5 Haziran 2006İsmet Berkan
Perihan Mağden yarından sonra mahkeme karşısına çıkacak ve ifade özgürlüğünü kullandığı için yargılanacak. Perihan Mağden'in yargılanmasına konu olan yazısını yayımlamaya dün başlamıştım, bugün son bölümü sunuyorum.
* * *
Askeri Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi ise vicdani reddin kabul edilemezliğine hükmediyor. "Silahlı çatışmaların devam ettiği bir coğrafyanın ortasında bulunan Türkiye'nin ülke savunması için gerekli tedbirleri alması zorunludur. Bunun için her erkeğin zorunlu askerlik yapacağı benimsenmiştir" ifadesiyle. Ve de Sivas Askeri Mahkemesi'nin Mehmet Tarhan hakkında verdiği iki davada toplam dört yıl hapis kararını bozuyor. Tarhan'ın (zorla) muayeneye tabi tutularak 'eşcinsellik' gerekçesiyle terhisinin verilmesini talep ediyor. Yani Tarhan'ın davası yine Askeri Yargıtay'da. Saçları zorla kesilmiş bulunan Mehmet Tarhan Sivas'ta, Askeri Cezaevi'nde. Bu davanın seyrine bakarak daha yıllarca orada kalacağına da hükmedebiliriz. Cezaevi koşullarının alabildiğine 'zor' olacağını da. Zira Mehmet Tarhan'dan önce 87'inci maddeden (EMRE İTAATSİZLİK maddesi) yargılanıp askeri hapishanelerde yatmış bulunan vicdani retçiler Osman Murat Ülke, Mehmet Bal ve Halil Savda'nın ne mene maddi ve manevi işkenelere uğradıkları; diyelim Mehmet Bal'ın üstünden askeri üniformasını çıkartmaması için ellerinden ve ayaklarından kelepçelendiği, el fizyonomisi 'düşünülerek' yapılmış bulunan kelepçeler ayaklarını kestiği için Adana Askeri ezaevi Komutanı Albay Durdu Solak tarafından özel olarak imal ettirilen prangalandığı 'filan' biliniyor. Yani Mehmet Tarhan'ı Askeri Cezaevi'nde geçireceği 'meşakkatli' (nasıl da efendice kelimeler seçiyorum) yıllar bekliyor. Böyle bir tercihi olduğu için. Anti-militarist olduğu için. Silahlı Kuvvetler'e hzmet vermeyi reddettiği için. Bu ret hakkı kendisine tanınmadığı için. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım: Yurdumuz topraklarında 300 bin ila 400 bin arasında değişen (kayda değer) sayılarda asker kaçağı dolaşıyor. Ne yapılıp edilse bu sayı aşağı çekilemiyor, her üç ila beş yılda bir 'bedelli askerlik' çıkarılarak zevahir kurtarılıyor: Yani 'bedelini' ödeyebilecek maddi imkânlara sahip çocuklarımız Askeriye'nin emrinde geçirilecek 15 aylık bir süre ve süreçten 'yırtıyorlar.' Modernize edilmiş bir ordudan, profesyonelleştirilmiş bir ordudan (bizzat ordusu tarafından) bu denli sık söz edilen bir ülkede, ordumuzun bütçemizden aldığı pay bu denli 'hatırı sayılır' iken, teknoloji bu denli ilerlemiş (özellikle savaş teknolojsi) bir sürü aletin başına 'uzmanlar' yani 'teknik donanımlı subaylar' dışında kişilerin yerleştirilmesi giderek imkânsız hale gelmiş iken- 1. Askerlik süresi şu kısaltılmış haliyle bile, ziyadesiyle uzun değil midir? 2. Ordumuzun bu kadar çok sayıdaki kişiyi askere almaya çalışması hakiki bir zaruret midir? 3. Bu denli çok para harcayabilen ve hatta elemanlarının kaynaklarıyla OYAK gibi bir ekonomi devini yaratıklandırabilen Yüce Ordumuz, 'Türkiye'nin içinde bulunduğu ÖZEL koşullar' teranesinin artık az biraz eski etkisinde ve inandırıcılığında olmadığını, bilmem kabule yanaşabilecek midir? Diyelim Aczmendiler, Yehova Şahitleri, kimi fundamentalist Protestanlar ellerine dinleri gereği silah değdirmeyi reddediyorlar. E artık biz Avrupa Birliği'ne Uyumlu müreffeh bir ülke olduğumuza/olacağımıza göre Budistlerimiz'in, Hindularımız'ın sayısında da natürel bir artış olacak. E madem fikri hür, vicdanı hür bir ülkenin çocuklarıyız; vicdani retçilerimiz de anlaşılan olacak. Olacaktır. Olsun. Askeriyemiz için 'Bedelli Askerlik' söz konusu olduğunda içleri kan ağlayarak da olsa göz ardı edilebilen 'eşitlik' ilkesi bu denli mühim ise; hem hakikaten Türk Ordusu'nun profesyonelleşmesi, modernleşmesi konusunda ciddi adımlar atılsın, askerlik süresi yeniden kısaltılsın, hem de VİCDANİ RET bir insan hakkı olarak tanınsın. Zira ben bir kız çocuğu annesi olarak böyle bir dertten 'sıyırmış' olabilirim; ama bir oğlum olsaydı ve vicdani nedenlerle eline silah almayı reddetseydi hem sonuna kadar onun (ve gerekirse mücadelesinin) yanında olurdum, hemde diyelim öğretmenlik yaparak/koro çalıştırarak/ambulans sürerek/ağaç dikerek/kreşte çocuk bakarak/aşı yaparak/icabında yerleri silerek DE devletine 'hizmet' edebilmesinin mümkün olduğu, ama bu görevlerin 'eşit' ve hakiki ihtiyaçlar için dağıtılması ilkesiyle, pek de âlâ mümkün olduğu düşüncesi içinde olurdum. E, şimdi oğlum yok diye tam da 'kurtulmuş' sayılmam. Zira ülkemde vicdani reddin bir hak olmaması beni (vicdanımı) rahatsız ediyor. Daha önce 87. maddeden yargılanan üç vicdani retçiye karşın Mehmet Tarhan'ın 88. maddeden yani TOPLU ERAT ÖNÜNDE EMRE İTAATSİZLİKten yargılanmasının rahatsız ettiği gibi. Sivas Askeri Cezaevi'nde 'hangi koşullar' altında yatıyor olamadığım gibi. O niye peki hapiste? Peki niye biz rahat rahat yatağımızdayız? gibi. Peki biz rahat mıyız? Biri, insan haklarından bir hak için mücadele verirken, biz rahat olabilir miyiz? Rahat uyuyabilir miyiz? gibi. Askeri konulara gelince medyalamamızın içinde bulunduğu ağır militarist koşullanma, uyguladıkları 'oto-sansür' normal midir, 'norm' bu ise bu memleketin 'normlarını' daha insanileştirmenin, vicdanileştirmenin zamanı gelmemiş midir, gelmeyecek midir, hiç gelmeyecek midir?? GİBİ. Liste uzuyor. E kesmek, bir yerde bitirmek lazım. Bitti.