Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(12 Temmuz 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Herkese iyi haftalar, merhabalar!
Özdeş Özbay: Merhabalar, günaydın!
AB: Günaydın!
ÖM: Ne var ne yok?
AB: Çok dolu bir gündem var, isterseniz başlayalım.
ÖM: Lütfen.
AB: Kaçak- kayıp silahlar meselesi üzerinde duracağım öncelikle. Gerçekleri ortaya çıkarmakla uğraşmak pek çok kimsenin umurunda değil, en azından çoğunluğun gerçeklerle uğraşmak, görmek pek yüzleşmek umurunda değil. Yalanlar üzerine yaşamaya devam ediyoruz. Ancak bu konuları konuşmak üzerinde durmak görevimiz. Son haftalarda 3 konu öne çıktı yaptığımız programlarda, 3 konuda çoğunlukla suç örgütü lideri olarak bilinen Sedat Peker’in açıklamaları üzerinde yükseldi. Öncesinde de bu meseleler, az kalmış medya kulvarlarında gündeme getiriliyordu, bizde açık gazetede pek çok kez ele aldık. Özel askeri bir şirket olan SADAT’ın ülke içi ve dışı faaliyetleri, üzerinde durduğumuz konulardan birincisi. Suriyeli cihatçı yapılardan müşekkil bir ordudan söz ediliyor uzun süredir ve bu ordu hem Suriye hem Libya’da kullanılıyor. İsmi Özgür Suriye ordusuydu, değişti sanırım Ulusal Suriye Ordusu oldu, öne çıkan konulardan biri bu. Diğeri Türkiye’nin dünya uyuşturucu trafiğindeki üretiminde ve dağıtımındaki pozisyonu. Siyaset, mafya, uyuşturucu, devlet ilişkileri üzerinde öne çıkan bir kulvarda bu. Son haftalarda bu ikisine eklenen konulardan biri de bu kayıp ve kaçak silahlar mevzusu. 15 Temmuz’la ilişkilendirilerek daha önce yoğun bir şekilde gündeme getirilmişti, şimdi de Sedat Peker’in açıklamalarıyla kaçak ve kayıp silahlar gündemde.
15 Temmuz’un seneyi devriyesi, birkaç gün sonra, 5.yılı doluyor, bilinenler, bilinmeyenler, açıklananlar, açıklanmayanlarıyla, sırlarla konuşulmaya devam eden bir darbe teşebbüsü. Sedat Peker açıklamaları ile öne çıkan bu kayıp ve kaçak silahlar meselesi çok önemli konuların başında geliyor. Zaman zaman programlarımızda dile getirdiğimiz bir konudur Türkiye toplumunun silahlanma meselesi. Türkiye’de bireysel silahlanma, kaçak silahlanma, sivillerin silahlanması uzunca süredir devam eden bir durum. CHP’li milletvekili Mehmet Tüm’ün defalarca gündeme getirdiği, Tüm ve diğer vekillerinde açıkladığı bir rakam bulunuyor, yıllardır bu alanda çalışmalarıyla bilinen Umut Vakfı’nın raporlarına dayanarak yapılan açıklamalara göre, ülkede yaşayanların elinde bulundurdukları kayıtlı kayıtsız silah sayısı 25 milyona kadar ulaşmış durumda! İnanılmaz bir yekun.
Yakın tarihimizde kayıp silahlarla tanışmamız Susurluk döneminde oldu. Bu konuda çok kaynak var ama dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk raporunu esas almak gerekir. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın talimatı ile hazırlattırılmıştır. O dönemde bu rapor belli kısımları çıkarılmak suretiyle kamuoyuna yansımıştır. Biz o zaman, bu hususların nasıl işlediğini biraz öğrenmiş olduk.
Devlet envanterine girmeyen, girilmesi istenmeyen silahlar için sistem şu şekilde işliyor, öncelikle bir silah fonu oluşturuluyor, fon çoğunlukla örtülü ödeneklerden teşkil ediliyor, ya da bazı şirket/lere devletin değişik sektörlerinden yapılan ihaleler fahiş bedellerle veriliyor, ihaleyi alan kişi yada kuruluş ihale bedelinin üstünden aldığı paralarla silahlar satın alıyor, bunları da devlete hibe ediyor. Örtülü ödenekler ve bu şekilde elde edilen kaynaklar bu şekilde kullanılıyor. Nitekim o devirde Ertaç Tinar isimi çok öne çıkmıştı, Tinar’ın sahibi olduğu Hospro şirketinin bu silahları emniyete hibe ettiği söylendi.
