek istiyorum; önümüzdeki günlerde tarihi henüz belli değil ama Yüksek Askeri Şura toplantısı yapılacak. Yüksek Askeri Şura ile ilgili konular Ekonomi Politik’te hep gündemimizde olur, şimdilik tam teşekküllü otokrasiye geçtiğimizden bu yana Yüksek Askeri Şura ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumunu bir kenara bırakalım, sonra bakarız. Epeydir dile getirmek istediğim bir husus var; Ankara’da dev bir inşaat devam ediyor, süren bu inşaat milli savunma kompleksi ve bu kompleks, Ankara merkezde bulunan Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Karargâhları’nı bir araya topluyor.

Ömer Bey belki hatırlar, eskiden Etimesgut’ta Zırhlı Birlikler Komutanlığı vardı. Ankara dibindeki zırhlı birlikler, darbelerde çok önemli rol oynamıştır. 15 Temmuz’dan sonra bu birlik kaldırıldı. Bölgenin yakınına çok büyük bir araziye önce MİT geldi, şimdi de yakınına Milli Savunma Kompleksi yapılıyor. Etimesgut’taki bu alan 12.6 milyon m2, yapıların toplam kapalı alanı 890 bin m2. İnşaatın detaylarına pek ulaşamıyorsunuz, örneğin neye ulaşamıyorsunuz? İhale bedelini bilmiyoruz, nereye baksanız bakın kaça mal olacağını öğrenemiyorsunuz, yok…

Ö.Ö.: Milli güvenlik mi? Niye ulaşamıyorsunuz?

A.B.: Dev yapıları, dev kompleksi Saray’ı yapan firma yapıyor, firmanın adını söylemeyeyim..

Ö.Ö.: Normalde onların ihaleleri yani burada özel bir durum mu var yoksa genel olarak zaten ihaleler artık açıklanmıyor mu?

A.B.: Milli savunma alanına giren bir inşaat olması etken olabilir ama genel olarak Türkiye’de ihalelere ilişkin süreci biliyoruz, son yıllarda işler böyle yapılıyor. Kuralsızlık egemen ve açıklık olmuyor, tümünde böyle neredeyse. İhaleler emanet usulü yapılabiliyor mesela. Alt yüklenicileri de öğrenmeye çalıştım ama hiçbir bilgiye ulaşamadım. Milli Savunma Bakanlığı Kompleksi’ne harcanan paranın herhalde %1’i ile orman yangınlarının çoğu önlenirdi, belki de binde biri, bilemiyorum. Bedeli bilmiyoruz çünkü yüksek teknoloji ve siber güvenlikli binalar olacakmış, her türlü saldırıya karşı korunaklı yapılar olacakmış. Muhtemelen önümüzdeki 30 Ağustos’ta bir tören yapılır çünkü beton binalar yükseldi.

Alana 13 bin fidan dikilecekmiş, karbon yatak alanları oluşturması hedefleniyormuş 13 bin fidanla! Ankara’nın o bölgesi de genel olarak da kuraktır, bu işten anlayanlar, ‘Ankara’da çime harcanan paraya yazık çünkü arazi uygun değil’ derler. Binaların net 0 emisyonu olacakmış, akıllı binalar olacakmış. Temel atma töreni 2021’de oldu daha erken bitirmeyi düşündüler ama araya kriz girdi, Ağustos’da da inşaatların kara yapıları yani betonlar bitmiş olacak ama 2028’de tümüyle açılması hedefleniyor.

Ö.Ö.: Fidan yerine zeytinlik dikmesinler oraya?

Ö.M.: Taşınacak dendi ama bir de demin Ali Bey, sizin sözünü ettiğiniz bu çimli alanlar meselesi göründüğünden çok daha önemli aslında çünkü çevre açısından, iklim açısından en büyük kuraklık kaynaklarından bir tanesi o çimlerin sulanması tamamen yani muazzam su gidiyor. Golf sahalarının bayağı kuraklığa yol açtığı, Donald Trump’ın da çeşitli yerlerdeki golf sahalarına karşı çıkılması da bu yüzdendi. Onu da hatırlattığınız iyi oldu, bir de çim meselesi var.

A.B.: Sevgili Yücel Çağlar’ı hatırladım; 1986 yılında dergiyi çıkarmaya başladığımda, Yücel Abi de Çevre ve Ormancılık’ı çıkarırdı ve sürekli temastaydık. Zaman zaman Hayrettin Karaca gelirdi, TEMA’yı kurmuştu, buluşur konuşurduk, Ankara ikliminde çim meselesi de konuşulurdu. Ankara başkent, şehir için çim isteniyor, görselliği için isteniyor ama üç gün sulama kuruyor kardeşim. Bu iklime, toprağa uygun değil! Herkes bahçesine çim eker, parklara harcanan suyun hesabı yok, villalara harcanan su da öyle... Ankara’da üç tane golf kulübü var, olacak iş değil yani!

Yayının sonuna yaklaşıyoruz, orman yangınlarının sebeplerini ortaya koymaya çalıştık. Ez cümle bulokomotif ile Türkiye yürümüyor. Her yere savruluyor, ormanlar da bunlardan biri.Doğru dürüst bir lokomotif tasarlamamışsan, lokomotif sadece kendine çalışır ise ormanlar dahil tüm vagonları deviriyor, alt üst ediyor.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi lokomotifi sermayeye çalışan bir lokomotif üstelik, kamusal serveti bireyse servet haline dönüştürüyor.

Son olarak ekolojik turizm için 100’e yakın tahsis yapılmış ve genellikle bu alanlar yerel parti çevrelerine tahsis ediliyor.

Ö.Ö.: Bunun öncülü 90’lardaki Naturland hatta onun yakın zamanda belgeseli de yapıldı.

A.B.: Naturland, turizm alanı olarak Antalya Kemer’de deniz kıyısındaydı hatırladığım kadarıyla.

Ö.Ö.: Yok, ekolojik yaşam vs. öyle satılıyordu.

A.B.: Bunlar orman arazisinin içinde yapılıyor şimdi.

Ö.Ö.: O da öyleydi.

A.B.: Kamu arazisi tahsisi, 1980’lerin ortasında başladı, Güney Antalya Gelişim Projesi’ydi. Turgut Özal başkanlığındaki hükümet ilk kez başlattı, bu alanlar önce 49 yıllığına kiraya verildi, AKP döneminde de bu alanlar tahsis edilen kişi ve kurumlara satıldı, kamusal servet bireysel servete dönüştü. Yeni öğrendim; mesela bu rüzgâr çiftlikleri kuruluyor ya, o çiftliklerin sözleşmelerini de bilmiyoruz. O çiftliklerde rüzgâr regülâtörleri, dönen pervaneler kuruluyor ve onların çevresinde isterse tahsis edilen kişi ya da kurum turizm kompleksi kurabiliyormuş biliyor musunuz?

Ö.Ö.: Öyle mi?

Ö.M.: Öyle mi? Bunu ben de bilmiyordum. Bunu da konuşmaya devam edeceğiz herhalde. Orman yangınlarından çıkıp Türkiye’nin kamu harcamalarına kadar getirdik durumu. Çok teşekkür ederiz Ali Bey, konuşmaya devam edeceğiz.

A.B.: Kolay gelsin.

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

Ö.M.: Görüşmek üzere.


* Ormanlarda maden arama iznini Orman Genel Müdürlüğü vermiyor, tahsis sonrası elde edilen geliri Orman Genel Müdürlüğü harcıyor. Bu hususta yayın sonrası uyarıda bulunan Sayın Prof. Dr. Hüseyin Çelik’e teşekkür ederim.