Aşağıdaki metin 30 Mayıs 2004 tarihinde 22:45’te BBC 2’de yayınlanan, “Mordechai Vanunu: İsrail’in Nükleer Programını Dünyaya Duyuran Adam” adlı programdan derlenip çevrilmiştir.
Mordechai Vanunu: Ben, Mordechai Vanunu! İsrail’in nükleer silahları hakkında Sunday Times’da çıkan haberin kaynağı olan adam! Beni hainlikle suçlayanlara sesleniyorum: Tüm yaptıklarımdan ötürü sevinç ve gurur duyuyorum.
Vanunu, bu akşam programımızda İsrail’in nükleer reaktöründe nasıl fotoğraf çekebildiğini, nasıl kaçırılıp enjeksiyonla uyuşturulduğunu ve tecrit edildiğini açıklayacak. Bunu neden yaptığını anlatacak ve kendisine yöneltilen hainlik suçlamalarına yanıt verecek.
Cezasını tamamlamasına karşın Vanunu, hâlâ kendisini hain olarak gören pek çok İsraillinin tepkisini topluyor. Ölüm tehditleri alıyor.
Bazıları içinse Vanunu, nükleer silahlanmayla savaşta bir kahraman. Onu destekleyenler arasında 1986’da Vanunu’nun kaçırılıp hapse konulmadan önce İsrail’in nükleer silahları hakkında bildiklerini Sunday Times’la dünyaya duyuran İngiliz gazeteci Peter Hounam da bulunuyor. Vanunu cezaevinden çıktığında basının büyük ilgisiyle karşılaşıyor. Hounam, ona ulaşmaya çalışıyor. Vanunu’nun nereye gideceğini yalnızca birkaç kişi biliyor. Bu sır olarak saklanmak isteniyor. İsrail güvenlik birimleri Vanunu’ya bir dizi kısıtlama koydu. Yabancılarla konuşması, serbestçe seyahat etmesi yada ülkeden ayrılması yasaklandı. Ülkesinde bir mahkum olarak yaşamaya devam ediyor.
İsrail Adalet Bakanı: Bence ona çok merhametli davranıldı. Bazı kısıtlamalar getirmezsek bize daha fazla zarar vermeye devam edebilir. Onu hayatının sonuna kadar cezaevinde tutabilirdik ama yapmadık.
En az bir yıl boyunca izin almadan internet yada cep telefonu kullanması, havaalanlarına, elçiliklere yada sınırlara yaklaşması yasaklandı. Cezaevinden sonra Kudüs’teki Anglikan Kilisesine getirildi. Uzun süre önce Hıristiyanlığı seçmişti.
Vanunu: Ben Hıristiyanım. Hıristiyanlığı seçtiğim için de bana çok acı çektirdiler. Hıristiyanlığa geçmeseydim beni 18 yıl hapiste tutmazlardı.
İsrail’e kaçırılan, gizlice yargılanan, casusluk ve vatana ihanet suçlarından hüküm giyen ve cezaevine konulan Vanunu, bu konulardaki sorulara ilk defa yanıt verecek. İlk televizyon röportajını da BBC’ye verecek. Yabancılarla konuşmasına konan yasağa uymak için İsrailli gazeteci Yael Lotan bu röportajı gerçekleştirecek, ancak henüz resmi makamların bu plandan haberleri yok. Alınan önlemlere rağmen İsrail güvenlik birimleri Vanunu’nun hikâyesinin duyulmasını engellemeye çalışacaklar.
Yael Lotan: Geriye baktığınızda, zamanı 1986’ya geri götürebilseydiniz bu yaptığınızı gene yapar mıydınız?
Vanunu: Kesinlikle, kesinlikle! Çünkü yaptığım şey, tüm dünyayı gizlice yürütülen şeylerden haberdar etmekti. Ben kimseye İsrail’i yok edelim yada Dimona’yı yok etmeli demedim. Ben sadece “Bakın İsrail nelere sahip. Takdiri size bırakıyorum” dedim. Benim fikrim nükleer silahlara sahip olmamamız gerektiğiydi. Benim yaptığım ihanet etmek değildi, yalnızca olan bitenden haberdar etmekti. Hatta ben bunun İsrail’e ihanet etmek değil aksine İsrail’i yeni bir Holokost’tan kurtarmak olduğunu düşündüm. İsrail düşmanlarına karşı nükleer silah kullanırsa düşmanları da misillemede bulunur elbette. Bunu karşılıksız bırakmazlar ve savaş çıkar. İsrail’in gelecekte böylesi bir nükleer savaşa yada kimyasal savaşa maruz kalmasını önlemenin tek yolu, İsrail’in nükleer silahlarını ifşa etmekti.
