Marmara Yaşasın: Ergene Derin Deşarj Projesi'ne açılan dava

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, 'Marmara Yaşasın' başlığıyla başladıkları yeni seride konukları Avukatlar Tunç Lokum ve Aytunç Lokum ile Marmara’yı geri dönülmez şekilde kirleten Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi'ne karşı 2021 yılında açılan davayı ve bu dört senelik süreçte yaşanan gelişmeleri konuşuyorlar.

""
Marmara Yaşasın: Ergene Derin Deşarj Projesi'ne açılan dava
 

Marmara Yaşasın: Ergene Derin Deşarj Projesi'ne açılan dava

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Dünya Mirası Adalar programından herkese merhaba, ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Merhaba, ben Nevin Sungur.

D.T.: Destekçimiz Haygaran Taşçı'ya ve Zekiye Kürtçüoğlu'na teşekkür ediyoruz. Teknik masada da Andrei Gritcu bizimle, çok teşekkürler Andrei.

Ne yazık ki müsilaj yeniden Marmara Denizi'ni kaplamaya başladı. Biz de Nevin ile birlikte ‘Marmara Yaşasın’ konulu bir program serisi yapmaya karar verdik.

Hatırlayalım; 2021 yılında ilk olarak Şarköy kıyılarında görülen ve ardından Tekirdağ, Mudanya ve Bursa'ya yayılan müsilaj, kısa süre içinde İstanbul kıyılarını ve tüm Marmara Denizi'ni etkisini altına almıştı. Prof. Mustafa Sarı, bir kaç ay önce müsilajın yeniden ortaya çıktığını ve Marmara'nın güneyinden kuzeyine kadar geniş bir alanı kaplamaya başladığını söyledi. Bu seride daha sonra kendisini de konuk olarak ağırlayacağız ve kendisi küçük bir operasyon geçirdi, buradan bir geçmiş olsun diyelim.

2021 yılında çoğunluğu Adalı 18 kişi, Heybeliadalı dostumuz Avukat Tunç Lokum'un bilgi ve uzmanlığı rehberliğinde Tekirdağ Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş.’ye karşı ‘Ergene'nin zehirli suları Marmara'ya akmasın, vana kapatılsın, derin deşarj durdurulsun’ diyerek dava açmıştık çünkü yıllardır Ergene Havzası'nda iki binden fazla sanayi tesisinin atık suları Kuzey Ege'ye boşaltılıyordu. İşte tam müsilaj öncesi, Ege Denizi’ne yapılan deşarj ile Marmara'ya da akıtılmaya başlandı ve arkasından da müsilaj patladı. Bu davanın sonrasında da bir imza kampanyası düzenlendi, hemen onu da hatırlatalım. Dava, Adalı dostumuz İzel Levi Coşkun tarafından açıldı ve imzalarda 65 bine yaklaşıldı. Lütfen, hassasiyetle sizden rica ediyoruz bu imza kampanyasını da devam ettirelim.

Şimdi hemen sevgili konuklarımız Avukat Tunç Lokum ile Aytunç Lokum'a merhaba diyelim.

N.S.: Merhaba, hoş geldiniz.

Tunç Lokum: Merhaba, hoş bulduk.

Aytunç Lokum: Merhaba, hoş bulduk.

D.T.: Müsilajla ilgili 2021'den bu yana verdiğiniz tüm emekleriniz için sizlere çok teşekkür ediyoruz. Belki bu program ile kamuoyunu daha çok bilgilendirir ve onların da sahiplenmesini sağlarız. Bu arada ben hemen hatırlatmak istiyorum; bizim sosyal medya hesaplarımıza konuyla ilgili dönemin bütün haberlerini koyduk. Apaçık Radyo'nun bugün X ve Instagram'da paylaştığı fotoğraf da gerçekten çok çarpıcı. İzleyicilerimize bu hesaplara da bakmalarını tavsiye ederiz. Dilerseniz ben şimdi sözü Nevin’e bırakayım.