Susurluk raporunda envantere kayıtlı kayıp silahlar vardı, envantere kayıtlı olmayan silahlar vardı. Tüm bunlar dönemin basınında parlamento komisyonlarında gündeme gelmişti ifade veren vermeyenler vardı, pek çok araştırma soruşturma yapılmıştı. Başbakanlık teftiş kurulunu söz konusu raporundan anlıyoruz ki model biraz önce açıklamaya çalıştığımız şekilde oluyor. Başbakanlık, genelkurmay, emniyet gibi örtülü ödenekleri olan kuruluşlardan bir fon oluşturuluyor, bunlar yetmezse devletten fahiş ya da fazladan ihale alan şirket üzerinden elde edilen kaynaklarla kayıp kaçak silahlar temin ediliyordu. O devirde bu Ertaç Tinar’ın şirketiydi, Kutlu Savaş raporundan öğreniyoruz bunları.
Fazladan ya da fahiş ihale ile elde edilen paralarla alınan silahlar daha sonra iyi vatandaş Ertaç Tinar tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü’ne hibe ediliyor. O devirde, fonda biriken paraların tamamıyla silah alınmadığı, kişisel servetlere dönüştürüldüğü de ortaya çıkarılmıştı. Günümüzden farkı, o devirde kayıp silah ve teçhizatlar meselesi, yargıya, meclise ve medyaya ayrıntılı olarak intikal etmişti. Hepimiz bu konulara eğilmiştik. Bunlara ilişiklin yapılan çok yayın var; Fikri Sağlar, Emin Özgönül arkadaşımızın kitapları var, çok sayıda kitap ve raporlarda kayıp ve kaçak silahlar konusu işlendi. Bu süreçlerde güvenlik bürokrasisinin başında bulunanların rolleri aydınlandı, ortaya çıktı. Sonuçta kayıp silahlara ilişkin olarak Mehmet Ağar’a ait 2. dokunulmazlığın kaldırılması dosyası mecliste görüşüldüğünde dönemin emniyet genel müdürü Mehmet Ağar, verdiği ifadede “bin operasyon yaptım, bunu yalnız mı yaptım? Hepsi devletin bilgisi dahilindedir ve sırdır, bu silahlar da devlet sırrıdır, açıklayamam” demişti. Sonuçta soruşturmalara ilişkin olması gereken takibat yapılmadı. Çünkü sorumluluk silsilesini takip ettiğimizde, dönemin güvenlik bürokratları, üst düzey askeri dahil, MGK dahil ve siyasi aktörleri yargılanmak durumundaydı. Birbirini suçlayan Başbakanlar, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz daha sonra kendi aralarında anlaştılar yüce divana dosyaları göndermediler birbirlerini mecliste akladılar, Anayasa Mahkemesinde yargılanmanın önüne geçilmiş oldu.
Günümüzün kayıp ve kaçak silahlar meselesinin boyutuna geldiğimizde, pek çok açıklama var, mecliste CHP’li milletvekillerinin verdiği araştırma önergeleri var. Bu önergeler iktidar tarafından reddedildi. “İçişleri Bakanlığı’na bilgi verin” deniliyor. İçişleri Bakanlığı da savcılıkları işaret ediyor, yargıda da bu konuda herhangi bir hareket yok.
Sedat Peker, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ve o gece, çok sayıda silah dağıtımı yapıldığını, kişi ve yer isimleriyle birlikte açıklıyor. Ayrıca dağıtılan silahlarla daha sonra işlenen cinayetler var, siyasi olmayan cinayetler. Bu cinayetlerde kullanılan silahlar ve vakalar bazı davalara da intikal etti. 15 Temmuz’un maddi zararlarını karşılamak üzere açılan bir davada iddianame konusu oldu, dağıtılan silahlarla işlenen cinayetler. Kayıp ve kaçak silahların büyük bir çoğunluğu envantere dahil olmayan silahlar. Ayrıca envantere de dahil olup kaybolan silahlarda var.
