Cizvit misyonerlerin, “çiçekli ülke” Çin’den toplayıp Avrupa bahçelerine taşıdığı bitkilerden konuşacağız. Ve tabii o bitkilerin resimlendiği kitaplardan da… Binlerce yıl boyunca Batılılara karşı “gizemini koruyan” bu geniş toprakların, Afyon savaşlarının kaybetmesinden sonra, müttefiklere vermek zorunda kaldığı imtiyazlarla yarı sömürgeye dönüştüğü bir dönemi kapsıyor bu hikâye.
Çin doğası, bitki ve hayvanlarıyla en zengin ülkelerin başında geliyor ve binlerce yıllık kültürlerinde doğadaki her şey, -Avrupa etkisine girmeden önce- anlam dünyalarıyla da içi içe… Eski Çin edebiyatında, klasik şiirlerinde çiçekleri güzellik metaforu olarak kullanmışlar. Şeftali ağacı gençlik ve zarafeti; şeftali çiçekleri yeni evlenmiş genç bir kızın neşesini; hatmi çiçeği güzelliği temsil eder örneğin. Ressamlar sadece çiçeklerin güzelliğini göstermeye değil, onlarda gizli anlamları da aktarmaya çalışıyordu. İpek rulolar üzerine suların, dağların ve ağaçların resimleri yapılıyor ve huzurlu bir anda, saklandığı o değerli kutulardan çıkarılarak şiir kitabı okurmuş gibi bakıp bakıp derin düşüncelere dalınıyordu. Budizm ve Hinduizm gibi dinsel yasaların sembolik çiçeği, Lotus antik çağlarda sıklıkla resmedilir Çin sanatında. “Dünyevi arzuların çamuru” üzerinde lekesiz beyazlığıyla yüzen Lotus çiçeği, bedenin, sözün ve aklın saflığını simgeler. Konfüçyus’un “junzi” kelimesiyle ifade ettiği gibi- çiçeklerin en idealidir.
Kışın çiçek açan ve kıştan sonra doğanın uyanışının, yeniden doğuşunun simgesi olan Narcissus tazetta (Çin nergisi) de popüler temalardan biri… 1250’lerde yönetimde olan Song hanedanın üyesi olan, ressam ve kaligraf Zhao Mengjian (1199-1267’den önce) nergis çizimleriyle biliniyor. Onun mürekkeple boyadığı bir ipek ruloda, çiçekli açmış nergisler, baştan başa bütün sayfayı kaplar bu çizimde. Orijinalin yarı ölçeğinde olmasına rağmen 3,5 metre yüksekliğini bulan resim bugün New York’ta MoMA’da sergileniyor. Baharın gelişini müjdeleyen nergislerin Çince’deki karşılığı “shuixian” su tanrıçası ya da “lingbo xianzi” dalgalara karşı duran tanrıça anlamına geliyor. Daha sonraki yüzyıllarda bu natüralizm ortadan kalkmış, unutulmuş; fırça mahareti ve “en az çizgiyle en çok şeyi ifade etme” doğanın detaylıca incelenip kâğıda aktarılmasından daha değerli görülmeye başlamış. Fırçayla yapılan göz alıcı kaligrafiler de resimdeki ustalık kadar önemlidir artık… Ve çiçeklenmiş erik dalları, krizantemler, iğne yapraklılar ve özellikle bambu yaprakları siyah mürekkeple boyanmış çizim rulolarının olağan nesneleriydi.
Binlerce yıldır dünyada varlığını sürdüren Çin uygarlığı her zaman gizemli bulunmuş Batılılar tarafından; bu toprakların zenginliğine olan bu “özel ilgi”, 19. yüzyılda sömürülmesiyle sonuçlandı. Batılılardan çok daha önce medeniyete ulaşmış olmanın etkisiyle, kendilerini merkeze koyan Çinliler, yabancı kültürlerle pek de sıkı fıkı değildir; zaman zaman kopma noktasına da gelmiştir hatta. İpek ve Baharat yollarıyla kara üzerinden bir ticaret sürüp gidiyordu ama Çin’in “derinlemesine” öğrenilmesi ancak 13. yüzyılda Marco Polo gibi gezginlerin ve “Hıristiyanlığı Çinlileştirmek” isteyen misyonerlerin, hikâyeleri yoluyla olur. Ticari ilişkiler ancak birkaç yüzyıl sonra, 16. yüzyılda, ticari ilişkiler gelişmeye başlamış ama Çinliler yabancılara hatta Japonlara hala pek dostça davranmıyor; ticaret yapmaya çalışanları tutukluyor ve yabancıları ticari limanlardaki ofislerini terk etmeye zorluyormuş. Birçok girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış ama Portekizliler sonunda 1557 yılında Macau’da bir fabrika kurmayı başarmışlar. Ama sadece Pearl River’a yakın, küçük bir alanda ticaret yapmalarına izin verilmiş. Çin’i Hıristiyanlıkla tanıştıran kendisinden sonra gelecek kaşiflere yolun çakılını dikenini toplayan kişiyse, 1601 yılında Pekin’e (Beijing) Yasak Şehir’e gelen İtalyan Cizvit rahibi Matteo Ricci. Bir yıl sonra Çince karakterler ile dünya haritasını yapmış, Avrupa keşiflerini tanıtmış… Ricci’nin başını çektiği, aynı zamanda şifacı ve botanikçi olan Cizvit papazlar bitkilerin önemli kısmını da bu misyonerler toplayıp Batı’ya götürüyor. Sadece Katolik öğretisini Çin'e uydurmakla kalmayıp kendilerini de Çin'e uydurmuşlar. Gemiden iner inmez Çinliler gibi giyinip, Çince konuşmaya ve onlar gibi davranmaya başlamışlar… Konfüçyüs'ü daha gelmeden hatmeden papazlar; kısa sürede ''yabancı'' olarak algılanmaktan çıkarak, Çin toplumunun parçası olmuşlar.