Vanunu, 22 yaşında İsrail’in nükleer tesisi olan Dimona’da çalışıyordu. ABD’nin parası ve Fransa’nın teknolojisiyle kurulan Dimona’nın gerçek amacını ise kimse bilmiyordu.
Vanunu: Dimona’da çalıştığımız yıllarda hepimiz burada gizli nükleer faaliyetler yürütüldüğünü biliyorduk, ama kimse nükleer silah kelimesini kullanmıyordu. Orada çalışırken herşeyi öğrendim, her şeyin ne işe yaradığını, tüm o sayıların ne demek olduğunu, hangi maddenin neyin üretiminde kullanıldığını…
Lotan: Sizin dışınızda kimselerin bunları bilmediğini mi yoksa başka ülkelerin durumdan haberdar olduğunu mu düşünüyordunuz?
Vanunu: Tabi ki hiç kimsenin tesiste olan bitenden haberi olmadığını düşünüyordum. Sadece çalışanların bilgisi vardı.
Nerede çalıştığını gizleyerek üniversite eğitimine devam etti ve siyasal olaylara karışmaya başladı. İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal ettiğindeyse artık siyasi fikirleri olgunlaşmıştı.
Vanunu: Siyasi hedeflerimi o zaman belirlemeye başladım. Bunun meşru bir savaş değil Lübnan’ın işgali olduğunu düşünüyordum. İşgali haklı göstermek için bize sürekli propaganda yapılıyordu. Şunu açıkça anlamıştım ki bu bir savaş değildi, Lübnan ve Filistin’e karşı yürütülen bir saldırıydı. Lübnan’ı işgal etmek için ve Filistinlilerle mücadele etmek için bir kılıf uydurulmuştu. Anladım ki ben, Arapların tarafına daha yakın hissediyordum ve yavaş yavaş sola eğilim gösteriyordum.
Dimona’da 9 yıl çalıştıktan sonra tesisin güvenliği için bir risk oluşturmaya başlamıştı. Onu işten çıkarmak istediler. Ancak ayrılmadan önce dünya tarihini değiştirecek 57 fotoğraf çekti. Bunlar hala İsrail’in nükleer bomba fabrikasının içinden çekilmiş yegâne fotoğraflar.
Vanunu: Buraya fotoğraf makinesiyle girilmez yazılı bir uyarı vardı. Tesisin resimlerini çekmeye karar verdim. Ancak bunu ayrılmamdan hemen önce yapacaktım, daha önce değil. Merkez kumanda odasında yalnız kalabildiğim zamanlar oluyordu, mesela diğerleri yemekteyken, duş alırken. Birkaç dakika, hatta yarım saat kadar yalnız kalabiliyordum. Fotoğrafları işte bu zamanlarda çektim. Girmemin yasak olduğu yerlere de girdim çünkü biliyordum ki bu kapalı yerler, burada ne üretildiğini kanıtlayabilirdi. Bu nedenle oralara da girip fotoğraflar çektim. Ayrıca santralin çatısına çıkıp çevresinin de resimlerini çektim. O sırada güvenlik görevlilerinin bulunduğu kuleyi gördüm. Belki de beni izliyorlardır diye düşündüm, ama kimse beni görmemişti.
Vanunu, işinden ayrıldı. Peki bu resimleri nerede yayınlatacaktı?
Vanunu: Bu işi İsrail’de yapamayacağım açıktı. Eğer burada bir gazeteciye İsrail’in nükleer silahlarından bahsetseydim anında tutuklanırdım, gazete de hemen kapatılırdı.
İsrail’de uygulanan sıkı sansür, basının Dimona hakkında herhangi bir şey yayımlamasını engelliyordu. 40 yıl boyunca bu konu tabu olarak görülmüştü.
İsrail Adalet Bakanı: İsrail’in nükleer silahlara sahip olup olmadığını bilmiyorum. İsrail bu silahlara sahipse aynı zamanda yeryüzünde komşuları tarafından yok edilmek istendiği açıkça beyan edilen tek ülkedir de.
