Botanitopya'da küresel pandeminin etkisini göstermesinin ardından şifalı yönleriyle gündeme gelen laden ve mürver bitkilerini konuşuyoruz.
Benan Kapucu: Botanitopya'ya, bitkiler aleminin tuhaf ve muhteşem dünyasına hoşgeldiniz. Bugün “şifa bahçesinden” seçtiğim iki bitkiyi anlatacağım size. İlki “giritgül” de dediğimiz laden, ikincisi mürver bitkisi.
Pandeminin hayatımızı kuşattığı günden beri bu iki bitki iyileştirici özellikleriyle gündeme gelmeye, araştırma konusu olmaya başladı. İki yıldan uzun süredir devam eden ve milyonlarca ölüme yol açan küresel pandemi bize patojenlerin günlük yaşamlarımızı altüst edebileceğini ve büyük acılara sebep olabileceğini hatırlattı. Her yıl yüzbinlerce insan mevcut antibiyotiklerin savaşamadığı antimikrobiyal dirençli enfeksiyonlardan hayatını kaybediyor. İlaçlara direncin artması, terapötik işlevlere sahip bitkilere yönelimi de arttırıyor.
1800’lerin sonlarında sentetik ilaçlar ortaya çıkmadan önce çoğu ilaç bitkilerden, hayvanlardan ve minerallerden elde ediliyordu. Etnobotanikçi Cassandra Leah Quave, The Plant Hunter: A Scientist's Quest for Nature's Next Medicines adlı kitabında dünyada bilinen 374 bin bitki türünden en az 33.443’ünün tıbbi kullanımıyla ilgili bilgimiz olduğunu söylüyor. Keşfedilmemiş türler bir yana, bildiğimiz bitkilerin yüzde 90’ından fazlasının potansiyel tıbbi değerine hâkim değiliz. Etnofarmakoloji isimli bilim dalı yeni ilaçlar geliştirmek ve yeni bitki bileşiklerini keşfetmek için geleneksel tedavide kullanılan bitkileri mercek altına alıyor.
Sibthorp’un Flora Graeca'sından Laden tasviri
Ladenin insanlarla iç içe geçen 3 bin yıllık tarihi
Yota Batsaki’nin Jstor Daily’de yayımlanan “Cretan Rockrose” başlıklı makalesinden yararlanarak aktarıyorum, Girit gülünü anlatırken bu makaleye sıklıkla başvuracağım. Yazılı ve sözlü kaynaklarda Akdeniz Bölgesi’nin zengin bir tıbbi gelenekler geçmişine sahip olduğu ve bu tür araştırmalar için verimli bir zemin oluşturduğu ifade ediliyor. Girit gülü yani laden, Akdeniz florasının güçlü, dirençli, şifalı bir bitkisi. Latince adı cistus creticus. Genellikle bir metre yüksekliğe ulaşabilir ve çorak topraklarda, zorlu koşullarda yetişebilen dayanıklı bir çalıdır. Bünyesindeki suyu korumak için yaz aylarında yapraklarını beş kat küçülterek Akdeniz sıcağına uyum sağlar. Bu bitkinin tohumları da çok dayanıklıdır. Yıkıcı bir orman yangınından sonra filizlenebilir ve bu da ona ekolojik bir avantaj sağlar. Güzel, narin görünümlü, pembe, mor veya beyaz çiçekler açar ve Akdeniz'in her yerinde birçok alt türü ve melezi vardır. Ama cistus creticus yani giritgül de dediğimiz laden esas olarak Girit Adası'nın kıyılarında yetişir. Türkiye'de Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki maki alanlarında da yaygındır. Park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen türleri de vardır. Karaçam ormanlarında görülen defne yapraklı laden cistus laurifolius, Çeşme’ye özgü cistus monspeliensis ya da adaçayı yapraklı laden cistus salviifolius gibi beyaz çiçekli türleri de vardır. Laden şifalı yönleriyle yeni dikkat çekmeye başlasa da bitkinin 3 bin yıldır insanlarla iç içe geçen bir tarihi var.