N.S.: Tunç Bey, tam üç sene oluyor değil mi? Sizin başkanlığınızda Tekirdağ Valisi’nin yaptığı Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş.’ye açtığınız dava üç senedir devam ediyor. Biraz önce Derya da bahsetti; Mustafa Sarı hocanın paylaştığı çok endişe verici resimler var, müsilaj şiddeti artarak devam ediyor ve bundan kaynaklanan kirletme de çok korkunç bir boyutta. Bize bu üç senenin kısa bir özetini yapar mısınız, dava sürecinde bugüne kadar neler yaşandı?

T.L.: Çok kısa bir özet yapmak gerekirse; biz, 13 Aralık 2021'de davayı açtık ve şu soruları sorduk. Derin deşarj yapılabilmesi için bir alıcı ortamın olması gerekir, Marmara Denizi bilimsel anlamda bir alıcı ortam mıdır? Marmara Denizi’ne derin deşarj yapılması doğru mudur?

İkinci sorumuz, bu organize sanayi sitelerin atık suları arıtmaları ne kadar bilimseldir? Arıtıldığı söylenen suların borularla Marmara Denizi'ne taşınarak denizin dibine deşarjı ne kadar bilimseldir?

Bu dava, özü itibariyle çevre mühendisliğinin, kimya mühendisliğinin, oşinografinin ve deniz bilimlerinin yetki alanına giren bir davaydı. Davada karşı tarafın argümanları çok enteresandı; öncelikle bu davayı açamayacağımızı, taraf ehliyetimizin olmadığını söylediler ama Anayasa’dan kaynaklanan haklarımızı savununca bu tezlerini bıraktılar. Bu kez de arıtılan suların ne kadar nefaset içerisinde arıtıldığını, adeta içmemek için kendisini zor tuttuğu noktasına götürdüler. Ama gerçekler öyle miydi? Bunun için biz mahkemeden bilirkişi keşif heyeti oluşturmasını istedik. Mahkeme, makine, kimya, çevre ve harita kadastro mühendislerinden oluşan bir bilirkişi heyeti oluşturdu. Bu arkadaşlarla gittiğimiz keşifte sadece gözleme dayalı bir bilirkişi incelemesi yapıldığını gördük ve buna itiraz ettik, ‘Buradan standarda ve yönetmeliklere uygun bir şekilde numune alınması; bu numunelerin soğuk zincire taşınması ve yetkili ve akredite olmuş laboratuvarlarda kimyasal analizlerinin yapılması lazım’ dedik. O yüzden bu ilk keşif gününü bir gezi olarak değerlendirdik. İtirazlarımız üzerine bir başka gün belirlendi. Bu defa heyet üyeleri, ellerinde numune almaya yarayan tüpler getirdiler ve anlık numune aldılar. Biz, ‘Bu iş böyle olmaz’ diye yine itiraz ettik ama bu konuda mahkemeyi ikna edemedik.

Sonuç olarak mahkemenin civardan belirlemiş olduğu ve muhtemelen hayatlarını o bölgedeki işletmelerden kazanan makine mühendisi, kimya mühendisi, çevre mühendisi ve harita kadastro mühendisinden oluşan bu heyet, şu ifadelerin yer aldığı bir rapor hazırladı; ‘Laboratuvar testlerinde bu suların denize dökülmesini gerektirecek hiçbir şey yoktur. Tekrar kullanıma sokabilmek mümkündür.’ Tabii bizler bu suların neden tekrar kullanıma sokmadıklarını merak etmedik değil. Raporun son kısmı ise şöyleydi; ‘Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile deniz ortamına yapılan atık su deşarj faaliyetinin, Çevre Kanunu ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine uygun olduğu tespit edilmiştir. Marmara Denizi’nde doğrudan telafisi mümkün olmayan zararlara yol açmadığı, yapılan atık su deşarjının bilimsel esaslar çevresinde kabul edilebilir ve deniz ortamında tolere edilebilir düzeyde olduğu, söz konusu projenin 2020-2021 yılında görülen müsilaj olayına etkisinin manalı derecede olmadığı ve ihmal edilebilecek kadar az olduğu, alıcı ortam olan Marmara Denizi'nin taşıma kapasitesinin Ergene Nehri’ne oranla kat kat yüksek olması sebebiyle yapılan işin doğru olduğu...’ İşte böyle bir sonuç raporu hazırladılar.