Yapılan açıklamalarda ve raporlarda 2014 yılından sonra silahlanma yarışının çok fazla arttığı görülüyor. Çünkü silah ve mermi edinme kolaylıkları mevzuata değişiklikleri ile sağlandı. Ekonomi Politikte o zamanda gündeme getirmiş ve konuşmuştuk, şimdi tarihlerini hatırlamıyorum ama 2014’ten itibaren silah ve mühimmat teminini kolaylaştıran önlemler alındı, esnekleştirme sağlandı. Cevaplanması gereken diğer bir soru da şu: söz konusu edilen paramiliter örgütler ve bunların kullandıkları silahlar nelerdir?
Suç örgütü lideri Sedat Peker pek çok kişiyi ve, olayı açıklıyor, mala çökmeler, paralar, rüşvetler açıklıyor, bu iddialara karşısında yargı sessiz, soruşturmalar olmuyor, ancak iddialarda ret edilmiyor, sessizlik hakim oluyor. Tüm bunlar uçuşurken Sedat Peker’in iddialarında içinde dikkatimi çeken bir husus var: Peker, akçalı akçasız tüm yapılanları, olan biteni, Süleyman Soylu’nun “gelecekte cumhurbaşkanı olmak istemesine bağlıyor, Soylu’yu Cumhurbaşkanı yapmak isteyen odakların, yapıların yaptığı işler olarak görüyor. Soylu’nun Cumhurbaşkanlığı projesinin altını çiziyor.
İçeriden biri olması nedeniyle Peker’in söyledikleri çok önemli, sonuçta tümüyle 15 Temmuz gecesini yaşamış, öncesini, sonrasını yakından bilen, AKP’nin iktidar sürecinin çok yakınında, yanında bulunmuş, destekçisi olmuş bir suç örgütü lideri bunları ifade ediyor. Belli ki, -Sedat Peker ‘in iddiaları üzerine hep söylüyoruz- var olan ortaklığın bozulması sonucunda dışarı çıkan kağıtlar, çamaşırlar bunlar. Erdoğan sonrasına ilişkin bazı hesaplar çatışıyor ve iktidar içi çatışmalar yaşanıyor, başlangıçta iktidarı sağlamlaştırmak için kullanılan aktörler daha sonra kendi aralarında birbirlerine düşüyorlar ve bu bilgiler ortaya dökülüyor.
Bir süre önceydi, 15 Temmuz gecesine işaret ederek yapılan bazı açıklamalar vardı, Noyan’lar mıydı? Unuttum şimdi isimi, 15 Temmuz gecesi ve sonrasında, herkesin silahlandığını, İslami grupların silahlandığını, ölüm listelerinin hazır olduğunu, milyonlarca silahın varlığını öne süren iddiaları hatırlamakta fayda var. Ayrıca bu silahlar basit silahlar değil ve sivillerin elinde, güvenlik bürokrasisinde değil. Susurluk’ taki kayıp silahlar özel harekatın kullanımı için verilmişti. Devletin zirvesinde alınan karara göre olduğu anlaşılan, bazı Kürt işadamları, PKK’ya yakın kişiler ya da habercilerin ortadan kaldırılması için kullanıldığı raporlandı. Bu kayıp silahlar sınırlı sayıda bir grubun elinde bulunuyordu, bunlar da belliydi, özel harekatçılar, özel bir yapı vs. Ancak günümüzde baktığımızda bu silahlar sivillerin eline verilmiş. Susurluk’ta ve günümüzde ki iddialarda ortak bir isim bulunuyor: Mehmet Ağar. 25 yıl sonra Mehmet Ağar, Sedat Peker anlatımlarının da odağında bir isim, Korkut Eken’le birlikte. Peker’in anlattıklarına da bağlı kalırsak Kutlu Adalı cinayetinde de, o devirde kayıp silahların kullanıldığı anlaşılıyor, ayrıca meclis komisyonuna verilen bilgiye göre kayıp silahların bir bölümünün başka bir ülke içinde bulunduğu söylenmişti. Bugünün dünden farkı; adeta simit dağıtılır gibi satılır gibi silahların dağıtılmış olması, çoğunlukla da İslami kökenli yapıların elinde olması. Cüppeli Ahmet Hoca isimli kişinin bir açıklaması olmuştu tarikat lideri olan, “şu kadar sayıda ve şu kadar kişide tarikatlarda silah var” demişti.
