Hollanda'ya, Tulipmania dönemine uzanıp çiçek koleksiyonlarının en değerli parçası Semper Augustus lalesini konuştuk.
1634'te Rembrandt'ın, karısı Saskia'yı, Romalıların çiçek ve bahar tanrıçası Flora olarak resmettiği eserinde, çiçekli taçta ipeksi parlak yaprakları, kırmızı ve beyaz alev desenli taç yapraklarıyla diğerlerini gölgede bırakan çiçek Semper Augustus lalesidir ve bu lale bugün artık yok. Suretini sadece eski çiçek kitaplarında, 1600'lerin lale albümlerinde ya da Flaman ressamların çiçek natürmortlarında görüyoruz artık. Ressamın Semper Augustus lalesini, Flora'nın “baş tacı” olarak yücelttiği o yıllarda, laleleri canlı birer tuvale dönüştüren rastlantısal ve gizemli biçimde ortaya çıkan zıt renk patlamaları, dışavurumcu renkler, birçok meraklı, amatör ya da profesyonel bahçıvan için büyüleyiciydi.
Michael Pollan, Arzunun Botaniği kitabında, 1500'lerde İatanbul'dan Avrupa'ya taşınan lalenin Avrupa'daki hızlı yükselişiyle ilgili şunları söylüyor:
Muhteşem Süleyman’ın sarayındaki Avusturya Hapsburg büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbecq, 1554’te şehre geldikten kısa bir süre sonra İstanbul’dan batıya bir lale soğanı sevkiyatı yaparak Avrupa’ya tanıttığını iddia etmişti. Lalenin batıya yaptığı ilk resmi gezinin bir saraydan diğerine yapılmış ve krallar tarafından beğenilen bir çiçek olması, hızla yükselişine katkı sağlamış olabilir; çünkü saray modaları hayli bulaşıcıdır.
Lale tutkusunun çılgınlık boyutuna gelmesini de büyük ölçüde Semper Augustus lalesindeki -o zaman henüz nedeni bilinmeyen- bu mutasyona borçluyuz. Canlı zıt renklerde, elle çizilmiş gibi görünen alev deseni olan "kırıklı" laleler, ne kadar parlak renkli ve simetrikse o oranda kâr getirirmiş. 1623'te dönemin tarihçilerinden Nicolaes van Wassenaer, -aralarında Hollanda Doğu Hindistan Ticaret Şirketi'nin yöneticisi Adriaen Pauw'ın bahçesinin de olduğu- Amsterdam'ın en güzel bahçelerini gezdikten sonra şöyle yazmış:
Birbirinden farklı lalelerle doluydu; bir bahçede bu lalelerin ortasında her tarafı aynalarla kaplı bir gazebo, çiçeklerin yansımasını o kadar zarif bir şekilde yansıtıyordu ki kraliyet tahtı gibi görünüyordu.
Semper Augustus lalelerinden bahseden tarihçi şöyle devam eder:
Renk beyaz üzerine Carmine kırmızısı ve tam tepesinde kesintisiz bir alev var. Hiçbir çiçek meraklısı bundan güzelini görmemiştir; bundan daha saygıdeğer bir lale yoktur.
O değerli lalelere sahip olmak için her yol denenir elbette... Toprağa gömülen yüzlerce lale soğanından biri zıt renklerde hassas fırça darbeleriyle boyanmış gibi görünen alev deseniyle çiçek açarsa; alevleri yaprağın en ucuna ulaşıp bir de parlak ve saf pigmentleri olan simetrik bir desen yaratıyorsa, o soğanın sahibine piyango vurmuş demekti.
Michael Pollan'ın Arzunun Botaniği kitabında yazdığı gibi, submikroskopik olmayan bakteriyel patojenlerin keşfi çeyrek milenyum uzaktayken; ekoloji kavramının hayatımıza girmesine henüz 200 yıl varken, mikroskoba sadece ayrıcalıklıların sahip olabileceği bir çağda ne bahçıvanlar ne soğan alıcıları ne de Rembrandt, “kırıklı” lalelerden aslında bir virüsün sorumlu olduğunu bilmiyorlardı. Beyaz zemin üzerine kırmızı, beyaz zemin üzerine mor ya da sarı zemin üzerine mor desenli gibi renk kontrastlarına neden olan şey, mutasyona uğrattıktan sonra en sonunda lalenin kendisini öldüren bir virüstü aslında.
