Sivil Adalılar’ın da içinde olduğu bir grup, bugün çok önemli bir çevre hukuku davası açtı! Uzun soluklu ve maceralı olacak bu ekolojik mücadele üzerine, davayı açan Heybeliadalı Avukat Tunç Lokum Dünya Mirası Adalar’da konuğumuz oldu.
“TEKİRDAĞ ERGENE DERİN DENİZ DEŞARJ A.Ş. Marmara Denizi’nin tabutuna bir çivi daha çakmamak için, Karadeniz ve Ege’nin de yok olmasını önlemek için, davalı şirketin Marmara Denizi’ne deşarj ettiği atık suların deşarjının derhal durdurulması gerekmektedir.”
Bu dava uzun soluklu ve maceralı ekolojik bir mücadele olacak.
Ergene nehrinin Organize Sanayi siteleri tarafından muazzam boyutta kirletilen suları, gene bu organize sanayi sitelerinin yönetimleri tarafından kurulan bir şirket tarafından Marmara Denizine “sözde” arıtılarak derin dejarjı yapılıyor. Bizleri zehirlemeye devam ediyor.
Bugüne kadar Çevre Bakanlığı, Belediyeler, Meslek Örgütleri, Dernekler ve Sivil Toplum Örgütleri asli görevleri olduğu halde hukuki bir süreç başlatmamış durumdalar.
Çevre mücadelesi ve iklim krizi açısından bu dava çevreye zararlı bir yatırımın önlenmesi veya karar vericilerin bu tarz uygulamalardan vazgeçilmesi amacını taşımaktadır.
Bu davanın başarılı olması ancak herkesin konunun bir ucundan tutması, ekolojik hukuki düzenin, devletler ve küresel organizasyonlar ile değil, adaletsizliklerin mağduru olan halkın ve onların örgütlerinin mücadeleleri ile mümkündür.
Dava metni:
DAVALI: TEKİRDAĞ ERGENE DERİN DENİZ DEŞARJ A.Ş.
KONU: Tüm yasal talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydıyla, davalı şirketin umuma ait bir su varlığı olan Marmara Denizi’ne endüstriyel atık suların deşarjı suretiyle gerçekleştirdiği müdahalenin ve muarazanın önlenmesine, eski halin iadesine, mahkeme aksi kanaatte ise endüstriyel atık suların tamamıyla arıtılmak ve/veya mevzuattaki en yüksek teknoloji arıtma standartlarına uymak suretiyle deşarjına, davalı tarafın Marmara Denizi’ne yönelik fiilleri telafisi imkansız zararlara yol açacağından, davalı şirketin endüstriyel atık suların Marmara Denizi’ne deşarjı faaliyetlerinin dava sonuçlanıncaya kadar durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesine karar verilmesi talebimizdir.
AÇIKLAMALAR:
1-Marmara Denizi’nin tabutuna bir çivi daha çakmamak için, Karadeniz ve Ege’nin de yok olmasını önlemek için, davalı şirketin Marmara Denizi’ne deşarj ettiği atık suların deşarjının derhal durdurulması gerekmektedir.
Marmara Denizi son 40 yıldır kıyı illerindeki sanayileşme ve beraberinde yaşanan yoğun nüfus artışının yol açtığı evsel ve endüstriyel atıklar sebebiyle hızla kirlenmiş, denizdeki oksijen seviyesi yıllar geçtikçe azalmış ve buna bağlı olarak denizdeki canlı çeşitliliği de büyük oranda azalmıştır.
İstanbul Valiliği’nin resmi verilerine göre Türkiye’nin nüfus bakımından en büyük kenti İstanbul olup, Marmara Denizi’ne kıyısı olan en kalabalık kent İstanbul’un nüfusu 15 milyonun üzerindedir.
Marmara Denizi’ne boşaltılan günlük atık miktarına ilişkin kesin veriler tam olarak bilinmemekle birlikte, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) tarafından yapılan açıklamalarda, sadece İstanbul’dan Marmara Denizi’ne boşaltılan günlük atık su miktarının 3,8 milyon metreküp olduğu, atıkların yalnızca fiziksel kısımlarını ayıklamaktan ibaret olan ön arıtma yapılarak boşaltıldığı, kimyasal ve biyolojik arıtma işleminin ise yapılmadığı, yani atıkların büyük bölümünün aslında kaba arıtma dışında arıtma yapılmaksızın boşaltıldığı anlaşılmaktadır.
