Hem güzel, gösterişli hem de derin kökleriyle güçlü mü güçlü bir çiçek: Zambak.
Beyaz zambaklardan martagonlara, paskalya zambağından altın ışınlı Japon zambağına birçok farklı türü var. Zambak olarak ayrı bir tür olarak tanımlanmadan önce lalelere ya da süsenlere; ya da kum zambağı gibi kimi nergisgillere de zambak denmiş. O yüzden zaman zaman hikayeler de birbirine karışabiliyor.
Botanik özelliklerine bakarsak… Zambak, bilimsel adıyla Lilium, süsenler ve laleler gibi Zambakgiller yani (Liliaceae) familyasına ait soğanlı çok yıllık, uzun boylu, gösterişli bir otsu bitki. Boyu yaklaşık 1 m’ye ulaşan; çalılıklar, taşlık ve kurak alanları seven zambaklar, mayıs-haziran aylarında salkım halinde çiçekler açıyor.
3500 yıldan fazla bir süredir bahçelerde yetişen bu çiçeğin gösterişli türleri güzellik ve cesaretin yan yana durduğu güçlü sembolizmiyle, anlam dünyamızı da zenginleştiriyor. Batı toplumunda saflık simgesi olarak kabul edilen, en yaygın türlerden Ak zambak (Lilium candidum) ya da diğer adıyla Madonna zambağı, -zamanla yerini güle bıraksa da- Hiristiyanlık ikonografisinde en güçlü sembollerinden biri olmuş. Lotus Uzak Doğu için neyse, ak zambak da Avrupa için o.
Bir bahçe güzelliğine dönüşmesi yüzyıllar, hatta binlerce yıl süren gülün tersine, zambak hep göz önünde olmuş. Ama yüzyıllar geçtikçe Ak zambağın yerine, Amerikan ve Asya çeşitleri öne çıkmaya başlamış. Avrupa’ya güney Japonya ve Tayvan'dan gelen beyaz renkte Paskalya zambağı ( Lilium longiflorum) örneğin, cenazelerin ve Paskalya'nın çiçeği olarak yaygınlaşmış.
Zambağın kutsal çağrışımları, aslında Hıristiyanlık döneminden çok daha önceye, onun dünyevi ve sembolik güzelliğini duvarlarına ve eserlerine aktaran Girit’teki Minos Uygarlığına, yani doğu Akdeniz'e kadar uzanıyor. MÖ 1700-1600 yıllarına uzanan bu uygarlıktan geriye kalan, Girit’in kuzeyindeki antik kent Knossos'un saray kalıntılarında ve liman kenti Amnisos'ta muhteşem zambak fresklerine rastlanmış. Girit’in fresklerindeki zambakları, 1900'de Knossos'un tüm arkeolojik sit alanını satın alan zengin İngiliz arkeolog Sir Arthur Evans'a borçluyuz belki ama özensiz kazı ve yanlış restorasyon nedeniyle kimi zambak freskleri onarılamayacak derecede zarar görmüş. Amnisos'taki 'Zambaklar Evi'nin bahçe duvarındaki fresklerinde, basamaklı bir frizin önünde duran beyaz taç yapraklı zambaklar, bir zamanlar civarda yabani olarak yetişen Ak zambaklara (Lilium candidum) a benziyorlar. Minos vazolarında, sürahilerde ve Girit'in güney-orta kesimindeki Aya Triada'nın küçük sarayına ait bir başka natüralist duvar resminde karşımıza çıkan zambak süslemeleri, bu güzel çiçeğin Minos ikonografisinde kutsal bir rol oynamış olduğunu kanıtlıyor.
Minos uygarlığının sona ermesinden sonra zambak bir süre dinsel sembolizmini kaybeder ama Akdeniz topraklarına yayılmaya devam eder. MÖ 7. yüzyılın başlarında, zarif biçimiyle kolayca tanınan trompet zambakları, Asur Kralı Asurbanipal'in Ninova'daki –günümüzun Musul kentinde bulunan- kuzey sarayına ait taştan bir rölyefte karşımıza çıkar örneğin.
