“CHP, muhafazakar seçmene yönelik politika benimsiyor.”

-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’nin gündeminde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaklaşan seçimlerin öncesinde benimsediği politika, bu politikanın tarihsel temelleri, Dezenformasyonla Mücadele Yasası’nın olası etkileri ve Türkiye ile Rusya arasındaki çok yönlü işbirliğinin iç yüzü vardı.

Anadolu Ajansı

Özdeş Özbay: Merhabalar Ali Bey. Bugün ne konuşuyoruz? 

Ali Bilge: Cumhuriyet Halk Partisi'nin başörtüsü tasarısından başlayalım. Malum Türkiye çok zor bir durumda, yaptırımların kıskacında. Sansür uygulamasının genişletildiği, özgürlüklerin ve dövizin kalmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Sağlık ve eğitim sektörleri ve pek çok sektör çökmüş vaziyette. Ana muhalefet liderinin dokunulmazlığının kaldırılmasını içeren 34 fezlekenin meclise olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Binlerce masum insan hapishanede, işsizlik ve yoksulluk var. Otokrasi ve demokrasi arasında tercihte bulunulacak olan seçimlere yaklaşırken CHP'nin başörtüsü teklifi geldi. 

Yıllardır CHP'ye oy veren kemikleşmiş Cumhuriyet Halk Partililer ve Kemalistler arasında başörtüsü teklifi ciddi bir kıyamet kopmasına sebep oldu. Aslında milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasına hukuk devletinin olmadığı bir ortamda onay vermesi, CHP'nin hesabını veremeyeceği en önemli siyasi davranışıydı. Buna bu kadar ses çıkarılmadı ama başörtüsü yasa teklifine çok fazla ses çıkarıldı.

CHP; Suriye savaş tezkerelerine evet demesi nedeniyle sosyalist enternasyonalden koptu sayılır. Bu gelişmelerde de ses çıkmadı. Geçmişe bağlantılı baktığımızda başörtüsü hususunda daha önce de gelişmeler yaşandı. Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisi, Kürtlerle ittifak ve yakın ilişki kurmaktansa muhafazakar, milliyetçi seçmene daha fazla yöneldi. Bu tutumu yıllardır izliyoruz. 2019 seçimlerindeki adaylara baktığınızda da bun u görürsünüz, adayların bu ölçüye göre ayarlandığını görebilirsiniz. 1970’lerin Ahmet İsvan’ıyla Ekrem İmamoğlu'nu, Vedat Dalokay’la Mansur Yavaş'ı karşılaştırmak mümkün değil. 

Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel teması uzun yıllardır bu şekilde. Muhafazakar, milliyetçi seçmenle helalleşme de bu kapsamda ele alınıyor. Türkeş'in ailesi, Özal’ın ailesi ziyaret ediliyor. Muhafazakar seçmene başörtüsü üzerinden yaklaşılıyor. Otoriter laiklikle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi'nin esneklik göstermesi yeni değil, geçmişte de böyleydi. “CHP iktidara geçince başörtüsü yasaklanacak” kampanyasına hazırlık yapan iktidar koalisyonu olduğunu fark edince CHP siyasi bir hamlede bulundu ve yasa teklifini gündeme getirdi.

Bu meseleyi anlamak için Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihi, kurultay tarihleri çok önemlidir. CHP’nin değişmeyen, dokunulmayan, kırmızı çizgi haline gelen okları nasıl gelişti? Nasıl yorumlandı yıllar boyunca? Bu konuda, Cumhuriyet Halk Partisi'nin yöneticileri de dahil, üyeleri ve ona gönül veren kesimler çok ciddi bilgisizlik içinde. Cumhuriyet Halk Partisi'nin benimsediği Kemalizm’in altı ilkesi 1931 kurultayında sistemleşti, oklar bir araya getirildi. 1935’te bu esaslar daha kapsayıcı özellik kazandı. 1943’te, savaş döneminde laiklik, milliyetçilik ve devletçilik yeniden yorumlandı. Devletçilik ilkesi biraz yumuşatılarak özel sektör vurgusu eklendi. Milliyetçilik ve laiklik ilkelerine de yeni yorumlar eklendi. Nereye kadar? 1947 yılındaki Cumhuriyet Halk Partisi'nin kongresine kadar. Esas tartışma ve değişim bu kurultayda başladı. Türkiye tarihi ve bugünler açısından çok önemlidir, 2. savaş sonrası yapılan bir kurultaydır. Türkiye Batı rotasını çizmektedir. 

