Kaynak: Yeşil Gazete
10 aralık 2014
Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, Lima İklim Zirvesi’nin yüksek düzey segmentinin birinci gününde, yani Salı günü bir konuşma yaparak Türkiye’nin pozisyonunu açıkladı. İklim zirvelerinin ikinci haftası bakanların, bazı özel durumlarda da devlet başkanlarının gelmesiyle diplomatik olarak üst düzey bir nitelik kazanır. Etraftaki güvenlik görevlisi, gazeteci ve kamera sayısının artmasından da anlayabilirsiniz bakanların geldiğini.
Bu oturumlara ülke adına kimin katıldığı da ülkenin o yıl zirveye verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir. Dolayısıyla bu yıl Türkiye’yi zirvede 2 yıl aradan sonra yeniden bir bakanın temsil etmesi önemliydi. 2013 sonunda bakan olan İdris Güllüce zirveye ilk kez katılıyordu ve aslında iklim zirvelerine katılan ilk Çevre ve Şehircilik Bakanıydı. Daha önce en son 2010’da Cancun Zirvesi’ne Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu katılmıştı. (Daha önceki zirveler dahil edildiğinde Türkiye adına iklim zirvelerine 3 kez Çevre ve Orman Bakanı, 5 kez de Çevre Bakanı katılmışıtr.) 2011 Durban Zirvesi’nde ise Türkiye’yi Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz temsil etmişti. Güllüce’nin selefi Erdoğan Bayraktar ise zirvelere hiç katılmadı.
İdris Güllüce’nin bakan olmasının ardından bu yıl Türkiye’nin 2012-2013’de en düşük profile gerileyen iklim politikaları sürecinde bir canlanma oldu. Müsteşarlığa Mustafa Öztürk’ün getirilmesinin ardından, önce İklim Değişikliği Daire Başkanlığı yeniden kuruldu, ardından İklim Değişikliği (ve Hava Yönetimi) Koordinasyon Kurulu 2 yıl aradan sonra tekrar toplandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı süreçte aktif rol almaya ve azaltım hedefi belirlemek için gerekli projeksiyonları yaptırmaya başladı. Türkiye’nin bu hesaplamalardan yola çıkarak hesaplayacağı iNDC hedefini Mayıs ayına kadar açıklaması bekleniyor. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan da 23 Eylül’de New York İklim Zirvesi’nde (Liderler Zirvesi) yaptığı konuşmada Türkiye’nin hedef alarak Paris anlaşmasına katılacağını söylemişti. Bu nedenle burada Çevre ve Şehircilik Bakanı Güllüce’nin aynı çizgide, hatta daha güçlü ve net bir şekilde Türkiye’nin azaltım hedefi alacağını (artıştan azaltım da olsa) açıklamasını bekliyordum.
Ancak maalesef Güllüce genel bir konuşma yapmayı, Marmaray gibi raylı ulaşım yatırımlarından, orman alanlarının artırılmasından, kentsel dönüşüm sırasında binalarda enerji tasarrufu yapacaklarından, hatta iklim değişikliğiyle doğrudan ilgisi olmayan çevre politikalarından bahsetmeyi ve hedef konusunu ağzına almamayı tercih etti. Kuşkusuz bu bilinçli bir tercihti. Güllüce, konuşmasında iklim değişikliğinin önemine ve iklim felaketlerine vurgu yapsa da, Türkiye’de yaşanan kuraklığa ya da daha iki gün önce Filipinler’de meydana gelen Hagupit tayfununa da değinmedi. Ayrıca Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanma talebini tekrarladı. Bu arada Güllüce’nin, Erdoğan’ın son konuşmasında yer verdiği ve hiçbir ciddi hesaba dayanmadığı için çok eleştirdiğimiz “Türkiye 1990-2012 arasında %21 azaltım yaptı” açıklamasını tekrarlamadığını, bu konuşmanın en olumlu yanı olarak not edelim. Güllüce, bunun yerine Türkiye’nin karbon yoğunluğunda %6 azaltım yapıldığını söyledi, ki bunun ne denmek istendiği anlaşılan makul bir açıklama olduğunu söyleyebiliriz
Türkiye’nin Lima’daki pozisyonuna gelince… Birkaç gün önce Türkiye delegasyonu ADP toplantılarında söz alarak Türkiye’nin çeşitli konulardaki görüşlerini belirtti. Buna göre Türkiye: 1- Bildirilecek katkı düzeylerinin tamamen ülkelerin kendi kararlarına göre belirlenmesi gerektiğini söyleyerek bilimsel değerlendirme mekanizması istemediğini; 2- Commitment (taahhüt) yerine contribution (katkı) terminolojisini tercih ettiğini, yani bağlayıcı hedeflerden yana olmadığını; 3- Katkıların 10 yıl için belirlenmesini tercih ettiğini; 4- Katkı düzeyinin Paris öncesi bildirilmesi (ex-ante) konusunda katı bir kural konulmasına karşı olduğunu; 5- Katkıların revize edilmesi gerekire bunun gönüllü olması gerektiğini söyledi.
Böylece tamamen gönüllü, esnek ve her yönüyle ülkelerin kendilerine bırakılmış bir mekanizmadan yana olduğunu açıklayan Türkiye, Bakan’ın konuşmasıyla da Paris öncesinde kendisinden pek bir şey beklenmemesi gerektiğini ilan etmiş oldu. Yalnız Türkiye’nin bu serbest mekanizmaları sadece kendisi için istemediğini, ABD’den Çin’e kadar bütün ülkeleri kendi haline bırakmayı savunduğunu hatırlatalım. Malum, burada her ülke eşit düzeyde sürecin bir parçası.
Bu açıklamaları ve Bakan Güllüce’nin konuşmasını bir arada değerlendirdiğimde, bunun son aylarda izlenen çizgi nedeniyle beklediğimden çok daha zayıf bir pozisyon olduğunu söyleyebilirim. Yine de Lima’dan Türkiye’nin tarif ettiğinden daha net ve kuralları belirlenmiş bir mekanizma çıkma olasılığı yüksek. Bu nedenle Türkiye’nin de bu kadar gevşek bir politika izleme şansı olmayabilir. Tabii Paris anlaşmasının tamamen dışında kalmayı tercih etmezse. Umarım hükümet böyle bir çıkmaz sokağı tercih etmez.