Türkiye'de golf turizmi yatırımları yapabilmek için, on binlerce yaşlı ağaç kesiliyor, kısıtlı su kaynakları hesapsızca harcanıyor, yer altı havzaları kirletiliyor. Bu girişimlerin yarattığı çevresel ve sosyal etkiler konusunda, Hazine Eski Genel Müdürü Ata Murat Kudat bizi uyarıyor.
Ömer Madra: Hazine eski genel müdürü, dostumuz Ata Murat Kudat konuğumuz. 10 gün önce Radikal 2 gazetesinde çıkan önemli bir yazısı dikkatimizi çekti, Antalya'da, Sorgun yöresinde golf sahaları açılması, ağaç kesilmesi ve özellikle de su meselesi üzerinde kapsamlı görüşlerini ihtiva eden bir yazısı yayımlandı. Su meselesi herhalde insanlığın en önemli sorunlarından biri olarak ortaya çıkacak. Dünyada su kaynaklarının dağılımı ve özellikle de Ortadoğu bölgesi ile Türkiye'nin konumu üzerinden başlayalım mı?
Ata Murat Kudat: Dünyada suyun durumu deyince tabii bir çok dinleyicimiz dünyada su yokmuş gibi bir zehaba kapılabilir, dünyamız üzerinde çok su var, dünyada şu anda tahminlere göre 1.400 milyon kilometreküp, -bunu binle çarparsak tonu buluruz-, su var. Ama bu suyun %97.5'u deniz sularıdır ve karamıza yağmurlar şeklinde düşen sular da zaten denizden kaynaklanan, denizden buharlaşan sulardır. Bu %97.5'u düştükten sonra da toplam kalan su %2.5 civarında, bunun da %0.3'ü ancak bizim kullanılabilir su kaynağı dediğimiz, yani elimizi uzattığımız zaman, teknolojinin imkânları çerçevesinde sağlayabileceğimiz su. Bu suyun miktarı nedir diye baktığımızda dünyada kabaca 50-55 bin kilometreküp bir sudan bahsediyoruz. Dünyadaki suyun miktarından bahsedince ortaya çeşitli kıtalar, çeşitli ülkeler arasında büyük bir adaletsizlik çıkıyor. Bu adaletsizlik, ülkelere ve kıtalara düşen su miktarında. Mesela Türkiye'de biz adam başına 3 bin metreküp kullanılabilir su kaynağına sahibiz.
ÖM: Bunu açıklar mısın?
AMK: Nehirlerimizde, yeraltı rezervlerimizde ve göllerimizde depolanmış vaziyette bulunan sudur. Nehirlerimiz ortalama 16 dakikada bir kendini yeniliyor, buzullardan, yağmurlardan, dere gibi kaynaklardan gelen sular bunları yeniliyor, bu bir depo sayılabilir. Türkiye'de yaklaşık olarak adam başına 3 bin metreküp/yıl sudan bahsedebiliriz. Bu rakam Amerika'da 16 bin metreküp/yıl, Güney Amerika'da 36 bin metreküp/yıl. Dolayısıyla Türkiye'nin bulunduğu coğrafik yapıyla Kuzey Amerika ve Güney Amerika arasında çok fark var.
ÖM: Bu durumda da tabii bir mitosun da kendiliğinden dağılmasına yol açıyor, çünkü su zengini bir ülke olarak söz edilir Türkiye'den, bu doğru değil anladığım kadarıyla.
AMK: Evet öyle. İkincisi tabii Türkiye'mizin coğrafik yapısına baktığımız zaman, çeşitli bölgeleri arasında, ki bu iyi kötü yağış haritalarından filan da gözüküyor, metrekareye yılda 120 milimetre su düşen yerler var, metrekareye 4 bin milimetre su düşen yerler var. En fazla su alan bölge Artvin, Arhavi bölgesidir, en az su alan bölgesi de Talas dağlarının, Kayseri dağlarının hemen güneyinde bizim Yeşilhisar Ovası dediğimiz yerdir. Dünyanın da en az su alan yerlerinden biridir, çöl koşullarının hüküm sürdüğü bir yer. Türkiye'de bazı yerler su alıyor, iyi bir yağmur ve nehir rejimine sahip, bazı yerler bunlardan nasibini alamamıştır. Genel itibariyle baktığımız zaman Türkiyesu zengini bir ülke sayılamaz.