Parfüm için ekili beyaz zambakları toplayan eski Mısırlıları gösteren bir başka mezar kabartması, zambakların MÖ 525'teki Pers fethinden önce Mısır'ı yöneten son hanedan olan 26. hanedan döneminde Mısır'a ulaşmış olduğunu doğruluyor. Zambağın parfümünü yapmak için çok büyük miktarlarda çiçek gerekiyor; bu zambak Mısır’ın yerli türü olmadığı için büyük olasılıkla tarımı yapılmış olmalı. Buraya Nil deltasında bir ticaret kolonisi kurmuş olan Yunanlılar tarafından taşınmış olduğu sanılıyor. Firavun mezarlarına bırakılan çelenk ve buketlerde 'nilüferler’' ve diğer birçok çiçeklerle birlikte zambaklar da vardır.
Tanrılarının karmaşık şecere hikayelerinde, başrollerinden birini vermemiş olsalar bile eski Yunanların tatlı kokusundan dolayı sevdiği bir çiçek. İlyada öncesi, Kıbrıs eski edebiyatına ait destansı şiirde, tanrıça Afrodit'i süslemek için hazırlanan kokulu çelenklerde, 'çiğdem, sümbül ve menekşe gibi mevsimlik çiçekler, cenneti çağıran gül goncaları ve nergislerin yanında zambak çiçeklerinin de adı geçer.
Theophrastus da kitabında Avrupa'nın iki yerli türüne uyan en az iki farklı tür kaydetmiş: Birisi Giritliler tarafından ekime alınmadan ve Fenikeliler ve diğerleri tarafından Batı Akdeniz ülkelerine taşınmadan önce Balkanlar'da ortaya çıktığına inanılan Ak zambak yani Madonna zambağı. Diğeri de Theophrastus'un yalnızca söylentilere dayanarak Yunanistan'ın büyük kısmında, Tesalya dağlarından, İyon adaları yetiştiğini yazdığı, kırmızı renkli Turban zambağı (L.Chalceonicum). Avrupa'nın büyük kısmında doğal olarak yetişen Martagon zambağı (L. Martagon) tohumlarının ekildiğinden de söz ediyor.
Kendilerinden önceki Mısırlılar gibi, Yunanlar da parfümlerinde zambak çiçekleri kullanmışlar. Zambak hafif kokusuyla erkeklere tavsiye edilirken, kadınların mür yağı, tatlı mercanköşkle yapılmış daha yoğun bir parfüme ihtiyacı olduğu düşünülüyormuş. Zambak merheminin nasıl yapılacağına dair en açık rehber, MS 1. yüzyılda Anavarzalı Dioscorides'ten geliyor. Zambak yağının, şarapta, mersin yaprağı ve mür gibi aromatiklerle kaynatılıp kakule eklenerek koyulaştırılması gerekiyordu.
Dioscorides, tüm kadın rahatsızlıkları için ve özellikle vulva çevresindeki iltihaplanmayı azaltmak için de zambak yağını önermiş. Ayrıca, yapraklarının yılan ısırması, yanıklar, ülserler ve eski yaralar için kullanıldığını; pullu kafa derisi, varisli damarlarda da etkili olduğunu söylemiş; bağırsaklardan safranın atılmasını kolaylaştırması, idrar sökücü olması bir yana mideye de zarar verebileceği ve mide bulantısına neden olabileceği konusunda da uyarmış.
Dioscorides’in çağdaşı, Romalı Yaşlı Plinius, Doğa Tarihi kitabında, kendisinden önceki Theophrastus gibi, zambağı bir çelenk çiçeği olarak gülden sonra ikinci sıraya koyar. "Hiçbir çiçeğin boyu uzamaz," der, “Bazen üç arşına ulaşır, boynu daima çiçek başının ağırlığıyla bükülür. Çiçeğin aşırı bir beyazlığı vardır, dıştan yivlidir, dibine doğru daralır. Her yerde dışa ve yukarı doğru kıvrılan taç yaprakların kalbinde dik duran safran rengi, ince pistiller var” diye anlatır. Antik Yunanlar gibi Romalılar zambağa mitolojilerinde küçük de olsa bir rol vermişler. Jüpiter'in karısı ve Roma'nın koruyucu tanrıçası Juno’nun çiçeği olduğu söylenir.