1985 yılına gelindiğinde Vanunu, İsrail’in nükleer silahlarını dünyaya duyurmak üzereydi. Bunu yapacak ilk İsrailliydi.
Vanunu: Hiç kimseye Dimona Nükleer Reaktörü’nde çalıştığımı söylememiştim. Üniversitedeki hocalarım bile burada ne iş yaptığımı bilmiyorlardı.
Lotan: Orda çalıştığınızı kimler biliyordu?
Vanunu: Birkaç kişiye söylemiştim. Dimona’da çalıştığımı söylesem de orda işimin ne olduğunu yada bu santralin ne işe yaradığını anlatmıyordum. Nükleer silahlar hakkında soru sormak, tartışmak mümkün değildi. Ben de konuşamıyordum, çünkü bu konudan kimseye bahsetmeyeceğime dair imza atmıştım. Bu nedenle yurt dışına gitmek zorunda olduğumu ve resimleri ancak bu şekilde yayımlatabileceğimi anladım.
Böylece Vanunu, İsrail’den ayrıldı ve Asya’ya gitti. Yanına aldığı tab edilmemiş resimlerle ne yapacağını düşünüyordu.
Vanunu: Benim için iyi olan neydi, ne yapmam gerekiyordu? Sürekli bu soruları soruyordum kendime. Bu resimleri ifşa etmem mi iyi olurdu, etmemem mi? Daha da önemlisi bu dava için özgürlüğümü, hayatımı feda etmeye hazır mıydım? Tek bildiğim bunun başıma büyük dert açacağıydı. Resimleri yayınlatırsam büyük bir bedel ödemem gerektiğini biliyordum. Bu nedenle seyahat ederken sürekli tereddüt içindeydim, kendime “bir sonraki adımım ne olmalı?” diye sorup duruyordum.
1986 yılına gelinmişti. Vanunu hâlâ seyahat ederken millerce ötede bir nükleer reaktör çökmüştü: Çernobil.
Vanunu: O sıralarda Çernobil faciası yaşandı. Avrupa’dan yüzlerce insan Çernobil’deki nükleer sızıntıdan korktukları için Bankog’a kaçtı. Bunun üzerine Dimona Reaktörü ve faaliyetleri hakkına konuşmam gerektiğini ve buna hazır olduğumu fark ettim. Avrupa’da bir nükleer patlama olmuştu, çok sayıda insan korkuyla kaçıyordu ve Dimona Nükleer Reaktörü hakkında konuşmak isteyen ve buna hazır hisseden bir adam vardı. Aklımı kurcalayan tek soru, bunu hemen açığa çıkararak özgürlüğümden vaz mı geçecektim, yoksa birkaç ay daha özgürlüğün tadını çıkardıktan sonra ne olacaksa olsun deyip harekete mi geçecektim?
Vanunu’nun bir sonraki durağı Avustralya’ydı. Burada yaşamını taksi şoförlüğü yaparak kazanıyordu. Din değiştirerek Hıristiyan oldu.
Vanunu: Yeni bir hayata başladığımın farkındaydım. Artık Yahudilikle ilgilenmiyordum. Yahudiliği yani Yahudilerin ve ailemin dinini terk ederek kendimi bu inanıştan kurtardım. Kendim için neyin iyi olduğuna karar verecek olgunluğa, eğitime ve zekaya sahiptim. Geleceğim için neyin daha doğru olduğunu biliyordum.
Lotan: Elinizdeki bilgileri ifşa etme süreciyle Yahudiliği bırakarak Hıristiyanlığı seçme sürecinin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor musunuz, o zamanlar bu süreçlerin bağlantılı olduğunu düşünmüş müydünüz?
Vanunu: O sıralarda önümdeki sınırları yıkmaya başladığımı düşünüyordum. Hayatımda yeni bir sayfa açtığımı… Hıristiyan olmamın bir nedeni de sınırları yok ederek kendimi özgürleştirmek istememdi.
Vanunu taksisiyle dolaşırken hâlâ tab edilmeyen resimler çantasında duruyordu.
Vanunu: Resimleri tab ettirdiğim zaman artık hikâyenin başladığını düşündüm. Bu işi bir an önce yapmalıydım. Yoksa İsrailli ajanların haberi olabilir ve beni hemen bulabilirlerdi. Bu yüzden fotoğrafları tab ettikten sonra hemen harekete geçmeliyim ve bunları yayınlatmalıyım diye düşündüm. Böylesi bir şeyi yapabilecek yani Dimona’dan fotoğraflarla ayrılıp bu konularda konuşabilecek başka birinin daha ortaya çıkması olanaksızdı.