N.S.: Mükemmele yakın bir rapor olmuş.

D.T.: Yani veri olmadan tamamen yorum yapıyorlar değil mi? Böyle anlıyoruz.

T.L.: Bakın, özellikle söylüyorum; makine mühendisi, kimya mühendisi, çevre mühendisi ve harita kadastro mühendisi diyorum. Yapılan yorumlar, doğrudan oşinografi biliminin ve deniz bilimlerinin alanına girer. Biz bu rapora çok sert bir itiraz yaptık. Bu bilirkişilerin hadlerini aştığını, güçlerinin ve yeteneklerinin bilmeden ölçüsüzlüğe ulaşmış olduklarını söyledik. Mahkeme de bu itirazımızı kabul etti. Biz mahkemeden aralarında çevre, kimya, oşinografi bilirkişilerinden oluşan yeni bir heyet oluşturulmasını talep ettik ve yeni bir heyet oluşturmak için tüm üniversitelere yazılar yazıldı. Çok enteresan; nedense deniz bilimleri veya oşinografi konusunda uzman bilirkişi isimleri mahkeme dosyasına gelmedi. Ben bu noktada Mustafa Sarı hocamın karşısında saygıyla eğiliyorum: Kamuoyunu aydınlatmak, bilgilendirmek ve bilimsel bir takım değerleri başka değerlerinin önüne geçerek savunmak bu dönemde cesaret istiyor. O yüzden Mustafa Sarı hocanın yaptığı çalışma o kadar değerli, o kadar savunulması gereken bir iş ki... Ondan başka hoca yok mudur bu işleri takip edecek, kamuoyuyla paylaşacak? Bu soruyu da sormak lazım değil mi? Üniversiteler nerede, deniz bilimleri nerede? Çok ciddi bir problemle karşı karşıyayız, insanları kandırmayalım.

Müsilaj neden değil, sonuçtur. Çünkü müsilajın oluşma nedeni bellidir. Suyun kimyasal, tuz ve sıcaklık oranının artması, bir takım organizmaların müsilaj olarak ortaya çıkması anlamına gelir. Siz müsilajı temizlemek için çok büyük, insanlığın görmediği büyüklükte kepçeler yapıp temizleyebilirsiniz ama yarın yine orada müsilaj olacaktır çünkü kirliliği ortadan kaldırmıyorsunuz. Bu yüzden de müsilajın niçin oluştuğunun araştırılması gerekiyor.

NS: Tunç Bey; Tekirdağ, Çorlu'da Sağlık Mahallesi vardır. Ergene'nin kollarından birisinin yakındadır bu mahalle, orayı bilirsiniz - ismi de şaka gibi. Geçen sene oraya çekime gitmiştik ve değil konuşmak, nefes almak bile mümkün değildi, kirliliğin boyutları korkunçtu ve dediğiniz gibi, bu toksik, artık rengi kahverengiden siyaha dönmüş nehir Marmara Denizi'ne gönderiliyor - hem de sadece müsilaj değil, bambaşka şeylerle.

T.L.: Söylediğiniz bölgede, müsilajın dışında toprağın, yeraltı sularının kirlenmesinin insan sağlığına olumsuz anlamda çok büyük etkisi var. Bu konuda açıklama yayınlayan bilim adamları işlerinden oldular, hatta haklarında dava açıldı.

D.T.: Bu bilirkişiler içerisinde bir halk sağlığı uzmanı da var mı? Madem bu kadar temiz bu sular ve bu kadar iyi arındırılıyor, niye orada sulama amaçlı kullanılmıyor da kilometrelerce taşınıp derine deşarj ediliyor?