“CHP, milliyetçi muhafazakar kesimi kazanmak için bir politika izliyor”

Batı dünyasıyla katılan Türkiye'nin, batının da zorlamasıyla, çok partili sisteme geçişi sonrasında bazı demokratikleşme hamleleri başlamıştır. 1947 kurultayı bir özeleştiri kurultayı haline gelmiştir. Bugün bu kurultaydaki konuşmaları yapan bir CHP'li olsa da partiden atılır. 1947 kurultayında enine boyuna bütün oklar yeniden belirlenmeye, yorumlanmaya çalışılmıştır. Ve daha sonra uygulamaya sokulan din eğitimi, ilahiyat kursları bu kongrede konuşulmuştur ve otoriter laiklikle ilgili katı tutum eleştirilmiştir. Meclis kütüphanesinde bu tutanakları bulmak mümkün. Her CHP'linin her Kemalistin bu tutanakları okumasını tavsiye ediyorum. Otoriter laiklikle ilgili izlenen tutumu delegelerin büyük bir çoğunluğu eleştiriyor. “Din eğitimi verilmeli, ilahiyat fakülteleri açılmalı” deniyor. Sinan Tekelioğlu, Seyhan milletvekili bu hususlara çok dikkat çeken açıklamalarda bulunuyor. AKP'nin kullandığı “Bunların döneminde köylerde cenazeleri kaldıracak imam kalmadı” vurgusu bu kongrede yapılıyor. Sinan Tekelioğlu, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletten ayrılması gereklidir” diyor. Bazı delegeler, “ Diyanet Vakıflar İdaresi’ne bağlı kuruma dönüştürülerek özerk bir yapıya kavuşmalı” diyor. Delegelerin kimisi, 3 Mart 1924’teki tevhidi tedrisat kanununa dokunuyor, 3 Mart 1924’te birbirinden ayrılmış olan Şeriye Evkaf Vekâletinin tekrar birleştirilmesi anlamına gelen istekte bile bulunuluyor. Kurultayda Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1930’lu yıllarda uyguladığı altı ilkeye ilişkin yorumlar eleştiriler cesaretle yapılıyor. Altı okun, ilkelerin yeniden ele alınıp ihtiyaca göre düzenlenmesi gündeme getiriliyor. Kurultay kararları çerçevesinde de 1947-1950 arasında, özellikle din işleriyle ilgili pek çok düzenleme gündeme getiriliyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkeleri ve parti programı 1947’de yapılan değerlendirmeler çerçevesinde değişikliğe uğruyor. Bu yaşananlara dikkatlice bakmak, özümsemek, bugünü anlamak adına önemli. CHP din eğitimi konusunda 1947’den sonra değişti. 

Değişimin önemli itkilerden biri Demokrat Parti'yle yarışa girmesiydi. Demokrat Parti sahaya açılınca, ki CHP'nin içinden çıkan milletvekillerinin kurduğu bir parti, ilk defa halka iniyorsunuz, oylarına talipsiniz, halka talepleri sorulunca, halk, “Dini hayatımı özgürce yaşamak istiyorum” diyor. O zaman, o taleplere eğilmek durumundasınız. 1946 seçimleri bu anlamda çok öğreticidir. Dolayısıyla otoriter laiklikte esneme süreci başlıyor. Bu yarış Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1947 düzenlemelerini yapmasını sağlıyor. Ve aynı zamanda Demokrat Parti'nin elinden, bugün de AKP'nin elinde bulunan, başörtüsü ile ilgili yaklaşımı almak gibi ya da o konuda rekabete girmek üzere de çalışmalar başlıyor. 

Sonuçta şunu söylemek istiyorum: Türkiye'de bu konuda kemikleşmiş bir kitle var ve bu kitle feveran ediyor. “Cumhuriyet Halk Partisi orijinal çizgisinden çıktı” diyorlar. Aslında bu konulara ilişkin düzenlemeler çok önceki yıllarda yapılmıştır. Türkiye tipi laikliğin problemleri, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın güdümünde din işlerinin düzenlenmesinin yanlışlığı üzerinde durulmuştur. Eğer Kemalistler iktidardaysa laiklik, otoriter laiklik olarak uygulanıyor Eğer sağ iktidarlar varsa otoriter laiklikten taviz veriyorlar, Özal ve Demirel dönemlerindeki olduğu gibi, bir karma anlayış içerisinde cereyan ediyor. Ama iktidar siyasi İslam kökenli ise bugünkü gibi yarı laik yarı İslamcı bir devlet yönetimi görüyoruz. Diyanet İşleri, otoriter rejimin odağındaki bir kuruluş haline geliyor. 

