Zaman2 Ağustos 2007Bazı seçim dönemleri insanlarda bir tür 'gestalt switch' etkisi yaratabiliyor... Yani o zamana kadar belirli bir şekilde algıladığınız ve anlam verdiğiniz bir olay veya durum, bir anda gözünüze tamamen farklı gelebiliyor ve siz daha önceki kanınızın tam tersi bir değerlendirme yapabiliyorsunuz. Bu seçim dönemi de böyle oldu... | |||
AKP'nin örneğin Güneydoğu'da oylarını artırmasında çok da şaşırtıcı bir şey yok; çünkü oradaki AKP adayları en az DTP'liler kadar 'Kürt' ve bu kimliğin duyarlılıklarına sahip çıkan insanlar. Dolayısıyla o bölgedeki seçim Türkiye'yi tanımayan birçoklarının sandığı gibi 'Kürtlerle' 'İslamcılar' arasında değil, Kürtlerin taleplerinin hangi yol ve yöntemle kamusal alana çıkması ve ne denli çatışmacı veya barışçı bir strateji içinde ele alınmasına ilişkindi. Diğer bir deyişle Güneydoğu'daki seçim yöntemle ilgili oldu, kimlikle değil... Bu nedenle oradaki oy kaymasını 'gestalt switch' kavramıyla açıklamak pek doğru olmaz. Ancak ülkenin batısına doğru yaklaştığımızda tablo değişiyor. AKP'nin artan oy miktarının insanların birkaç yıl içinde 'İslamlaşması' ile açıklanamayacağı açık olduğuna göre, demek ki hiç de 'İslami' olmayan büyük sayıda bir seçmen yüzdesi bu partiye oy vermiş durumda. Gene söz konusu kişilerin İslami bir duyarlılıktan gelmediklerini hesaba katarsak, en azından tanım gereği bu yeni seçmenin laik kesimden olduğunu anlarız. Kısacası bu seçimlerde laik kesimin bir bölümü daha önce hiç yapmadığı bir şey yaparak AKP'ye, yani İslami olduğu düşünülen bir partiye oy vermiş durumda. Bu davranış değişikliğinin iki nedeni olabilir: Ya AKP'nin artık İslami bir parti olmadığı düşünülmektedir, ya da ülkede AKP'nin İslamiliğini aşan çok daha büyük boyutta bir sorun yaşanmaktadır... Laikler de AK Parti'ye oy verdi; çünkü... Birinci ihtimalin çok güçlü olabileceğini söyleyemeyiz. Nitekim AKP liderleri de ülkenin siyasi ve iktisadi açıdan yönetiminin dinle bağlantısının olmadığını ve olmaması gerektiğini söylemekle birlikte, kendilerini açıkça 'Müslüman' kimlikle tanımlamaktan çekinmemekte ve bu duyarlılığı her zaman taşıyacaklarını samimiyetle beyan etmekteler. Buradan anlaşılıyor ki, Türkiye'deki siyasi ortam yukarıda zikredilen ikinci ihtimali işaret ediyor. Yani bugün karşımızda AKP'nin kimliğini ve bu kimliğin içerdiği olası 'tehditleri' aşan çok daha büyük ve çok daha reel bir tehdit bulunmakta. Siyasetle az buçuk ilgili ve toplumu da yine az buçuk tanıyan biri bile bu tehdidin ne olduğunun farkında... Ülkede emekli ve muvazzaf askerlerin de içinde bulunduğu devlet çeperinde yerleşmiş bir çeteleşme yaşanır ve asker üzerinden Kuzey Irak'a girilmesi kışkırtılırken, bir de bizzat askerin muhtıra vermesi ve her şeyin üzerine tuz biber ekercesine yargının gerçek işlevinden uzaklaşarak ideolojik siyaset yapmasına tanık olundu. Herhalde laik kesimdeki birçok insan için, bunların bir araya gelmesi bir anda bütün tablonun da farklı bir biçimde ve muhtemelen gerçek yüzüyle görülmesini sağladı. O zamana kadar 'irtica' ile 'darbe' arasında kendilerini ortada ve siyasi anlamda çaresiz gören insanlar, bir anda meselenin böyle olmadığını, 'irtica' denen tehlikenin gerçekte darbe heveslilerinin ürettiği bir sanal aktör olduğunu, dolayısıyla ülkenin önünde tek bir tehlike bulunduğunu fark ettiler. 