Bu haftaki Avrupa turumuzda Polonya’nın LGBT’siz belediyeleri, Fransa’nın biyoetik yasası, son olarak da Britanya’nın obeziteye karşı mücadelesi var.
Polonya: AB’den LGBT konusunda net tavır
Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro önceki hafta, ülkesinin kadınlara şiddeti önlemeyi hedefleyen “İstanbul Sözleşmesi”nden çekileceğini açıklamıştı. Daha sonra bu çekilme sürecin başladığını söyledi. Başbakan Mateusz Morawiecki de geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nden İstanbul Sözleşmesi’nin Polonya anayasasına uygunluğunu incelemesini istedi.
Hükümetin bu tavrını, ülkedeki muhafazakârlar destekliyor. Temel argüman, sözleşmenin ülkenin değerlerine yabancı olması. Örneğin Rzeczpospolita gazetesindeki bir köşe yazısında şöyle deniyor:
Sözleşmenin perde arkasında Polonya halkına çok yabancı dev bir ideoloji var.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye karşı ülkedeki kadın örgütleri geniş katılımlı eylemler yapıyorlar. Bu arada AB’den de net açıklamalar gelmeye devam ediyor.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejcinovic Buric, Polonya’nın sözleşmeden çekilmesinin “büyük bir geri adım” olacağını söyledi.
Buric ayrıca “Sözleşmeyle ilgili yanlış kavramlar ve yanlış anlamalar varsa bunları yapıcı bir diyalog için netleştirmeye hazırız” ifadelerini de kullandı.
Bu ifadeden yola çıkarak, İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili bazı değişikliklerin gündeme gelmesi beklenebilir.
Bu arada Polonya’nın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle ilgili tartışmalarda ülkenin AB’den alması planlana fonlardan da bahsediliyor. Zira, AB’nin 750 milyar avroluk yeniden inşa fonunu ülkelere verirken, ülkelerin hukuk devleti ilkelerin bağlılığına da bakılacak. Her ne kadar bu şart muğlak olsa da yine de Polonya üzerinde baskı oluşturabilir.
Geçen hafta tam da bunun bir örneği olabilecek bir gelişme yaşandı: AB Komisyonu kendisini “LGBT İdeolojisinden Arındırılmış Bölge” ilan eden altı belediyenin proje başvurularını reddetti.
2019’dan bu yana Polonya’da bazı yerel yönetimler kendilerini bu şekilde tanımlıyor ve 2020 Haziran itibariyle bu belediyelerin sayısı 100’ü geçmiş durumda. Bu da Polonya’nın yaklaşık üçte birlik bölümüne denk geliyor. Avrupa’daki bazı yerel yönetimler bu belediyelerle yaptıkları kardeş şehir anlaşmasını feshediyordu.
AB Komisyonu ise geçen hafta, işte bu belediyelerden altısının kardeş şehir projesi kapsamında yaptığı başvuruyu reddetti.
Bu belediyeler başka ülkelerdeki yerel yönetimlerle kardeş şehir anlaşması imzalıyor ve bu kapsamdaki projeleri için AB’den 25 bin avroya kadar olan fon alabiliyorlar.
AB Komisyonu bu kararında gerekçe olarak, projelerin hiç kimseye ayrımcılık yapmadan tüm AB vatandaşları için erişilebilir olması gerektiğini ve bu belediyelerin projelerinin bu temel kriteri karşılamadığını söyledi.
AB komisyon başkanı Von Der Leyen de bir açıklamasında şöyle dedi: “Anlaşmalarımız, Avrupa’da her insanın kendisi olmakta, nerde isterlerse orada yaşamakta, kimi istiyorlarsa onu sevmekte, istedikleri kadar yüksekleri hedeflemekte özgür olmalarını temin eder.”
Peki bu arada Polonya medyası tüm bunlara ne diyor:
Milliyetçi bir gazete olan WPolityce.pl’nin yazarı Polonya'nın geleneksel değerlerinin Brüksel'den gelecek birkaç avrodan çok daha önemli olduğunu savunuyor:
Düşük hacimli teşvik fonları, geleneksel ulusal ve devlet değerlerinden vazgeçmeye değer mi? Yerel siyasetçiler bundan sonra ulusal hükümet tarafından desteklenmeli.
Sol eğilimli Gazeta Wyborcza’nın köşe yazarı ise Brüksel'den gelen eleştirilerden memnun:
AB, temel haklara aykırı davranan üyelerine ceza kesmeye başladı. Ortadaki para henüz çok fazla değil. (...) Ancak AB Komisyonu, 'LGBT'siz bölgeler' uygulaması için para musluklarını kısıyorsa, Polonyalı belediyelerin daha büyük yatırım ve başvurularında neden benzer bir tutum sergilemesin?”