Marmara Denizi’ne kıyısı olan illerde yaşayan toplam nüfus 25 milyon civarında olup, Marmara Denizi’ne kıyısı olan Kocaeli, Bursa, Tekirdağ, Yalova ve Balıkesir gibi diğer illerde de aynı şekilde endüstriyel ve evsel atıklar arıtma yapılmadan Marmara Denizi’ne boşaltılmaktadır.
Marmara Denizi kıyısındaki yoğun sanayi ve kalabalık nüfusun yol açtığı evsel ve endüstriyel atıklar sistematik olarak Marmara Denizi’ne deşarj edildiğinden, Marmara Denizi zaten büyük bir azot ve fosfor yükü altındadır.
1989 yılından itibaren Marmara Denizi’ne yapılan derin deniz deşarjı ise Marmara Denizi için bir kırılma noktasıdır.
Hidrobiyolog Levent ARTÜZ 1989 tarihinden itibaren derin deniz deşarjı adı altında ortaya çıkan bu yöntemi şöyle özetlemektedir:
Yaklaşık beş sene evvel Barolar Birliği'nde bununla ilgili bir sunum yaptık. Yani Ergene deşarjı başladıktan sonra yedi ay içinde bu tür bir felaketle karşılaşacağımızla ilgili bir sunum yaptık ve ondan sonraki felaketler zincirini de anlattık. Ancak bu süreci ikiye ayırmamız lazım. Şu anda Marmara Denizi'nde olan olay, 1989 senesinde başlamış olan sürecin bir noktası. Sonu da değil başı da değil, bir noktası.
Neydi bu süreç, işte “Haliç'i gözlerimin renginde yapacağım” sloganıyla başlayan süreç. Marmara Denizi'nde Akdeniz yönünden gelip Karadeniz yönünde giden bir alt akıntı mevcut ki bunun %10’u Karadeniz'e ulaşıyor. Bu o zaman da biliniyordu, bugün de biliniyor. Ancak, bugünkü tabirle yandaş bilimin yardımıyla, Kuzey Haliç ve Güney Haliç kolektörleriyle Haliç'in pislikleri toplandı ve Ahırkapı'nın önünden bir istasyonla Marmara Denizi'nin altmış üç metre derinliğine, "Karadeniz'e gidecek" denilerek arıtılmaksızın basıldı. Aradan birkaç ay geçti, temmuz ayında Marmara Denizi kıpkırmızı oldu. O senenin ekim ayında da Marmara Denizi'nde dünyada görülmemiş boyutlarda balık ölümüyle karşılaştık. Adı balık ölümü tabii ancak balıkla birlikte diğer canlılar da öldü. Hatta İstanbul'da, Ankara'da ve Karadeniz'de birçok kentte balık satışı ve tutulması falan yasaklandı.
Ondan sonra biz buna benzer bir zincir halinde her biri birbirinden daha etkileyici olan olgularla karşılaştık. Marmara kıpkırmızı oldu, yemyeşil oldu, denizanaları adaları oluştu. Balık sayısı düştü, yeni türler ortaya çıktı. Yani birçok şey yapıldı bu süreç içerisinde bu kirliliğe bağlı olarak ve bugüne gelindi.
Özetle, 1989 yılından itibaren Haliç’i temizlemek adına ortaya atılan ve uygulanan derin deniz deşarjı, yani atıkların alt akıntıyla Karadeniz’e gideceği düşüncesiyle arıtılmaksızın 50-60 metre derinliğe deşarj edilmesi, Marmara Denizi’nin sonunu hazırlamıştır. Buna rağmen derin deniz deşarjı ismiyle anılan ve atıkların arıtılmaksızın Marmara Denizi’ne boşaltılması şeklindeki bu yöntem, “Ergene Havzası Koruma Eylem Planı” adı altında 2010 yılından itibaren yeniden gündeme gelmiş ve uygulamaya konmuştur.
Ergene Havzası Koruma Eylem Planı ile, Meriç nehriyle birleşip Kuzey Ege’deki Saroz Körfezi’ne dökülen Ergene nehrine boşaltılan atıkların toplanarak 4,5 km açıkta Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğine boşaltılması amaçlanmıştır.
Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesinin uygulanabilmesi için; yani Ergene Havzası OSB Müşterek Atıksu Arıtma Tesisleri'nde arıtılmış atık suların Marmara Denizi'ne deşarjını sağlamak amacıyla, Doğuş İnşaat tarafından arıtılmış atık suların deşarjı için gerekli olan toplama hatları, tüneller ve derin deniz deşarj sistemi inşası kapsamında Ø 2200 mm çapında çelik boru ile 47 m deniz derinliğinde 4.500 m derin deniz deşarjı inşaatı, mekanik ve elektrik işleri ile tüm bağlantı ekipmanlarının temini ve montajı gerçekleştirilmiştir.