'İrtica'nın sanallığının ortaya çıkması, darbe tehdidinin de daha siyaseten okunmasına neden oldu ve o zamana dek kendilerini ortada ve çaresiz görenler bir anda siyasetin doğal parçası ve müdahili haline geldiler. AKP'yi normal olarak beklenen %40'lardan 47'ye taşıyan kitle budur. Ve bu kitle Türkiye'deki resmi ideolojinin ve onun yandaşlarının gerçek yenilgisini ifade eder. Çünkü AKP'nin İslami çevrelerden gelen oyları ne denli yükselirse yükselsin, bu partinin resmi ideoloji karşısında hâlâ halledilememiş bir meşruiyet meselesi bulunuyor. Oyların %80'ler çıkması halinde bile, eğer bu oyları külliyen 'dincilikle' suçlamak mümkün olabilirse, darbelerin de her zaman meşru olabileceğini öngörebiliyoruz. Çünkü Türkiye'deki bürokratik vesayet yönetiminin demokrasi diye bir derdi yok.... Demokrasi sorunsuz bir biçimde onların istediği neticeleri sağladığı sürece makbul veya mubah. Ama eğer o neticeleri sağlamıyorsa, her zaman resmi ideolojiye yaslanarak demokratik süreci durdurmaya teşebbüs etmek isteyecek bir grup 'devletçi' çıkacaktır. Dolayısıyla devletçiliği, askerî vesayetçileri, yani otoriter rejim yanlılarını asıl rahatsız eden, onların yenilgisini kanıtlayan şey AKP'nin oylarını bu denli artırması değil, AKP'nin bizzat laik kesimden oy almasıdır. Deniz Baykal seçimlerden başarıyla çıktı... Tam da bu nedenle bu seçimler bir referandum niteliği taşımaktaydı ve özellikle gözlemlenebilir iki grubun oy verme davranışları, otoriter rejimin gayri meşru kılınmasına giden bir sürecin başında olduğumuzu kanıtlıyor. Bu gruplardan biri yukarıda anlatılan laik kesimin 'demokrat' kanadıdır. Belki daha şaşırtıcı olan ikinci grup ise, kendisini din üzerinden tanımlamasına ve dolayısıyla 'İslami' bir duyarlılığa bir anlamda 'karşıt' konumlandırmasına karşın, Ermeni cemaatinin partiler arası mukayesede ezici bir oranla AKP'nin yanında durmasıdır. Bu iki kesim son altı ayda yaşananların sonucunda, belli ki bir 'gestalt switch' geçirmiş ve kafalarındaki psikolojik sınırı geçmişler... Ancak tabii bir de söz konusu psikolojik sınırı geçemeyen, başarısızlığına gerekçe arama uğraşı içinde debelenip duran ve başkalarının özgürleşmesinden daha da korktukları için muhtemelen giderek hastalanacak olan zevat var. Bugün kendisini sosyal demokrat veya laik olarak adlandıran birçokları Deniz Baykal'ın istifasını istiyor; bu istifayla vicdanlarını rahatlatacaklarını sanıyorlar. Oysa Baykal'ın istifa etmesi için hiçbir neden yok! Çünkü meseleye daha sosyolojik ve derinlemesine bakıldığında söylenebilecek tek şey Baykal'ın bu seçimlerden başarıyla çıktığıdır. Düşünün ki karşınızda sosyal demokrasiden söz ederken bu ideolojinin hiçbir ilkesine itibar etmeyen, ahlaki tutarlılığı önemsemeyen, askeri vesayeti ve darbeyi dolaylı olarak destekleyen, muhtemel bir darbenin altyapısına yönelik kışkırtıcılık yapan, azınlıkların ve farklı kültürlerin haklarını hiçe sayan, hatta onlara hakaret eden bir parti var... Deniz Baykal işte bu partiye %21 oy aldırdı! Bundan büyük başarı olabilir mi? Bu kadar faşizan ve fırsatçı bir siyasi pozisyon, böylesine utanç verici bir siyaset anlayışı ile daha ne kadar oy alınabilirdi? Başarı, veri bir durumdan hareketle varılmak istenen bir noktaya en hızlı ve en kolay yoldan ulaşmayı ima ediyorsa, Baykal tabii ki başarılıdır. Çünkü bu partinin tek hedefi Parlamento'da