İngiliz botanikçi John Gerard, 1597 yılında yazdığı The Herball (1597) kitabında kendi versiyonunu anlatıyor: Roma mitolojisinde Juno'nun göğsünden dökülen sütten yaratıldığı söylenen zambağın 'Rosa Junonis ya da Junos gülü diye de adlandırıldığını yazmış. Gerard'a göre, Jüpiter ve Alcmene'den doğan Herkül, Juno uyurken göğsüne yatırılmış. Onu emzirirken savrulan sütün bir kısmı dünyaya düşüp zambaklara dönüşürken; diğeri de cennete düşerek ‘milky way’i yani bizim samanyolumuzu oluşturur.
9. yüzyılda, Almanya'nın bahçıvan keşişi Walahfrid Strabo (MS 808) bahçıvanlık şiirini zambak ve gülün ayrı ayrı erdemleri üzerine derinlemesine düşünerek bitiriyor Mesih'in kaderiyle ilişkilendirerek şöyle yazmış: “Kutsal sözü ve yaşamıyla O, hoş zambağı kutsadı; ölürken rengini güle verdi. Erken manastır yaşamında hiç şüphesiz yararlı olan zambağı Walahfrid, şarapla kaynatılınca yılan ısırıklarına bir panzehir olarak önermiş.
Orta çağda cennet çiçeği olarak kabul edilen zambak, şaşırtıcı beyazlığı ve her yeri saran tatlı kokusuyla ruhsal ve fiziksel saflığın mükemmel bir sembolüne dönüşür ve ikonografideki yerini sağlamlaştırarak Hıristiyanlığın "Madonna zambağı" haline gelir. Rönesans'ın başlarında, Sandro Botticelli'nin Cestello Annunciation/Müjde (c. 1490) sahnesinde ya da Leonardo da ,Vinci’nin Müjde tablosunda Bakire Meryem önünde diz çökmüş haberci melek Cebrail ile birlikte resmedilen en önemli imgelerden biri.
19. yüzyılda, Pre-Raphaelite sanatçılarından Dante Gabriel Rossetti de Ecce Ancilla Domini! resminde bu sahneyi yeniden yorumlar; onun yarattığı sahnede kanatsız bir Cebrail, üç çiçekli bir zambak dalını yatağından henüz doğrulmuş, yarı uyanık Bakire Meryem’e doğru uzatır. Rossetti'nin zambak dalında, Tanrı'yı ve Kutsal Ruh'u temsil eden iki açılmış zambak ve doğmamış Mesih'i müjdeleyen açılmamış bir tomurcuk vardır.
Bu sahnede, zambağın kadınların rahatsızlıklarını, özellikle de hamile kalma ve doğumla ilgili olanları iyileştirmedeki rolüne de ince bir gönderme var. John Gerard, - gül yağı ile dövülmüş kavrulmuş kırmızı zambak soğanları gibi - kalın bir cam bardakta zeytinyağına batırılarak güneşe tutulmuş beyaz zambak çiçeklerinin rahmi yumuşatacağına inanıyordu. Damıtılmış zambak suyu da kadınların 'kolay ve çabuk' doğum yapmasına ve doğum sonrasını kolay atlatmalarına yardımcı oluyordu.
