Koca bir yıl daha devrildi. Devrilen binaları... yorulan ağaçları...acıkan, savaşan ama her şeye rağmen evrilen çocuklarıyla, sönen yıldızlarıyla...
O yıldızlara bakmak için, kış sıcaklığının tatlı esintisinden yararlanıp terasa çıktığımda göz kırpışları ve fısıldamalarla karşılaştım: Semiha Berksoy yıldızı, Necdet Mahfi Ayral yıldızı ve son olarak da Şükran Kurdakul yıldızı...Daha bir sürü var. Bunlar terasıma inen yıldızlardı. Heyecandan elimden düşen Gombrich'in Sanatın Öyküsü'nü yerden almak üzere eğildiğimde Semiha Hanım bileğime yapıştı ve kulağıma şu öyküyü fısıldadı:
Günlerden bir gün derelerinden su yerine altın akan, erik ağaçlarından zümrütler fışkıran, yunusların deniz kızlarına şarkılar söylediği bir ülkede, büyük büyük amcalar en büyük harflerle konuşmaya devam ediyorlardı. Harfleri büyüdükçe suretlerinin tebessümü eksiliyor, gözlerinin feri bir daha dönmemecesine onları terk ediyordu. Küskün bir çocuğun vaktinden evvel evini terk etmesi gibi... Çocuk evini terk ettikçe büyük büyük amcaların saçları dökülüyor, bıyıkları dudaklarının üstüne doğru kısalıyor, aynı bıyıklar, amcalar biraz daha ileri giderlerse yanlardan da çekilip Charlie Chaplin'in sevimsiz klonları haline getiriyordu onları. Tanesi bir milyar dolar lira frank'a Very Important Person salonlarında satılan, hediyesi kamuflaj desenli kravatlar olan klonlara. Klonlar harflerini büyüttükçe kloncuklar bölünerek azalan bir canlı türü olarak birbirlerini yiyordu. Kloncuklar birbirlerini yerken de ayaklarının altında ezip geçtikleri; genetik olarak henüz müdahale edilmemiş canlı türleriydi: Domatesler, zeytinler, pirinçler, binlerce yıllık kütüphaneler, el yazmaları, el dokumaları, el değmemiş bâkireler, tüyü bitmemiş sâbiler, tüyü kalmamış dedeler,nineler...Büyük büyük amcalar, en büyük harfllerle konuşmaya devam ettiler...
Büyük büyük amcalar, büyük işlerini halletmek için en büyük harflerle konuşurken sinirlendiler... Sinirlendikçe "yumuşak g"yi daha da bastırarak söylediler...Yazıdaki noktayı, virgülü, noktalı virgülü, hatta o güzelim üç noktayı yasaklayıp sadece ünleme geçiş hakkı verdiler... Neye mi sinirlendiler?
Bir avuç kendini bilmeze. Haklıydılar! Dünyada bu kadar büyük harflerle halledilmesi gereken, büyük büyük iş varken, onların çocuk gibi resim yapmasına, şiir okumasına, şarkı söylemesine, oyun oynamasına sinirlendiler.Haklıydılar! Emsalleri general olmuş, büyük büyük adamlara yakışır mıydı çocuk gibi oyun oynamak. Haklıydılar! Ya ötekilerde başlarsa oyun oynamaya. Ne olurdu bu dünyanın büyüklüğü, ağırlığı ve ciddiyeti.
Büyük amcalar baktılar baş edemeyecekler, baktılar ötekiler de bu oyuna girecek, akıllı davrandılar, koca çocuklar bari bizim yanımızda oynasınlar diye tutturdular. Oyun oynayanlar da ne yapsınlar; baktılar oyundan vazgeçemiyorlar, kabul ettiler oyunlarını altın varaklı aynaların önünde oynamayı. Oynaya oynaya aynaları büyük amcalara çevirdiler, amcalar baktıkça güldüler, güldüler, güldüler... Sonunda koca çocukların sokakta oynamasına izin verdiler.
Yıllar sonra sokaklara çıkan koca çocuklar bir baktılar ki, ne derelerden altın akıyor, ne erik ağaçlarından zümrütler fışkırıyor, ne de yunuslar deniz kızlarına şarkılar söylüyor. Sisli-puslu bir havanın içine yerleşmiş ölüm sessizliği bir adım ötesini göstermiyor. Her şeye dokunan sinirli bir değnek muma çevirmiş ebemkuşağı hayatı.
Korktular, sustular, canları sıkıldı koca çocukların. Canları çok sıkıldı. Koca çocuklardan biri sıkıntıdan patladı. Patlarken de "pat" diye bir ses çıkardı. Yere kaşık düşse oynayan koca çocukların içi fıkırdadı. Ve başladılar... Biri yazı yazdı, biri resim yaptı, biri şarkı çığırdı... Bunları duyan güneş birden açtı....Sonunda yoldan geçen bir derviş "bu ne?" diye koca çocukların ahvalini sordu!...
"Bu ne?" sorusunu duyan 'büyük amcalar'ın ödü patladı.
Derviş anladı; onun fikri koca çocukların zikriymiş...
Çocukların zikriyse ötekilerin fikri...
"Ötekiler"in de koca çocuklara katıldığını gören büyük büyük amcalar o kadar korktular ki, yıl sonunda, bir daha dönmemek üzere, Kaf Dağı'nın ardındaki bembeyaz bir saraya kaçtılar.
Büyük amcalar kaçınca; korkudan içeri kaçan zümrütler fırladı, derelerden yine altın aktı, yunuslarla deniz kızları nihavent makamında koklaştı...
Kürt çaldıııııı, çingene oynadı...
Herkes fıkır fıkırken, her şey tıkırındaydı...
"Koca çocuklar"la "ötekiler" de her yıl, aynı gün, eğlencelerine eğlence kattı....
Onlar erdi muradına, biz...üç nokta....yine de üç nokta...
Nice yeni yıldızlı yıllara Semiha...