ÖM: Bu durumda bu konudaki politikalar iki bakımdan önemli. Ortadoğu bölgesinde, İsrail'le, Suriye ile olan su anlaşmaları meseleleri var, bir de dünyada bunun savaşlara gidebilecek kadar, kaynak paylaşımından doğan çok büyük çatışmaları meydana getirmesi olasılığı var. Önce bu dış meseleye bakalım.
AMK: Dünyada su üzerindeki anlaşmazlıkların yoğunlaştığı bazı bölgeler var, sanıyorum bu bölgelerden en önemlisi ve önümüzdeki yıllarda, önümüzdeki yüz yıl içinde diyelim ki en kritik öneme sahip olacak bölge Ortadoğu'dur. Yılda kullanılabilir su kaynağı olarak dünyamızda 53 bin kilometreküp suyu var, bunun acaba ne kadarı Ortadoğu bölgesine düşüyor diye baktığımız zaman, yalnızca 500 kilometreküp düşüyor.
ÖM: Orası petrolle beraber su açısından da en hararetli kaynaşmaların olacağı bölgelerden biri.
AMK: Ortadoğu bölgesinde şu anda 14 ülke var, Bahreyn, İran, Irak, İsrail, Kıbrıs, Kuveyt, S.Arabistan, Suriye, Türkiye ve Yemen. Bunların tümüne düşen kullanılabilir su kaynağı 500 bin metreküp civarında. Bu ülkelerden 9 tanesi şu anda su krizinde olan ülkelerdir. Bunlara düşen su, yılda 1 kilometreküpün altında. Mesela Kuveyt 0.02 kilometreküp su kaynağına sahip, Katar 0.1 kilometreküp su kaynağına sahip. Yani hemen hemen hiç su almayan ülke, ki Kuveyt Şattülarap'ın hemen yanında olan bir ülke olmasına rağmen tatlı su kaynağına sahip değil, Suudi Arabistan'dan su satın alıyor.
Türkiye'de kullanılabilir su kaynağı olarak toplam 180-200 kilometreküp arasında değişiyor, iyimser bir rakam alırsak Türkiye'de yılda 200.7 kilometreküp su kaynağı var. Tabii Türkiye'nin bunun tümüne ulaşımı yok, bunun yılda yalnızca 31 kilometreküpünü kullanabiliyor. Bunun %72'sini tarım için kullanıyor, %11 sanayi için kullanıyor, -çok az bir miktar kullanıyor sanayi için- %16'sı da evsel kullanım. Sanıyorum Türkiye için bu her üç konuda da büyük ölçüde tasarrufa gitmeye şimdiden başlamamız gerekiyor.
ÖM: Eğer gecikmemişsek.
AMK: Çünkü şu anda dünya nüfusunun 2000-2050 yılları arasında 6 milyardan 9 milyara çıkacağını düşünülüyor, yani %50'lik bir artış olacağı tahmin ediliyor, ama buna karşılık Ortadoğu'nun nüfusu şu anki 332 milyon seviyesinden 500 küsur milyonlara çıkacak, yani yaklaşık %70 artacak. Ortadoğu'daki nüfus artış hızı dünya nüfusundan da çok fazla. Birçok bilimadamı, bugünlerde bu "sarı dalga"dan bahsediyor, CIA raporlarında çıktı, basına yansıdı. Acaba Türkiye'nin önemli bir kısmı bir kuraklık dalgası içine mi girecek önümüzdeki yıllarda bu sera etkisinden dolayı? Ondan hiç bahsetmiyorum.
ÖM: Küresel ısınma ile bağlantılı olarak.
AMK: Onlar sadece bu süreci hızlandıracaktır.
ÖM: Bu durumda çok ciddi bir tasarruf sorunu karşımıza çıkıyor, öte yandan da birdenbire bir golf turizmi dolayısı ile açılan yeni alanların çok büyük su tüketimi yapmakta olduğunu biliyoruz. Hatta dünyanın en çok suya ihtiyaç gösteren sektörlerinden biri herhalde? Antalya ve Sorgun bölgesinde hem ağaç kesilmesi, hem de su meselesi ile beraber bir sorun oluştuğu belirtiliyor. Biraz da bunun üzerinde duralım.