anamuhalefet olarak var olmak ve oylarını düşürmemekten ibaret. Son dönemin gündeminde söz konusu hedefe gitmenin en kolay yolu da Baykal'ın yaptığıydı. Aksi bir strateji partiyi gerçek tartışmaların ve fikirlerin dünyasına taşıyacaktı; ama Baykal'ın çok iyi bildiği üzere bu partideki asıl sorun fikrin olmaması... Yani Baykal bu seçimde hiçbir fikri olmayan, üstelik açıkça devletçi ve faşizan tada sahip bir konumda çapa atmış bulunan bir partiyi yeniden anamuhalefet yaptı. Medyada birçokları şimdi hayali bir sosyal demokrat parti ile CHP mukayesesi yaparak, partinin değişmesini veya liderini değiştirmesini istiyor. Ancak asıl sorulması gereken soruyu sormuyor: Seçim öncesinde bu eleştirmenlerin tavrı neydi acaba? Onlar da aynen Baykal gibi askeri vesayetin savunuculuğunu yapmadılar mı? AKP'yi tamamen gayri ahlaki bir biçimde 'irticacı' olarak sunmak üzere uğraşmadılar mı? Otoriter zihniyetin cazibesi altında, hem de kendilerine son derece güvenerek, ülkenin tam da bu CHP'ye ihtiyacı olduğunu söylemediler mi? Eğer Baykal başarısızsa, medyanın bu basmakalıp kalemleri ondan çok daha başarısızdır. Eğer Baykal'ın istifa etmesi gerekiyorsa, medyanın bu basmakalıp kalemlerinin ondan çok daha önce istifa etmesi gerekir. Çünkü onlar ya Baykal kadar bağnazdırlar ya da bize Baykal'ı farklı sunacak kadar gayri ahlaki bir yola girmekten gocunmamışlardır. Bu zevatın sembolik temsilciliğini hak etmiş olan Mine Kırıkkanat'ın 18 Temmuz'da Vatan gazetesindeki tepkisi, fazla söze yer bırakmadan, söz konusu insanların üzücü zihinsel durumlarını ve hastalandıklarında kendileri için nasıl utanç verici olabileceklerini ortaya koyuyor: "Dün bir arkadaşım, son seçim anketine göre oy dağılımını bildirdi: AKP yüzde 47,9. Vallahi farkında bile olmadım, ağzımdan tek sözcük çıkmış: Oha! 'Çüş' de diyebilirdim. Ama beynim, sahtekarlığın bu kadar kalını, yalanın böyle hamı, soytarılığın bunca kabası, densiz ve yontulmamış kurnazlık karşısında, ancak insanoğlunun homurtularla konuştuğu bellek katmanında bulmuştu gerekli tepkiyi. Odun gibi, ağız dolusu, gırtlağımın tüm baslarını gerektiren bir 'oha'." Kırıkkanat için ne söylenebilir? Umarız hep böyle kalır ve laik kesim kendi temsilcilerinin nezdinde kendisi hakkında daha namuslu bir fikir edinme şansı bulur. Çünkü bu tür insanların fikir düzeyi zaten hiçbir zaman 'oha' tepkisi verme seviyesinden öteye geçmedi. Beyindeki homurtuları düşünce sanmaları, onları çok uzun süredir toplum karşısında marjinalize etti. Çünkü Türkiye toplumu son on yıldır düşünmeyi keşfetti ve bu düşünme yeteneğinin ışığında var olanı çok daha berrak algılamaya başladı. Geçmiş yazılarımdan birinde söylediğim gibi, bugün artık Türkiye toplumunu ve özellikle Anadolu'yu kandırmak mümkün değil. Ne yazık ki düşünmeyi bilmedikleri halde kendilerini kimlik olarak üstün gördükleri için zihinlerinin de daha üst düzeyde olduğunu sananlar hâlâ kendilerini kandırmaya devam ediyor ve böylece hastalanıyorlar. Önümüzdeki temel görev Seçim sonuçlarının sonrasında bazı medya kalemlerinin 'demek ki iki Türkiye varmış' tespiti şu açıdan doğru: Gerçekte sadece bir Türkiye var; ama onlar Türkiye'yi hiç anlamadıkları için psikolojik olarak onun dışındalar. Bütün bunlar meselenin Baykal'la veya CHP ile sınırlı olmadığını ortaya koymakta. Ortada CHP'yi aşan bir CHP'lilik