Şimdi bunları üst üste koyduğumuzda mesele çok vahim boyuta ulaşmış durumda Türkiye’de. İktidarın el değiştirmesinin kabulü çok zor, diyelim ki normal bir seçim oldu, kazasız belasız ve adil bir seçim oldu, adil bir seçim süreci kampanyası yürütüldü, iktidar transferi gerçekleşecek mi? Bunlar hep soru işaretleri. 2015’te iktidarın değişmesi gündeme geldi, ancak iç karışıklıklarla karşıya kaldık ve gerçekleşmedi. İktidar taraftarlarının ve iktidarın,iktidar değişimine tahammül edemeyecekleri, katlanamayacakları anlaşılıyor, gerçekten büyük bir tehlikeyle Türkiye karşı karşıya. 1975 sonrasını yaşadım ben, 75-80 arasındaki Türkiye’de kutuplaşan tarafların silahlanma süreçlerine ve çatışmalara tanık olduk. Onun sonucunda, sayılar hep yuvarlanır Türkiye’de, 5500’e yakın insan öldü, toplu katliamlar oldu, Sivas, Maraş, Çorum, Tokat’ta da oldu, toplu katliamlar yaşadık, çatışmalarda da insanlar öldü, 1 Mayıs’lar oldu, bunlar gayri nizami savaş dedikleri bir teknikle yapıldı. Aynı benzer durumlar PKK ile savaş adı altında Susurluk döneminde yaşandı.
Bugün anlaşılıyor ki, gayri nizami örgütlenme ve silahlanma çok yaygın bir boyuta ulaşmış durumda. Çok tehlikeli bir süreç içinde olduğumuzu zaman zaman anlatıyoruz, Peker’in iddiaları bu endişeleri pekiştiriyor. İddiaların doğru mu yanlış mı olduğunu anlayabilmemiz için yargıya intikal etmesi gerekli. Ancak hiçbir davanın açılmaması, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün derin sessizliği, hükümetin derin sessizliği ve parlamentonun konuyu ele almaması bu konudaki endişeleri artırıyor.
ÖM: Ben de Ali Bey 1-2 ilavede bulunayım izninizle, yani bu T24’te Gökçer Tahincioğlu ‘28 yıl sonra yeniden ‘kayıp silahlar’’ diye yazdığı yazıda sizin de dediğiniz gibi ta 1993’e kadar geri götürüyor, yani İsrail’in Hostpro firması aracılığıyla silahlar alınıyor. Kayıplar ve bir de Çatlı’nın Susurluk’ta Çatlı’nın öldüğü araçlardan çıkıyor, “bir orduya yetecek silah alınmıştı o dönem, işte barettalar, pompalı tüfekler, uzi otomatiklerle, galliler, süper mg’ler, mikro uziler, barettalar ve roketatar, bir adet de roketatardan bahsediliyor ama arkasından işte İbrahim Şahin, özel harekat dairesi eski başkan vekili emrindekiler yargılanıyor. Zaman aşımı, davanın 4 sanığı afla kurtuldu, yani derken bir başka kayıp silahlar skandalı Batman valiliği adına bir orduya yetecek silah alınmış ve ne olduğu bilinmiyor, ortada yok. Bütün benzer dosyaların yolu aynı” diyor ve işte “daha 15 Temmuz’da dağıtılan başarısız darbe girişiminde ve önemli bölümü geri dönmeyen silahların akıbeti belli değil iken üstelik sosyal medyada silahlı pozlar veren bir katil –burası bana önemli gözüktü- ruhsatlı silahıyla HDP binasına girip gencecik bir insanı katletmişken silahlandırma iddiası üzerinden geçilemeyecek kadar büyük” diyor ve “sorunları bu yolla çözmeyi alışkanlık edindiğini 28 yıl öncesinden bildiğimiz kişilerin isimlerinin havada uçuştuğu bir ortamda endişeli olmamak için hiçbir neden yok” diyor. “Bu nedenle başta savcılara ve meclise sonra da yetkili tüm makamlara bu iddialar karşısında ölü taklidi yapmanın da bir suç olduğunu durmaksızın anımsatmak gerekiyor” demiş. Bir de şeyi