Özetle, Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesiyle sözde “arıtılmış” atık suların Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğinde ve 4,5 kilometre açığında boşaltılarak, alt akıntı ile Karadeniz’e gitmesi hedeflenmiştir.
Ancak; Marmara Denizi’ne son darbeyi vuran, Marmara Denizi’nin ölüm fermanını imzalayan, Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi olmuş; deşarj edilen atıkların hiçbir biçimde alt akıntıyla Karadeniz’e gitmesinin mümkün olmadığı, 2021 yılının Nisan ayında yaşanan müsilaj felaketiyle en acı biçimde ortaya çıkmıştır.
Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi kapsamında yapılan ilk deşarjın 14 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştiği ve “Ergene Havzası’nı kirlilikten kurtaracak proje” olarak tanıtılan Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile arıtılmış atık suların ilk kez Marmara Denizi’ne deşarj edildiği Anadolu Ajansı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur.
Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile yapılan ilk deşarj tarihi olan 14 Kasım 2020 tarihinin üzerinden 1 yıl dahi geçmeden, Marmara Denizi’nde tarihte yaşanan en büyük müsilaj felaketi boy göstermiştir.
Aslında daha önce de Marmara Denizi’nde görülmüş olan müsilaj, ilk kez ekosistemi tehdit edecek boyuta ulaşmıştır.
Müsilaj, tek hücreli canlılardan bir tür plankton olan Proboscia alata’nın hücre içi sıvısının ortama yayılmasıyla oluşan sümüksü, çamurumsu, sarı- beyaz renkte bir maddedir.
Müsilajın oluşumundaki en büyük etken yoğun azot ve fosfor girdisi, yani Marmara Denizi’ne arıtma yapılmaksızın yapılan deşarjlar sebebiyle oluşan kirliliktir.
Ergene Nehri, zaten Türkiye’nin en kirli nehri olup, yapılan ölçümlerde dördüncü derecede kirletilmiş (yani çok kirli, kullanılamaz seviyede) bir su olduğu tespit edilmiştir.
Ergene Nehri havzasında devlet tarafından açıklanan verilere göre 2700 civarında sanayi kuruluşu bulunmakta olup, bunlara ilaveten kayıt dışı olanlar da bulunmaktadır.
Ergene Nehri havzasında yer alan söz konusu sanayi kuruluşlarının, uzun yıllar boyu endüstriyel atıklarını Ergene Nehrine boşalttığı ve bu nedenle Ergene Nehri sularının çok çeşitli toksik kimyasal maddeleri içerdiği uzun yıllardır bilinmekte ve dile getirilmektedir.
Nitekim Uzunköprü Belediyesi tarafından Ergene Nehri’nde yapılan su analizinde, nehirde sanayi atıklarına bağlı olarak siyanür, azot, krom, kadmiyum, kurşun, çinko, bakır, demir gibi halk ve çevre sağlığı açısından kaygı uyandıran toksik maddeler bulunduğu, suyun 4.derece kirli su ve adeta kanalizasyon niteliğinde olduğu tespit edilmiştir.
Analiz Raporunu değerlendiren Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Çorlu Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lokman Hakan Tecer, Ergene Nehri’ndeki suyun çok kirli olduğu sonucuna varıldığını aşağıdaki sözlerle ifade etmiştir:
Dikkat çeken başka bir veri de azot konsantrasyonlarının yüksek olduğunu görüyoruz. Bu da o bölgedeki tarımsal faaliyetlerden ve organik atıklara dayalı endüstrinin fazla olmasından kaynaklanan bir durumdur. Biliyorsunuz azot, denizlerde müsilaja sebebiyet veren nutrient maddedir. Bunların fazla olması, organik kirlilik açısından tehlikeli bir durum olduğunu gösteriyor.
Ergene Nehri’nde endüstriyel atıkların yol açtığı kirlilik sebebiyle canlı dahi yaşamamakta, bir kurbağa sesi dahi duyulmamakta, Ergene Nehri suları adeta zehir saçmakta, nehrin çevresinde tarım dahi yapılamamakta, yetiştirilen tarım ürünlerinde de referans değerlerin katbekat üzerinde toksik maddeler bulunmaktadır.
Ergene Nehri’nin son derece kirli olduğu, zehir saçtığı ve çevresindeki canlı yaşamı da tehdit ettiği, nehir çevresinde yaşayanlarda kirliliğin bir sonucu olarak kanser vakalarının dahi muazzam bir artış gösterdiği pek çok bilimsel araştırmada, makalede, hatta Bakanlıklar tarafından hazırlanan raporlarda ortaya konmuştur.
