Doğu kültüründe masumiyetin sembolü, "ağlayan gelin" de dediğimiz, nadir çiçeklerimizden ters lalelerin hikayesini anlatıyoruz…
Ters lale demişiz ama zambakgillerden (Liliaceae), aynı aileye ait başka cins bitkiler bunlar. Bilimsel adı Frittilaria. Soğanlı ve çok yıllık olan bu bitkiler, kalker kayalıklardan makiliklere, dağlık steplerden denize yakın kayalık ve kumlu alanlara çok farklı habitatlarda yaşayabiliyor. Soğuğa dayanıklı olduğu için yayılım alanları deniz seviyesinden 3000 metrelere kadar çıkıyor. Şubat ve haziran ayları arasında açan, göz alıcı çiçekler bunlar…
Ters lale cinsinden en çok aşina olduğumuz -pek çok çiçek kitabında da karşımıza çıkan iki tür; 16. yüzyıldan beri Avrupa’nın en popüler bahçe bitkileri olmuş. Birisi, damalı taç yapraklarıyla pek zarif görünen Frittilaria meleagris. Diğeri de ondan daha heybetli olan turuncu ya da sarı renkli çan biçiminde çiçekleri olan, bizim “ağlayan gelin” dediğimiz- Frittilaria imperialis.
F. meleagris türü, Avrupa ve Batı Asya menşeli; Avrupa bahçelerine Fransa’dan alınıp getirilmiş ama F. imperialis İstanbul’dan gitmiş. Koruma altında olan nadir çiçeklerimizden biri… Adıyaman’da, Hakkari’de, Van’da, doğu ve güneydoğuda doğal olarak yetişiyor. Varlıkları kaçak toplamaya çalışanlar yüzünden tehdit altında maalesef. Büyük cezalar var neyse ki… Bu çok bilinen türlerin dışında, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi’nin hazırladığı bizimbitkiler.org sitesinde 35 ters lale türü listelenmiş, bunların 17’i ise endemik, yani sadece bizim topraklarda yetişiyor. Halk arasında birçok isimle anılıyor bu güzellikler… Ağlayan gelin, taç şahı, imparator çiçeği, şah tuğu, dağ lalesi, ters kupa, mungur, tönbek gibi isimleri var…
Bu listede olmayan yeni bir tür de var; iki yıl önce Fethiye’de iki doğa yürüyüşçüsünün Akdağ yükseklerinde keşfettiği bir ters laleyle ilgili bir haber okumuştum. Sonra yapılan bilimsel çalışmalarla bir başka türe ait olduğu saptanmış ve literatüre girmiş. Bitkinin isminin popülasyonunu ilk keşfeden Rıfat Özdemir ve Bülent Elmas'ın soyadlarına atfen fritillaria ozdemir-elmasii adı verilmiş. Türkçe adı ise "haslale".
Düğünçiçeğigiller (Ranunculeae) ailesinden gelen kimi anemonlar da dilimize lale olarak girmiş; biraz işler karışıyor burada. Taçlı kır lalesi, güllale, kuşlalesi, cinlalesi gibi yerel adları var. Bugün daha çok Frittilaria cinsinden bahsedeceğiz ama aynı ailenin diğer cinsi olan, yabani lalelerle ilgili de birkaç örnek vereyim. Orta Asya ve Kafkaslarda çeşitlenip Anadolu’ya ve dünyaya yayılmış laleler; bizde yetişen 18 yabani lale türü var. Sarı lale (Tulipa sylvestris), Manisa lalesi de dediğimiz Türk lalesi (Tulipa orphanidea), bir Orta Doğu türü olan canlı kırmızı renkte kaba lale (Tulipa agenensis), alev gibi sarı kırmızı taç yaprakları olan Güneydoğu’ya özgü Halep lalesi (Tulipa aleppensis) ve Amasya lalesi gibi… Amasya lalesini ilk kez 1894 yılında İngiliz botanikçi John G. Baker tanımlamış; bilimsel Tulipa sprengeri adını da Amasya’dan bu soğanları getiren firmanın ortağı Carl Sprenger’dan almış. Avrupa’ya götürüldükten sonra bilim dünyasına tanıtılarak birçok bahçede yetiştirilmeye başlamış ama bu güzel, parlak kırmızı renkli yabani türle ilgili son kayıt, 1896 tarihinde düşülmüş. Birçok yerli ve yabancı araştırmacı kaybolan bu laleyi bulmak için çalışma yapmış ama 123 yıl sonra, geçen yıl Türkiye’ye özgü bu endemik türün doğadaki varlığının sona erdiği rapor edilmiş. Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi, lalenin Türkiye’ye geri getirilmesi için 2015’te, bir proje başlatmış; soğan ve tohumları İngiltere’den Amasya’ya getirerek yeniden anavatanına dönmesini sağlamış.
