Türban düğümü

-
Aa
+
a
a
a

4 Şubat 2008Radikal Gazetesi

Türban düğümü, benim meşrebimce bir hak ve özgürlükler sorunudur. Öncelikle öyledir. Bu konuda benden siyasi bir duruş bekleniyorsa, ki hemen herkesten bekleniyor, benim kayıtsız şartsız savunacağım şey, gencecik kızların başlarını türbanlı ya da türbansız, dik tutabildiği bir dünyadır. Evet, üniversitelerde isteyen türban takabilmelidir. Mahalle baskısı ve benzeri kaygılarla paranoyayı bayraklaştıran kesimlere karşı seslenmiştik. Mahalle baskısı elbette olacak. Hep vardı. Kimi mahallelerde metrelerce bayrak asılacak, asmayan korkacak. Kimilerinde başını örtmeyen kendini tehlike altında hissedecek. Mesele, ordu, mahalle, bürokrasi ve bilumum baskı üretme merkezlerine rağmen çeşitliliği, farklılığı, renkliliği, özgürlükleri korumak için mücadele etmektir. Demokrasi serüveni de bundan ibarettir. Bugün yaşamakta olduğumuz türban çatışması karşısında bu duruşu koruyabilmek fevkalâde güç görünüyor. Türban sorununun son AKP-MHP ittifakıyla hak ve özgürlükler alanından sürgün edilişini kaygıyla izliyoruz. AKP, türbanlı genç kızların boynuna korkunç bir düğüm atmıştır. Ahmet İnsel'in altını çizdiği gibi, "Diğer temel hak ve özgürlüklerden yalıtılarak, çözümü tek başına aranan türban sorunu, Tayyip Erdoğan'ın, 'Siyasal simge ise ne olmuş yani' efelenmesinin de katkısıyla, bireysel bir hakkın kullanımı alanını terk edip bir cemaat hakkının kullanımına dönüşüyor." Böylelikle bu konudaki aşırı hassasiyetiyle demokrasiden vazgeçmeye hazır ulusalcı-laik kesimin argümanıyla öpüşüyor. AKP, hayatımızı türbana bağlamıştır. Gösterişli seçim galibiyetiyle çıktığı 'demokrasi' yolunda çabuk tökezlemiş, farklı ve sivil bir dil oluşturma çabasında hemen şişmiş, bildik muhafazakâr-otoriter kimliğini ibraz edivermiştir. Aklı başında kimsenin fazla bir şey ummadığı 'sivil anayasa' artık gündemde değil. Bize sunulacağı vaat edilen anayasa taslağından bir haber çıkmadı henüz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı'nın halkoyuyla seçilmesi dışında bir değişiklik yok, cunta malı anayasamızda. Şimdi biz türban çalışıyoruz. Siyasi bir simge olduğu Başbakan tarafından kabul edilmiş başörtüsünün nasıl takılması gerektiği üstüne geliştirilen ayrıntılar askeri üniforma katılığında birtakım kurallara bağlanmak üzere. Türbanlılara sunulacak bu yeni durumun bir hak ve özgürlük olduğunu kim iddia edebilir. Bu çoktan hak edildiğini savunduğumuz özgürlüğün tadına benziyor mu genç kızların MHP eliyle çenelerinden tutulup üniformalara sokulması. Hayatımızdan bir kelepçe daha çıkarılacakmış gibi geliyor mu? Çözülmesi hayati Kürt sorunu AKP tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri'ne emanet edildi. Bu sorunun yegâne çözümünün askeri olduğunun tartışılamadığı, tartışmaya kalkanların andıçlandığı günlere geri döndük. AKP, dini bütün Kürtler yaratarak bu sorunu çözebileceğine inanıyor besbelli. Zamanında devlet eliyle PKK'ya karşı beslenen, iyice semirdiğinde katlettiklerinin mezarları suratımıza patlayan Hizbullah'ı hatırlamanın yeridir. Ama biz şimdi türban tartışıyoruz. Hayatımızın kutsallarının birbirini hırpalar gibi yaptığı bir seyirlik karşısında çaresiziz. Hayatımızın kutsal sacayağı Türklük, İslam ve törelerdir. Bu üç kutsalın örgütlenmesi, birbirlerini korumak, gözetmekle çatılmıştır. Bu kutsalların bekçileri farklı kesimlerdenmiş gibi görünse de aralarında olağanüstü bir dayanışma vardır. Sonuçta bu kutsal üçlemenin tapınak bekçiliğini üstlenenler aynı 'hassasiyete' sahip devlet sözcüleridir. Aralarındaki pazarlıktan doğan gerilim aslında halk kesimlerine nüfuz etmeyen, seyirlik satranç hamleleridir. 