18. yüzyılın başlarında ise ilk İngiliz tüccarlar gelmeye başlıyor; Çin ile Doğu Hindistan Şirketi himayesinde Kanton’daki (Guangzhou) ilk fabrikalarını kurup, gümüş karşılığında çay ticareti yapmaya başlamışlar. Doğu Hindistan Şirketi’nin Kanton’daki depoları, İngiltere’ye çay ihracatının da merkezi olduğu kadar ipek, porselen ve diğer Çin ürünlerinin de merkezidir. Hindistan’da yetiştirilen afyon bazen, bu ürünlerin ticaretinde kullanılan gümüşün de yerine geçer o dönemde. İngiltere’nin Çin’le ilgili her şeye çılgınlık derecesinde bir hayranlığı vardır.
Büyük Britanya Kralı III. George’un elçisini Lord Macartney 1700’lerde, ticaret hacmini genişletmek için Mancu İmparatoru Chien Lung’u ziyaret etmiş ve bu da ticari bir başarıyla sonuçlanmış. Çin porselenlerinin, ipeklilerinin, çayının gönderildiği o gemilerde bir ki bahçe bitkisi de İngiltere’ye ulaşır ama bunlar henüz çok küçük bir bölümüdür Çin bitkilerinin... Cape burnunu geçmek zorunda olan gemiler yavaş olduğu için bu bitkileri Avrupa topraklarına canlı olarak getirmenin zorlukları vardır elbette. (Kew Yayınlarına ait, Martyn Rix imzalı The Golden Age of Botanical Art / Botanik Sanatının Altın Çağı kitabından aktarıyorum) Örneğin ardışık açan güller (yediveren güller) ilk kez 1750 yılında İngiltere’ye girmiş; Yulan manolyası (Magnolia denudata) ve ilk ağaç şakayığı 1780’de ünlü bitki koleksiyoncusu Joseph Banks tarafından Kew’a dikilmiş; 1789’da da krizantemler, Fransa’ya ulaşmış. Kew bahçelerinin yöneticisi Joseph Hooker, bitki toplaması için gönderdiği bahçıvan William Kerr, Macao ve Kanton’da yaklaşık 9 yıl kadar kaldıktan sonra, kaplan zambağı, Lilium tigrinum (tiger lily), -sonradan Lady Banks’in adının verildiği- beyaz gül (Rosa banksiae) ve Kanarya gülünü (Kerria japonica) bulup kraliyet bahçesine göndermiş. Cava adası ve Filipinler’e de giden bu gezgin bahçıvan, seyahatlerini tamamladıktan sonra -1814 yılında ölümüne dek- Sri Lanka Kolombo’da kraliyet bahçelerinin yöneticiliğini üstlenir.
Çin bitki ve hayvanlarıyla ilgili en çok bilgiyi toplayıp Batı’yla tanıştıran kişi ise 19. yüzyılın başlarında Doğu Hindistan Şirketi’nde çay müfettişi olarak çalışan John Reeves olmuş. Neredeyse 20 yıl boyunca, Çin’de görev yapan Reeves, zamanının çoğunu Macao’da sömürgede geçiriyor, kışın çay ticareti döneminde Kanton’daki fabrikaya gittiği sıralarda; bağlantılarını kullanarak Çin’in doğusundan bitkileri ve hayvanları getirtiyor ve Çinli sanatçıları organize ederek tüm bu örneklerin çizilmesini sağlıyormuş. Bütün bu çizimlerin toplandığı beş ciltlik kitap, bugün Lindley Library’de korunuyor. Açelya, şakayıklar, kamelyalar, krizantemler ve wisteria gibi Çin bahçe bitkileri var bu kitapta. Çizim tarzının, Çin ve Avrupa stillerinin ilginç bir karışımı olduğunu söyleyebiliriz. Bilimsel kesinlik açısından dönemin genel Çin resimlerinden çok daha detaylı ama örneklerin seçimi, petallerdeki kıvrımlar ve kırmalarda Çin etkisi var.