Zambak, “fleur de lis” adıyla aynı zamanda hanedanların çiçeği… Ama hatırlayacak olanlar vardır, süsenleri anlatırken bahsetmiştim, bu motif bataklık süsenlerine herhangi bir zambaktan daha çok benziyor. Hem Eski hem de Yeni Dünyalarda stilize bir amblem veya motif olarak kullanılan sayısız nesnede çıkar karşımıza “fleur de lis”: Mezopotamya mühürlerinden Yunan, Roma ve Galya sikkelerine kültürden kültüre geçer ve 14. yüzyılda da Fransa krallarının hanedan amblemine dönüşür. Valois hanedanı, Fransız tahtına ilişkin iddialarını meşrulaştırmak için zambak çiçeği üçlüsünü Trinity'nin bir işareti olarak ilan eder ve mesajın doğrudan Tanrı'nın meleğinden, Frankların ilk Katolik kralı Clovis'e geldiği efsanesini pekiştirirler.
16. yüzyılın sonlarından itibaren, Doğu ve Batı'dan gelen yeni türleriyle muazzam bir heyecan yaratır zambaklar. John Gerard’ın Holborn’daki ünlü bahçesindeki bitkileri anlattığı kitabında “the red Lily of Constantinople / Lilium Byzantium” diye kayda düştüğü, koyu mühür mumu kırmızısı taç yaprakları olan bir dağ zambağı da vardır. Çizimlerden de anlaşıldığı üzere, “Sultan zambağı, İstanbul zambağı” gibi isimlerle de anılan Martagon türü bu. Dağlarda yabani olarak yetişen bu türün, günlerce süren yolculuktan sonra İstanbul’da, bahçe bitkileri satan yoksul köylülerden satın alındığı bilgisi de eklenmiş. Bahçesinde olmayan, biçimiyle beyaz zambaklara benzeyen, ama kırmızı üzerine mürekkep lekeleri gibi siyah benekler olan 'Gold red Lillie/Altın kırmızı “ dağ zambağını da anlatmış.
O yıllarda yükselişe geçmiş olsa da Shakespeare'in hayal gücünde zambak, zarafet ve güzellik simgesi olarak daha sessiz bir rol üstlenir. Güzel olanın erdemli davranmakla yükümlü olduğunu söyler 94. Sonede söylediği gibi: “En tatlı şeyler ekşir kötü işler yaparak / Ottan çok daha iğrenç kokar çürüyen zambak” Bunun dışında çok öne çıkan bir çiçek değil eserlerinde…
1600’lerde yeni kıta yavaş yavaş Avrupalıların yerleşimine açılırken Kuzey Amerika’dan da Avrupa’ya zambaklar gelmeye başlar. 1629'da ,İngiliz kraliyet eczacısı John Parkinson, Kanada'nın zarif benekli Martagon'unun (L. canadense) Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya, Makedonya ve Türkiye'den gelen tüm diğerlerinin arasında “en tuhaf zambak” olduğunu söylüyordu.
1630'larda ve yine 1660'larda New England'a seyahat eden İngiliz gezgin John Josselyn, ülkenin her yerinde çalılar arasında büyüyen kırmızı zambakları ve sarı çiçekli dağ zambaklarını keşfeder. Virginian bataklık zambağı (L. superbum), 17. yüzyılın ortalarında Britanya'ya ulaşır ve –yine size bir programda anlattığım- Alexander Marshal’ın çiçek kitabına girer. Daha kuzeyden, Linnaeus’un L. philadelphicum adını verdiği, 'Acadie'nin cüce zambağı' gelir. Diğer birçok Kuzey Amerika zambağı, Amerikan bitki keşiflerinin adlarını onurlandırıyor. Kırmızı, orta kısmı sarı üzerine benekli, Lilium Catesbaei örneğin, onu ilk tanımlayan ve Doğa Tarihi kitabında yer veren İngiliz doğa bilimci Mark Catesby'nin adını taşıyor. Pasifik’in batı kıyısından gelen Kaplan zambağı Alman kaşif ve doğa bilimci Alexander von Humboldt'un doğumunun yüzüncü yılı anısına L. Humboldtii olarak adlandırılmış.