Ergene Havzası Koruma Eylem Planı adı altında hazırlanan proje ile Ergene Nehri’ni kirlilikten kurtarmak adına, sanayi kaynaklı atık suların Ergene Nehri’ne değil, derin deşarj yöntemiyle doğrudan Marmara Denizi’ne boşaltılacağı bizzat “Derin Deşarj Hattı Tüneli Işık Göründü Merasimi” adıyla yapılan törende konuşma yapan Bakanlar tarafından da açıklanmıştır.
Örneğin; Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Ergene Nehri’ni korumak adına sanayi kaynaklı deşarjın bundan böyle Ergene Nehri’ne değil Marmara Denizi’ne yapılacağını şu sözlerle ifade etmiştir:
“Ergene Havzası'nda 1980'li yılların başında plansız sanayileşme başladığını belirten Pakdemirli, "Endüstriyel atıklar ve yer altı sularının bilinçsiz kullanımına bağlı olarak bu bölgede kirlilik giderek artmıştır. Ancak zat-ı devletlerinizin talimatlarıyla 2011 yılında Ergene Havzası Koruma Eylem Planı'nı Bakanlığım koordinasyonunda hayata geçirmeye başladık." diye konuştu. Ergene Havzası'ndaki 10 organize sanayi bölgemiz için 5 atık su arıtma tesisinden 3'ü tamamlandı, kalan 2 tesisi de inşallah önümüzdeki yıl hizmete alacağız. Böylece sanayi kaynaklı atık suları Ergene Nehri'ne değil, Marmara Derin Deşarj Projesi'yle 4,5 kilometre açıktan Marmara Denizi'ne alttan verilecek. "Bakan Pakdemirli, derin deniz deşarjının 10 kilometre uzunluğunda 2 tünel vasıtasıyla yapılacağını dile getirdi. İlk bileşen olan doğu hattında yüzde 99'luk gerçekleşme sağlandığını aktaran Pakdemirli, "Tüm bileşenlerinde de yüzde 95'lik gerçekleşmemiz var. İnanıyoruz ki bu proje sayesinde bu bereketli topraklardaki çevre kirliliği sona erecek, Ergene Nehrimizin su kalitesi ve rengi doğal haline dönecek. Trakya'mızın da çehresi değişecek." dedi. Projenin tüm sistemleriyle gelecek yıl çalışmaya başlayacağını anlatan Pakdemirli, "Bu proje himayelerinizde gerçekleşen diğer projelerde olduğu gibi doğaya saygımızın, tabiata sevgimizin taçlanmış bir eseri olarak baki kalacaktır."
Aslında sanayi kaynaklı atıkların arıtılarak Marmara Denizi’ne derin deşarj yöntemiyle boşaltılması hedeflenen Ergene Havzası Koruma Eylem Planı adı altındaki projede, endüstriyel atık suların arıtma maliyetlerinden ve diğer külfetlerden kaçınmak adına arıtılmadan Marmara Denizi’ne deşarj edilmesi faaliyetlerini yürütmek için, 2 Nisan 2013 yılında davalı Tekirdağ Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş. unvanlı bir şirket kurulmuştur.
Davalı şirketin kuruluş ana sözleşmesinin Amaç ve Konu başlıklı 3. maddesinde “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan mevzuat değişiklikleri doğrultusunda, arıtılmış suyun renksizleştirme parametrelerini sağlamanın arıtma maliyetini 2 katına çıkaracağı hesaplandığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, ve Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nın önerisi ile arıtılmış ENDÜSTRİYEL ATIKSULARIN, ARITILMIŞ SUYUN RENKSİZLEŞTİRME VE İLETKENLİK PARAMETRESİ UYGULANMAKSIZIN, MARMARA DENİZİ’NE DEŞARJININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ, ŞİRKETİN TEMEL AMACIDIR.” ibaresi yer almaktadır.
Bizzat davalı şirketin ana sözleşmesinde kuruluş amacının aslında endüstriyel atıkların gerekli arıtma standartları sağlanmaksızın ve mevzuat değişikliklerine uyum sağlanmaksızın Marmara Denizi’ne deşarj edilmesi olduğu, her ne kadar ana sözleşmede “arıtılmış endüstriyel atık suların deşarjı” ibaresi kullanılsa da, söz konusu arıtmanın ne tür bir arıtma olduğunun belirsiz olduğu, şirketin ana sözleşmesinin mevzuata ve emredici hükümlere aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Davalı şirketin hiçbir arıtma parametresine uyulmaksızın Ergene Nehri’ne boşaltılan atık suları Marmara Denizi’ne boşaltması öncelikle anayasaya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere (Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Sözleşme ve Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi) ve yürürlükteki diğer mevzuat hükümlerine de aykırıdır.