Reeves’in çiçekler ve meyvelerin yanında hayvan, kuş ve balıkların da resmedildiği, kendi özel koleksiyonundaki 2000’in üzerinde eser de Doğa Tarihi müzesine bağışlanmış. Buradaki türlerin birçoğu Reeves’ten sonra isimlendirilmiş. En dikkat çekenleri ise altın ve siyah-beyaz renklerinde, kuyruk tüyleri 1,6 metreye kadar ulaşabilen Kral Sülün (Reeves’ s Pheasant) ve 1827 yılında John Lindley’in tanımladığı çiçekli ağaç (Reevesia thyrsoidea).
Reeves gibi bitki çizimi için Çinli sanatçılara sipariş veren başkaları da vardı; onlardan biri de Thomas Stamford Raffles (1781-1826). Doğu Hindistan Şirketi’nin çalışanı olan Raffles, Singapur’un kurucusu olarak biliniyor. Raffles, doğa tarihinin her yönüyle yakından ilgileniyordu; bitki ve hayvan örneklerinin olduğu çok geniş bir koleksiyonu vardır ama ne yazık ki 1824 yılında İngiltere’ye dönüş yolunda, seyahat ettikleri gemide bir yangın çıkınca örneklerin birçoğu ve çizimler yanarak yok olmuş. Ama ekip, yeni geminin gelmesini beklerken iki ay boyunca gece gündüz çalışarak bazı çizimlerin yenilerini yapmayı başarmışlar; onlar da bugün British Library’de koruma altında…
Raffles’ın adı, parazit özelliği olan bir bitki olan Rafflesia ile de anılıyor; çürümüş et gibi görünen ve kokan bir bitki bu. Rafflesia arnoldiii dünyanın bilinen en büyük çiçeği… Çiçeğe adını veren Arnold da İngiliz bir botanikçi, Malay yardımcısıyla birlikte bu bitkiyi Sumatra adasında bulup getirmiş ama kısa bir süre sonra ateşli bir hastalıktan hayatını kaybetmiş; onun anısını korumak için adı verilmiş bu bitkiye. Keşif seferi sırasında yanında olan karısı, Arnold’un yarım bıraktığı çizimi tamamlayarak kurumuş örnekleriyle birlikte koleksiyoncu Banks’e ulaştırmış. O sırada Kew Kraliyet Botanik Bahçelerinde bitki ressamı olarak çalışan Francis Bauer’e bu taslaktan ve Banks’in ona verdiği örnekten yararlanarak inanılmaz detaylı bir çizimini yapar.
John Reeves’in keşiflerinden sonra, Kanton’daki tüccarlar aracılığıyla, Lindley Horticultural Society kendi bitki toplayıcılarını Çin’e göndermiş. Topluluğun Chiswick’teki bahçelerinden sorumlu olan Robert Fortune, örneğin, 1843 ve 1861 yılları arasında hem bahçecilik topluluğu hem de Doğu Hindistan Şirketi için Çin’e en az beş seyahat gerçekleştirmiş. 1842 yılında Afyon Savaşlarının bitmesiyle kısıtlamaların kaldırılmış olması seyahatini kolaylaştırır ama hala Çinlilerin çoğu yabancıları düşman görüyordu o dönemde. Buna rağmen Çince öğrenmiş; Kerr ve Reeves’den daha fazla ilerleyerek özellikle Ningbo bölgesinin çevresinde birçok bitki toplayarak İngiltere’ye göndermiş; çoğu ulaşması zor çiçeklerdir bunların. Ningpo’daki mandalina bahçesinde bulduğu, güzel bir sarmaşık gülü olan “Fortune’s Double Yellow” ; Hong Kong dağlarından gelen ve canlı kırmızı renkte top top çiçekleri olan Ixora chinensis - bugün subtropik bahçelerde yaygın olarak bulunuyor. Çalı türü sarı yasemin (Jasminium nudiflorum), kokulu hanımeli (Lonicera fragrantissima) ve Japon dağ lalesi (Anemone japonica), Himalaya hanımeli (Leycesteria formosa, 1839), (Rehmannia chinensis, 1839) ve Japon dağ lalesi (Anemone Japonica, 1857) de Fortune’un Avrupa bahçelerine kazandırdığı bitkiler arasında; çizimleri Curtis botanik dergisinde de yayımlanmış.
