15 Haziran 2008Radikal Gazetesi
Türkiye'nin bu günleri de ileride yazılacak elbet. Tarihçiler yazacak. Edebiyatçılar yazacak. O metinleri okuyanlar bizim gördüğümüz ufuktan genişini, bildiğimizden doğrusunu, işittiğimizden fazlasını bilecek. Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasiyle olan yüzyıla yakın itişmesinin şu ağır dönemecini anlatanlar, öncelikle Tuzla Katliamı'nı yazacaklar, arkamıza gerili karanlık perdeye. Bugünlerin Türkiyeli insanının temsili resmini çizebilmek için Tuzla'ya bakacaklar. Şemdinli'ye bakacaklar. Kulp'taki toplu mezardan yıllar sonra ağarmış çıkan kemiklere bakacaklar. Diyarbakır Hapishanesi'nden patlayan hikâyelere bakacaklar. Hayata Dönüş Katliamı'na bakacaklar. Kısacası yanından usulca akıp geçiverdiğimiz bütün vahşet hikâyeleriyle birlikte çizecekler portremizi. Tarih geçirmez derilerimizden akıp gidiveren onca felaketin önünde sakin ve kararsız; sinmiş ve unutkan bir gölgemiz yansıyacak çekilen dönem filmlerine. Tuzla'da 97 işçi teker teker öldüler 1992'den bu yana. Son yıllarda hızlandı gidişleri. Oradaki tersaneler, bir zamanlar toplama kamplarına olduğu gibi, tevatürmüş gibi geliyor artık hepimize. Bize ne oldu böyle? Türkiyeliler gerçekten de bambaşka adetleri olan tuhaf bir kavim mi? 12 Eylül, gerçekten insanlık tarihinin en başarılı askeri darbesi midir? Bütün toplumu bir araya gelemez, tepki gösteremez, umursamaz veya umarsız kılabilen; 30 yıla yakın bir tarih kesitinde hâlâ en doğal hak ve özgürlüklerin kendinden esirgenmesi karşısında böylesine sessiz kılınmış bir halk yaratabilen bir darbe dünya militarizm tarihinin incisi midir? Böylesine yenik bir halk, demokrasiyi tartışmayı hak ediyor mu gerçekten? Sanayi devriminin ilk döneminden bu yana görülmemiş bir işçi kıyımı yaşanırken bu ülkenin değerli sanayicileri; ülkesini hepimizden çok sevdiği iddiasıyla karşımıza dikilen sermaye piyasası yıldızları ne yapıyor?Dünyanın herhangi bir yerinde, emeğin böylesine hor görüldüğü, ölenlerin böylesine kolay perdeden siliniverdiği bir olay var mıdır? Tuzla gibi? Berkan, birkaç gün önce sorulması gereken soruyu yazısının başlığından yöneltiyordu: "Tuzla'yı düzeltemeyenler demokrasiyi düzeltebilir mi?"Türkiye'nin gidişatından şu veya bu nedenle kaygılarını dile getiren, sokaklara dökülen, gururla göğüslerini şişirip bayraklarını dalgalandıranlar; temsilcisi olmaya soyunduğunuz bu halkın onurunu incitmiyor mu Tuzla'da birbiri ardından ölen işçiler? İlle de şeriatten korkanlar, kölelik düzeninin böylesine fütursuzca can alması karşısında ne düşünüyor? Hükümetin şu dönemde her halükârda desteklenmesi gerektiğine inanan her şey mubahçı münevverler, Çalışma Bakanı'nın böyle korkunç bir günahla cilalı koltuğunda oturadurması karşısında bir şey demezler mi? Vatandaş olanlar, dindar olanlar, Kemalist olanlar, dinsiz olanlar, insan olanlar; insanlık onuruna hiç mi borcunuz yok? Tuzla orada kanayadururken hak ve hukukla oyalı iyi bir hayat mümkün mü? Dünyayı ayağa kaldırmamız gerek. Ama öncelikle kendimiz ayağa kalkmak zorundayız. Yitirdiklerimizin dökümünü çıkarmalıyız önce. Nasıl bu hale gelmiş olduğumuza; ağrıyan, sızlayan, umursayan, hayata inanan yerlerimizi nerede, niçin kaybetmiş olduğumuza çalışmalıyız. Tersanelerde ölenler, timsah gözyaşları dökerek birer birer gömüp yerlerine yenilerini yolladığımız şehitlerin yanına yazılıyor. Oysa şehit değiller. Onlar vahşi kapitalizmin çarklarına kaptırdılar canlarını. Ne Meclis, ne Asker, ne Cami, ne de Cumhuriyet engel olabildi ölümlerine. Ölüm kütüklerine tefrika oldular. Biz, burada kalanlar; bu vahşete seyirci kalmayı insanlık onuruna yediremeyenler; Limter-İş'in ilan ettiği 16 Haziran grevine destek vererek başlayabiliriz. Bu konuda yayınlanan ortak bildiriyi sizle paylaşıyorum: "Tuzla tersanelerindeki insanlık suçuna son! 16 Haziran greviyle dayanışmaya!İstanbul Tuzla'daki tersanelerde son bir yıl içinde yaşanan işçi ölümleri hiçbir biçimde "kaza" olarak nitelenemez. Hızla büyümekte olan gemi inşa sektörünün kapitalistleri, dünya pazarından büyüyen bir pay alabilmek için işçilik maliyetlerini düşük tutmak amacıyla bir yandan işçileri taşeronlara teslim etmekte, bir yandan da yasaları da çiğneyerek işçi sağlığı ve iş güvenliğini ayaklar altına almaktadırlar. Tersane kapitalistlerinin örgütü olan GİSBİR'in başkanı "kazalar normaldir, olur" diyerek kâr hırsının patronların gözünü nasıl döndürmüş olduğunu ortaya koymuştur.Hükümet ve parlamento, göstermelik bir takım araştırmalarla meselenin üzerini kapatmaya çalışıyor. İş müfettişlerinin dehşet verici ihlalleri belgeleyen raporları raflarda tozalanmaya terk edilmiştir. Muhalefet partileri göz boyamaya yönelik bir takım protestoların ötesine geçmemektedirler. Yargı sessizdir. Türkiye nefesini tutmuş, 19. yüzyıla yaraşır kanlı bir işyerinde oynanan bu trajediye seyirlik bir oyun gibi bakmaktadır.Bütün bunlar yaşanırken işçiler mücadelelerinde karşılarında polisi ve jandarmayı bulmaktadırlar. DİSK Limter-İş sendikasının yöneticileri ve sendika üyeleri eylemlerinde defalarca polis saldırısına maruz kalmış, birçok kez gözaltına alınmışlardır. Şimdi Limter-İş 16 Haziran günü yeniden bir grev ilan etmiştir. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihindeki en büyük isyan olan 15-16 Haziran 1970 olaylarının yıldönümü için ilan edilen bu greve destek vermek, seri katillerin yanında olmayan herkesin boyun borcudur. Biz aşağıda imzası bulunan işçi sınıfının dostu aydınlar olarak, tersane işçilerinin bu mücadelesini desteklediğimizi ve o gün işçilerin yanında bulunacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.Tuzla'da seri cinayetlere son!Taşeronlaştırma yasaklansın!Ölüme karşı tersane işçileriyle dayanışmaya!"