Ekonomi Politik'te Ali Bilge, otokratik rejim paydasında iktidarın ve muhalefetin mücadelesini gündemine taşıyor, yaşanabilecek gelişmelere mercek tutuyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş!
Özdeş Özbay: Günaydın!
A.B.: Günaydın, iyi yayınlar!
Ö.M.:Ekonomi Politik’te genel bir değerlendirmede neler göze çarpıyor?
A.B.: Ülkenin ana muhalefet partisinin yöneticilerine ve muhaliflere gece yarılarında, erken sabahlarda yapılan operasyonlarla, iktidar hamleleri ile uyanıyoruz. Ciddi bir çatışmanın ve gerilimin içinde yaşıyoruz. Durumu anlamaya çalışıyoruz, nereye doğru evrileceğini anlamak için analizi derinleştirmek istiyoruz.
Geçen hafta iktidarın her türlü müdahalesine rağmen, otokrasi içindeyken memlekette seçimlerin yapılabilmesinin önemine değindik, YSK’nın varlığını konuştuk.
İktidar sertleşiyor, otokrasinin tonunu arttırıyor, koyulaştırıyor. Son yerel seçimlerden bu yana ülkede ikili bir iktidar bulunuyor; bir yandan gücünü ve çoğunluğunu kaybetmiş bir merkezi iktidar, diğer tarafta yerel yönetimlerde, belediyelerde güçlenmiş, devamında genel olarak çoğunluğu sağladığı anlaşılan bir ana muhalefet ve demokrasi talepli geniş bir toplumsal muhalefet bulunuyor. Otokratik rejim paydasında bu iki gücün mücadelesine tanık oluyoruz. Gücünü gittikçe yitiren İslamcı karakterli otokratik iktidar, ana muhalefet partisinin yıpratılmasını istiyor.
AKP, yerel yönetimlerden doğan bir harekettir, 2019’dan itibaren de yerel yönetimlerde ciddi güç kaybıyla karşı karşıya. İktidar bu güç kaybını önlemek istiyor. AKP iktidarının sürmesi için yerel yönetimlerdeki ana muhalefet gücünün tırpanlaması gerekiyor. Ana muhalefet ile yerel yönetim ilişkisinin kopması gerekiyor. Sonuç olarak iktidar ataklar yapıyor; hem CHP’ye operasyon yapılıyor, hem de Kürt seçmenle Türk-İslam yoldaşlığının geliştirilmesi isteniyor, İmralı-çözüm süreci devam ediyor.
Peki tüm bunlar iktidara yarıyor mu? İktidar çözülmeyi önlüyor mu? İşte bunu görmüyoruz. Ne Kürt seçmenin AKP’ye yeniden kanalize edilmesine yönelik politikalar, ne de CHP’nin içine-dışına yapılan operasyonlar AKP ve MHP ortaklığının erimesini durdurmuş değil. İmamoğlu’nun tutuklanması AKP tabanını genişletmiyor, toplum genelinde karşılık bulmuyor, oylarını arttırmıyor ve tüm bunlar seçmene inandırıcı da gelmiyor.
Çünkü ana muhalefeti ezmek için geliştirilen yargı operasyonlarının koreografisi çok iptidai, toplumun genelinde karşılık bulmuyor. AKP -MHP tabanı bile sahici olduğuna inanmıyor. İmralı süreci de karşılık bulmuyor, bu politikalar AKP -MHP tabanını genişletmiyor. Bu politika, milliyetçi muhafazakar tabanda çözümcül görülmüyor, yararlı olacağını düşünmüyor, inandırıcı gelmiyor.