Frittilarialara, yani ters lalelere geri dönersek… Anadolu’daki türlerinden bahsettim; Çin’de ve Japonya’da da yetişen türleri var. Çincede bei mu deniyor; geleneksel bitkisel tedavinin en yaygın ve popüler çiçeklerinden biri. Bu da onların varlığını tehdit ediyor tabii. Öksürüğü, balgamı gidermek, soğuk algınlığı, solunum yolları ve akciğer rahatsızlıklarını tedavisinde kullanmışlar. Çin tıbbında, meme ve akciğer kanserinin tedavisinde de kullanıldığına dair bir bilgi var. Doğadan toplanan soğanlarının kurutulup öğütülüp sulandırmasıyla elde ettikleri geleneksel ilaçlarını, bugün hap olarak da üretiyorlar. Çin tıbbının popüler bitkilerinden olduğu için pek çok türün tarımı da yapılıyormuş.
Yabani türler çoğunlukla Çin’in batı ve güneybatısında kalan bölgelerden. Sincan’da, Kazakistan sınırında yetişen en yaygın tür, sarı çiçekleri olan Frittilaria pallidiflora. 20 cm kadar boylanabilen, geniş yapraklı, sarımsı yeşil çan biçimli beşli çiçek başları var. Himalayalarda Yünnan, Siçuan ve Tibet’te, koyu renkli çiçekleri olan Frittilaria cirrhosa da yabani olarak yetişiyor. Çok değerli bitkiler tabii bunlar; o yüzden tarihte pek çok bitki toplayıcısı, dağları arşınlayıp onların peşine düşmüş.
Çin’de en çok yetiştirilenlerden bir diğeri de zhe bei mu diye bilinen, açık yeşil damalı çan biçimli çiçekleri olan Frittilaria Thunbergii. Asya’ya özgüters lalelerden Batı literatürüne giren ilk tür bu. İsveçli botanikçi Carl Peter Thunberg keşfedip tanımlamış. Thunberg, 1775 yılında, Japonya ve Avrupa arasındaki ticaret tekelini elinde bulunduran Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin doktoru olarak Japonya’ya gittiğinde, liman kenti Nagasaki yakınlarında yaşamış. Orada kaldığı üç yıl boyunca birçok Japon bitkisi toplayıp, çizme ve araştırma fırsatı bulmuş. Tokyo’ya yılda bir yapılan teftiş ziyaretinin dışında Hollandalıların anakaraya ayağını basması yasaktır ama Thunberg kimi Japon memurları ona bahçe bitkilere getirmeleri için ikna edebilmiş.
Thunberg’in çizdiği ve preslediği Frittilaria, 1776 ya da 1777 yılında bir Japon bahçesinden alınmış. Başta bitkiyi tanımlarken, soğanlı olduğunu fark etmediği için farklı bir tür olduğunu düşünmüş, çok daha sonra botanikçiler tarafından bunun bir ters lale türü olduğu keşfedilip onun adı verilmiş. Çinliler bu bitkiyi de bugün tıbbi amaçlarla yetiştiriyorlar.