Bugün içinde bulunduğumuz tehlikeyi bu kesimler maalesef göremiyorlar. İçinde bulunduğumuz otoriter rejimden kurtulmak için Cumhuriyet Halk Partisi daha çok milliyetçi muhafazakar kesimi kazanmak, bu kesiminde yaşanan memnuniyetsizliği kazanmak üzere bir politika izliyor.

Cumhuriyet Halk Partisi muhafazakarlardan büyük oranda oy alır mı, almaz mı bunu bilmiyorum ama deyim yerindeyse dökülenlerin bir kısmını toplaması mümkün olabilir. Birkaç ay önce Prof. Dr. Metin Kazancı’nın başörtülü bir öğrenciyle girdiği bir diyalog nedeniyle derslerine son verildi, buna rağmen hoca duygularını şu sözlerle ifade etmiş: 

Üniversiteyle ilişkimin kesilmesine çok üzüldüm ama bugün intikam duygularımı, üzüntümü, kinimi ve hıncımı kalbime gömdüm. Ve bugün en geniş kesimle tüm memnuniyetsizleri ihmal etmeden bir arada ve gönül birliğinde olmamız gerekiyor.

Başörtüsüne ilişkin konunun büyük bir infial haline gelmesi aslında bilgisizlikten de kaynaklanan bir durum. Cumhuriyet Halk Partililer, maalesef yöneticileri de dahil kendi tarihlerini çok iyi bilmezler. 

Ö.Ö.: Bu esnada başörtüsü meselesi bir anda atlatıldı. Daha doğrusu konu genişletildi. LGBTİ+ hareketine doğru devrildi. Hafta sonu Cumhurbaşkanı Erdoğan'a soruyorlar. “Sadece bu konuda bir anayasal düzenleme yapmak lazım. Yasa değil anayasa yapalım” dedi. Çünkü yasal düzenlemeyi CHP sundu. Muhtemelen bunu reddedecekler. AKP ve MHP anayasal düzenleme getiriyor. HDP, “Buna da destek verebiliriz. Ama bütün dini özgürlükler olsun o zaman” şeklinde haklı bir genişletmede bulundu. Fakat Erdoğan bunu daha da genişletti. Ailenin korunmasını da ekledi işin içine. “Sadece bu konu mu? Hepsi beraber mi gelecek anayasal düzenlemeye?” diyorlar. Erdoğan da “Aile filan hepsi bu işin içinde. Öyle bir şey yapıyoruz ki. Hadi bakalım görelim seni diyeceğiz” diyor. “Kılıçdaroğlu pas verdi. Bizim de golü atmamız lazım” diyerek işi başka bir yerlere çektiğini söylemiş.

“Önümüzdeki seçimlerin gündemi belli: Aile tanımı ve LGBTİ+”

A.B.: İktidarın anayasayı değiştirecek çoğunluğu yok. Dolayısıyla bu konu seçim süreci içerisinde bir malzeme olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin laikliğiyle, laikliğinin tanımıyla, laiklik düzenlemesiyle ilgili pek çok kez konuştuk. Burada problem var. Ama bu işi tarihsel perspektif içerisine oturtmak lazım. Otoriter laiklik öyle ön plandaydı ki, toplumu bunalttı, 1947 kurultayının önemli isimlerinden Behçet Kemal Çağlar, Hamdullah Tanrıöver gibi isimler, din eğitimi gibi hususlarda dahil olmak üzere otoriter laiklik düzenlemelerine karşı değişimi destekleyenlerdendi. Aynı Behçet Kemal Çağlar, 30’lu yıllarda Süleyman Çelebi'nin mevlidini Mustafa Kemal’e uyarlamıştı. Kurultaydaki tartışmalar o dönemin basınında yansıyor. Psikiyatr Mazhar Osman da din eğitimi verilmesi konusunda değerlendirmelerde bulunuyor. Bugün seçimlere giderken gündem belli: Aile tanımı, LGBTİ+... 