Lotan: Bunları bir başkası bir daha asla yapamazdı.
Vanunu: Aynen öyle. Bu nedenle Avustralya’dayken bir an önce bu işi yapmam gerektiğini ama aynı zamanda yakalanıp hapse atılmamam gerektiğini biliyordum. Bir hücreye atılmak istemiyordum, hayatıma devam etmek istiyordum. İsrailli olup Dimona’da çalışacak, içeriden resimler çekerek yurt dışına çıkabilecek, bunları yayınlatma isteğinde ve kararlığında olabilecek bir başkası daha olamazdı.
Lotan: Bu sizin sorumluluğunuz oldu.
Vanunu: Benim sorumluluğum oldu. Benim kendime biçtiğim bir misyon halini aldı.
Şabak ve Mossad gizli servislerinin ajanlarından korksa da harekete geçmeye karar verdi. Hikâye, bir arkadaş aracılığıyla Peter Hounam’a ulaştı. Sunday Times’da çalışan Hounam, olayı araştırmak için gizlice Avustralya’ya geldi.
Vanunu: Peter Hounam’la aramızda bir dostluk kuruldu. Onun otel odasında oturduk ve ona bütün bildiklerimi anlattım. Fotoğrafları ve tüm ayrıntıları gösterdim. Kendi hayatımı, işimi, Dimona’yı anlattım. Bazı belgeler gösterdim işim ve üniversite hayatım hakkında. O da her şeyi Sunday Times’ın Londra’daki merkezine iletti. Bir sonraki adım için beklemeye koyulduk. Bu arada bildiğim her şeyi anlatabileceğimi, karşılığında para istemediğimi, paraya ihtiyacım olmadığını, benim için en önemli olanın bu olayın gazetede yayınlanması olduğunu söyledim. Beni düşündüren tek şey gazetede fotoğrafımın yayınlanmasıydı. Fotoğrafım görülürse Şabak ve Mossad’ın yalnızca bana değil İsrail’deki aileme de zarar vereceği kesindi. Bu yüzden Peter’a hikâyeyi yayınlamasını ama benim kimliğimi açıklamamasını söyledim. Ama Peter bir süre sonra hikâyeyi yayınlarken bunu ifşa eden kişinin adının ve resminin de gerekeceğini anlattı. Bu sefer ben de olayın dünyaya duyurulabilmesi için adımın ve resmimin gizli kalmasından vazgeçtim. İsrail’in Dimona’da yürüttüğü gizli nükleer faaliyetlerinin tüm dünyaya duyurulmasına yardımcı olmam gerektiğine inanıyordum.
Sunday Times daha fazla kanıt bulunmasını istiyordu. Vanunu’nun Londra’ya gelmesi için ısrar edildi.
Vanunu: Bu benim için yeni bir fedakârlık daha demekti. Çünkü Avustralya, İsrail’e ve Avrupa’ya oldukça uzaktı ve ajanların beni burada bulmaları ya da kaçırmaları zor olurdu.
Sunday Times, iddiaların doğruluğunu bir nükleer uzman yardımıyla araştırmak istedi. Başvurulan uzman, Vanunu’nun tanık oldukları karşısında dehşete düştü.
Vanunu: Uzmanı kaygılandıran konu, İsrail’in Sunday Times’da daha sonra yayınlandığı gibi basit atom bombasından hidrojen bombasına geçebilmesiydi. Benim kanıtlarıma göre İsrail hidrojen bombası ve hatta nötron bombası üretiyordu. Sunday Times’a nötron bombasının fotoğraflarını da vermiştim.
Tüm bunları Peter Hounam Sunday Times’da yayınlayacaktı. Ancak henüz değil.
Vanunu: Bunun çok büyük bir olay olduğunu düşündüler. Sunday Times ve gazeteci, bu noktada hata yaptılar ve böyle tehlikeli ve riskli bir hikâyeyi hemen yayınlamak yerine basımını geciktirdiler ve kanıtları kontrol etmeye devam ettiler. Benim hakkımda araştırma yapmak için İsrail’e adamlarını gönderdiler. Bu da bir hataydı. Böylece Sunday Times, beni kaçırmaları için İsrailli ajanlara gereken zamanı tanımış oldu.