T.L.: Aldatma, her şey algı yöntemiyle ilgili. Dibine de boşaltılmıyor, belli bir derinliğe boşaltılıyor ve bir akıntıyla Karadeniz'e gideceği savı ileri sürülüyor. Ama yapılan incelemelerle bunun %10'unun bile Karadeniz'e gitmediği söyleniyor, kaldı ki Karadeniz'i kirletmek bizim işimiz mi Allah aşkına?

D.T.: Bu, o denizin ölümü demek sonuçta...

T.L.: Zaten Karadeniz ölü bir deniz. Bizim buradaki mücadelemiz, Marmara'yı canlı tutmak. Karadeniz var olan durumuyla ölü bir deniz olarak kabul ediliyor.

N.S.: Tekirdağ Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş.’nin başkanlığını Tekirdağ Valisi yapıyor. Bu komik, daha doğrusu trajikomik bir durum. Sizin, ‘Cinayeti işleyen adama cinayeti soruştur deniyor’ diye bir tanımınız da var.

T.L.: Aynen öyle. Böyle bir şey olabilir mi? Bana şunu söyleyin; özel kanunlara göre, Türk Ticaret Kanunu göre kurulmuş bir anonim şirketin başında devletin valisi olur mu? Burada sadece valiyi suçlamak veya bu işin sorumlusu olarak onu göstermenin doğru olduğunu düşünmüyorum; burada yerel yönetimlerin de, merkezi yönetimin de, ilgili bakanlıkların ve sivil toplum örgütlerinin de ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum’ söylemeni oynadığını düşünüyorum.

N.S.: Marmara Belediyeler Birliği ve diğer belediyelerin de bu sürece son derece kayıtsız kaldığını şöylemiştiniz. Hala aynı şekilde bütün bu dava sürecinde sizi yalnız mı bırakıyorlar?

T.L.: Evet, bir tek Tekirdağ Barosu katılım dilekçesi verdi ve bizim dışımızda bu davayla ilgili olarak elinden gelen çabayı gösteriyor. Ama burada elden gelen çaba deyince çok ciddi bir mücadele veriliyor. Geçenlerde bir muhalefet partisi milletvekili Ergene'den doldurduğu bir şişe pet suyu bakanın masasına koydu, bakan da elinin tersiyle bu suyu ittirdi. Bu mudur? O suyu o masaya koymak mıdır sorumluluk? O zaman çok kolaydı, biz de doldururduk petlere, koyardık birinin masasına, ‘Sorumluluğunu yerine getir’ derdik. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki kamu görevlileri işini yapmıyor, sivil toplum örgütleri işini yapmıyor. İş, bizim gibi bireysel insanlara kalmış, bu doğru bir şey değil. Bir iç deniz olan Marmara’nın kirlendiğini, zehirlendiğini ve günden güne yok edildiğini hepimiz biliyoruz.

D.T.: Bu arada Marmara'nın etrafındaki tüm belediyelerin davranış modeli de bu. 2021'de sizinle bu konu hakkında bir program yapmıştık ve o zaman ilk davayı açmıştık. Ben bunu paylaşmayı unuttum, linkini paylaştık. Başından beri neler olduğu öğrenmek isterseniz 2021'deki bu programı da dinlemenizi öneririm.

Şimdi benim bir sorum var; bilirkişi olarak gelecek olan oşinograftan ne istenecek? Su analiz sistemlerine mi bakılacak? Ayrıca bütün bu veriler herkese açık değil, yasal olarak bunların açık olması gerekmiyor mu?