İktidar bir taraftan da muhalif medyayı cezalandırıyor ancak medya baskıları da karşılık bulmuyor. Evet, karartmalar oluyor, olacak ama bunlar oylarını iktidarın arttırmıyor, tabanı genişletmiyor. İktidarın birkaç fazdan geliştirdiği akımlar, hamleler var ama buradan bir elektrik elde edemiyor. İktidar içinde bir kanadın baskısıyla masaya, seçimlerin olmadığı ya da iktidarın değişmesini sağlamayacak yöntemlerle yapılan seçimlerin olduğu bir otokrasinin devamı geliyor. Bunun için parlamento içerisindeki dengelerle bir Anayasa değişikliği gerekiyor, bunun için Kürt oylarına ihtiyacı var, referanduma gidilse de Kürt oylarına ihtiyacı var.
Uzunca süredir yapılan seçimlerde Kürt seçmenin oyları kilit bir mevkide bulunuyor. Kürtler yoğun olarak bir partiyi desteklerler ise o parti iktidar olabiliyor, seçimleri kazanma olasılığı yükseliyor. Ancak görülen o ki bugün Kürt seçmenin kafası net değil. DEM’li yöneticiler farkında mı bilmiyorum ama iktidarla girdikleri bu ilişki Kürt ve Türk DEM’e oy veren seçmenin gönül bağını önemli ölçüde etkiliyor, koparıyor, tedirginlikle izliyorlar, kandırılma endişesi yaşıyorlar. İslamcı-milliyetçisi otoriter bir rejimle ittifak içinde olmak demokrasiden yana güçlerden uzaklaşmak tehlikesini beraberinde getiriyor.
Bu politika, CHP dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki tavrı gibi bir çöküntüye yol açabilir, çok dikkat etmek lazım, tahribatı yüksek olabilir, affedilmesi güçolabilir. CHP’ye dokunulmazlıklar tavrı affedilmeyecek yaralar açmıştı, o tavır otokrasinin kilidini açmıştı. Yorumcular, gazeteciler, pek çok kesimler içinde de kafalar karışık, tedirginlik hakim.
Kürtlerin hakları için yapılan mücadele de doğru siyaset bu mudur? Ayrıca Kürtlerin siyasetini belirlemek Öcalan’ın inhisarında mı, tekelinde mi? Kürtler doğru siyaseti belirlemek için Öcalan’ın dudaklarına mı bakmak zorundalar? Kürt siyasetinin ciddi deneyimleri var, 30-35 yıllık parlamento deneyimleri var. Kürt siyaseti, Öcalan faktöründen çok yıllardır parlamento zemininde oluşan demokratik kapasiteyi değerlendirmek durumunda. Bunu not etmek lazım.
Genel olarak baktığımızda otokratik iktidarlar etnik çatışmaları nadiren çözüyorlar, daha çok iktidarlarını sağlamlaştırmaya kullanıyorlar. Bakın, Şırnak da geçen hafta özel güvenlik bölgesi ilan edildi. Dokuz aydır devam eden İmralı süreci var ama bir de bunlar var. Milli Savunma Bakanlığı’nın haftalık brifinglerini izlemenizi tavsiye ederim. Dolayısıyla, İmralı sürecinde tereddütler yaşanıyor, böyle bir ortamda demokrasinin kırıntıları da ortadan kalkıyor. Kürt siyasetinin artık Öcalan’ı aşması gerekiyor.
Ö.Ö.: Ama silah bıraktığını söylüyor şu anda yani Öcalan’ın devreye girmesinin sebebi o. Ocak ayında bir açıklama yapmışlardı, ‘Önce barış, daha sonra çözüm süreci olacak’ denmişti yani DEM parti bu süreci böyle tanımlamıştı. Dolayısıyla PKK silah bırakıyor, bundan sonraki adımlar görülecek, bu hafta da bir takım tören gibi silahların teslim edildiği vs. bir şey yapılacak. Bunun tabii ki demokratik alanı genişleteceği bir yandan ortada, şu anda bile hatırlayın İmamoğlu’na ilk operasyon olduğunda ‘Teröristleri doldurdu belediyeye’ diyorlardı, ilk kent uzlaşısı kapsamında başlamıştı ve şimdi bunların hepsinden çekilmek durumunda kaldılar, terör ve teröristi bir kenara koydular, yolsuzluk üzerinden gidiyor ama bu sefer de kayyım atanamıyor, bazı başka sorunlar var. Ellerindeki önemli bir kozu da aslında alınma potansiyeli taşıyor bir yandan silah bırakma meselesi.