var ve söz konusu tutum açıkça zihinsel körlüğe neden olmakta. Bu zihinsel körlüğün temelini Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına ve o dönemdeki felsefi yaklaşıma kadar geri götürmek mümkün. Cumhuriyet'i kuran partinin yandaşlığını aşarak bir ideolojik sınıflaşmayı ima eden CHP'lilik, siyasi pozisyon açısından üç ayak üzerinde durur: Modernlik, cumhuriyetçilik ve laiklik. Ne var ki her üç kavram da Batı'dakinden çok farklı olarak algılanmış ve yönetici elitin kimliği üzerinden imtiyaz yaratılmasına imkan veren bir biçimde yeniden üretilmiştir. Buna göre modernliğin bireyi öne çıkaran relativist geleneği tamamen dışlanarak, ulus-devlet ve millet yüceltmesine dayanan bir otoriteryanizme kapılanılmıştır. Cumhuriyetçilik toplumun istek, talep ve tercihlerini duymaktan hoşlanmayan, neredeyse toplumun varlığından rahatsız olan bir biçimde tamamen devletçilikle yoğrularak tanımlanmıştır. Laiklik ise, bırakalım bireysel inanç özgürlüğüne kanal açabilmeyi veya farklı inançlara eşit mesafede durabilmeyi, pozitivist bir yoruma teslim edilerek, inanç alanı üzerinde doğrudan tahakküm kurmanın adı haline gelmiştir. Böyle bir 'vizyon' içinde toplumun anlaşılması, hatta toplumla ilişki kurulabilmesi bile çok şaşırtıcı olurdu... Dolayısıyla sadece Deniz Baykal'ın değil, neredeyse bütün CHP'lilerin ve bu CHP'ye oy verenlerin son derece totalci, merkezci ve elitist bir yanılsamanın paydaşları olduğunu öne sürmekte bir mahzur gözükmüyor. Çünkü eğer kendilerini bu kitlenin parçası olarak görmeyenler ya da böyle algılanmaktan rahatsız olanlar varsa, çıkıp konuşmalarının, kendilerini deklare etmelerinin önünde hiçbir engel yok. Ancak bu gibi insanların çok azınlıkta kalacakları da açık. CHP'lilerin ve ona oy verenlerin esas olarak Onur Öymen veya Oğuz Oyan gibi 'düşündüklerini' varsaymak gerçekçi gözüküyor. Hatırlarsak CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen seçim sonrası şöyle demişti: "Tarım bölgelerinde hükümetin bu kadar fazla oy almasını akılla açıklamak mümkün değildir. Eğer siyasette mantık dışı unsurlar bu kadar fazla oluyorsa, bu son derece demokrasi açısından düşündürücüdür." Partinin genel sekreter yardımcısı Oyan ise seçim sonucunu "AKP'nin gerçek kimliği ortaya çıkartılamamıştır" diye açıklamıştı. Türkiye'nin demokratikleşmesini, toplumsal zihniyetimizin demokratlık yönünde gelişmesini ve bu sürece şimdilik katılamayan vatandaşlarımıza bir fırsat daha yaratılmasını isteyen bizlerin önünde artık bir görev var: CHP'liliğe karşı çıkmamak! Bu anlayışı daha da belirgin hale getirerek görülmesini sağlamak ve böylece toplumun geri kalanına da bir 'gestalt switch' yaşama şansını vermek. O nedenle sakın ha Onur Öymen ve Oğuz Noyan gibilerini eleştirmeyelim. Aksine destekleyelim! "Ne kadar haklısınız Onur Bey" diyelim, "toplumun davranışı gerçekten de mantıksız... Bizim mantığımıza uymayan demokrasi hiç olur muymuş?" Oğuz Bey'e de hak verelim, "Siz de çok haklısınız Oğuz Bey, AKP'nin irticacı olduğunu daha çok anlatsak muhakkak ki oyları feci halde düşecekti" diyelim... Bırakalım CHP'liler CHP'liliklerini sürdürsünler... Sürdürsünler ki normal insanlarımız onların 'mantık' dediği şeyin mantık olmadığını, 'demokrasi' dedikleri şeyin de demokrasi olmadığını bir an önce anlasınlar. |
Zihinsel körlük
02 Ağustos 2007
-
Aa
+
a
a
a