Çin’den Avrupa’ya sadece gösterişli bitkiler değil, meyveler de gelir. Kew’ın koleksiyonunda yer alan, Fransız ressam Jean Gabriel Pretre’nin bir çizimi 1787’de bu topraklara giren Malta eriğinin (Eriobotrya japonica) tüm detaylarını gösteriyor. Napolyon’un Mısır seferine katılan botanikçilerden biri olan Pretre sadece bitkileri değil, Paris Doğa Tarihi Müzesi’nin çalışanı olarak kuşları ve böcekleri de çizmiş; İmparatoriçe Josephine’in bahçesindeki hayvanlar da dahil.
1860’da Afyon Savaşlarının bitince, Nanking anlaşmasıyla Çin’in yarı sömürge yarı feodal bir ülkeye dönüşür; İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD birçok imtiyazlar elde eder ve ülke içinde rahat rahat seyahat etmeye, Çin’in geniş toprakları Batı tarafından ilk kez bilimsel olarak da keşfedilmeye başlar. Ama 19. yüzyılın en heyecan verici keşifleri için Fransızlara, Çin hinterlandında yaşayan, çalışan ve burada ölen misyonerlerine bakmak gerek.
Hayvanlar, kuşlar ve taşlar kadar bitki de toplayan Jean Pierre Armand David (1826-1900) belki de aralarında en bilinen isimlerden biri… Katolik rahip, bir zoolog ve bir botanikçidir aynı zamanda; 1862 yılında Çin’e gelmiş ve -günlüklerinde detaylıca anlattığı- üç büyük keşif seyahati yapmış. İlk seyahati Moğolistan’a yapmış ama botanik açıdan pek önemi yoktur bu seyahatin. 1868 yılında başlayıp iki yıl süren ikinci seyahati ise Tibet, Chengdu ve bugün Baoxing diye bildiğimiz bölgeyi kapsar. Bu seyahatin sonucunda bitkilerden ve dev bir pandanın kürkü dahil 13.000 doğa tarihi örneğine ulaşan inanılmaz bir koleksiyona sahip olur.
David, Boaxing bölgesinde daha sonra Avrupa bahçelerinde kültüre alınacak olan birçok çiçekli bitkiyi toplamış: Güvercin ağacı, mendil ağacı, cep mendili ağacı veya hayalet ağacı diye bilinen Davidia involucrata en sıra dışı örneklerden biri. Zambak (Lilium davidii), eflatun rengi orman gülü (Rhododendron davidii) ve kartopu çiçeği (Viburnum davidii) gibi bulduğu diğer çiçeklere de onun adı verilmiş sonra. David’in buradan toplayıp Paris’teki Doğa Tarihi Müzesi’ne gönderdiği 2000’in üzerinde bitki örneği, botanikçi Adrien-Rene Franchet metinleriyle birlikte Plantae Davidiane adlı kitapta bir araya getirmiş. Şöyle ilginç bir ayrıntı da var dikkat çeken: Bitki ressamları kurumuş örnekten çizdikleri için mendil ağacının çiçekleri -doğal duruşunda olduğu gibi- baş aşağı değil yukarı doğru resmedilmiş.
Jean Marie Delavay (1834-1895) bir diğer Fransız misyoner… Yunnan bölgesinde, Dali ve Lijiang’da çalışmış, yaşamış ve David’den çok daha fazla, aralıksız bitki toplamış; Paris Doğa Tarihi Müzesi’nde ondan gelmiş, tahminen 200 binin üzerinde herbaryum örneği var. Onun adı verilen Clethra (Clethra delavayi), manolya (Magnolia delavayi), şakayık (Paeonia delavayi) ve Osmanthus ( Osmanthus delavayi) yine Franchet’in kitabında yerini almış. Paul Guillaume Farges (1844-1912) da Delavay ile aynı yıllarda Çin’de olan misyonerlerden biri ama o daha çok Sichuan’ın doğusundan bitki örnekleri toplamış; bir orman gülü türü (Rhododendron fargesii) dahil pek çok ilginç bitkiyi de bulmuş.
Yaklaşık 20 yıl sonra misyoner toplayıcılardan sonuncusu da Jean Andre. Soulie (1858-1905) birçok misyoner gibi doktor, işinin ehli bir botanikçidir; yine o da binlerce örnek göndermiş Paris’e. Adı daha çok orman gülü Rhododendron soulici ve Primula soulici ile hatırlanıyor. Yunnan ve Sichuan’da, Çin-Tibet sınır bölgesinde ve son olarak da Xinlong’da misyonerlik faaliyetlerini sürdürmüş.