A.B.: Bunu kimsenin inkar ettiği yok ancak Kürt ve Türk seçmende tedirginlikler yaşanmaya devam ediyor çünkü iktidarın bu konuda sicili iyi değil, sicil çok kötü.. Neyse bu konuda seninle anlaşamıyoruz zaten, o yüzden bir kenara bırakalım ve yolumuza devam edelim. Evet, “Kürtlerin Öcalan’ı aşması gerekiyor” dedim.
AKP ve siyasi İslamcılar ile muhafazakârlar da Erdoğan’ı aşmak durumunda, aşamadıkları takdirde kaybolmaya mahkum olacaklar.Tek vektör Erdoğan olduğu müddetçe erimeye mahkumlar. Bakın, partiden sadece bir iki kişi konuşuyor, hiç kimse yok ortalıkta. Gül, Arınç gibi kuruculardan eser yok, bambaşka bir parti. Bugün AGİT standartlarında bir seçim olsa hem rejim değişimine kapı aralanacak, hem de iktidar değişecek. AKP çizgisinde olan muhafazakar kesim de Erdoğan’ı aşma durumuyla karşı karşıya.
Kemalistlerde, ulusalcılarda, sosyal demokratta, sol kesimde vücut bulan CHP’de, vesayetçi devlet çizgisi dediğimiz Baykal-Kılıçdaroğlu çizgisi bocalayarak da olsa, şartların bastırmasıyla bir ölçüde aşıldı. CHP’de bir toplulaşma var, orada bir enerji oluştu, bir konsolidasyon var.
Türk milliyetçileri Devlet Bahçeli’yi aşmış durumdalar bence, üçe bölündü ülkücüler. Milliyetçiler, üç parçadan müteşekkiller.
Bu süreç, tıkanıklık, gerilim aşınan lider kültlerinde aşılmasına zemin hazırlayabilir. Evet, iktidar içinde bir grup seçimsiz sert otokrasiye geçmek istiyor, başka bir grup “Yumuşak otokrasiyle devam edelim, varlığımızı koruyalım, CHP’yi de bu bağlamda ikna edelim” diyor. Gel-git ler yaşandığı anlaşılıyor.
Ö.Ö.: Bu seçimsiz otokrasi ile neyi kastediyorsunuz? Referanduma gidilecek ve seçimlerin kaldırılacağını mı düşünüyorsunuz? Çünkü bir de Kürt oyları demiştiniz.
A.B.: Putinleşme kapasitesini kastediyorum, muhalefetin çok ciddi bir şekilde susturulması ve gölgede kalmasını kastediyorum.
Ö.Ö.: Tamam o zaman seçimsiz değil otoriter bir seçim düzeninden bahsediyorsunuz?
A.B.: Seçimsizliğin çeşitli tanımları olabilir, ‘mış’ gibi bir seçim yaparsın, tümüyle seçimleri ertelersin.
Ö.Ö.: Plebisiter demokrasi falan da deniyor.
Ö.M.: Evet, öyle şeyler de söyleniyor.
A.B.: Rekabetçi, rekabetçi olmayan otoriterleşme, seçimlerin, yarışmaların olmadığı otoriter rejimler de deniyor. Geçen hafta konuştuğumuz gibi, Türkiye’de seçimlerin ve YSK’nın olması her türlü iktidar manipülasyonuna rağmen çok önemlidir.
İktidarın sert bir otoriter rejime geçebilme kapasitesi var mı? İsterseniz biraz da buna bakalım. Böyle bir yol ayrımına gelindiğini düşünenler var, aha sert bir otoriterleşmeye iç ve dış faktörler, iktisadi faktörler izin veriyor mu?