Laden, ünlü Mavi Kuş freskinde de temsil ediliyor
Giritgüle dair belgelenmiş ilk referans antik Mısır'ın firavun dönemine uzanıyor. Christos Ganos’un “Cistus creticus: A tough little plant with history as old as Europe” başlıklı makalesinden aktarıyorum: MÖ 1550’ye kadar uzanan en eski farmasötik metin olarak kabul edilen Ebers papirüslerinde Mısırlıların bitkilerden elde edilen reçineyi afrodizyak balsamı, kolera önleyici ilaç olarak ve mumyalama için kullandığı yazıyor. Bitki, Girit’te hüküm süren ve ilk Avrupa uygarlığı olarak kabul edilen Minos uygarlığında da geniş bir kullanım alanına sahip. O yüzden Minos fresklerinde de temsil ediliyor. Uzmanlar Girit'teki Knossos Sarayı’nda bulunan ünlü Mavi Kuş freskinde üst köşede görülen çiçeği giritgül olarak tanımlamış.
Antik çağlardan beri nadir tıbbi bitkileriyle bilinen Girit Adası, biyoçeşitliliğin de sıcak noktalarından biri. O yüzden bu ada, antik kaynaklarda kaydedilen botanik zenginliklere kendi gözleriyle tanık olmak isteyen Avrupalı doğa bilimciler için bir hac olmuş ve yıllar boyunca ziyaret edilmiş. Seyahatnamelerde de sıkça adı geçiyor. Örneğin Pierre Belon, 1548 yılında o zamanlar bir Venedik kolonisi olan Girit'i ziyaret etmiş ve sıcak güneş altındaki zahmetli reçine toplama işini anlatmış.
Bernard Randolph, 1687 yılında Ege Takımadaları eserinde ladene referansta bulunarak Venedikliler tarafından "oldani" diye adlandırılan ve yine onlar tarafından satın alınıp Venedik’e gönderilen bir ilacı anlatıyor. Fransız botanikçi Joseph Pitton de Tournefort, yine 1700 yılında adaya yaptığı ziyarette laden reçinesinin hasadını gözlemliyor. Onun ayak izlerini on yıl sonra İngiliz Botanikçi John Sibthorp takip ediyor. Sibthorp’un Flora Graeca kitabını bir programda anlatmıştım. Laden çiçeğinin o narin güzelliğini gösteren, elde boyanmış muhteşem bir resim de vardır bu kitapta. Laden çalılarıyla ilgili gözlemlerine dair şunlar yazılmıştır:
Saat altıda köyden ayrıldık. Topraklar daha çoraklaşmaya başladı. Tepeler cistus creticusile kaplıydı. Bazı topraklara mısır ekilmişti ama bunları da sürüler halde uçup her yeşil bitkiyi yok eden kanatlı çekirgeler neredeyse yutuyordu. Deve dikeni ailesinin dikenli bitkileri dışında hiçbir yeşillik çekirgelerin tahribatından kurtulamadı. Beş saat sonra Peristerona'ya vardık. Burada arkadaşlarımı beni beklerken buldum. Yol üzerinde biraz ot toplamıştım. Peristerona'dan ayrılarak beş saat boyunca bir ovada seyahat ettik ve gün batımında Lefkoşa'dan biraz uzaktaki Başmelek Manastırı’na vardık. Manastırın yakınında kişniş ve mısırların arasında yabani olarak büyüyen tereyi gözlemledim.
Yaprakların yüzeyindeki salgı tüyleri benzersiz aromatik ve tıbbi özelliklere sahip. Üç yüzden fazla kimyasal bileşik içeren “labdanum” denen bir reçine salgılıyor. Güneydoğu Akdeniz'de labdanum toplamanın çok enteresan yöntemleri var. Bu reçine toplama yöntemlerinden 2.500 yıl önce tarihçi Heredot da bahsetmiş. Keçiler otlarken onların sakallarında katılaşan reçineleri elle ayıklamak bu yöntemlerden biri. Diğer yöntem de üzerinde kayışları olan yay şeklinde bir aletle toplamak. Çalılar reçine toplamak için bu aletle taranıyor ve alet kazınarak çeşitli reçine topakları elde ediliyormuş. Laden reçinesi sıcak yaz günlerinde, öğle saatlerinde hasat ediliyormuş. Kuzey Girit'te kimi köylerde reçinelerin hâlâ bu aletle hasat edildiği söylenir.