Vanunu’nun kaderi büyük ölçüde Peter Hounam’a bağlıydı.
Peter Hounam: Birçok nedenden ötürü kanıtların kontrolü uzun sürdü. Bu arada bazı hatalar da yapıldı. Vanunu Leicester Meydanı’nda filan dolaşıyordu. O kadınla da orda karşılaştı
Cheril Banthoff. Mossad ajanı olan Banthoff, Londra’ya Vanunu’yu tuzağa düşürmesi için gönderilmişti.
Vanunu: Ben tuzağa kendi ayaklarımla gittim. İlk ben ona yaklaştım, o bana değil. Onu bir büfenin önünde sigara alırken gördüm. Ayrı ayrı kavşağa kadar yürüdük. Bakıştık ama hiç konuşmadık. Hatta karşıya geçtikten sonra ikimiz de ayrı yönlere doğru uzaklaştık. Birkaç metre ilerledikten sonra içimden “belki de benimle ilgileniyordur, gidip ne istediğini sorayım” diye geçirdim. Yanına yaklaşıp “sen kimsin, ne yapıyorsun?” diye sordum. Hatta ona “belki de sen bir Mossad ajanısındır!’ dedim. Oldukça güzel, Amerikalı bir kadındı. Bakımlı ve güzeldi. Benim boyumdaydı, ne kısa ne uzundu. Sarı saçlıydı. Beraber olmaktan hoşlanıyorduk. Beni sürekli öpüyordu. Hep öpüşüyorduk.
Lotan: Şefkatli biriydi yani.
Adının Cindy olduğunu söyleyen kadın, birlikte Roma’ya gitmeyi önerdi. Vanunu da kabul etti.
Vanunu: Düşündüm ki Mossad beni Londra’da arıyordur. Roma’ya gidersem izimi kaybederler, birkaç gün sonra da geri gelip devam edebilirdim. Gazetede birlikte çalıştığım herkes onu tanıyordu. Peter ona güvenmememi, dikkatli olmam gerektiğini söyledi.
Hounam: Onun bütün gün hiçbir şey yapmadan oturmasını bekleyemezdik. Bu riskleri de kendisi almayı kabul etmişti.Şüphe uyandıran şartlarda karşılaştığı Cindy, sonu felakete varacak olayların başlamasına neden oldu.
Vanunu: Bu kadının görevi, beni İsrail’e kaçırılabileceğim bir yere çekebilmekti. Söylediklerim ya da düşündüklerim değildi ilgilendiği. Tek amacı beni bir yerden bir yere gitmeye ikna etmekti.
Tuzak hazırlanmıştı. Roma’ya vardıklarında Cindy’nin söylediği gibi kız kardeşi tarafından değil bir İtalyan tarafından karşılandılar.
Vanunu: Arabayı çok hızlı kullanıyordu. Biz arkada oturuyorduk. Yol boyunca dikkatimi dağıtmak için beni sürekli öpüyordu. Küçük bir eve gelinceye kadar beni sürekli öptü. Eve girdiğimizde iki kişi üzerime atladı. Biri karnıma yumruk attı, öne doğru kıvrıldım. Diğeri de üzerime atladı, beni yere yatırdı ve ağzımı kapattı. Bir kadın geldi ve bana ilaç enjekte etti.
Bilinci yarı açık biçimde arabada bağlı otururken Roma’nın dış bölgelerine doğru ilerliyorlardı.
Vanunu: Küçük bir köye geldiğimizde araba yavaşladı. Sokaklar aydınlıktı. Şoför yavaşlayınca üzerine atladım. Arabayı durdurmasını ya da kaza yapmasını sağlamaya çalıştım. Fakat iki adam hemen üzerime atladı ve yine karnımı yumrukladılar. “İmdat, imdat!” diye bağırdım. Ağzımı kapattılar. Adamlardan biri kadına İbrani’ce “iki katı enjekte et!” diye bağırdı. Kadın bunun tehlikeli olduğunu söyledi. “Sana yap diyorum!” diye bağırdı. Bilincimi tamamen kaybettim.
Vanunu’nun son kurtulma girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. O andan itibaren ajanların kontrolündeydi. Mossad, Vanunu’yu İsrail’e deniz yoluyla geri getirdi ve iç güvenlikten sorumlu Şabak’a teslim etti. Vanunu’nun nerede olduğunu bilmeyen Sunday Times ise hikâyeyi o günlerde bastı.