19.yüzyıl 19. başlarında Avrupa, Kuzey Amerika zambaklarını heyecanla karşılıyordu ama Asya zambaklarıyla tanışmamışlardır henüz. Asya zambaklarının iki büyük merkezi - Çin ve Japonya - neredeyse yüzlerce yıldır kapılarını Batı'ya kapatmış, güzel zambaklarını da elbette kendilerine saklamışlardı. Çinlilerin eski çağlardan beri üç çeşit zambak yetiştirdikleri biliniyor: Sabah yıldızı zambağı (Lilium concolor); birçok bahçıvanın "en mükemmel biçimli zambak" olarak kabul ettiği tatlı kokulu Misk zambağı (L. brownii); ve en az iki bin yıldır yetiştirilen Kaplan zambağı (L. lancifolium). Güzelliğine rağmen bu zambakları Çinliler süs bitkileri olarak değil, ilaç ve beslenmeye katkılarından ötürü değerli buluyordu.
Çin'i ziyaret eden ilk bitki toplayıcılarından, 1690'ların sonlarında Fujian'daki Amoy'a (Xiamen) atanan gemi cerrahı Dr. James Cunningham. Chusan Adası'na giderken yasemin ve kuşburnu (Rosa canina) kokan beyaz çiçekli zambaklar bulmuştu. Canlı zambak bitkilerinin Britanya'ya ulaşması için yüz yıl veya daha fazla süre geçmesi gerekecekti. 1803'te Sir Joseph Banks’in Kew kraliyet botanik bahçeleri için gönderdiği bitki toplayıcısı William Kerr’in Londra'ya gönderdiği ilk kargoda, iki zambak türü de vardır. Bunlardan biri, Çin tıbbında kullanılan, Vietnam’da da yetişen, Hong Kong zambağı diye de bildiğimiz L. Brownii, diğeriyse bahçelerin çok sevilen Kaplan zambağı ( L. Lancifolium).
Alis Harikalar Diyarında 1872 yılında yapılan bir gravüründe de kaplan zambağını görebiliriz. "Ey Kaplan-zambağı," diyordu Alice, rüzgârda incelikle sallanan birine seslenerek, "Keşke konuşabilsen!" "Konuşabiliriz," dedi Kaplan-zambağı: "konuşmaya değer biri olduğunda." Kuzey Çin'den gelen benekli bir tür olan yıldız zambağı,( L. Concolor var. Pulchellum) da 1850'de bitki toplayıcı Robert Fortune’un topladığı bitkilerden biriydi.
Japon zambakları da benzer bir heyecan yaratır. 1603'te Portekiz ve İspanyolları sınır dışı ettiğinden beri Japonya, yalnızca Hollandalıların ve Çinlilerin ticaret yapmasına izin veriyordu. Ticaret için ülkeye girmesine izin verilenler de Nagasaki Körfezi'ndeki Deshima adasında sürekli gözetim altında tutuluyordu.
17. yüzyılın sonlarına doğru Deshima'ya gelip, iki yıl kalan ve –bugün Tokyo olan- başkent Edo'yu ziyaret eden Alman doğa bilimci ve doktor Engelbert Kaempfer, yanında topladığı bitkileri bir kutuya saklayarak beraberinde götürmeyi başarmıştı. Bunlardan yapılan çizimler, seyahatlerini yazdığı kitabında, dört yüz kadar Japon bitkisini tanımlamasında yararlı olacaktı. Bunların arasında parlak kırmızı renkte Japon zambağı (L. Speciosum) da vardır. Avrupa'ya Botanical Register dergisinde övgüyle bahsedilir ondan: “Daha önce bildiklerimizin ötesinde bir güzelliğe sahip olmasının dışında, yakut ve lal taşına benzeyen berraklığı, koyu gül rengi çiçekleriyle bahçelerde ışıldarken, petunya gibi tatlı kokular da yayıyor”
Kaempfer'in ardından Linnaeus'un çırağı, İsveçli botanikçi Karl Pehr Thunberg, 1775'te Deshima’ya gelerek 'biraz dikkatsiz olsa da hevesli bir botanikçi' dediği İskoç bitki avcısı Francis Masson ile güçlerini birleştirir. Thunberg, aslında Çin menşeli olan bitkilere 'japonica' etiketini verip Flora Japonica’da yayımlamıştı. İlk topladığı ve doğru bir şekilde L. japonicum adını verdiği güzel pembe bir rengi olan Japonya'nın Bambu zambağı konusunda haklıydı sadece. Deshima’daki diğer başarılı bitki toplayıcılarından Bavyeralı Philipp von Siebold, -göz ameliyatları yaparak, dpktorluk avantajını kullanarak Japonya’nın yasaklı bölgelerine ulaşmayı başardığını anlatmıştım bir programımda- birçok canlı örneği yanında götürmeyi başarmıştı. Bu bitkiler arasında onu Avrupa ile tanıştıran ilk kişi olduğu için Kaempfer’in adı verilen canlı kırmızı renkte L. Speciosum Kaempferi de vardır.