AMK: Golf bir spor. Golfle ilgili bir kaç tane televizyon programı izledim, bu konuda Turizm Bakanlığı bir açıklama yaptı (27 Aralık 2004), çevreci hareketlerin etkilerine karşı. Golf alanları aşırı miktara su gereksinimine ihtiyaç duyan yerler olduğu için golf Türkiye'de konu oldu. Ben Türkiye'de herhangi bir spor dalını hatırlamıyorum ki bu kadar çok miktarda mahkemelerde davalarda karşılaşsın. Bugün Sorgun için mahkemelerde davalar sürüyor, Milas-Tuzla sulak alanları için mahkemelerde davalar sürüyor. Yani Turizm Bakanlığı nereyi golf sahası yapmak istese, burası ile ilgili olarak mahkemelere düşüyor. Bunun nedeni, golf aşırı derecede suya ihtiyaç gösteren bir spor, bizim gibi ülkelerde başkalarının da suya ihtiyacı var. Yani insanlar içmek için su arıyorlar, sanayici kullanmak için su arıyor, çitfçiler kullanmak için su arıyorlar. Türkiye'de su olan coğrafik bölgelerin sayısı öyle çok fazla değil, yani kimse de golfçülere "gelin Yeşilhisar'da golf oynayın" diyemiyor, çünkü orada su olmadığını bizler de biliyoruz.
ÖM: Artvin-Arhavi'de golf sahaları açılsın o zaman?
AMK: Mesela. Golf'ün geliştiği yerler İngiltere ve İskoçya, aslında golf çok doğa dostu bir spor, doğada oynanıyor, bu suni sahalarda göller, tepecikler yapılıyor, vs. Çünkü bunlar İskoçya'da kendiliğinden var olan yerler. Dolayısıyla golf oralarda yeşermiş, buralardaki coğrafyalardaki sorun su sorunu değil, tam tersine fazla yağmurları nasıl direne edeceğimiz sorunu. O insanların sorunları tamamen farklı, bizim sorunumuz ise susuzluk sorunu. Tabii Antalya'daki golf sahaları ile ilgili olarak bir de doğal mirasımızı yok etme sorunu ile karşı karşıyayız suyun dışında. Bu golf sahalarındaki çimenlerin kısa kesilmesi gerekir, yani kısa kesmezsen top takılıyor. Golf sahalarındaki çimenler kısa kesildiği için çimen fotosentez yapamaz, yani her bitkinin asgari bir büyüklükte olması lazımdır ki güneş ışınları ile fotosentez yapsın ve kendi kendini büyütsün. Dolayısıyla golf sahalarındaki çimenler sürekli kesilmekten dolayı fotosentez yapamazlar, çimen olma özelliklerini kaybederler, böyle olunca da golf sahalarının çimenlerinin köklerini beslememiz gerekir. Dolayısıyla bunlara aşırı derecede gübre atılması gerekiyor, golf sahalarının bir metrekaresine yılda 2 kilogram gübre atılıyor. Bu ortalama bir golf sahası için yılda 400-600 ton gübreye tekabül eder ki bu, ortalama olarak tarımda gübre kullanımının yaklaşık 5 katıdır. Yani dünyadaki tarım için kullanılan gübrenin 5 katı miktarda bir gübreyi golf sahalarını zoraki olarak yeşertmek için, ayakta tutmak için kullanıyoruz. Nerede? Türkiye gibi ülkelerde.
ÖM: Yani su probleminin yanı sıra önemli miktarda bir gübre kullanımı meselesi de var.
AMK: Yine çimi beslemek için gübrenin yanında bitki ilaçları, hormonlar verilmesi gerek. Sonra da mevsimsel yağmurlarla bunlar toprağın alt katmanlarına gidiyor ve zaten bu golf sahalarını sulamak için açılmış olan kuyuların olduğu yeraltı havzaları tamamen kirlenmiş oluyor, ki Akdeniz'deki kirli havzalar inanılmaz boyuttadır. Yalnız golf sahalarından değil tarım ilaçlamasından ve tarım gübrelemesinden de kirleniyor.
ÖM: Yeraltı su rezervlerinin yenilenmeleri de binlerce yıl alıyor.
AMK: Evet. Yani Türkiye'de bu sözünü ettiğimiz yeraltı su rezervleri yaklaşık 100-150 metre derinlikteki su katmanlarıdır, oralarda oluşan su rezervleridir, bunlar çok önemli rezervler değil, bunlar kendiliklerinden denize akan, karışan rezervlerdir. Ama daha önemlisi, bu yeraltı rezervlerine bu şekilde akan aşırı gübreler, ilaçlar ve hormonlar yağışlarla birlikte denize giderler ve denizin altındaki tabiatı da öldürürler. Bunu daha önce Antalya'da gördük, şu anda da görmekteyiz. Geçen gün arkadaşlarıma sordum; Sorgun bölgesinde 15 bin yatak kapasitesine sahip 22 adet turizm tesisi var, bunların yalnızca bir tane kanalizasyon, arıtma sistemleri var, bu da doğru dürüst çalışmıyormuş.