ekleyeyim, ben Deutsche Welle’de Alican Uludağ’ın bir derlemesi vardı, sizin söylediğiniz özellikle de Ülke TV’de 2020’de ‘Araf’ta sorgular’ isimli programa katılan Sevda Noyan’ın Türkiye’de iktidara yakın bir kesimin silahlandığı iddiaları konusundaki sözleri yani “15 Temmuz kursağımız kaldı, valla yapamadık istediklerimizi, boş bulunduk, yanlış anlaşılmasın doğru anlaşılsın, bizim aile şöyle bir 50 kişiyi götürür! Onu söyleyeyim yani, biz çok donanımlıyız bu konuda maddi, manevi olarak. Ayaklarını denk alsınlar! Bizim hâlâ bizim sitede var 3-5, benim listem hazır” diye konuşmuş ve savcılık Noyan hakkında şikayet üzerine halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit suçundan 6 yıl hapis istemiyle dava açmıştı ama ne olduğu belli değil. Yani sonuç olarak CHP milletvekili Mehmet Tüm’ün 106 bini geçtiğini kayıp silah sayısının söylediği ve son derece önemli 25 milyon, sizin de söylediğiniz gibi, altını da çizerek 25 milyonun üzerinde kaçak silah bulunduğunu yani bir çeşit her çocukları ve yaşlıları ve hastaları saymazsak neredeyse ülkenin yarısını da, kadınları da çıkarırsak yarısından fazlasında otomatik ve birçok silah olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Dediğiniz gibi gayet vahim bir durum var.
ÖÖ: Bu bireysel silahlanma yeni bir olgu değil ama zaten vardı Türkiye’de.
AB: Tabii tabii.
ÖÖ: Bir de ben bu daha önceki karşılaştırmalar aslında önemli fakat günümüzde bir takım farklılıklarına da dikkat çekmek isterim. Bir tanesi soğuk savaş döneminde kullanılan bu tarz illegal yapılar ve işte devlete ait olan olmayan silahlar aslında her birisinin 90’larda devlet tarafından alındığı ama envantere geçirilmeyip paramiliterlere verildiği görülüyordu. Fakat ikisinin de bir tanesi soğuk savaş dönemi silahlı sol hareketler var, öbüründe silahlı bir Kürt hareketi var. Bunlara karşı kullanılmak üzere kullanılıyordu, şimdi Sedat Peker’in anlattıkları bence Sedat Peker’in kendisinin de bir silah kaçakçısı olduğunu da unutmayalım. Suriye’deki Türkiye’nin desteklediği gruplara silah verme, kendisi de açık açık söylüyordu bu silahları böyle kullandığına dair.
AB: Tabii tabii.
ÖÖ: Bunu da vurgulamak önemli diye düşünüyorum çünkü Türkiye’de şu anda silahlı bir muhalefet sol, vs. diye bir şey yok. ’Şu anda Türkiye’deki yani bu silahlar nerede kullanılıyor?’ kısmı biraz soru işareti hâlâ, kimlere gidiyor meselesi çünkü Libya, Azerbaycan, Suriye falan Türkiye destekli paramiliter ciddi gruplar var buralarda.
AB: Özel ordulara, özel askeri şirketlere değindim, gayri nizami yapılara değindim, bunlara uyuşturucuyu da eklemek lazım, silahlanma meselesi birlikte ele alınması gerekiyor. Gökçer Tahincioğlu’da ayrıntılı yazmış, yazısını henüz okumadım ama bu mevzular gündeme geldiğinde hafızası olan insanlar, gazeteciler eski yazıları, dosyaları hemen hatırlıyoruz. Çok ayrıntılı meseleler bunlar ama dönemsel farkları da ortaya koymak lazım Özdeş, zaten onu vurguladım. Susurluk’ta kayıp silahları elinde bulunduran kesimler, isimler belliydi, nerede ve ne şekilde kullanıldığı anlaşılıyordu. 12 Eylül öncesi gelen silahları aynı kaynaklardan değişik gruplara satıldığı, verildiği de bilinen bir husustur.