T.L.: Tam ona geliyordum. O ilk bilirkişi heyetinden sonra iki tane çevre mühendisi, bir de kimya mühendisinden oluşan bir heyet oluştu. Bu heyet gerçekten düzgün insanlardan, bilimselliğe inanan ve bilimsel değerlendirme yapan insanlardan oluşuyor. Onlar anlık alınmış numune ile yapılan ölçümün yönetmeliklere uygun olmadığı tespitinde bulundu. Sonuç olarak, ‘Dosyada Sürekli Atıksu İzleme Merkezi’nin (SAİS) kayıtları yok. Bu arıtma tesisleri için ilk başvuru 13 Kasım 2020'de yapıldı. Bu konuda Bakanlıktan geçici faaliyet belgesi, bir yıl sonra da Çevre İzin Belgesi alınması gerekiyordu. Bu konuda hiçbir doküman ve ayrıca SAİS kaydı olmadığı için bizim bu dosyanın içeriğiyle denizin kirlenip kirlenmediğinin tespitini yapmamız mümkün değildir’ diye bir rapor verdi ve bu gerçekten iyi bir rapordu. Onun ötesinde, en son 16 Aralık 2024'te de oşinograf bilirkişi bulmak üzere, özel bir çaba harcayarak üniversitelere bir kez daha yazı yazdı. Burada beklenen şey şu ki ilk soruya dönüyoruz; Marmara Denizi bir alıcı ortam mıdır? Bu sorunun cevabı davanın da sonucunu belirleyecek. Fakat bu tip davalar nedense Türkiye'de uzun sürüyor. Ben burada bu sürece yakından tanık olan Aytunç Lokum’a sözü vermek gerektiğini düşünüyorum.

DT: Evet, biz veremedik sen ver lütfen.

T.L.: Kendisi anlatsın bence sürecin neresinde dahil olduğunu ve neler gördüğünü.

D.T.: Çok teşekkürler programımıza katıldığın için Aytunç. Bir genç hukukçu olarak seni aramızda görmek şahane bir şey, hoş geldin.

A.L.: Ben de çok memnun oldum. Önceki konuşmaları hep arkadan dinlenmek gerekiyordu. Şimdi davanın da içinde olduğum gibi , bu programa da konuk olmak beni de ayrı bir mutlu ediyor.

Ben Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken bu dava açıldı ve ardından ben stajdayken bu dava için destek işlerimi yerine getirdim. Şimdi ise avukat sıfatımla da bu davanın takipçisi oluyorum. Bu konuda şunları söylemek istiyorum; Marmara'daki müsilaj sorunu iklim değişikliği, artan nüfus, kontrolsüz deniz trafiği sebebiyle gün geçtikçe artmakta ve bu açmış olduğumuz davayla da sahipsiz görünen Marmara Denizi'nin hepimize ait olduğunu, bu yüzden de toplumca daha bilinçli olmamız gerektiğini de gözler önüne seriyor. Yerel yönetimleri, baroları ve sivil toplum kuruluşlarını toplumsal farkındalık yaratacak eğitim ve bilinçlendirme kampanyaları başlatmaya ve bu haklı davamızı bize samimi bir şekilde destek olmaya davet ediyorum. Ayrıca yerel ve merkezi idareyi de daha bütünsel bir yaklaşım benimsemeye ve uzun vadeli çözümler üretmek konusunda da ortak bir paydada buluşmayı dört gözle bekliyorum.

D.T.: Harika gerçekten. Çok çok önemli bir çağrı, sağolasın, emeklerine sağlık.

N.S.: Peki, bu bahsettiğiniz bir sonraki duruşma bilirkişi raporundan sonra mı gerçekleşecek?

TL: Şu anda bilirkişi araması içindeyiz yani oşinograf bilirkişisinin de tek başına yeterli olacağını düşünmüyorum ben aslında. Deniz bilimleri de burada devreye giriyor. Mahkemenin bundan önceki safhasında, bilirkişi incelemesi kara kısmında yapılmaya çalışıldı ve biz buna itiraz ettik. Kara kısmından çok deniz kısmında, drenajın yapıldığı derinlikte, Marmara'nın farklı noktalarındaki farklı derinliklerde bu incelemelerin yapılması lazım ve sadece kirlilik de değil; tuzluluk, kimyasal, canlı yaşam konularında da incelemeler yapılması lazım.

Benim bir hukukçu olarak bu davaya hazırlanırken yaptığım araştırmalar neticesinde vardığım sonuca göre, Marmara Denizi alıcı ortam vasıflarına sahip bir deniz değil. Çünkü Marmara Denizi'nin o kirliliği temizleme yeteneği Ege Denizi ya da Akdeniz ile kıyaslanacak durumda değil her şeyden önce.

N.S.: Kapalı bir deniz her şeyden önce.