İçeriye baktığımızda, epey zamandır Erdoğan-Bahçeli’den oluşan ikili bir yapı var. Bunlar birbirlerini besliyorlar, destekliyorlar, kontrol ediyorlar, zaman zaman engellemeler de oluyor ancak yorgun bir ilişki bu ilişki. Bu ilişkiye üçüncü bir isim daha eklendi; Öcalan faktörü. Bir üçgen var artık ama bu üçgenin yeni kenarı netameli, bu üçgen yekpare değil, yapıda çatlaklar da var.
Saray iktidarı içinden bir grup ‘Topyekûn muhalefeti susturalım, imha edelim, hegemonik bir otoriterliğe geçelim, vitesi arttıralım, böyle devam edelim’ diyor ancak mevcut güçler dengesine göre neler olmadı biraz ona bakalım. İstanbul’a kayyım atanmadı, CHP kurultayı iptal edilmedi, CHP kurultayının iptal edilmesine ve kayyım atamasına Bahçeli’nin de karşı çıktığı biliniyor. Ankara’ya operasyon çekilmiyor, fezlekelerin işleme konulmadığı görülüyor. Mitinglerde her türlü baskı uygulanıyor, kolluğun ateşli silah kullanması olmadı, plastik mermi atıldı mı bugüne kadar?
Ö.Ö.: Yok, hatırlamıyorum.
A.B.: Bu gelişmelere baktığımızda durum böyle; sert otoriterliğe geçiş niyetleri var ama bir taraftan da ‘mevcut durumu sürdürelim’ niyeti de var. Bunlar hep gel-gitlerin yaşanmasına neden olduğu anlaşılıyor.
Ö.Ö.: Saraçhane olaylarında atıldı bu arada, gözünün kenarından vurulan vardı.
A.B.: Bir de ODTÜ’de bir plastik mermiden yaralanma hatırlıyorum, ateşli silah kullanılmadı şu ana kadar.
Sert otokrasiye geçmek için ekonomik kapasite uygun mu? Bu iktidar, geleneksel sermaye dediğimiz kesimle sorunlu bir ilişki yaşadı başından itibaren. İktidar sermayeyi ‘adam’ etmeye çalıştı, ‘makamına şamil’ diyebileceğimiz uygulamalar yaptı. Sözleşmelerle, kamu kaynaklarını kullandırma opsiyonları ile teşvik tercihleriyle, manipülasyonla sermayeyi eğmeye çalıştı. İktidar, sermaye sahiplerini ödül ve ceza politikalarıyla yönlendirdi. Sorunlu bir ilişkiydi ve geçen aylarda TÜSİAD gözaltılarını yaşadık, yargılamalar devam ediyor, sermayenin sesi kısıldı. Bu nedenle, sermaye kesiminin muhalefete açıktan bir desteği olamıyor.
İmamoğlu’nun tutuklanmasından önceydi sanıyorum, programda da konuştuk, bir yasa çıktı ve parlamentoda çıkan bu yasaya göre, bir kamu kuruluşu olan TMSF’ye, özel şirketlere el koyma yetkisi verildi. Mülkiyet haklarını tehdit eden bu yasa sermaye kesimi için çok önemlidir. TÜSİAD son çıkışını bu yasa nedeniyle yaptı. Mülkiyet hakları çok hassas bir konu. Muhalefete sermaye kesiminden açıktan destek gelmemesine karşın, sermayenin hoşnutsuzluğu, değişim talebi açık bir şekilde ortada. Sermaye kesiminde böyle bir durum var.