En çok sükse yapan türlerinden biri de John Gould Veitch’in toplayıp 1862 yılında Royal Horticultural Society’de tanıttığı Japonya’nın altın ışınlı zambağı L. Auratum olmuştu. Gardener’s Chronicle dergisinde, boyut, güzellik ve enfes renkleriyle tüm zambakların en güzeli olduğu ve bir odayı dolduracak kadar portakal çiçeği kokusu yaydığı anlatılıyordu.
Zambakların Batı’da popülaritesinin giderek yükselmesiyle, bahçelerden sonra edebiyat ve sanata da girmeye başlar. İskoç tasarımcı Christopher Dresser, Japonisme akımının yaşandığı yıllarda Japon resimlerinin güçlü sadeliğine nasıl ulaşacaklarını öğretmek için zambağı kullanıyordu örneğin. Japon Japonsanatı, mimarisi ve sanat ürünleri üzerine etkili kitabında "Zambak muhteşem bir şekilde çizilmiş" diyordu, “Çizginin derinliği, hassas dokunuş, taramalardaki netlik, sanatçıya cazip geliyor; onun yapraklarıyla karışan çimenler, deseni yumuşatıyor.” Sanatta zambağın temsili 20. yüzyıl başlarında kıvrımlı stilize bitki formlarıyla popüler olan, Jugenstil hatta Lilienstil diye de anılan Art Nouveau ile olur. Bu akımın önde gelen sanatçılarından Çek sanatçı Alphonse Mucha, Comédie Française’de sahneye çıkan Sarah Bernardt’ı başında zambaklarla resmetmişti.
Zambak ilham verici bir çiçek, birçok eserde yerini bulmuş ama epey karışıklık var dediğim gibi, Grigory Petrov’un kaleme aldığı, Finlandiya’nın kuruluşunu ve bataklıklar ülkesinden nasıl beyaz zambaklar ülkesine dönüştüğünü anlattığı Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabında bahsedilen çiçekler zambak değildir örneyin, Finlandiya’nın ulusal sembolü müge çiçekleri (Covallaria majalis)tir. İngilizcesi lilly of the valley, vadinin zambağı bu çiçeğin…
Zambak,Osmanlı’da da has bahçelerde, Karamemi’nin natüralist tezhiplerinde ve esanslarında yerini almış. Yabani türler arasında, nesli tükenmek üzere olan Mis /Akkuş zambağından da söz etmeliyim. Ordu’ya bağlı Akkuş kırsalında, dağlık bölgede bulunup 1998 yılında "Lilium Akkusianum" adıyla literatürde yerini almış. Batı Anadolu’da (İzmir, Karaburun, Söke-Bafa Gölü, Marmaris-Bozburun), İzmir-Antalya arasındaki bölgede yetişen zambağın tek özelliği güzelliği değil; bitkiden elde edilen yağ ilaç yapımında kullanılıyor. Bilinçsizlik nedeniyle nesli tükenmekte olan bitkilerimizden biri ve koparıldığında yüksek cezalar var neyse ki…