Giritgül, 17. yüzyıl sonlarında adanın Osmanlılarca fethedilmesinden sonra tıbbi bitki olarak belirsiz bir tarihe sahip oldu. Avrupa'da kullanılmıyor ama kendi adası Girit'te değer görmeye devam ediyor. Girit'te geleneksel tedavilerde, grip, öksürük, böbrek taşı ile mücadelede çayı yapılıyor. Reçinesi, Rum Ortodoks Kilisesi'nin törenlerinde kullanılan kutsal mesh yağı yapımında kullanılıyor. İncil zamanlarından beri tütsü, parfüm ve kozmetikte ve birçok hastalık için merhem olarak kullanılmış. Dioscorides Pedanius, 16. yüzyıl boyunca Avrupa ve Ortadoğu'daki en önemli farmakolojik çalışma olan De Materia Medica’da tıbbi kullanımından bahsetmiş. Kulak ağrısına bir çare ve idrar söktürücü olarak tanımlamış bu reçineyi. Orta Çağ döneminde Bizans, İtalya ve Kuzey Batı Avrupa'da tıbbi müstahzarların ve parfümlerin bir bileşiği olarak da karşılaşıyoruz. Bugün de gıda takviyesi, bitkisel ilaç, kozmetik gibi terapötik kullanımları mevcut. Kayagülü içeren, reçetesiz satılan ürünler çok yaygın. Antioksidan, antiviral ve antibakteriyel etkileri üzerine yapılmış çokça bilimsel araştırma var. Birçok yararlı etkisi de kanıtlanmış.
Girit'teki Knossos Sarayı’nda bulunan ünlü Mavi Kuş freski
Hipokrat’ın “ilaç sandığı” adını verdiği bitki: Mürver
Değeri yeniden anlaşılmış bir diğer bitki de mürver. Mürverin yeniden yükselişinin nedeni Covid-19’un ortaya çıkması. Tedaviler konusundaki belirsizlik nedeniyle insanlar bağışıklıklarını güçlendirmek için giderek doğal ilaçlara yönelmeye başladı. Şifalı mürver meyvesinin hem Avrupa'ya özgü en yaygın türü olan kara mürver yani sambucus nigra, hem de Kuzey Amerika'ya özgü olan Kanada mürveri sambucus canadensis türü toplanıyor. Botanik özelliklerine baktığımızda, kışın yaprağını döken mürverin en çok on metre kadar boy atan ağaç, çalı ya da otsu formda türleri var. Yaprakları genellikle iki çift veya bir tek olmak üzere beş parçadan oluşuyor. Çiçekleri beyaz, sarımsı ya da açık pembe renkli ve keskin kokulu olabiliyor. Küçük çiçekleri yayvan bir şemsiye ya da salkım biçimi oluşturarak açıyor ve olgunlaşınca altı ile on milimetre çapında yuvarlak, parlak, siyah renkli meyvelere dönüşüyor. Meyvelerin içinde kan kırmızısı meyve özü ve uzun, oval biçimli, üç veya dört tohum bulunuyor. Ormanlık alanların funda toprağını seven kara mürver, döktüğü tohumlar yoluyla çoğalıyor. Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika'da yetişiyor. Tek odunsu türü olan sambucus nigra yani kara mürver, Karadeniz Bölgesi’nde yaygın olarak görülüyor. Mürver çalıları genellikle alçak ve ağaçlık alanlarda, dereler veya nehirler boyunca, yol kenarlarında ya da arka bahçelerde yetişebiliyor.
İnsanoğlunun mürvere olan düşkünlüğü uzun bir geçmişe dayanıyor. İsviçre'de neolitik kutup evlerinde bulunan tohumlar, MÖ 2000 gibi erken bir tarihte ekildiğini ve o tarihten çok daha önce keşfedildiğini bize gösteriyor. Hipokrat, uygulama alanının yaygınlığı nedeniyle MÖ 400’de mürvere “ilaç sandığı” adını vermiş. Onun bu gözlemi yüzyıllar boyunca Avrupalıların ve Kuzey Amerika yerlilerinin şifa geleneklerinde de kanıtlanmış. Mürver dalları kem gözlerden ve kötü büyüden korunmak amacıyla evlere asılmış, gövdesinden çalgılar yapılmış. Mürver, Latince adındaki sambucus ve Grekçe’de mürver dalından yapılmış bir tür flüt için kullanılan sambuca kelimesinden kökleniyor. İngilizce’deki karşılığı olan elderberry sözcüğündeki elder ise Anglosakson dilinde ateş anlamına gelen eld sözcüğünden kökenleniyor. Zira bu çalının içi boş odunsu gövdesi, çıra gibi ateşi canlandırmak için kullanırmış. Pagan Avrupası'nda mürverlerin büyülü olduğuna, Yaşlı Anne adlı bir perinin içinde bekçilik ettiğine inanılırmış.