Mevcut yasal düzenlemeler karşısında Marmara Denizi’nin davalı şirket tarafından alıcı ortam olarak kullanılması, Marmara Denizi’ne deşarj yapılması hiçbir surette yasal olarak mümkün değildir.
Kaldı ki, gerçekten arıtma parametrelerine uyulmakta ve Marmara Denizi’ne deşarj edilen atık sular ileri düzeyde bir arıtma ile deşarj edilmekte ise, bu atık suların tarımda yahut sanayide yeniden kullanılıp kullanılamayacağı, yahut bu atık suların bulundukları noktalarda neden deşarj edilmediği, Marmara Denizi’ne deşarj edilmesine neden ihtiyaç duyulduğu izaha muhtaç sorulardır.
Ergene Nehri’ni kirlilikten kurtarma mottosuyla yola çıkan Ergene Havzası Koruma Eylem Planı isimli proje neticesinde davalı şirket vasıtasıyla endüstriyel atıkların Ergene Nehri’ne değil, Marmara Denizi’ne boşaltılması, Marmara Denizi’ne asıl ölümcül darbeyi vurmuştur.
Zaten yıllardır yoğun bir şekilde endüstriyel ve evsel atıklarla kirletilen Marmara Denizi, bir de Ergene Nehri’ne boşaltılan atıkların derin deniz deşarjı ile boşaltılması neticesinde ölmeye, hatta çürümeye başlamıştır.
Marmara Denizi’ndeki çürüme kendisini 2021 yılının Nisan ayında ortaya çıkan müsilaj felaketiyle kendisini göstermeye başlamıştır.
Oysa ki müsilaj aslında buzdağının görünen yüzüdür. Müsilajın Marmara Denizi’nde yarattığı tahribat deniz yüzeyinde görünen kirlilikten çok daha vahimdir.
Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı bünyesinde sürdürülen MAREM (Marmara Denizi Çevresel İzleme Projesi) kapsamında yürütülen ve 6 Ocak 2021-4 Eylül 2021 tarihleri arasında yapılan “Kütlesel Müsilaj Oluşumunun Durumu ve Marmara Denizi Ekosisteminde Bıraktığı Etkiler” başlıklı çalışmada Marmara Denizi genelinde toplamda 200 istasyon ve 450 faklı noktada ölçme ve değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışma sonuçlarına göre, özellikle Ergene deşarjının etki alanı olan Orta Marmara Denizi kesitinde, önceki yıllara kıyasla neredeyse oksijen bulunmayan bölgelerin oluştuğu, biyoçeşitlilik bakımından yapılan incelemelerde ise canlı çeşitliğinin yok olduğu tespit edilmiştir.
Çalışmanın laboratuvar sonuçları ise, insan sağlığı yönünden oldukça çarpıcıdır. Zira, örnekleme yapılan tüm istasyonların tüm üst su kütlesinde müsilajı parçalayan baskın bakteri grubunun “vibrio” grubu bakteriler olduğu, vibrio bakteri grubunun insan sağlığına doğrudan olumsuz etki eden patojen (hastalık yapıcı) bir bakteri olduğu, bu bakteri grubunun insanlarda göz, kulak, yara enfeksiyonu ve enteritise (ince bağırsak enfeksiyonuna) yol açtığı tespit edilmiştir.
“Kütlesel Müsilaj Oluşumunun Durumu ve Marmara Denizi Ekosisteminde Bıraktığı Etkiler” başlıklı çalışmanın diğer bir çarpıcı sonucu da, Ergene deşarjının Marmara Denizi’ne büyük ölçüde olumsuz etki yaptığı, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz’in yok olma sürecine gireceği, Ege Denizi’nin de kuzeyinden başlamak üzere büyük bir risk altına sokulacağı yönündeki tespittir.
Ergene deşarjının yarattığı büyük değişim, 2000’li yıllardan bu yana yapılan düzenli ölçüm sonuçlarından da açıkça anlaşılmaktadır. Ergene deşarjı neticesinde denizdeki oksijen seviyesinde ciddi bir azalma olduğu, denizde renk değişimi yaşandığı ve gri alanlar oluştuğu, denizde istavrit dışında balık yaşamadığı, istavritlerin de beslenemedikleri için hasta oldukları, boylarının bu nedenle olması gerekenden çok küçük olduğu, karaciğerlerinde ciddi bir deformasyon olduğu ve bu dönemki istavrit neslinin döl veremeyeceği yani üreyemeyeceği de yapılan çarpıcı tespitler arasındadır.