Fransa: Lezbiyen kadınlara tüp bebek hakkı
Fransa’da ise Türkiye’de ve Polonya’da olanların aksi yönde önemli bir gelişme yaşandı geçen hafta. Cumartesi günü parlamentoda onaylanan yasayla tüm kadınlara tıbbi destekli döllenme hakkı tanındı. Buna göre sadece heteroseksüel kadınlar değil, lezbiyen ya da eşi olmayan kadınlar da bu haktan yararlanabilecek ve bu tıbbı süreçler finansal olarak devlet tarafından desteklenecek. Bu yasa daha önce “tüm kadınlar için tüp bebek” olarak da anılıyordu.
Bu yasal düzenleme Macron seçilirken yaptığı vaatlerden birisiydi ve şimdi sol partilerin desteğiyle gerçekleşmiş oldu.
Ancak bu süreçte muhafazakarlar ve dindarlar da sert tepki gösterdi, ülkede hararetli tartışmalar yaşandı. Tepki gösterenler bir yandan bu uygulamaları aileye karşı saldırı olarak görürken, bir yandan da bunun doğal olmayan bir süreç olduğunu söylüyor:
Örneğin, muhafazakâr gazete Le Figaro'da yazan bir felsefe profesörüne göre bu yasayla yeni bir dünyaya adım atılıyor:
Öyle bir dünya ki burası - doğal yoldan çocuk sahibi olmanın yerini, teknik bir üreme ve örgütlü bir seleksiyon alacak
Öte yandan bu tasarıyla ilgili Belçika’da liberal Le Soir gazetesine yazan bir felsefeci, üremenin epey zamandır “suni” olduğunu söylüyor:
Aslında tüm üreme tarihini, üremeye yardımcı olan teknikler tarihi olarak görmek gerek.
Britanya: Abur cubur reklamına sınırlama
Britanya hükümeti pazartesi günü "Daha İyi Bir Sağlık" sloganıyla obeziteye karşı bir kampanya başlattı. Bu kapsamda yağ, şeker veya tuz miktarı yüksek gıdaların reklamı hem televizyonda hem de internette saat 21'den önce gösterilemeyecek. Böylece çocuklar bu reklamlardan korunmuş olacak. Ayrıca internetten yapılan reklamları toptan yasaklama konusu da ilgililer tarafından istişare edilecek.
Restoranlarda ve kafelerde tüm ürünlerin yanına kalorileri yazılacak. Bu arada, bu yağ, tuz ve şeker oranı yüksek gıdalar için “bir alana bir bedava” kampanyaları da artık yapılmayacak.
Britanya obezitenin ciddi sorun olduğu ülkelerden birisi. Aynı zamanda Covid-19’un aşırı kilolu hastalarda ağır seyretmesi de bu “Daha İyi Bir Sağlık” kampanyasının arkasındaki nedenlerden birisi.
İşte bu noktada, obeziteye karşı mücadele Britanya Başbakanı Boris Johnson’un kişisel hikayesiyle kesişiyor. Britanya başkanı kilolu bir insan olarak Covid-19 geçirmiş insanlardan birisi. Johnson, hastanede kaldığı günlerin kendisi için alarm zillerini çaldırdığını, uzun zamandır kilo vermek istediğini ve hastanede bunun ne kadar önemli olduğunu farkettiğini söylüyor.
Öte yandan, bu kampanyanın çerçevesi bazı yorumcularla doğru bulunmuyor. Örneğin Guardian köşe yazarına göre kalori hesabı yapmak ve yağı şeytanlaştırmak yerine gıda ve zayıflama endüstrilerini mesele etmeliyiz:
“[Gıda sanayisinin] yiyeceklerle bu kadar çok oynaması, istenmeyen sonuçlara yol açtı. ... Gıdaları daha lezzetli yapan katkı maddeleri ve kimyasal kuvvetlendiriciler, normal gıdalarda bulunan besleyici değere sahip değil. Bu katkı maddeleri 'keyif puanı' toplamaya bakıyor. Gıda sanayisi, gıdaların tadını en uygun hale getiren şeker, tuz ve yağ için bu ismi bulmuş. Bu gıdalar besin maddesi açısından fakir, katkı maddeleri açısındansa zengin. Doğal doygunluk hissimizi göz ardı etmemiz için bizi cesaretlendiriyor ve daha çok yememiz için iştahımızı manipüle ediyor.
Eurotopics bültenlerinden bu hafta aktaracaklarım bunlar. İnternet sitemizde çok daha fazlasını bulabilir, bizi Twitter ve Facebook’tan da takip edebilirsiniz.