Anna Pavord, The Tulip / Lale kitabında, bu güzelliğin ardındaki biyomekaniği şöyle açıklıyor:
Bir lalenin rengi aslında uyum içinde çalışan iki pigmentten oluşuyor; her zaman sarı veya beyaz olan bir temel renk ve antosiyanin adı verilen ikinci bir yerleşik renk. Bu iki tonun karışımı, gördüğümüz tek rengi belirler. Virüs, antosiyanini kısmen ve düzensiz bir şekilde bastırarak çalışır. Böylece alttaki rengin bir kısmının görünmesine izin verir. 1920'lerde, elektron mikroskobunun icadından sonra bilim insanları virüsün laleden laleye Myzus persicae, yani şeftali yaprak bitinin yaydığını keşfetmişler. Şeftali ağaçları, on yedinci yüzyıl bahçelerinin ortak bir özelliğiydi. Bir lalenin enfekte olup (tırnak içinde) 'kırılıp kırılmayacağının' ya da bunun ne zaman olacağını veya ne zaman kırılacağını belirlemenin bir yolu yoktu. Lalenin cazibesini artıran da bu öngörülemeyen fenomendi. Baharat ve porselen piyasasında olan risk alma kültürüne; bu tür nadir mallarla ticaret yapmanın doğasında var olan kumar için en güzel malzemeyi sağlıyordu.
Tulipmania'da spekülasyon balonunun patlaması ve ardından gelen panikle bütün Hollanda'ya yayılması 1637 yılında olur. Sahip oldukları lâle soğanlarına, daha yüksek kâr marjıyla alıcı bulmayı umut eden ve zengin olma hayaliyle elindeki her şeyi bu lale soğanlarına yatıran halk ise derin bir ekonomik bunalımın içine girer. Yaşanan bu kriz ve histeri ortamının neticesinde meydana gelen tablo; açgözlülük, hırs tutku ve kıskançlığın anlatıldığı Alexandre Dumas’ın Siyah Lale isimli romanına da ilham vermiştir.
Nadir laleler o kadar arzu edilirdi ki günün en ünlü sanatçılarından birinin bir tablosunu sipariş etmek çiçeklerden bir veya iki tanesine sahip olmaktan daha ucuza mal olabilirdi. Çiçeklere parası yetmeyenler, Ambrosius Bosschaert veya Balthasar van der Ast gibi bir sanatçıyı lale resmi siparişi veriyorlardı. Hollanda çiçek resminin büyük ustası Jan van Huysum bile bir resim için nadiren 5000'den fazla gulden talep edebiliyordu. Ancak Amiral Liefkens lalesinin tek bir soğanı, 5 Şubat 1637'de Alkmaar'daki bir müzayedede 4400 guldene el değiştirirken, Amiral van Enkhuijsen lalesine 5400 gulden daha yüksek bir meblağ ödenebiliyordu.
Semper Augustus lalelerini icari yetiştiriciler tarafından satış kataloğu olarak yapılan kitaplarda bolca görürüz.. Bir natürmorttan farklı olarak, portreler oldukça sadedir ve bazen adıyla çiçek, kirli beyaz bir arka planda görünür. Lale soğanı botanik bir resimde olduğu gibi tasvir edilmez; ilginç bir şekilde, bazı sayfalarda müzayede satış fiyatları da eklenmiştir. Muhtemelen koleksiyon sahibinin gösteriş için yaptırdığı albümlerdir bunlar...
O dönemin en gözde türü, "kırıklı" laleleri Hortus Floridus'ta da görüyoruz. Crispijn van De Passe (1589-1670)'nin bu kitabı, aslında hem soğanlı bitkileri belgelemek hem de bir anlamda, "yeni tür koleksiyonculuğu" piyasasına hareket kazandırmak amacıyla yapılmıştı.
Haarlem'deki Frans Hals Müzesi'nde korunan Hans Bollongier'in 1644 tarihli natürmortunda da yine başrolde bir Semper Augustus var. Flaman sanatçılar çiçekleri zamanın zevkine göre düzenler, en güzel veya en nadide olan çiçekle de buketi taçlandırırmış. Bu kompozisyonda neredeyse düşecek