Marmara Denizi kendine has canlı türleri barındıran, milyonlarca yılda oluşmuş bulunan doğa harikası bir iç denizdir. Marmara Denizi’nin suyu hem Karadeniz hem de Akdeniz kökenli bir yapıya sahip olup, kendine özgü yapısıyla çok kıymetli bir denizdi. Ancak; tamamıyla bize bahşedilmiş olan bu kıymetli denizi maalesef koruyamadık, yapılanlara seyirci kalarak el birliğiyle Marmara Denizi’ne ihanet ettik, Marmara Denizi’ni yok ettik. 1970’li yıllarda Marmara Denizi’nde görülmekte olan ve ticari öneme sahip 124 farklı balık türü artık ne yazık ki yok olmuştur. Gündelik hayatta karşımıza çıkmadığı için görmediğimiz; sadece isimlerini bildiğimiz bu balık türlerinin yok olması, yahut denizin yüzeyini kaplayan müsilajın yüzeyden denizin derinliklerine inerek canlı hayatı yok etmesi, her ne kadar son derece hazin olsa da, toplumumuz için ne yazık ki bir anlam ifade etmemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu olayın görünen kısmıyla ilgilenmekte, balık yiyip yiyemeyeceğini, denizde yüzüp yüzemeyeceğini merak etmektedir. Bu durum tam manasıyla köy yanarken saçını taramaya benzemektedir. Oysa Marmara Denizi’nin ölmesi demek, adeta Hidrobiyolog Levent Artüz’ün deyimiyle “çürüyen bir cesetle aynı yatakta yatmak” demektir.
Marmara Denizi bir ekosistem olup, Marmara Denizi’nin çürümesi ve yok olması, bu sisteme bağlı olarak yaşayan canlı türlerini de hiç şüphesiz etkileyecektir. Önce Marmara Denizi’ndeki balık türleri ve diğer biyolojik türlerin yok olmasıyla başlayan süreç, bu eko sistemden beslenen kuş türlerini, bu kuş türleriyle beslenen diğer canlıları ve nihayetinde insanları olumsuz etkileyecek, hatta ve hatta yok olma tehlikesiyle baş başa bırakacaktır. Doğada her şey kusursuz bir denge içindedir ve bu dengenin bir biçimde bozulması Marmara Denizi örneğinde gördüğümüz gibi büyük bir felakete, salgın hastalıklara ve birçok canlının neslinin tükenmesine yol açacaktır.
Marmara Denizi ile ilgili çalışmalar yürüten bilim insanlarının ve hatta TBMM Müsliaj Sorununu Araştırma Komisyonuna davet edilen bilim insanlarının üzerinde konsensüs sağladıkları ve ısrarla tekrarladıkları görüş, Marmara Denizi’nin alıcı ortam olarak kullanılmasından derhal vazgeçilmesi ve Ergene deşarjı dahil olmak üzere Marmara Denizi’ne yapılan tüm deşarjların acilen durdurulmasıdır.
Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa SARI, Marmara Denizi’nin 1 litre atığı dahi kaldıracak gücünün kalmadığını, Marmara Denizi’ne verilen tüm atığın kesilmesi halinde dahi denizin kendisini toparlamasının bir yılı bulacağını ifade etmiştir.
Bununla birlikte daha kötümser görüşlere sahip bilim insanları da bulunmaktadır. Marmara Denizi’nin artık kurtarılamayacak seviyede olduğu, tüm deşarjlar derhal durdurulsa dahi 10 ila 50 yıl arasında artık deniz olmayan fakat canlılığa sahip bir su kütlesine sahip olabileceğimiz yönünde açıklamalarda bulunan bilim insanları da mevcuttur.
Tüm bu anlatılanlar ve somut bilimsel veriler ışığında, Ergene deşarjı ile birlikte Marmara Denizi’nin oksijensiz kaldığı, nefes alamaz hale geldiği, yoğun kirliliğin bir sonucu oluşan müsilajın denizdeki oksijen seviyesinin yetersiz olması sebebiyle parçalanamadığı ve denizin dibine çöktüğü, denizdeki mercanların ve dipte yaşayan canlıların üzerini kapladığı, balıkların solungaçlarını tıkadığı, balıkların ve diğer canlı türlerinin ölümüne yol açtığı, canlı çeşitliğinin yok denecek kadar azaldığı, müsilajla birlikte deniz suyunda patojen bakterilerin ürediği, bunun salgın hastalıklara ve enfeksiyonlara yol açabileceği, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz ve hatta Ege’nin de yok olma tehlikesi altında olduğu aşikardır.