T.L.: Çok enteresan olarak ki ayrı su akıntısı var. Alttan Karadeniz'e doğru akan bir Marmara Akdeniz suyu var ve Karadeniz'den Marmara'ya doğru akan bir üst akıntı var. Karadeniz'in de kirli olduğu gerçeğini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Ben hukukçu aklımla ve basit bir incelemeyle bir takım yargılar oluşturabiliyor isem bu ülkenin konuyla ilgili uzmanlarının çok daha derin, çok daha bilimsel yargıları ve görüşleri olması ve bu sürece katılmaları gerekiyor. ‘Ben yaptım oldu’ diye bir mantık olamaz.

D.T.: Tunç davanın seyir sürecini nasıl görüyorsun? Tabii ki yüzde yüz bilmek mümkün değil ama tecrübenden yararlanalım, nasıl gidecek?

T.L.: En zor davalar çevre hukuku davalarıdır. Ama hakikaten çok bilinçli, vatanını seven hakimlerimiz var. Bu hakimler sayesinde de kazanılan davalar var. Tüm engellemelere, süreçleri uzatmaya yönelik tüm çabalara rağmen, ben yargıya güveniyorum.

D.T.: Yeter ki o zamana kadar Marmara'yı yaşatabilelim, bunu durdurmamız gerekiyor, tamir etmemiz, restore etmemiz, yap-yık-yeniden yap olmadan tamamen iyileştirme çalışmalarına odaklanmamız, koruma alanlarını tespit edip korumanız gerekiyor. Lafta değil yani Adalar’ın da içinde olduğu Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilip sonra bu bölgelerin başına neler geldiğini biliyoruz Türkiye'de.

T.L.: Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin sadece imarla ilgili bir şey olduğu ortaya çıktı. Oradaki imar ve devlet gücünü kimin kullanılacağına ilişkin bir durum çıktı. O yetkiyle belediyelerin elinde olan yetkiler, doğrudan merkez yönetimin, bakanlığın eline verildi. Yasa iyi niyetli olsa bile uygulamasının iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum açıkçası.

N.S.: Tabii burada esas mesele sahip çıkmak. Bizler bu çevre meselelerine hep yabancılaşıyoruz zaman içerisinde ama sonra suratımıza bir tokat gibi indiği zaman sarsılıyoruz. Dolayısıyla hep beraber bu tür mevzulara sahip çıkmamız gerekiyor, bunun da bir kez daha altını çizelim. ‘Marmara Yaşasın’ program serimize devam edeceğiz ve sizleri yine konuk etmek isteriz. Buradan tekrar çağrımızı yapalım.

D.T.: Önümüzdeki programlarda hem son iki senedir Marmara'nın bütün havzasını karadan ve havadan uydu araştırmasını yapan National Geographic kaşifi ve şehir plancı Sera Tolgay'ı ve Mustafa Sarı Hoca'yı davet edeceğiz.

Programı kapatmadan önce bir küçük duyurumuz var, daha doğrusu Adaların Atları Platformu’nun bir duyurusu var; 19 Aralık 2019’dan bu yana yani atların ahırlara kapatılıp sonra da hiç çıkarılmamasının üzerinden beş yıl geçti. Bu nedenle de Adaların Atları Platformu, atlarla birlikte yaşamak üzerine bir çağrı yaptı ve 19 Aralık Perşembe günü İBB Saraçhane'de bunu dile getirecekler. Bunu da duyuralım.

N.S.: Evet, Marmara hepimizin, Adalar hepimizin. Çok teşekkürler tekrar konuk olduğunuz için Tunç Bey, Aytunç Bey.

T.L.: Ben de şunu söylemek istiyorum; insan olarak yaşadığımız çağda yaşadığımız yere ve topluma karşı sorumluluklarımız var. Bence herkes bu sorumlulukların artık farkına varmalı ve gereğini yapmalı.

N.S.: Çok teşekkürler.

D.T.: Tunç Lokum ve Aytunç Lokum konuklarımızdı. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz, iyi günler.

Adalar hepimizin!