'Hukuk devleti' ülküsünün, bu kutsallar gölgesinde gerçekleştirilebilmesi mümkün olmadığı için memleketimizde hukukun işleyişi de çoğunluk tapınak yazıtlarının yorumlanması şeklinde seyreder. Türklük konusundaki kanamanın tamponu olarak gırtlağımıza tıkılmış olan, 301'dir. Türklüğün asal bekçisi militarizm, hayatımızın her kesimine şablonlarını dayatmıştır. Sanatçı olmaya soyunmuşların dahi içtimaa çıkıp 'örnek vatandaş' misyonunu üstlenmeye hazır olduğunu ilan ettiği bir alanda özgürlük-özerklik-sivillik gibi konulardan söz etmek bile insanı tekinsiz kılmaya yeter. Siyasetin de 'halktan kopuk olmamak', 'halkın değerlerine ters düşmemek' gibi başlıklar altında ürettiği; halkın şişirilmiş mili ve dini hassasiyetlerini belirleyici varsayan bir uyarı, bir gözdağıdır. Töreler de bu hassasiyetlerin yüzyıllardır yorumlanış biçimi olarak resimde yerini alır. Hukuk, açıkta kalır. 301'in toplumun derdi olmadığını ilan eden bakanlarıyla AKP, sahte bir özgürlükçülük müsameresine çıkıyor türban ile. Dayatılmış bir toplumsal mutabakat peşinde. Öte yandan İbrahim Kaboğlu bu yasal komedinin açıklarını anlatıyor. Yüksek Öğretim Kurulu Kanunu'ndaki "Çene altından bağlanmalı" ifadesindeki sakıncaları sıralıyor: "Eğer başörtüsü dinsel bir emirse, kanundaki ifadenin gerekçesi dinsel buyruğa yani Kuran'a gönderme yaparak belirlenmeli. Bu yapılabilir mi? Laik bir rejimde yapılamaz. Bir kaynağa gönderme yapmadıkları için 'Çene altı' sınırlaması yöneticilerin kendi yaklaşımlarına göre yaptıkları bir belirleme olarak algılanır. Bunun özgürlükler açısından sakıncaları var: Farklı takmak isteyenlerin bu hakkının hangi nedenle sınırlandığı makul bir gerekçeyle açıklanmalı. Başörtüsünün nasıl bağlanacağı konusunda kural koymak ve bunu dayatmak yasaktan daha ağır bir özgürlük ihlali. Çünkü siz kadının teni üzerinde, erkek olarak belirleme yapıyorsunuz." Ama bundan da geçtik. AKP, türbana özgürlük atağına kalkarken kendisinden talep edilecek olan diğer hak ve özgürlükleri hesaba katıyor mu acaba? Söz gelimi, İslamiyet'in belirli bir mezhebinin yorumlarını esas alan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devletin örgütlenmesi içinde yer alması konusunda ne düşünüyor? Bu laik devletin fevkalâde laik ve Kemalist hükümetler döneminde dahi kudret gösterip değiştiremediği bir durum; başta Alevilik olmak üzere diğer bütün mezhep ve dinlerin devlet tarafından resmi olarak tanınmaması, sadece Sünni İslam'ın öğretildiği din derslerinin zorunlu olması. Zorunlu din derslerinin kaldırılması da türbana özgürlük ile aynı paketten çıkmamalı mıydı? Söz gelimi ben, vakti geldiğinde oğluma dayatılacak din dersi karşısında ne kadar şiddetli tepki vereceğimi biliyorum. Türbana özgürlük konusunda en ufak kuşkuyla gölgelenmemiş bir desteğim var. Ama bu konuda dini referanslarla konuşulup, hadislerle tartışılmasını manalı bulmuyorum. Bütün dinlerin halkın afyonu olduğuna inanan, hayatını kendi irade ve ahlakıyla yaşamaya çalışan bir insan olarak hiçbir inanandan özür dilemeden, çocuğumu din eğitiminden uzak tutmak istiyorum. Alevilere ve gayrimüslimlere yönelik inkârcı, imhacı, asimilasyoncu ve ayrımcı politikaları değiştirmeyi düşünmeden türbana özgürlük nasıl bir özgürlük anlayışıdır? İnanç özgürlüğünün bir simgesini özgürleştirme eşiğindeyseniz, farklı inananların hak ve özgürlükleri hakkında nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyorsunuz? Paranoyanın dayanışmayı, simgelerin gerçekliği kapı dışarı ettiği bir dünya tasavvurunun sözcülerisiniz öyleyse. Beni en çok üzen şeylerden biri, türbanlı kızların bu yolda daha çok incinecek, çok acılar yaşayacak olmaları. Kirli ittifakların piyonu olarak oradan oraya savrulacaklar.