İngiliz ve İskandinav folklorunda eğer mürver ağaçları rahatsız edilirse, odun için kesilirse bu perinin odunu eve kadar takip edeceğine ve evdekileri rahatsız edeceğine inanılırmış. 18. yüzyıl yazarlarından Trogillus Ankiel, toplama esnasında reverans yapılarak bitkiye “Leydi Ellhorn, bana odunlarınızdan biraz verin. Ben de ormanda büyüdüğünde, benimkilerden size vereceğim.” diye seslenmek gerektiğini, eğer sessiz kalırsa talebin kabul edilmiş sayılacağını yazmış. Periler beşiği ve bebeği çalmasın diye mobilyaların, özellikle beşiklerin mürver ağacından yapılmaması gerektiği de halk söylentilerinde dile getirilmiş. Ortaçağ köyleri ve Kuzey Amerika yerleri bitkinin bir kısmını kendileri için toplarken bir yandan bitkiye hediyeler de sunarlarmış.
Cherokee ve Mikasukice kabileleri, bitkisel ilaçlarını üflemek için mürver ağacından yapılmış kutsal borular kullanırlarmış. 1754’te yayımlanan The Family Herbal kitabında mürverin zamanında alındığında kalp yetmezliğini giderebileceği yazıyor. Bu metne göre meyveleri şarap yapmak için kullanılabiliyor ve biraz şekerle kaynatılırsa soğuk algınlığı ve boğaz ağrısına iyi geliyor. Şifa kitaplarında bolca adı geçiyor ama 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında laboratuvar biliminin ortaya çıkması ve tıbbın profesyonelleşmesiyle birlikte mürver gibi bitkiler ve onları kullanan şifacılar bilimsel tıp kanalından sürgün edilerek tamamlayıcı veya alternatif tıp alanına indirgenmiş oldu. Mürver gibi doğal ilaçlar ana akım bilimsel uygulama dışında bırakılsa da bazı topluluklarda asla modası geçmiş değil. Margo Williams'ın Jstor Daily’de yayımlanan “Elderberry” başlıklı yazısından aktarıyorum: Etnobotanik ve tıbbi bitki uzmanı Sage LaPena, Kaliforniya Üniversitesi ile yaptığı bir röportajda mürverin en önemli geleneksel ilaçlardan biri olduğunu ve kullanmayı hiç bırakmadıklarını dile getiriyor.
Mürver uzun zamandır yerli şifacılar tarafından ateşi ve şişliği tedavi etmek, hastayı terletmek için kullanılıyor. Mürver üzerine odaklanan, yayımlanmış, hakemli bilimsel çalışmaların ve klinik denemelerin sayısı 1990’ların sonunda büyük ölçüde artmış. Mürverin bağışıklık sistemlerimizi güçlendirdiğini, influenza gibi virüslerle savaşma yeteneği olduğunu öne süren çalışmalar var. King's American Dispensatory’de açıklandığı gibi mürver bir progratif olarak ateş veya terlemeyi tetikleyen, vücutta bağışıklık hücrelerinin enfeksiyon bölgelerine ulaşmasını sağlayan, doğuştan gelen bağışıklığımız için hayati önemi olan küçük proteinler içeriyor. Mürverin viral soğuk algınlığı ve grip semptomlarını hafifletmedeki etkinliğinden bahseden, grip virüslerinin yüzeyinde bulunan ayırt edici glikoproteinleri nötralize ederek virüsün insan hücrelerine girme ve çoğalma yeteneğini etkisizleştirildiğini gösteren araştırmalar var.
Bugün ladenden ve mürver bitkisinden konuştuk. Şifa bahçesine girdik. Haftaya tekrar görüşünceye dek sevgiyle ve duayla kalın.