ÖM: Yani sonuç olarak Sorgun ormanlarının kesilmesi ile ilgili olarak ve de bu su kaynaklarının kullanımı ile ilgili olarak karşı çıkan çevrecilerin haklı bir noktayı savundukları anlaşılıyor.
AMK: Çevre açısından çok haklılar, gerçekten burada suni bir şey yapmaya çalıştığımız için, zorlama ile bir spor dalını turizm faaliyeti olarak tanıtmaya çalıştığımız için çevre açısından yanlış bir şey yapıyoruz endişesi taşıyorum.
ÖM: Golf yatırımı tabii ki turistik olarak para kazanacak bir sektör olarak görünüyor, ama bunun ödenmesi gereken bedeli karşımıza çıkıyor.
AMK: Bunun önemli bir sosyal bedeli var. Sanıyorum çevrecilerin asıl üzerinde durdukları konu ağaçların kesimidir. Bakanlık bu konuda biraz sessiz kalmayı tercih ediyor, ama Golf Federasyonu bugüne kadar Antalya'nın doğusunda yapılan golf sahaları için, -ki sanıyorum sayıları 6 veya 7'dir- bugüne kadar 45 bin ağacın kesildiğini söyledi. Bunlar yetişkin ağaçtır, 2-3 yıllık değil, bunların her biri 100-200-300 yıllık ağaçlardır. Bunların kesildiğini söylediler ve devam ettiler "bundan sonraki her golf sahası için de merak etmeyin yüz binlerce değil 10 bin tane ağaç keseceğiz" dedi.
ÖM: Her bir golf sahası için 10 bin ağaç kesilecek? Bunu iyi karşılamamız mı bekleniyor?
AMK: Evet, çok iyimser bir rakam olarak ortaya kondu. Sorgun bir kumul alanı, Sorgun ormanları bir kumun üzerinde duruyorlar ve bu kumun kalınlığı yer yer 3 metredir. Bu kumul geriye doğru yürüdüğü için, denizden içeriye doğru yürüdüğü için, ta 1940'lı yıllarda devlet bunu görmüş, devlet 1945-55 yıllarında iki kere Sorgun ormanlarını takviye etmiş. Yani Sorgun ormanları ile deniz arasına ve bu ormanların biraz seyrek olduğu yerlere devlet fıstık çamları dikmiş, denizden gelen kum dalgalarına engel olsun diye dikmiş. Aksi takdirde arka taraftaki tarım arazilerine gidecek bu kumullar. Dünyada bir çok örneği var, Bordeaux'nun hemen kuzeyinde vardır, Amerika'da var, bu kumullar yürürler, bunlar yürümesin diye devlet buraya takviye yapmış. Bu ormanların en genç ağacı 1955 yılında dikilmiş, yani 50 yıllık.
ÖM: Ve bunları kesmekten bahsediyoruz turizm için?
AMK: Burada daha kesecekleri 10 bin tane ağaç var, sanıyorum bu 50 yıllık ağaçların yanında orada Romalılar devrinden kaldığı iddia edilen, rivayet edilen 600-700 yıllık ağaçlar da var, onlar da kesilecek. Buna yazık diyorlar, ben de onlara katılıyorum.
ÖM: Son derece ilginç ve önemli tespitler. Gelecek kuşaklara devredilecek bir ülkenin kaynaklarından bahsediyoruz. Yapılması gereken ne olabilir?
AMK: Yapılması gerekene baktığımız zaman, gerçekten bir çıkmaz içinde olduğumuzu görüyorum, çünkü söylediğim gibi golf Türkiye'de çevre ile, tarımla bir rekabet içine girmiş gibi gözüküyor, ki bu bir açıdan da doğru. Bakıyorum, golf için su lazım, metrekareye günde en az 20 litre su lazım, bunun ne kadar su ettiğini aritmetik olarak hesap edebilirsiniz.ÖM: Muazzam bir miktar.