Türkiye'nin gerçekten demokratik, özgürlükçü bir anayasayı yönelip yönelmeyeceği, önümüzdeki seçimlerde belli olacak. İktidar bloğu otokrasiyi sürdürmek için her şeyi tekrar tekrar deniyor. İktidar partisi yeniden Alevi açılımı yaptı. Bu kaçıncı açılım? Gerçekten ben de bilemiyorum. Aleviler sayıyor mu, bilmiyorum. 2002 ve 2007’de, 2012‘ye kadar Alevilere çok sözler verildi, ancak 2012’den sonra söylenenlerin, verilen sözlerin hepsi ortadan kalktı. Kürt açılımında olduğu gibi. Bu nedenle bugünkü Alevi açılımının inandırıcı bir tarafı yok. 

1920 meclisinin en önemli unsurlarından biri Alevilerdir. Ama geçen yıllarda, Cumhuriyet tarihi boyunca da başlarına gelmedik kalmamıştır. Sünnileştirilmeye tabi tutulmuşlardır. Nasıl Kürtler Türkleştirmeye tabi tutulduysa, onlar da Sünnileştirilmeye tabi tutulmuşlardır, sözde son açılımda Alevi asimilasyonuna hizmet edecek bir düzenleme. 2022 ile 2012 yılları arasında AKP Alevi dünyasına hitap ederek, kendisine oy devşirmeyi belirli ölçüler içerisinde başardı. Ama bugün, bu düzenlemelerle bunları yapması mümkün değil. Hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Bunların hepsi seçimle ilgili ataklar. Zaten dezenformasyon-sansür düzenlemesi başlı başına önümüzdeki günlerin nasıl cereyan edeceğine işaret ediyor. 

Ö.Ö.: Sansür düzenlemesinde en son 14 madde geçmişti ama daha fazlası da geçmiş olabilir. Hafta sonu ne kadar çalışıldı? Ukrayna ve İran gelişmeleri sebebiyle takip edemedim.

A.B: Uzmanların, siyasetçilerin yaptığı açıklamalara baktığımızda bu düzenleme ile Twitter'ın bile kapanması mümkün. Şirketleri Türkiye'de ofis açmalı ve bir de burada yaşayan bir sorumlu kişi atamalılar. Cumhurbaşkanlığı, İletişim Başkanlığı’na anayasada olmayan yetkiler veriyor. Bu yasa geçerse hemen uygulama süreçleri devreye girecek. Çok olumsuz şartlar, kıskaçlar içinde olduğumuzu biliyoruz. 

Bu koşullarda demokratik seçimlerin yapılması çok zor. Bu düzenlemelerle muhalefetin bu seçimlerde başarılı olmasını engellemek için her şey yapılıyor. Sansür düzenlemeleriyle İran'ın gerisine düşüyoruz neredeyse. Sonuçta AKP'nin yazılı ve sözlü medya gücünü biliyoruz. AKP'ye karşı demokrasi mücadelesinin en önemli kanalı sosyal medya ve internet medyası oldu. Bu kanalın kapatılması, engellenmesi önümüzdeki seçimleri daha müphem bir yere çeker. Daralmış bir siyaset alanımız var, muhalefet etme ve siyaset yapma alanı çok az. Kuvvetler birliği var. Yasama örgütü son derece sınırlandırılmış durumda. Yazılı ve sözlü medyanın yüzde 90’ı iktidar kontrolünde. İnternet medyası ve sosyal medyanın seçim öncesi kısıtlanması, daraltılması ve kapatılması konusunda uluslararası örgütler de açıklamalarda bulundu.

Ö.Ö.: “Yanıltıcı bilgi paylaşımını engelleme” diye geçiyor. Buna “sansür yasası” adını muhalif kesimler taktı.

A.B.: Kimsenin dezenformasyon konusunda itirazı yok. Ama bu düzenlemeler bunlar değil, otokrasi ve minimize olmuş özgürlükler içerisindesin, muhalefet etme kanalların da kısıtlanmış. Bu kanalları tamamen tıkayacak bir düzenleme olduğu için “sansür” diyoruz. Tüm bu gelişmeler nasıl bir ortamda seçimlere gideceğimizin göstergeleridir. Türkiye'de seçimler yapılacak mı? Yapılacaksa düzgün, şeffaf bir seçim mi olacak? Diyelim ki seçimler yapıldı, iktidar kaybetti, seçimlerin sonuçlarını kabul edecek bir iktidar var mı? Önümüzdeki dönem, çok dikkatli ve ittifakla gidilmesi gereken bir dönem olmalı. 