Hukukçuların ve özellikle bağımsız yargı erkini Türk Milleti adına kullanan bağımsız yargıçların, önlerine gelen uyuşmazlıklarda doğaya, çevre ve topluma sırt çevirmeleri düşünülemez.
Bu konunda Yargıtay 1. H.D., T: 31.12.1976, E:1976/9370, K:1976/13138 kararında yargıçların uyuşmazlıklara “insan kokusu” taşıyan bir çözüm getirmekle yükümlü olduklarını vurgulamıştır:
Hakim insana, tabiata, gerçeğe, olanağa sırt çevirmeden ve katı kalpler içinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa “İNSAN KOKUSU” taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır.
Marmara Denizi’nin tabutuna bir çivi daha çakmamak için, Karadeniz ve Ege’nin de yok olmasını önlemek için, davalı şirketin Marmara Denizi’ne deşarj ettiği atık suların deşarjının derhal durdurulmasına karar vermek gerekmektedir.
2- Davacı müvekkillerimizin huzurdaki davayı açmakta hukuki yararları bulunmaktadır.
Davacı müvekkillerimiz İstanbul’da ikamet etmekte, yaşamlarını deniz ile iç içe sürdürmektedirler.
Çocukluklarından itibaren tüm yaşamlarını İstanbul’da denizle iç içe geçirmiş olan müvekkillerimiz, Marmara Denizi’nin geldiği bu noktayı ve özellikle de Ergene derin deniz deşarjı ile Marmara Denizi’nin canlılığını kaybetmesini büyük bir üzüntü ve endişeyle karşılamaktadırlar.
Müvekkillerimiz özellikle Ergene deşarjının sebep olduğu kirlilik ve müsilaj sonrasında denize girememekte, balık tutamamakta, tekneyle denize açılamamaktadırlar.
Davacı müvekkillerimizin anayasa ve yasalarla korunmuş olan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılardan yararlanma hakkı davalı şirketin haksız el atma niteliğindeki fiilleriyle ihlal edilmiş olup, davacı müvekkillerimizin huzurdaki davayı açmakta hukuki yararları bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/14-1762 E., 2018/1434 K. sayılı kararında aynı yönde hüküm kurmuştur:
Genel yollar, meydanlar, köprüler, köy boşlukları, ırmak, dere, göl yatakları ise devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, özel mülkiyete konu teşkil etmezler. Bu gibi yerlerin denetim ve gözetim hakkı da devletindir. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu tür yerlere haksız el atıldığı takdirde hazinenin her zaman el atmanın önlenmesi davası açmak hakkı vardır.
Bu taşınmazlardan bir kısmının yararlanma hakkı doğrudan kamuya terk edilmiştir. Bir başka ifade ile bir kısmı doğrudan kamu tarafından kullanılmaktadır. Örneğin genel yollar, köprüler, meydanlar gibi devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan yararlanma hakkı doğrudan kamuya bırakılanlara haksız el atma hâlinde bunlardan yararlanma hakkı çiğnenen herhangi bir kimse, yararlanma hakkına dayanarak el atmanın önlenmesi davası açabilir. Zira gerçek kişilerin kadastro paftasında veya imar planında yol olarak bırakılan yerlerde genel yararlanmadan kaynaklı kişisel hakları bulunmaktadır. Bu nedenle genel yararlanma hakkına dayalı olarak yola yönelik el atmanın önlenmesi istemini içerir dava açmakta hukuki yararı mevcut olup, haklı ve geçerli bir sebep olmaksızın el atanlar hakkında dava açabileceği kabul edilmelidir.
3- İhtiyati tedbir ve tespit talebimiz mevcuttur.
Ergene deşarjı ile birlikte Marmara Denizi’nin oksijensiz kaldığı, nefes alamaz hale geldiği, yoğun kirliliğin bir sonucu oluşan müsilajın denizdeki oksijen seviyesinin yetersiz olması sebebiyle parçalanamadığı ve denizin dibine çöktüğü, denizdeki mercanların ve dipte yaşayan canlıların üzerini kapladığı, balıkların solungaçlarını tıkadığı, balıkların ve diğer canlı türlerinin ölümüne yol açtığı, canlı çeşitliğinin yok denecek kadar azaldığı, müsilajla birlikte deniz suyunda patojen bakterilerin ürediği, bunun salgın hastalıklara ve enfeksiyonlara yol açabileceği, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz ve hatta Ege’nin de yok olma tehlikesi altında olduğu aşikardır.