Hounam:Olanlardan ötürü suçlu hissetmiyorum. Fakat sorumluluğumu inkâr edemem. Bu nedenle de yıllarca ona yardım etmeye çalıştım.
Vanunu: Aşkelon Cezaevi’nde bir sorgu daha yapıldı. Birkaç dakika sonra masaya Sunday Times’da yayınlanan manşeti koydular. “Ne yaptığını gördün mü!” dediler.
Lotan: Ne hissettiniz o zaman?
Vanunu: Önce çok mutlu hissettim, başardığım için, Sunday Times nihayet yazıyı yayımladığı için çok sevindim. Görevim başarıya ulaşmıştı. Öte yandan Şabak’ın elindeydim. Bana her şeyi yapabilirlerdi, intikam alabilirlerdi.
Vanunu’nun kaçırılması, tutuklanması, hapse atılması devletin güvenliğiyle ilgili sayılıyordu. Konuşmasına izin verilmeyen Vanunu’nun birileriyle irtibat kurma ümitleri sönüyordu.
Vanunu: Avucumun üzerine “beni İtalya’dan, Roma’dan kaçırıp getirdiler”yazdım. Parmaklarımın üstüne de İsrail’in plütonyum, lityum ve Sunday Times’da da açıklanan nükleer silahlar için gerekli diğer maddelere sahip olduğunu yazdım. Fakat sonra parmaklarımda yazanların onları öfkelendireceğini düşünüp sildim. Yalnızca beni Roma’dan kaçırdıklarını yazdım.
Lotan: Sonra da avucunuzu sizi naklettikleri aracın camına yapıştırdınız.
Vanunu: Evet. Yazıları cezaevinde yazdım. Gardiyan üstümü aradı ama elimdeki yazıları fark etmedi. Sonra mahkemeye getirilirken elimi cama yapıştırdım. Gazeteciler da bu görüntü karşısında şaşırdılar. Ne anlama geldiğini anlamadılar. Mahkemem de çok yavaş ilerliyordu. Duruşmalar uzun sure önce başlamıştı ama çok geç bitti. Hükümet, mahkemede savunma yapmama izin verilmemesine karar verdi. Bu duruma inanabilir musunuz? Sizi devlet sırlarını açığa çıkarmakla suçluyorlar ve savunma bile yapmanıza izin vermiyorlar. Beni en fazla hayal kırıklığına uğratan ve öfkelendiren şeyse vatana ihanetle ve casuslukla suçlamaları oldu. Ben ne casustum ne de hain. Bir düşman devletle işbirliği yapmadım, gizli örgütlerle çalışmadım. Sanırım benden en sert biçimde intikam almak ve beni en kötü biçimde cezalandırmak istediler.
Mahkemeye her çıkışında konuşmaya çalıştı. Ancak her seferinde önlemler sertleşti.
Vanunu: Londrasokaklarında özgürce dolaşan bir adamken kendimi bir anda bir hücreye kapatılmış bulmuştum. Büyük bir düşüştü bu benim için. Tıpkı yüksek bir binadan yere düşer gibi. Bir anda her şeyinizi kaybediveriyorsunuz. Ama benim durumumda daha farklı bir şey daha vardı. Sıradan mahkumların yapabildiği gibi konuşamıyor yada telefon kullanamıyordum. Başından itibaren pek çok kısıtlama uyguladılar bana.
Vanunu, tümüyle tecrit edildiği bir hücreye konuldu. Diğer mahkumlarla bile görüşmesi yasaktı.
Vanunu: Ayrıca iki yıl boyunca hücremdeki lambayı 24 saat açık tuttular. Bütün gece lamba açıkken uyuyamazsınız ki.
Lotan: Ve bir kamerayla.
Vanunu: Bir de kamera. Sürekli izleniyordum. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. 24 saat boyunca yapayalnızdım. Hiçbir yere gidemiyordum. Bu durumla ilk karşılaştığımda şöyle hissettim. Sabah uyanıyordum, kıyafetimi değiştiriyordum, ayakkabılarımı giyiyordum fakat hiçbir yere gidemiyordum. Öylece yatağımda oturuyordum. Kahvaltımı yapıyordum. Ama hiçbir yere gidemiyordum. Aklım bu durumu kavrayamıyordu. Bu durumu kabullenmem uzun zaman aldı. Giyiniyordum, ayakkabılarımı giyiyordum ama sonra hiçbir yere gitmeden yatağımda oturmaya devam ediyordum.