En popüler iki türü olan F. imperialis ve F. meleagris farkli kültürlerde nasıl yer bulmuş, ona dönelim tekrar… Lale tarihi üzerine nefis bir kaynak olan, Gül İrepoğlu’nun Doğada, Tarihte, Sanatta Lale kitabına da başvuracağım zaman zaman…
F. imperialis (ağlayan gelin ya da imparator çiçeği) Firdevsi’nin İran efsanelerini anlattığı manzum destane Şehname’de ortaya çıkar örneğin. Onurlu genç bir prens olan Siyavuş, kıskançlık yüzünden iftiraya uğrayınca, atıyla ateşin içinden geçip masumiyetini kanıtlasa da sonunda kral Efrasiyab tarafından öldürtülür. Ve haksız yere öldürülen genç prensin kanından, her bahar ırmak kenarında, onun masumiyetini simgeleyen “per-i Siyâvuşân” veya “hûn-i Siyâvuşân” adlı kırmızı çiçekler bitmeye başlar. Onun acı ölümüne üzüldükleri için boyunları büküktür bu güzel çiçeklerin… Firdevsi’nin dizelerinde canlandırdığı gibi:
O anda yeşerdi o kandan bir bitki
Allah’tan başka kim bilir ki o nasıl çıktı
Gösteririm şimdi ben sana o bitkiyi
Hemen dersin, o Siyavuş’un kanı
Ferhad ve Şirin efsanesinde de yeri var. Uğruna dağları deldiği biricik aşkına kavuşamayınca canına kıyan Ferhad’ın toprağa akan kanının her damlası kırmızı lalelere dönüşür. Farklı çeşitlemelerde bazen kırmız gül, bazen anemon olur o çiçek ama o topraklarda yetişen ağlayan lalelere de yakışan bir efsane. İranlı Hafız-i Şirazi, 14. yüzyıldan seslenen dizelerinde bahsetmiş:
Şirin’in dudağının hasretiyle görüyorum henüz
Laleler filizleniyor kanlı gözyaşlarıyla Ferhad’ın
Yoksa lale biliyordu vefasızlığını zamanın
Bırakmadı elinden şarap kadehini doğuştan ölünceye dek
1630’larda bir Taç Mahal’da yatan Şah Cihan’ın oğlu Babür prensi için hazırlanan Dara Shikoh Albümü’nde, İran minyatürlerinin arasında tek başına çizilen çiçekler arasında bu güzelim imparator çiçeği de vardır.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de rastlıyoruz bu çiçeğe… Anadolu ve İran’da gezerken gördüğü laleleri de kayda düşmüş; Bitlis, Diyarbakır ve Van’da bolca yetişen türlerden; çoğunlukla, dağlık kayalık bölgelerde yabani laleler gördüğünden bahseder: “Diyarbakır Kara Amid Kalesi… Gerçi yalçın kaya üzerindedir ama yüksek dağın en tepesi geniş yeşillik ve lalelik bir alandır.” Burada hangi tür laleden bahsettiği meçhul ama frittilaria olması akla yakın görünüyor. Diyarbakır’dan Van’a doğru çıktığı yolda da hep yabani laleler çıkar karşısına: “Bir lalezar ovada, bağlı ve bahçeli mamur Yarmeni köyüdür… Kaya kaya üzerinde olduğundan hendeği yoktur. Fırdolayı büyüklüğü malumum değildir. Zira meşhur büyük kalelerden olmadığından adımlamadım, ama kalenin kuzey tarafında bir yeşillik ve lalelik yerde bin kadar pak toprak ile örtülü mamur haneleri vardır; tamamen bağ ve bahçe içindedir.”
Bahsettiği lalelerin bir kısmı ters lale türü de olabilir elbette… Halk şiirinde de sıkça yer bulur kendine. Karacaoğlan’ın 17. yüzyıl Anadolu’sunu anlatan koşmalarında, sümbülle beraber lale de dizelere baharı getiriyor:
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
Sevdiğim dağların salında kaldı
Bir yanı lale de bir yanı sümbül
Gönül mürüvvetsiz gelinde kaldı….
Ya da Aşık Veysel sevgiliye özlemi anlatırken bahseder:
Veysel ördek olsun sen göl yârim
Yeter artık kerem eyle sen gel yârim
Lale sümbül mor menekşe gül yârim
Sen bir çiçek olsan ben bir yaz olsam…
…ya da bir başka türküsünde…
Lale der ki ey Allahım
Benim boynum neden eğri
Yardan ala ayrı düştüm
Benden ala çiçek var mı?
