İncilâ Bertuğ tarafından, çocukluğunun bayram hatıralarından yola çıkarak Açık Kitap için kaleme alınan yazıyı paylaşıyoruz.
Bayram
Bugün aynı lezzeti bulamadığım için en iyisi çocukluğumun bayramlarını anlatmak. İki türlü bayram vardı bizim evde. Büyük babamlara gidilerek yapılanlar ve çekirdek aile bayramları. Hatırladığım ramazanlar herhalde okul tatillerinde geliyordu ki ramazanları da büyükbabamlarla yaşıyorduk ve de mevsim kıştı. Sahura kaldırılmak için yalvarmalarımı; yün yorganlı, Bitlis battaniyeli pirinç karyolalardan buz gibi odaya kalkıp yün hırkaları ve pantuflaları giyerek kömür sobasının yandığı o çok sıcak sofaya geçmelerimi; ve kuzenler ve büyüklerle birlikte 8-10 kişilik bir sofrada içilen çorbaları, börekleri, “aman tuzlu yeme yarın yanarsın” gibi öğütleri, belki de aynı töreni paylaşmanın getirdiği mutluluklar olarak hatırlıyorum.
Bayram sabahı ben kalktığımda ağabeyim ve kuzenlerle birlikte evin büyük erkekleri çoktan Kısıklı camiine namaza gitmiş olurlardı. Evin hanımları, büyükbabam çok üşüdüğünden yine çok ısıtılmış safada kahvaltıyı kurarken, biz de annemin dikip nedense hep arife gecesi bitirebildiği bayramlık elbiselerle, çok sevdiğimiz ama daha sonra ayağımızı vurarak bize çile çektirecek olan yeni ayakkabılarımız giyer, kapının çalmasını beklerdik. Sahi o zamanın ayakkabıları neden hep vurdu?
Büyükbabam, babam ve eniştem çoğu kez imamın anlattıklarını beğenmedikleri için eve kızgın gelirlerdi. Ama kahvaltı öncesi öpülen eller her şeyi unuttururdu. Küçükler büyüklerin ellerinden öperken onlar da kızları işlemeli, erkeklere düz beyaz mendiller içinde bayram harçlığı verirlerdi. Bir Cumhuriyet öğretmeni olan, kişilikli ve özgürlüğüne düşkün annem de babamın elini öperdi. Ben de hiç şaşırmazdım. Çünkü babam da ondan büyüktü. Ama harçlık alır mıydı bilmiyorum. Sonra kahvaltıya oturulur, ardından ev misafirlerle dolup taşımaya başladı. Eğer gelenler yakınlar veya yakın hissedilenler ise sofada, resmi olanlar sofaya açılarak ısıtılmış misafir odasında ağırlanırdı. Sofada sedirler, misafir odasında Louis koltuklar vardı. Önce, kenarları kırmalı cam şekerlikte lokum ve badem ikram edilir, sonra sıra tatlıya gelirdi. Lokumdan içi yananlara su, içine dantel örtü örtünmüş, kıvrımlı cam tabağa konmuş bardakta getirilirdi. Halam muhakkak su muhallebisi yapar ve çok özel bir sunumla ikram ederdi.
Açık Radyo'nun 2002 yılı Şeker Bayramı tebrik kartı
Mahalledeki her kesimden insanın bayramlaşmaya gelmesi, aynı mahalleyi ve yaşamı paylaşan insanlar olduklarını kavrayamadığım için beni çok şaşırtırdı. Pazardan eve sebze-meyve taşıyan küfeci Mehmet Efendi de, on dönümlük bahçedeki köşkünde yaşayan Hacı Arif Bey de, bakkal Nihat da gelir ve her birine aynı itina gösterilirdi. Gelenlerle çok sessiz ve abartısız konuşulur hatta zaman zaman sessizlik olurdu. Sanki her şey sindire sindire yaşanırdı. Kurban bayramı ise birinci gün asla kimseye gidilmez, sadece kurbanla uğraşılır, öğleye doğru evi kavurmanın güzel kokusu sarardı.
Çekirdek ailedeki bayramlar ise çok daha kurallı ve alafrangaydı. İkramlara kadar aynı görünen kutlamalar orada değişirdi. İki türlü şeker alınır, postacı vs gibi, ilişkilerimizin iş düzeyinde olduğu kişilerle kapıda bayramlaşılır, harçlık verilir ve akide şekeri ikram edilir; diğerleri misafir odasında ağırlanır ve içinde badem de olan yaldızlı çikolata ile likör ikram edilirdi. Sonraki yıllarda çikolatin kaplı üzüm, fındık ve fıstıklarlar da bu mönüye ilâve oldu. Tatlı olarak önceleri annemin yaptığı tel kadayıf, ekmek kadayıfı, kalburabastı gibi tatlılar ikram edilirken daha sonraları çarşıdan alınan baklavalar ikram edilmeye başlandı. Eğer gelenlere iade-i ziyarete gidilmemiş ise bütün aile tüm bayram boyunca günün her saati en özenli kıyafetleri ile misafir bekler, bu yüzden yemekler bile alelacele geçiştirilirdi. Çünkü bayramda yemek saati ziyarete gitmek ayıp değildi. Zaten gelenler de en fazla yarım saat otururlar ve kalkarlardı. Getirilen şekerler alenen gösterilmez, getiren tarafından gizlice bir köşeye bırakılırdı. Bu kadar sevgiyle hatırladığım ve bir sonrakini iple çektiğim bu özel günlerde tuhafıma giden tek şey de, bize gelmiş olanlara iki saat sonra iade-i ziyarete gitmekti. Eh! Bu kadar kusur kadı kızında da olur.