Ergene deşarjı devam ettiği müddetçe Marmara Denizi’ni kurtarmak için hiçbir şansımızın kalmayacağı, Marmara Denizi’nin oksijen seviyesindeki azalmaya bağlı olarak renk değiştirmeye başladığı, griden siyaha dönüşebileceği, Marmara Denizi’nin etrafının Çernobil gibi olacağı ve artık çevresinde yaşayan canlılara dahi zarar verebilecek duruma geleceği, denizdeki patojen bakterilerin salgın hastalıklara yol açabileceği bilim insanları tarafından açıklanan acı gerçeklerdir.
Marmara Denizi’nin Ergene deşarjı sebebiyle mevcut durumunu Hidrobiyolog Levent ARTÜZ şu sözlerle özetlemektedir:
Dünyada tümüyle yok edilen hiçbir deniz örneği yok ki ona bakarak "orada böyle oldu, burada da şöyle olur" diyeyim. Ayrıca doğanın çizeceği yolu da bilmiyoruz. Yani foseptik çukuruna da bakın, içinde ciddi bir biyo çeşitlilik var, hoşumuza gitmiyor ama orası da doğanın bir parçası.
Şimdi Marmara Denizi de o noktaya gidiyor. Yani çürüyen cesetle aynı yatakta yatmaya başlayacağız ve bunun engellenmesi lazım. Mutlaka ve mutlaka, hangi şartlar altında olursa olsun Ergene'den Marmara’ya deşarjın acilen durdurulması gerek.
Ergene'nin iki yanına kuşaklama kolektörler yapıldı. Ergene'yi kirleten unsurlar bu kolektörlerde toplanıyor ve gerekli arıtma yapılmaksızın Marmara’ya veriliyor. Yani dünyanın en kirli nehrini kirleten unsurları şu anda Marmara Denizi'ne basıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis salonunda bütün üyelere bunu sunum olarak anlattığımda, 1989 senesinde "Marmara Denizi ölecek" dedim. Yani üzülerek söylüyorum ki bugün de bu kafayla devam edilirse Marmara'nın etrafı Çernobil gibi olacak.
Marmara Denizi’ni içinde bulunduğu bu koma halinden kurtarmak için önümüzde aylar veya yıllar değil çok az bir zaman kalmıştır, Marmara Denizi’ne tüm deşarjların acilen durdurulması gerekmektedir.
Bu nedenle, davalı şirket vasıtasıyla Marmara Denizi’ne yapılan Ergene deşarjının derhal durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesi gerekmektedir.
Ayrıca aşağıda yer alan soruların cevaplanabilmesi ve davalı şirket vasıtasıyla yapılan Ergene deşarjının Marmara Denizi’ndeki etkilerinin değerlendirilebilmesi için:
Ergene Nehri derin deşarj projesiyle Marmara Denizi'ne aktarılan atık su miktarının (günlük) ne kadar olduğu, Ergene Nehri derin deşarj projesiyle toplanan atık sular nasıl bir arıtma işlemine tabi tutulduğu davalı şirket tarafından Marmara Denizi’ne deşarj edilen atık sularda ve atık suların deşarj edildiği noktalarda kimyasal analizler yapılarak mevzuattaki deşarj standartlarına uyulup uyulmadığının ve ayrıca davalı şirket tarafından Marmara Denizi’ne yapılan deşarjın kirlilik yönünden etkilerinin bilirkişi incelemesi yapılarak tespitini talep ediyoruz.
NETİCE VE TALEP:
Yukarıda açıklanan nedenlerle tüm yasal talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydıyla,
- Davalı şirketin umuma ait bir su varlığı olan Marmara Denizi’ne endüstriyel atık suların deşarjı suretiyle gerçekleştirdiği müdahalenin ve muarazanın önlenmesine, eski halin iadesine,
- Mahkeme aksi kanaatte ise endüstriyel atık suların tamamıyla arıtılmak ve/veya yasal mevzuatta öngörülen arıtma kriterlerine uymak suretiyle temiz bir biçimde deşarjına,
- Davalı tarafın Marmara Denizi’ne yönelik fiilleri telafisi imkansız zararlara yol açacağından, davalı şirketin endüstriyel atık suların Marmara Denizi’ne deşarjı faaliyetlerinin dava sonuçlanıncaya kadar durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesine,
- Yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davalı tarafa yüklenmesine karar verilmesini saygılarımızla talep ederiz.
13.12.2021