Vanunu, kamuoyunun dikkatinden kaçırılıyordu. Kameralarda ilk görüntüsü ancak dokuz yıl sonra nakil aracından inip mahkemeye giderken yakalanabildi.
Vanunu: Tamamen tecrit edilmiş halde geçirdiğim acı dolu 11,5 yıldan sonra geçen her an, her gün hayatınızı daha da zorlaştırıyor. Geçmişi unutuyorsunuz, geçmiş hakkındaki tüm imge ve hatıralar beyninizden siliniyor. Bütün gün duvarları izleyip duruyorsunuz. Bu durum beyne büyük hasar verebiliyor. Tecritte daha uzun bir sure tutulsaydım beynim büyük bir hasara uğrardı. Öyle anlar oluyordu ki gerçekle bağımın kopmak üzere olduğunu hissediyordum. O hücrede kaldığım süre içinde kendimi tren istasyonunda tren bekleyen bir insana benzetiyordum. Bineceği treni bekleyip duran bir insana. İşte ben de o istasyonda özgürlük treninin gelmesini dört gözle bekleyen biriydim. Trenin bir gün mutlaka geleceğini biliyordum. Belki bugün, yarın belki de bir saat içinde. Fakat o tren cezamın sona ermesine kadar hiç gelmedi. Bana 18 yıl cezaevinde kalacağımı söylediklerinde 2004 yılına kadar burada kalacağıma inanamadım. 1986’da 2004 yılı diye düşündüğümde çok çok uzun bir süre gibi geldi. Bana katillere yada canilere verdikleri cezayı vermişlerdi. Ancak onlar 18 yıl hapis yatıyorlardı. Ama ben hiç kimseyi öldürmemiştim.
Lotan: Hayır, öldürmediniz.
Vanunu’nun cezaevinden çıkacağı gün yaklaşıyor. Kardeşi Meir, Vanunu’nun özel eşyalarını Katedrale getiriyor. Bu sırada Orta Doğu Anglikan Kilisesi Piskoposu planlarını uygulamak için Britanya Konsolosluğu’nu telefonla arıyor.
Piskopos: Sizden kurşun geçirmez bir araç ödünç almamız konusunda bir yetkiliyle görüşmek istiyorum. Böyle bir aracı ödünç vermeniz mümkün mü?
Konsolosluk: Niçin ihtiyacınız var bu araca? Ne için kullanacaksınız?
Piskopos: Bildiğiniz gibi yarın Mordechai Vanunu serbest bırakılacak.
Konsolosluk: Kim dediniz?
Piskopos: Mordechai Vanunu.
Konsolosluk: Evet.
Piskopos: Ben de onun piskoposu olduğumdan ve kendisi Anglikan Kilisesi’nin bir üyesi olduğundan ona serbest bırakılmasından sonra burada barınmasını ve buraya sığınmasını önerdim. Fakat Aşkelon Cezaevi’nden buraya Kudüs’e gelirken başına bir şey gelmesinden endişe ediyoruz. Bu nedenle onu buraya güvenli bir biçimde getirebilmek için kurşun geçirmez bir araç sağlayabileceğinizi düşündüm. Böyle bir şey mümkün olabilir mi?
Konsolosluk: Bilmiyorum açıkçası, ayrılmayın lütfen, bir soracağım. Tekrar merhaba. Size bu konuda yardım edemeyeceğiz. Üzgünüz, yardım etmemiz mümkün değil.
Piskopos: Pekala. Teşekkür ederim. İyi günler.
Konsolosluk: İyi günler.
21 Nisan. Vanunu bugün serbest bırakılacak. Cezaevinden çıkınca yaptığı ilk şey, yabancılarla konuşmasını tamamen yasaklayan karara meydan okuyarak konuşma özgürlüğünü kullanmak oluyor. Bunu da yabancı basın mensuplarına İngilizce hitap ederek yapıyor.
Vanunu: Ben bugün serbest bırakıldım ancak tam özgürlüğüme kavuşmadım! Umarım ki 17,5 yılın ardından artık İsrail’den ayrılabilirim. Ben, özgürlük iradesinin ve özgür olan insan ruhunun sembolüyüm! İnsan ruhunu yıkamazsınız!