Gelelim emek tarafına; hep konuştuk, 12 Eylül’den bu yana emek dünyası ciddi tırpanlandı, bu kesimde gelişmeler son derece cılız. 12 Eylül öncesine göre bugünkü işçi emek hareketinin kıyası mümkün değil. 80 öncesi örgütlü işçi sınıfı hareketleri - demokratik kitle örgütleri denilirdi - örgütlü diğer güçler anti-demokratik gelişmelere çok duyarlıydı, tepkilerini kitlesel düzeyde ortaya koyarlardı, grevler, genel grevler olurdu. Bugün öyle bir durum yok, dolayısıyla emek dünyasından da muhalefete ciddi bir katkı yok.
Ö.Ö.: Muhalefetin de bu konuda biliyorsunuz, İzmir’de en büyük grevlerden bir tanesi İzmir Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının greviydi. Belediye başkanının sözlerinin eder tutar yanı yoktu işçilere karşı.
A.B.: Onu savunacak kimsenin hali yok ama genel olarak işçi hareketinin, emek hareketinin durumu iyi değil.
Ö.Ö.: Tabii, tabii.
A.B.:Bütün bunlara rağmen iktidar güç kaybediyor ve muhalefet yükseliyor, seçimlerde de iktidarı kaybedeceği anlaşılıyor, dolayısıyla rejimi daha da sıkılaştırmaya başlıyor, seçimleri işlevsiz kılan hegemonik düzene geçmek için otokrasinin sıkılaştırılması gerekiyor.
Ancak otokrasinin sıkılaştırılması iktisadi dengeleri bozuyor. Otokrasiyi bir üst platoya çıkarıyorsun, oraya çıktığı vakit döviz, faiz ve enflasyon da bir üst platoya çıkıyor. İktisadi dengeler bozulunca ne yapıyorsun? Tekrar ekonomiyi sıkılaştırmaya başlıyorsun, ekonomiyi sıkılaştırmak demek, kitlelerin iktidardan kopması demek. Kredi mekanizması işlemiyor, iktisadi daralma söz konusu, hem enflasyon yaşıyorsun, hem de iktisadi daralma yaşıyorsun, zaten devasa işsizliğin var, emeklinin, asgari ücretlinin durumu belli. Sertleşme iktidar için böylesi bir döngü demek. Neden böyle bir döngü?
Çünkü bu ülke dış kaynak girişine muhtaç. Dış kaynak, sıcak para gelmeyince ekonomi büyüyemiyor, ekonomiyi döndüremiyorsun, reel sermaye zaten gelmiyor, faizi yükselttin mi, reel faiz verdin mi kaynak girişleri oluyor, takaslara giriyorsun, swaplar yapıyorsun, rezerv toplamaya başlıyorsun, bilançoyu düzeltmeye çalışıyorsun, böyle olunca da ekonomi daraltıyor.
Türkiye’nin Azerbaycan, Rusya, Suudi Arabistan, Venezuela gibi doğal kaynakları, petrolü, doğal gazı yok. Bizim otokrasimiz züğürt bir otokrasi, dışa bağımlı bir otokrasi, otokrasinin borçla kurulduğu bir ülkeyiz. Enerji kaynaklarına, doğal gaza, petrole, altına, bakıra dayanarak otokrasiyi sürdürüyor isen o zaman ekonominin kontrolü senin elinde olmuş oluyor - en azından bir kısmı. Türkiye’de ekonomi kontrolü tamamıyla otokrasinin elinde değil.
19 Mart’lar yaşanıyor, gözaltılar, tutuklamalar oluyor, yapılan her operasyon iktisadi göstergeleri, dengeleri bozuyor. Merkez bankacılar ve ekonomi bakanı Mehmet Şimşek panik halinde yeni sıkılaştırma hamleleri yapıyor, sıkılaştırmayı yapmazsa sıcak para gelmiyor, sürekli döviz kaybına sebebiyet veriyor, sıkılaştırma demek faizleri yükseltmek demek.
Bir yanda otokraside daha da sertleşme isteği, diğer yanda mevcut sınırlarda devam eden otokrasi isteği, yeni bir aktörün devreye sokulması otokrasinin sıkılaştırılması, tüm bunlar çok problemli bir süreci yaşamamıza neden oluyor.