Rusya ve Türkiye ilişkileri üzerinde çok duruyoruz. Pek çok kez vurguladım. Türkiye Yüksek Seçim Kurulu ve Rusya Yüksek Seçim Kurulu arasında işbirliği protokolü var. Nedir bu işbirliği? Bu protokol nedir? Rus rejiminden ve seçim sisteminden ne öğreneceğiz? Rusya YSK'sı muhaliflerin seçimlere girmesini engelleyen bir YSK. Bu işbirliği anlaşmasından sonra yapılacak seçim de, bu seçim olacak. Rusya'nın Amerikan seçimlerine dahli olup olmadığı Amerika'da tartışma konusu, yargıya taşındı bildiğim kadarıyla. Yıllardır soruyorum, bu işbirliği neyi kapsıyor? Muhalefet de bunu gündeme getirmiyor.

“Kasım ayında gerçekleşecek G20 zirvesi takip edilmeli”

Ö.Ö.: Bir de küresel ölçekte seçim sonuçlarını tanımama meselesi var. Türkiye bunun öncüsü diyebiliriz. 2015 seçimlerinin sonucunu kabul etmeyerek tekrar seçimlere gidip süreci uzattılar. Daha sonra İstanbul seçimlerinin sonucu tanınmadı. Trump’ın kongre baskınına kadar varan bir seçim sonuçlarını tanımama olayı vardı. Şimdi Brezilya'yı bekliyoruz. Çünkü Bolsonaro açıkça tanımayabileceğini söyledi. Ama şimdi umduğundan çok oy alınca ikinci turu bekliyor. Oradaki gelişmeler bütün dünyayı etkileyecektir. Diyelim ki Lula da Silva kazandı ve Bolsonaro bunu tanımayarak iktidarda kalmayı başardı, bu ciddi bir sorun olarak önümüzde duracak. 

A.A.: Kesinlikle, Türkiye için de bir gösterge olacak. Rusya ve Türkiye basın kuruluşları arasında da protokoller var. Putin'le sayısız görüşmelerinden birinden dönerken Erdoğan, Rusya’yla Türkiye arasında gazeteci yetiştirmek üzere de işbirliği olduğunu söylemişti. Sanırım RTÜK ile yapılan protokolde var. Sonuçta her türlü engelleyici araç kullanılacak bu önümüzdeki seçimlerde. Bakın geçen seçimlerde otokratik rejim ne kullandı? Öcalan parametresi kullanıldı. Adamın biri kalktı gitti. Öcalan'la görüştü. Öcalan'dan, HDP seçmenine yönelik bulandırıcı sayılabilecek bir yazı aldı. 

Son dönemde de yine bazı şeyler görüyoruz. Bu sefer, Öcalan parametresi kullanılmayacak da Kandil parametresi mi kullanılacak? Selahattin Demirtaş’a yüklenilmesi de HDP'nin içini karıştırmak üzere bir hamle olarak görülebilir. Özellikle Kandil üzerinden isim vererek veya vermeyerek yapılan bazı açıklamalarda, Demirtaş'ı yalnız bırakmak, Demirtaş'ın Türkiye seçmeni üzerindeki etkisini azaltmak ve aynı zamanda HDP'yle olan bağlantısını törpülemek üzere ataklar, davranışlar görüyoruz. Demirtaş’ı nötralize etmek çabası HDP’yi güçsüz kılar, dikkatli olmak ve buna karşı da vaziyet almak gerekiyor. Bunların hepsi iktidar lehine olabilecek şeyler. Sonuçta bu iktidar Kürt muhafazakar seçmenden eskisi gibi oy devşiremiyor. 

Brezilya seçimleri de bu ayın sonunda yapılacak. Kasım ayında bir G20 zirvesi olacak. Ukrayna Savaşı, Türkiye'deki durumlar, dünyada enerji krizi devam ederken G20 zirvesi gerçekleşecek.. Savaş devam ederken yapılacak bir zirve, o ortamı da dikkatle izlemek gerekecek.