“Boynum neden eğri diye soran” bizim yabani ters lalelerimizden biri olmalı…
Evet, Batılılar da boşuna cazibesine kapılmamış bu çiçeklerin. 16. yüzyılda, laleler, süsenler, sümbüller, anemonlar, nergis ve zambaklarla İstanbul’dan taşınınca; Batı da o tarihe kadar görülmemiş rengarenk ve birbirinden farklı çiçeklerin akınıyla karşılaşmış olur. Frittilaria imperialis Avrupa’ya ulaştıktan kısa bir süre sonra İngiliz botanikçi John Gerard, çiçeklerinin iç kısmında gözyaşı damlaları gibi nektar akıtan, organlarını “doğunun incileri” diye tarif etmiş, İran’da efsaneden de etkilenerek. Kral Solomon’un Ezgilerin Ezgisi’nde “Dudakları zambak gibi… Mür yağı damlatıyor” dizesinde bahsedilen zambakların Frittilaria imperialis (ağlayan lale) olabileceğinden söz etmiş bir mektubunda.
Carolus Clusius’un 1601 yılında Antwerp’te basılan Rarorium Plantarum Historia (nadir bitkilerin tarihi) kitabında, Fritillaria meleagris’in bir çizimi ve oldukça ayrıntılı bir açıklaması var. Fransa’da da yetişiyor bu tür ama bizim topraklardan da gitmiş ilk ters lalelerden biri de olabilir. Meleagris, damalı görünümlü taç yapraklarıyla Avrupa’da chess-flower yani “satranç çiçeği, Lazarus çanı, kurbağa kupası, sarkık lale gibi isimlerle de anılırmış. Leper-lily de demişler; cüzzamlıların boyunlarına taktığı çana benzettikleri için olsa gerek. Örnek ona ulaştığında Clusius, bu cinse Frittilaria adını verirken, herhalde çiçeklerin biçiminden dolayı Latince’de zar kupası anlamına gelen fritillus sözcüğünü kök olarak almış.
Sadece botanikçiler ve bahçıvanlar bilmiyordu elbette bu çiçekleri. Sanata, edebiyatta da yerini bulur. Shakespeare Kış Masalı’nda Perdita, kaybolmuş olan bahar çiçekleri arasında ağlayan laleyi de sayıyor. Tudor İngiltere’sinde yaşayan Shakespeare, botanik çalışmalarını yakından takip eden biri ve seçtiği hiçbir çiçek de rastlantısal değil. O dönemin ünlü botanikçisi John Gerard’ın The Herball (1597) kitabını referans aldığı da şüphesiz.
Flaman ve Fransız çiçek resimlerinde güller ve zambaklar arasında -tam adına yakışır biçimde- baş tacı olur yine Imperialis, yani ağlayan lale. Çiçekleri, meyveleri ve böcekleri inanılmaz detaylarla çizdiği ölü doğa resimleriyle bilinen 18. yüzyılın Flaman ressamlarından Jan van Huysum da ölümsüzleştirir ters laleleri. Farklı mevsimlerde açan ve o zamanın koşullarına göre aynı anda birlikte var olması mümkün olmayan çiçekleri tek bir vazoda buluşturduğu o “imkansız çiçek buketlerinde” ters laleler de başroldedir. Mesleğinin başında Jan van Huysum ile tanışma fırsatını yakalayan Pierre Joseph Redoute’un 1800’lerin başında, Josephine’in bahçesinden çizdiği F. imperialis yine bu çiçeğin en güzel betimlemelerinden biri…
Balthasar van der Ast’ın 1600’lerin ortalarında (1640-1650) yaptığı vazoda çiçeklerde o zamanın çok popüler çizgili lalelerin, nergis ve sümbüllerin yanında bir Frittilaria meleagris de vardır. Evet müthiş bir ilham kaynağı, botanikçiler için olduğu kadar sanatçılar için de…