Her anlamada çok sıcak bir yaz, siyaseten ölümcül bir yaz, ölümcül yazdan kim sağ çıkacak? Göreceğiz. CHP’nin performansı, güçlenmesi, mücadelesi geç de olsa bu ivmeyi yakalamış olması önemli. Otokrasiden, sertleşmeden muzdarip, demokrasi talepli Kürt siyasi hareketi dahil tüm toplumsal muhalefetin, ana muhalefet üzerinde toplulaşmayı, yoğunlaşmayı desteklemesi gerilimli, kutuplaşmış süreci aşmak için çok elzem.
Ö.M.: Bitirirken aslında şunu da söylemek lazım; biraz önce sözünü ettiğiniz gibi hem söylem düzeyinde, hem de kitlelerle bağlantı olarak yükselen bir muhalefet var. Özellikle de Özgür Özel’in Cumhurbaşkanına hakaret suçu işlemeye alenen tahrik, kamu görevlilerine hakaret, tehdit vs. soruşturmasıyla beraber yeni bir aşamaya da geldiğini söyleyebiliriz. Esas itibariyle Amasya mitingine de bakıldığı zaman, 30 Ekim’den beri devam eden mitinglerde Amasya mitingi 31. miting idi ‘Millet iradesine sahip çıkıyor’ adı altında siz de takip etmişsiniz, ben de bakmaya çalıştım, oldukça yüksek enerjik bir şeydi ve halkla ilişkisi de yüksek seviyede gözüküyordu Özgür Özel ve CHP’li yöneticilerin. Bunun bir başka noktaya doğru gitmesi çabası da göze çarpıyor. Bu arada da ilk defa olarak CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bir demeç vererek karşı çıktığını yani Cumhuriyet tarihindeki bu ilk ana muhalefet partisinin toplamda 17 belediyesine operasyon düzenlemesi ve 12 belediye başkanının tutuklanmasından sonra, ‘Sandığı getir, hodri meydan’ denmesine ilk defa olarak Kılıçdaroğlu da “Belediye başkanlarımızın yanındayım, korkmayın” diye oldukça gecikmiş ama gene de gelmiş bir ifadesi var. Kılıçdaroğlu’nun, “Demokrasi ve adalete ulaşacağımız günlerin umuduyla mücadele etmeye devam edeceğiz,” demesi de altı çizilmesi gereken bir nokta.
A.B.: Kılıçdaroğlu’nun açıklaması da geç ama değerli, aynı zamanda Tuncay Bakırhan ve Hatimoğulları’nın da dünkü ziyaretleri değerli ve önemli. Önümüzdeki günlerde pek çok yasaklama olabilir, kamuoyu araştırmaları için de olabilir, medya lisans iptalleri vs. çok şey söz konusu olabilir. CHP’yi merkeze alan bir siyasal mücadelenin önümüzdeki günlerde örülmesi çok önemli. Siz biliyorsunuz - Özdeş yoktu o zaman - Gezi’den bu yana demokrasi cephesi diyorum; Demokrasi cephesinin örülmesi gerektiğini hep savundum, yoksa çıkış yolu yok”.
Ö.M.: Evet Halk TV, Tele1, Sözcü TV ve bir televizyon daha kapatılma, susturulma ve karartma karşısında direneceklerini ortaya koyuyorlar, onu da izleyeceğiz herhalde.
A.B.: CHP ve toplumsal muhalefet ne yapmalı? Bu tarafa ağırlık vermek üzere çalışmalar olmalı. Çıkış yolu arıyoruz, çıkış için geniş bir hattın örülmesi gerekiyor, doğru siyasal politikalar oluşturmak gerekiyor. Geçmişte çok pişmanlık duyulan politikalar, yorumlar, değerlendirmeler oldu, dikkat etmek lazım diyerek kapatalım isterseniz.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.
A.B.: Ben teşekkür ederim.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
A.B.: Hoşçakalın!