Şimdi, süremiz de kısalıyor, kaçak ve kayıp silahlardan bir de ağır silahlar konusuna gelmek istiyorum. Bu konuyu da zaman zaman programlarda geçtiğimiz yıllarda dile getirdik, emniyet genel müdürlüğünün ağır silahlarla donatılması hususu! Emniyet sonuç itibariyle asayişle ilgili bir birimdir, sahip olması gereken silahlarda hafif silahlardır, o silahların kullanımı da yasalarda belirlenmiştir, polisin görev ve salahiyetleri yasalarla belirlenmiştir. Son yıllarda yapılan düzenlemelere göre, emniyet genel müdürlüğü, MİT ve genelkurmay birbirine rahatlıkla ağır silahları devredilebiliyor. Ayrıca 2014 sonrasında, özellikle de darbe girişiminden sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün roketsavar, uçaksavar, tank, vb. ağır silahları envanterine sokma imkanı tanındı. Ağır silahlarla Emniyetin donatılması, işaret ettiğimiz konulara eklenerek bakılması gereken bir husus. Mevzuata göre polisin, emniyet güçlerinin kullanabileceği silahlar bellidir. Emniyet Genel Müdürlüğünün Kara kuvvetleri komutanlığı kadar önemli bir güç haline geldiği anlaşılıyor. Makine teçhizat ve silah olarak çok güçlü, personel olarak ta, daha önce de söylemiştim, bekçiler de eklendiğinde silahlı kuvvetler mensup sayısına eşit bir emniyet genel müdürlüğü personel sayısı olduğu anlaşılıyor. Bunu da göz önünde bulundurmamız lazım, ağır silahlarla donatılmış bir polis teşkilatı. OECD ülkeleri içerisinde, Avrupa içerisinde böyle bir polis teşkilatı bilmiyorum. Kayıp, kaçak silahlarla, sivil silahlanma yarışıyla, özel askeri şirket ve ordusuyla birlikte bakmak lazım. Biliyorsunuz artık jandarma teşkilatı da İçişleri Bakanlığı bünyesinde tamamen. Dolayısıyla yaptığımız analize ağır silahlar mevzusunu da eklemek lazım. Bütün bunlar, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, üzerine basa basa durduğumuz, rahatsız olduğumuz gidişatın ne kadar vahim olduğunu, böyle devam ederse birlikte yaşamak pek mümkün olamayacağı anlaşılıyor. Çok ciddi bir kutuplaşmanın yaşanan bir ülke haline olduğumuzu biraz önce okuduğunuz Gökçer’in yazısı da ortaya koyuyor.
Çok çabuk da unutuyoruz, Deniz Poyraz’ın katledilmesinden ne kadar zaman geçti ki, hemen unutuluyor, Deniz Poyraz öldürülürken büyük bir katliam da gerçekleşiyordu, tesadüfen olmadı, Deniz Poyraz katledildi ama bunlar ülkenin çoğunluğunun umurunda değil, bunlar bizim umurumuzda ve dile getiriyoruz. Değinilecek konular var ama ekonomiye girmeyeceğim artık, vaktimiz yok.
ÖM: Evet.
AB: Ağır silahlarla ilgilenirken, silah sanayi, savunma sanayi tarafına da biraz baktım, tüm bu anlattıklarıma savunma sanayiinde ki el değiştirmelere ve özelleştirmeleri de eklemek lazım, savunma sanayiinde yaşanan son yıllardaki gelişmelerden bahsediyorum. Savunma ve savunma sanayiinin kamusal alan dışına çıkarılması, güvenlik bürokrasisinin ve özel güvenlik şirketlerinin, savunma sanayi şirketlerinin ilişkisi de tüm anlatımlara eklenmesi lazım. Bir programda 2017-2021 savunma sanayi strateji dokümanını incelemiştik, hatırladım ona tekrar baktım. MKE’nin satılması çok açık, stratejik raporda “kamunun elindeki savunma sanayi şirketleri özelleştirilecek” diyor. Son yıllarda yapılan özelleştirmeler de aslında bir servet transferi haline geliyor, kamunun serveti kişisel servetlere dönüşüyor. Genel olarak Türkiye’de yaşadığımız özelleştirme anlayışı bu şekilde. İsterseniz burada kapatalım.
ÖM: Bitirelim, çok teşekkür ederiz Ali Bey, görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!
ÖÖ: Görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!