AMK: Bir kaç golf sahası için yılda 1,5 milyon ton filan ediyor, yani 1 kilometreküp ediyor, bu da şu anda İsrail'in toplam suyunun yarısı ediyor.
Avi Haligua: Şu anda dünyada 1,5 milyar insanın da su bulamadığı gibi bir gerçek var.
AMK: Dünya böyle iken biz de böyle bir lüks peşindeyiz döviz için, bütün bunlar döviz gelecek diye yapılıyor.
AH: Peki bu golf oynayanlar nereden gelecekler? Beklenen nedir?AMK: Nereden geleceklerini ben bilmiyorum ama golf oynayanlar Türkiye'de de var, benim bir çok arkadaşım da var, onlar diyorlar ki "saati 70 Euro'ya İstanbul'da, Kemer Country'de, vs. oynuyoruz." Bu kadar çok döviz gelip gelmeyeceğini bilmiyorum, Federasyon'un açıklamasında "Türkiye'deki 100 golf sahasından, 2.5 milyar dolar döviz elde edeceğiz" dedi. Bu da golf sahası başına yılda 25 milyon dolar eder, o zaman Türkiye'de şu anda 8 tane golf sahası var, Maliye Bakanlığı bunu bir ihbar olarak kabul etmeli, 25 milyon dolar kazanıyor olmaları lazım, o golf şirketlerin hesaplarına bakmalıdır. Böyle bir para kazanıldığını tahmin etmiyorum. Türkiye'de bir golf sahası, dünyadakilere bakarsak, Amerikan golf sahaları diyorlar ki "ortalama bir golf sahasının maliyeti 2-3 milyon dolar arasında değişir, yani bunun içinde hafriyat, toprağı düzeltme, suni göller yapma, splinter sistemi ile sulama yapma, vs. Bu 3 milyon doları da Amerika'da 10 yılda geri alabilirsiniz, Türkiye'de 3 yılda geri alabiliyorsunuz. Çünkü Türkiye'de 167 sayılı kanun var, kimse sesini çıkartmıyor, herkes istediği yere golf sahası açıp, yeraltındaki suları dilediği kadar kullanabilir, dolayısı ile su parası filan vermiyorsunuz, golf sahalarını da devlet size hediye ediyor bir anlamda, inanılmaz düşük kiralarla veriyorlar.
AH: Galiba bu verilen arazilerin bir çoğu sit alanı veya tarım için çok gerekli araziler değil mi?AMK: Mecburen bunların hepsi sit alanı veya tarım alanı olmak zorunda, çünkü su orada var. Şimdi Tarım Bakanlığı buna sesini çıkartmamış, ikinci, üçüncü alanlar Türkiye'de Dalaman, Atatürk Tigem Çiftliği'dir, 88 bin dönüm büyüklüğünde, Türkiye'nin en büyük ve en verimli tarımsal üretme çiftliklerinden biridir, bu çiftliğin de turizm alanı olarak ayrıldığı söyleniyor. İkincisi de Milas ve civarındaki nehir deltalarındaki sulak alanlar, zaten sulak alanlar olmazsa golf sahasını sulayamazsınız. Dediğim gibi Ankara'da golf sahası yapamazsınız, çünkü Ankara'da öyle bir su yok.
ÖM: Dehşetengiz bir manzara ortaya çıkıyor.
AMK: Nereye giderlerse gitsinler bir çatışma kaçınılmaz Türkiye'de.
ÖM: Golf sopaları ile birbirimize girmemize az bir zaman kaldığı anlaşılıyor.
AMK: Çok enteresan bir konu değil mi? Bakın Hikmet Uluğbay geçen gün bana bir Kızılderili atasözünü iletmiş, çok değer verdim, Kril kızılderilileri'ne atfedilmiş çok eski bir atasözü bu "Yalnızca son ağaç kesildikten, son ırmak zehirlendikten, son balık yakalandıktan sonra, ancak ondan sonra paranın yenmeyeceğini anlayacaksınız" diyor. Bence böyle şeylere toplumumuzun ve yöneticilerimizin dikkatini çekmek gerekir diye düşünüyorum. Ben meslek itibarı ile tarım uzmanı veya biyolog değilim, hazine kökenli bir bürokratım, ama bunlara sessiz kalmamak gerektiğini düşünüyorum.
ÖM: Su meselesini, hem de bu konudaki gelişmeleri birlikte tekrar konuşma fırsatını buluruz inşallah.
AMK: Memnuniyetle.
(28 Aralık 2004 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)