Vanunu: 18 yıl boyunca kafamda biriken her şey o an ortaya çıkıverdi. Artık özgür bir insan olarak yürüyebiliyor, özgür bir insan olarak konuşabiliyordum. Eskisi kadar güçlüydüm. Bana bu kadar işkence yapan, zor yıllar geçirmeme neden olan kişilerin bundan hiçbir şey elde edemediklerini göstermek istedim. Karşılarındaki adamın 18 yıl önceki adam olduğunu görmelerini istedim.
İsrail Adalet Bakanı: O, doğuştan bir hain. Kilisesine ihanet etti. Sinagoguna ihanet etti, hatta ulusuna ihanet etti. Ülkesine ihanet etti. Çalıştığı yere, iş arkadaşlarına ihanet etti. Bazı insanlar için hainlik, karakterlerinin vazgeçilmez özelliği oluyor.
Vanunu’nun serbest bırakılması, yoğun sansür altındaki İsrail basını için bir sınava dönüşecek. Bu, devletin bireye ve onun konuşma özgürlüğüne karşı bir mücadelesidir. İsrail ve dünya televizyonlarında gösterilen bir drama olacak.
Lotan: Hiç pişmanlık duymuyorsunuz değil mi?
Vanunu: Asla, hiç pişman değilim. Ödediğim o ağır bedel ve çektiğim ceza da dahil yaptıklarım her şeye değerdi. Bu cezayı hak ettiğimi de düşünmüyorum. Bunun yalnızca benim değil herkesin yapması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum.
İsrail güvenlik birimleri, bir şekilde Vanunu’yla röportaj yaptığımızı öğrendi. İki gazetecimiz tutuklandı ve 24 saat göz altında tutuldu. Otel odaları didik didik arandı ve iki kasetlerine el koyuldu. Tutuklananlar arasında Peter Hounam da vardı. Serbest bırakılmasının ardından basına şu açıklamayı yaptı.
Hounam: Buradaki en önemli nokta şu; bütün hikâyeyi bilen tek bir kişi varsa o da Mordechai Vanunu’dur. Ben tecrit edilmiş halde cezaevinde yalnızca bir gece geçirdim. Oysa o, 4000 gece geçirdi. Tüm bunlar, akıl almaz saçmalıklar. Ben şunu çok iyi anladım. Şabak, Mordechai Vanunu söz konusu olduğunda o kadar takıntılı davranıyor ki beni onun hakkında sorguya çekmek için bir zindana tıktılar.
İsrail hükümeti, Vanunu’nun hâlâ bir tehdit oluşturduğu kanısında.
İsrail Adalet Bakanı: Onun hâlâ bazı sırlara sahip olduğunu düşünüyoruz. Daha önce Sunday Times’a yaptığı gibi bu sırları başkalarına satmasını istemiyoruz. Hâlâ açıklamadığı sırlar sakladığını ve bunları her an duyurabileceğini düşünüyoruz. Bu ülkeye zarar vermeye çalışıyor, bu ülkeden nefret ediyor.
Vanunu: Sunday Times’da basılan yazıdan sonra benim görevim sona erdi. Artık elimde açıklamadığım hiçbir sır kalmadı. Önemli başka bir şey daha var. Benim yaptıklarımın üzerinden 18 yıl geçti. Bu koca 18 yılda İsrail’in Dimona’da neler yaptığı hakkında hiçbir fikrim yok. Bu, benim sorunum da değil artık, onların sorunu. Açığa çıkarabileceğim hiç sır kalmadı artık.
Mordechai Vanunu halen Kudüs’teki Anglikan Kilisesi’nde kalıyor.
Piskopos: Şimdi yapılması gereken harekete geçmektir. Tanrı aşkına bu adamı serbest bırakın. ona özgürlüğünü iade edin. Cezasını tamamladı ve özgür olmayı hak ediyor. Kendini ölüme değil yaşamaya adadı.
Vanunu: Amerika’da ya da bir Avrupa ülkesinde yeni bir hayata başlamak istiyorum. Bir insan olarak yaşamak istiyorum. Ailem olsun, bir evim olsun istiyorum. Çalışmak istiyorum. İsrail’den ayrılmak istiyorum. Artık burada yaşamak istemiyorum.
Çeviren: Esra Kaliber